22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 ATO’nun ‘İstihdam Raporu’nda, Türkiye’nin bir kez ele geçecek bir fırsatı kaçırdığı vurgulandı C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER 23 MART 2007 CUMA Nüfus arttı, iş yerinde saydı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası (ATO), Türkiye’de çalışabilir yaştaki nüfusun toplam nüfus içindeki oranının arttığını, ancak Türkiye’nin istihdamı ve verimliliği artırarak kalkınma şansı sunan bu fırsattan yararlanamadığını ortaya koydu. Türkiye’de çalışabilir nüfusun arttığı, ancak istihdama katılım oranının her geçen yıl azaldığı vurgulanarak 1988 yılında 1564 yaş arası nüfusta yüzde 54.9 olan istihdam oranının, 2006 yılında yüzde 45.9’a gerilediği bildirildi. ATO, Eurostat ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden yararlanarak bir “İstihdam Raporu” hazırladı. Rapora göre, Türkiye’de çalışabilir yaştaki nüfus olarak tanımlanan 1564 yaş arası nüfusun toplam içindeki payı, 2006 yılı itibarıyla yüzde 66. Yapılan nüfus projeksiyonlarına göre bu Nasıl Yapmalı? yimim, toplumsal olaylara ilişkin sezgilerim beni yanıltmıyorsa, toplantılar ve etkinliklerde izlediğim değişen havayı, dalgayı değiştirecek sürpriz gelişmeler olmazsa, asıl sürprizin sokaklardan, eylemlerden doğup, hızla gelişip toplumsal dengeleri değiştirebileceği, siyaseti yönlendirebileceği, caydırıcı güç oluşturabileceğini söyleyebilirim. Tehdit algılaması en azından bireyler ve örgütlenmelerin hareket noktaları, düşünce sistemlerinde önemli değişimlere yol açtı. Duyarlılığın olduğu ortak gündem çerçevesinde ayırımcılığın oluşmaması için özen arttıkça, ortak paydalarda buluşma refleksi de güç kazanıyor. Doğrusu taban tavandan çok daha duyarlı, taban tavanda oluşamayan birleşmeler için zorlayıcı çıkışları gündeme getiriyor. Aykırı sloganlar örgütlerin kendi içinde çok çabuk bastırılıyor. Kitleler çok daha fazla ortak sloganlarda buluşma eğilimi gösteriyor. Örneğin ortak bildirilerin, açıklamaların kaleme alınışlarında örgütlerin temsilcileri kendi kimliklerini öne çıkaracak söylemlerde diretirlerken günümüzde, en geniş kitlelerin olurunu alacak söylemlerin egemen olması için özeniliyor. Dünyada, hele de ülkemizde paramparça olmanın, kafa ve kavram karmaşası, çıkarlarımıza, kimliğimize yönelik yabancılaşmanın kaybettirdikleri, belirleyici, caydırıcı güç oluşturamamanın acısı besbelli yüreklere oturmuş. Karşı düşünce, örgütlülükleri eleştiri, kolaycı suçlamalardan vazgeçme eğilimi, dahası özeleştiri bile yapabilme gündemde. Hele de tabanda, bunu beceremeyen tavana, liderlere yönelik öfke var. Tehdit büyüdüğü, zaman daraldığı için de, en çok sorulan sorular, yapılan sorgulamalar; seçimlere yönelik “partileri”; sosyal haklar savaşımına yönelik “sendikaları”; ülke çıkarlarına, savaş tehdidine, emperyalizme karşı ortak savaşıma yönelik ise “tüm örgütlenmeleri” nasıl bir araya getireceğiz, birleştirme çok zor ve geç kalınmışsa nasıl ortak eylem, ittifakta buluşturacağınızın arayışları üzerinden.. Örgütler ve liderler üzerinde caydırıcı güç oluşturmaya ilişkin kendiliğinden gelişen refleks ise gündemdeki güncel sorunlara ilişkin daha gür ses çıkarmak, eylemlerle derdini anlatmak. İşte tam da bu nedenle ufaktan ufaktan hem eylemlerin konuları, hem da geniş cepheli katılım eğiliminde artış gözlemleniyor. Ne zamandır her anlamlı günde Anıtkabir’de ziyaretçi patlamasına, özel hak ve gündemli eylemlerin artışları ile paralel katılım artışları dikkat çekiyor. Birey ve örgütlerin duyarlı oldukları her gündem ve etkinliğin katılım sorumluluğu gelişiyor. Ancak henüz caydırıcı güç oluşturmaktan uzakta kaldığı için gerilim de artıyor.. soner?cumhuriyet.com.tr ? İstihdamda en ciddi sorunun tarımda yaşandığına dikkat çeken ATO’nun raporuna göre Türkiye’de son yıllarda çalışabilir yaştaki nüfus artarken yeni iş alanları yaratmak gittikçe zorlaşıyor. ? Türkiye’nin “demografik fırsat penceresi” bulunduğuna dikkat çekilen rapora göre, 2025’ten sonra Türkiye’nin de AB gibi yaşlı ve çalışanlara bağımlı bir nüfus yapısı olacak. kez açılan demografik fırsat penceresinden yararlanmak için Türkiye’nin istihdamı hızla artırması ve milyonlarca kişiye iş yaratması gerektiğini belirten ATO Başkanı Sinan Aygün, “Toplam istihdam artışı istenilen düzeyde değil. Geç kalınan her gün, sorunu daha da artırıyor. İstihdam yaratamazsak, gelişmiş ülkelerin istihdam oranlarına erişmek ve demografik dönüşümü fırsata dönüştürmek bir hayal olacak” dedi. oran, 2010 yılında yüzde 67’ye, 2025 yılında ise yüzde 69’a çıkacak. Türkiye’nin “demografik fırsat penceresi” 2025 yılında kapanarak bu tarihten sonra çalışanlara bağımlı nüfus artmaya başlayacak. Yani Türkiye, tıpkı Avrupa Birliği ülkeleri gibi yaşlı bir nüfusa sahip olacak. 2006’da AB üyesi 25 ülkede, 1564 yaş arası nüfusta istihdam oranı yüzde 65.2 olarak gerçekleşti. Türkiye ise yüzde 45.9’luk oran ile AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında en düşük istihdam oranına sahip ülke oldu. EN ZAYIF HALKA TARIM ATO’nun raporuna göre, 19882005 arasında 2.2 milyon ücretsiz aile işçisi tarım sektöründen ayrıldı. Tarım dışı istihdam, 20022006 arasında 2 milyon 346 bin kişi artarken tarımdaki çözülme 1 milyon 370 bin kişi oldu. Her ülkenin tarihinde bir Mazot yüzde 147, sulama 132, gübre 116 artarken ürün fiyatları yerinde saydı AKP’den tarıma darbe... Murat KIŞLALI ANKARA AKP iktidarında mazot fiyatları yüzde 147, sulama yüzde 132, gübre yüzde 116 artarken buğday yüzde 63, şeker pancarı ise sadece yüzde 20 yükseldi. Çiftçi kredilerinde faiz enflasyonun çok üstünde kaldı. AKP’nin getirdiği borç affı ve yeniden yapılandırması, çarpık girdiçıktı denkleminden ötürü bir işe yaramadı. 2006 yılında 1 milyon üretici tarlayı terk ederken tarım istihdamı 1.5 milyon kişi azaldı. Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin “20022006 Döneminde Tarım” raporu, AKP iktidarında tarımın da çöktüğünü ortaya koydu. Raporda “Ürün fiyatlarındaki artış, girdi fiyatlarındaki artışın çok altında kalmıştır” değerlendirmesi yapılarak şu ifadelere yer verildi: 20022006 yıllarında mazot yüzde 146.7 oranında artarken Bakanlar Kurulu tarafından her yıl belirlenen ve Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından uygulanan sulama ücreti yüzde 131.9, DAP (Amanyum Fosfat) gübresi yüzde 58.6, amünonitrat yüzde 84.4, sülfat yüzde 121, üre yüzde 116 oranında artmıştır. Buna karşılık aynı dönemde buğday fiyatındaki artış yüzde 63, pancar fiyatındaki artış yüzde 20.27 TZD’nin raporu, AKP iktidarında tarımın çöktüğünü ortaya koydu. olmuştur. Bir adet traktör için 2002 yılında 56 ton buğday satan üretici, 2006 yılında 70 ton buğday satmak zorunda kalmıştır. Bir kilo dana etini alabilmek için 2002’de 22.7 kilo buğday satan çiftçi 2006 yılında 34 kilo buğday satmak zorunda kalmıştır. Son bir yılda 1 milyon civarında üretici tarlasını terk edip üretimden çekilmiştir. Tarımsal kredi faizleri enflasyon oranının üzerinde kal mıştır. Kredi faizi 2005 yılında yüzde 20’ye, 2006 yılında yüzde 17.5’e indirilmiştir. 2006 enflasyonu yüzde 11.72’dir. Çiftçi borçlarının sorununun kaynağında, tarımdan baş ka kesimlere kaynak aktarılması yatmaktadır. Mazot, gübre ve kredi faizlerinin yüksekliğinin yanı sıra Türk çiftçisi dünyanın en pahalı elektriğini kullanmaktadır. GELİR DESTEĞİ ÖDENMEDİ ? 2005 yılı “Doğrudan Gelir Desteği” ödemelerinden ödenmesi gereken 16 YTL’nin 10 YTL’si ödendi, 2006’da ödeme yapılmadı. 2006 yılında 10 YTL DGD, 6 YTL mazot ve gübre desteği olarak ödeneceği açıklandı. Devlet, 2006 itibarıyla dekar başına 16 YTL borçlu. ? Tarımsal üretimde 2006’nın dokuz aylık döneminde reel yüzde 1.2 daralma görülmüştür. TÜİK’e göre son bir yılda tarımdaki istihdam 1.5 milyon kişi azaldı. m Bütçeden 2006’da tarıma 5.2 milyar YTL ayrıldı. Desteğin GSMH’deki payı payı binde 9. Tarım Yasası’nın asgari sınır olarak gördüğü yüzde 1’lik sınırın altında kalmıştır. ? Desteğin bütçeye oranı ise yüzde 2.5. AB bütçesinde tarımsal desteklerin oranı yüzde 40’tır. Eylül artı küresel saldırının bileşkesinde, siyasi partiler, sendikal örgütler, demokratik kitle örgütleri, insan hakları, sosyal devlet, demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerini savunabilmede darmadağın olunca. En donanımlı bireylerin bile kendilerinin kimliği, yerine ilişkin kafaları karmakarışık olduğunda.. Caydırıcı örgütlülük, karşı duruşun kalmaması ile bağlantılı kitleler, yoksullaşma, yoksunlaşma, hak kayıplarının altında ezildikçe.. Sokağa çıkılan eylemlerde “Bir şey yapmalı” çağrısının altının çizildiği müzik, çok sevilmenin, duygulara yanıt vermenin ötesinde birleştirici slogan oldu. Yıllardır 1 Mayıs’lardan başlıyarak savaş karşıtı eylemlere uzanan halkada çok farklı yelpazeden örgütler ve bireyler arasında, insanların içinde kalan tepkileri dillendirme, ortak duyguları açığa çıkarma anlamında kaynaştırıcı etkisi var.. Cumartesi günü Kadıköy’de izlediğim Irak Savaşı karşıtı eylemde de sadece komitenin yayımladığı müzik değil, en çok yinelenen, farklı örgütlerin pankartları arkasında yürüyenlerin söylemekten bıkmadıkları slogandı. Ancak pazar günü Koceli Yükseköğrenim Mezunları Örgütü’nün, Cumhuriyet okurları ile birlikte düzenlediği kahvaltı ve söyleşide zaten “Bir şey yapmalı” diyen insanlar buluştuğu için, sorgulama, arayış “Nasıl yapmalı” sorusu üzerinden yürüyordu. Doğrusu son ayların tüm etkinliklerinde, kapalı salonlarda durum saptaması üzerine ortaya atılan görüşler dinleyenler, tartışmacılar için yeterli olmuyor, sorgulama hemen nasıl yapılmalı sorusuna yanıt aramaya kayıyor. Ondan sonrasında da her kafadan bir ses çıkarcasına, ülkemizde yol gösterici örgütlülük, lider eksikliğini yansıtan bir tablo oluşuyor. Sorunlar yumağı büyüyüp, Cumhurbaşkanlığı, seçimler gibi takvim sıkışıklığı da işin içine girince arayışa yönelik tartışmaların sabırsızlık, sinirlilik dozu artıyor. Ortaya kitleleri etkileyecek çekicilikte bir kurtuluş reçetesi çıkaramayınca da, tartışmaların çözüm arayışı üretme işlevleri yanında, moral bozucu etkileri bile oluyor. Bir şey yapmak isteyen, ne yapacağını bilemeyen, gelişmeleri kaygı verici olarak gören, “Tehlikenin farkındayız, ancak ne yapabileceğimizi bilemediğimiz için de sinirlerimiz daha çok bozuluyor” diyenlerin, öfkeli söylenmelerinin dozu giderek yükseliyor. Bu tehdit algılamasını, kaygıyı paylaşanların, bir şeyler yapmak isteyenlerin reflekslerinde henüz tam ayırdına varılmasa da, “dipten gelen dalga”nın habercisi, ortak refleksler de gündeme geliyor. Seslerini giderek daha gür, daha kitlesel, daha kararlı çıkarmak isteyenlerin birey ve örgütler olarak sayılarında bir artış gözlemleniyor. ??? 40 yılı aşmış gazetecilik dene 12 emokrasilerde asker politikanın içinde olmaz, çok doğru; demokrasi halkın, yani sosyal sınıfların örgütlenerek siyasallaşmasıdır. Bu da yetmez; örgütlenme ve siyasallaşmanın “iktisadi, hukuki, siyasi ve kültürel dengeleri oluşturarak, özgürlüklerin ve refahın dengeli paylaşılmasıdır”. Böyle bir düzende askerin politikanın dışında olması, en doğal sonuçtur. Yukarıdaki koşulların hiçbirisi yoksa; bir ülkede kimi büyük sermaye ve dini güçler Batı emperyalizmi ile ortak hareket ediyorlarsa; bölücü çevreler de bunlara eklenerek emperyalizmin bir maşası haline gelmişlerse o zaman ne olacak? Türkiye’de emperyalizm sadece büyük sermayeyi, kimi İslamcı kesimleri ve bölücü örgütleri değil, kimi generalleri bile kullanmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül bunun örnekleridir. Kimi askerler bu örneklerde, “siyasal sermayenin, siyasal İslamın ve bölücü çevrelerin örgütlenerek sisteme egemen olmasının yolunu açmışlardır”. 28 Şubat süreci de sonuçta bu işlevi tamamladı. TSK bugün oligarşi ile karşı karşıya gelmeye başladı. “Oligarşinin, dış odaklarla işbirliğini genişletmesi ve ulusal çıkarların geri dönülmeyecek bir biçimde darboğazın içine sürüklenmesi”, TSK’yi daha fazla rahatsız etmeye başladı. TSK sessiz kalamazdı, tepkisini ortaya koymalıydı. 1) 78 Mart 2002’de MGK Genel Sek D BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI TSK’nin Kavgası Kiminle? Basında Onur Öymen tarafından açıklandığı üzere, Richard Hollbrooke, Başbakan’dan istekte bulunuyordu; arkasından hükümet, “görüşülebilir” anlamına gelecek açıklamalar yapıyordu. TSK ise “kesinlikle görüşülemeyeceği’’ görüşünü savundu. TSK ile AKP Hükümeti arasında birçok olayda karşıtlıklar ortaya çıktı. TSK bütün bu davranışlarında acaba gerçekten demokrasiye karşı bir tutum mu sergiliyor? Yoksa demokrasinin işlemediği bir ortamda; “oligarşinin, ulusal çıkarlarla uygun düşmeyen politikalarını engellemeye mi çalışıyor?” TSK Kıbrıs konusunda, TBMM kararlarının yanında durarak Türkiye’nin imzaladığı uluslararası antlaşmaların korunmasını savunuyor. Buna karşılık hükümet, Brüksel ve Washington’ın taleplerinden yana bir uygulama sergiliyor. TBMM kararlarına uymayan, uluslararası anlaşmalara ters düşen bir biçimde... K. Irak ve Güneydoğu konularında TSK’nin tutumu Lozan Antlaşması’nın reteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın “oligarşinin dayattığı uygulamalara karşı çıkarak denge politikasını savunması”; Rusya ve İran gibi ülkelerle de işbirliğini önermesi, oligarşinin ve dış güçlerin ödünü patlattı. Yalnız MGK Genel Sekreteri değil, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu da benzer görüşleri paylaşıyordu (1). Kıvrıkoğlu ve Kılınç’ın açıklamaları TSK’nin görüşünü yansıtmaktaydı. 2) AKP iktidara gelince Kıbrıs politikası üzerinde görüş ayrılığı belirdi. TSK, TBMM’nin bu konuda aldığı kararlara sadık kaldı ve Rauf Denktaş’a destek verdi. AKP Hükümeti ise, “daha önceden belirlenen ulusal çizginin dışına çıktı”, TBMM kararlarına ve uluslararası anlaşmalara uymadı. Annan Planı ile KKTC’nin tasfiyesi süreci başlatıldı. 3) Kuzey Irak’ta ABD ve İngiltere’nin, “Kürdistan’ın ilk ayağını oluşturacak biçimde” kukla bir devlet kurup Ankara’yı bunu tanımaya doğru itmeye başlaması hükümet ve TSK’yi yine karşı karşıya getirdi. korunmasından yana; hükümet tarafından yürütülmek istenen politikalar ise bununla örtüşmüyor. Lozan’ın zeminini bozuyor. Uluslararası antlaşmalar, hukuk düzeni ve ulusal çıkarlar açısından kimlerin nerede durduklarını iyi görmek ve TSK’nin demokratikliğini ona göre değerlendirmek gerekir. Türkiye’yi oligarşi idare etmediği zaman; oligarşi dış odaklarla yakın ilişkiler kurmadığı zaman; yani demokrasi işlediği zaman, tabii ki TSK siyasetin tamamen dışında olacaktır. Batı emperyalizmi, TSK’yi önündeki engel olarak görüyor. Türkiye’nin Lozan’dan Sevr’e yavaş yavaş götürülüşü karşısında en büyük engelin TSK olduğunun farkında. Ve Türkiye; AB ile görüşmeler süreci üzerinden kurulan tuzakla hem sömürgeleştirilmek hem de ayrıştırılmak isteniyor. Bir Amerikalı diplomat bunu bana açık açık söyleyebiliyordu (2). TSK bugün gerçekte Batı emperyalizmi ile yüzleşmektedir. TSK’nin karşısındaki gerçek düşman PKK değil, onun arkasındaki oligarşi ve emperyalizmdir. Halkın seçtiklerinin yapması gereken kavgayı, TSK yapmak zorunda kalmıştır. (1) “Avrupa’nın Askerle Kavgası”, Truva, 2006, sayfa 301 (2) “Avrupa’yla Derin Bağlar” Truva, 2007, sayfa 270 www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali Avrupa Birliği, 50. yıl metninde anlaşamıyor Elçin POYRAZLAR BRÜKSEL Ellinci yılını 25 Mart günü kutlamaya hazırlanan AB, yayımlayacağı deklarasyonda genişleme atfına yönelik görüş ayrılıkları yaşıyor. Fransa’nın başını çektiği bir grup ülkenin, AB Dönem Başkanı Almanya’nın ellinci yıl kutlamaları nedeniyle hazırladığı Berlin Deklarasyonu’nda genişlemeye atıf yapılmamasını talep ettiği öğrenildi. İNE HAZMETME KAPASİTESİ Bazı üyelerin AB’nin bundan sonraki genişlemesine atıfta bulunulmasından rahatsızlık duyduğunu kaydeden AB kaynakları, bu ülkelerin geçmiş genişlemelerden söz edilmesinden yana olduklarını belirttiler. Buna karşılık bu üyelerin metinde özellikle bundan sonraki genişlemeye yönelik net ifadelerin yer almaması gerektiği görüşünü savundukları ifade edildi. Fransa’nın, AB’nin bugünkü aday ülkelere verdiği sözlere yönelik olarak birliğin hazmetme kapasitesinin anımsatılması gerektiği yönünde talepte bulunduğunu söyleyen kaynaklar, deklarasyonda oldukça basit ve genel bir genişleme atfının olabileceğine işaret ediyorlar. Öte yandan AB üyeleri arasında deklarasyonda “anayasa” sözcüğünün yer almasına yönelik görüş ayrılıkları yaşanıyor. İngiltere ve Fransa’nın “anayasa” yerine “kurumsal reformlara” atıfta bulunulması gerektiği görüşünü savundukları iletildi. Polonya’nın metinde “Hıristiyan değerlere” atıfta bulunulması yönündeki talebi ise AB genelinde benimsenmiyor. AB’nin ellinci yıl deklarasyonunun birliğin ortak tarihi, özellikleri, başarıları, geleceği ve sözlerine yönelik iki sayfalık kısa bir metinden oluşması bekleniyor. Y
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear