Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 Kendi kuklacılığımızı unuttuk 19. yüzyıldan bu yana azalan kukla sanatçılarından birkaçının oluşturduğu Ahşap Çerçeve Kukla Atölyesi, kuklayı sadece çocuklara değil yetişkinlere de sevdirmeyi amaçlayarak 2001’de yola çıkmış Hülya KESKİN yüzyıldan bu yana azalan kukla sanatçılarından birkaçının oluştur19. duğu Ahşap Çerçeve Kukla Atölyesi, 2001’de kuklayı sadece çocuklara değil yetişkinlere de sevdirmeyi amaçlayarak yola çıktı. Atölyenin kurucularından Emre Tandoğan ve Çağrı Yılmaz kukla eğitimlerini Prag’da Miroslav Trejnar, Marek Becka gibi Çek kukla ustalarından gördüler ve yurtdışında festivallere katıldılar. Atölye sanatçıları, İstanbul Kukla Festivali’nde Notre Dame’nin Kamburu adlı yapıtı kuklaya uyarlayacaklar. Atölye ve geleceği üzerine iki kurucusuyla konuştuk. Müzisyenlik eğitimi almasına karşın, kukla sanatına gönül veren Emre Tandoğan, Ahşap Çerçeve Kukla Atölyesi’nin kuruluş öyküsünü anlattı. Tandoğan, “Atölye 2001 yılında kuruldu. İlk çalışmalara Ankara’da başladık, sonra İzmir’e, oradan da İstanbul’a geçtik. Bildiği Ahşap Çerceve Kukla Atölyesi’nin niz gibi ulusallaşmanın yolu İstanbul’dan kurucularından Emre Tandoğan ve geçiyor” diye söze başladı. Çağrı Yılmaz kukla eğitimlerini KUKLALAR nın bir elin parmakları kadar az olduğunu söyleyerek, “Kuklayı yaymaya çalışıyoruz. Sponsorlu etkinlikler bedava olduğundan yoğun ilgi görüyor. Ama önemli olan, para ödeyerek kukla izlemek. Bu da profesyonel bir düzenlemeden geçiyor” diye ekledi. Türk toplumunun geçmişinde kuklanın ayrı bir yeri olmasına karşın ilginin azaldığını dile getiren Tandoğan, “Karagöz ve Hacivat belirli bir kesimin egemenliğinde, ramazanlarda oynanan bir gösteri haline geldi. Oysaki geçmişte Karagöz ve Hacivat kahvelerde oynatılırdı, hatta erotik ve pornografik öğeler içermekteydi. Kendi kuklacılığımızı unuttuk. Kuklayı insanlara yeniden sevdirmek gerçekten zor” diye konuştu. Yeni kurdukları Kukla ve Mask Araştırmaları Derneği ile kukla sanatını sokağa taşıyacaklarını söyleyen Tandoğan, “İsteyen herkes üye olabılır. Atölye çalışmalarımız da olacak. İlk amacımız kukla ve mask sanatçılığını benimsetmek. Digeri ise varoşlardaki çocuklara, bir de engelli çocuklara kukla sanatını ulaştırabilmek” dedi. Avrupa’da kuklacılık sanatının oldukça yaygın olduğunu ve hatta Tahran’da bir üniversitede kuklacılık eğitimi verildiğini belirten Tandoğan da, “Prag’da sadece kukla oyunları sahnelenen 20 kukla tiyatrosu var. Kuklacılık sanatının gelişmesi için akademik yapıya girmesi gerekir. En büyük amacımız kukla sanatının Türkiye’de akademik bir yer edinmesi” diye sözlerini noktaladı. C kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 23 MART 2007 CUMA Yeşilay Başkanı Sarhoş Gibi karsanız, memlekette içki içenlerin çoğu sosyal demokratlar ya da sosyalistlermiş. Bu araştırmanın nasıl yapıldığı, araştırma sırasında Yeşilay anketçileri ya da araştırmacılarının, soru yönelttiği içkiseverlere, ne hakla siyasi görüşlerini sorduğu bir yana, askerinden, hükümet adamına, medyasından, işveren derneğine hemen her kurumun, o pek yakındıkları “andıç” hazırlama alışkanlığında ortak olduklarını görmek pek bir şaşırtıcı. Duruma bakılırsa Yeşilay “Andıç”ının hedefi bir hayli geniş tutulmuş. Neymiş? Sosyalistlerle sosyal demokratların çoğu içkiciymiş. Neyzen Tevfik tabii ki sosyalist değildi. Ama içkiseverliğiyle iyice ortaya çıkan, ruhundaki isyan duyguları, onu yaşadığı toplumun kurallarına “itiraz” eden bir kişilik yaptı. Bir Mevlevi dedesiydi. Konya’da Mevlana türbesinde, büyük ney üstatlarının çaldıkları neylerin sergilendiği köşede onun ney’i de vardır. Kaldıramayanları rezil eden içki, Neyzen Tevfik gibi adamlar söz konusu olunca “meziyet” sayılır. ??? İçki övgüsü gibi alınmasın bu yazdıklarım. İçmem, ama içkiyi kusur da saymam. “İçki kusur değildir, fakat kusurları ortaya döker” diyenlerden olduğumu söyleyebilirim ama. Yeşilay Başkanı’nın, içkiseverler kategorisine koyduğu kesimden biri olarak bu anket (!) sonucuna bireysel bir çıkıştır bu yaptığım. Bu tür genellemeler, sadece Türkiye gazetesinin eski yazarı olan Özfatura’nın yaptığı bir şey değil. Yalçın Küçük de bir ara “Türk entelektüeli yatakta iktidarsızdır” gibi, entelektüelin bu durumuna ancak çok yakından, üstelik tek tek tanık olunmakla (herhalde) anlaşılabilecek bir “belirleme” de bulunmuştu, malum. Yani Türkiye’nin entelektüeli iktidarsız, solcusu ayyaş bu duruma göre. Demokratının yorgunluğu da türkü bile olmuştu bir ara. Özfatura, kendi kurumunun anketinden önce yapılan diğer anketlerin sonuçlarına bir göz atsaydı, Türkiye’de en çok içki tüketilen ilimizin Konya olduğunu öğrenirdi. Bunca yılın muhafazakar Konya seçmenini sosyalist saymak da, Mustafa Necati Özfatura’nın “andıç” hazırlama alışkanlığından kaynaklanan aceleciliği elbette. Bilmeyenler için anımsatayım: Özfatura eski bir deniz albayıdır. kemalerdemol@yahoo.co.uk Selim’i içki sofralarına III. düşkünlüğü ile biliriz. Meclisinde sürekli meyden, neşeden anlayanları bulundurduğunu söylerler. Sonraki yıllarda üstlendiği koca imparatorluğun sorunları karşısında ne yaptığı ayrı meseledir ama şehzadeliği pek bir eğlenceli, keyifli geçmiştir. İçki eşliğinde şiir dinlemeyi sevdiği bilinir. Benim asıl aklımı karıştıran, dönemin en ünlü kadın şairlerinden birinin de bu eğlence düşkünü şehzadenin içki meclisinden arkadaşı olmasıdır. Toplumsal yaşamda asla yer verilmemiş, üretimde de katkı sahibi olması engellenmiş, sadece toplumsal iş bölümünde değil, sosyal konumlanmada da erkeklerle biraradalığına set çekilmiş kadınların, erkeklerle içkili meclislerde bir arada olması, hele Osmanlı toplumunda olanaksızmış gibi geliyor. Adını anımsayamadığım o şair kadının kendisini, önce şehzadeye, sonra da topluma kabul ettirmesi kolay olmamış olsa gerek. İçki kardeşliği böyle bir şey. Sosyal statüde herkesi eşitleyen bir tarafı var. Olmadık ortaklıklara da yol açabiliyor. Uzun sürmeyen, sarhoşluk boyunca sürebilen bir ortaklık bu. “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusunun eşlik ettiği, toplumsal sorunlara duyarlı görünme tavrı bile, emekçi ile işvereni, pek olmaz ama, ola ki karşılıklı içiyorlardır, çözümde “ortak noktaya” bile taşıyabilir. O ortak nokta, olsa olsa aynı anda nara atmak olabilir. O kadar. Yoksa içkiseverlerin düzen değiştirmek gibi ne niyetleri vardır ne de güçleri. ??? Osmanlı’ya günlerce korku yaşatan büyük Patrona Halil isyanının elebaşısı olan Halil, bildiğiniz gibi bir hamam tellağıydı. Yıllar önce okumuş ya da duymuş olduğum için kim olduğunu şimdi anımsayamadığım, ülkemizin önde gelen içkicilerinden birinin, içkiye yapılan zamları, “hükümetin yaptığı ayıptır, bu ülkede hamamda bile isyan çıkmıştır, meyhanede asla” diyerek eleştirdiğini bilirim. Sarhoşun narası ya da afra tafrası mahalle bekçisinin göründüğü anda biter. Hepsi bu. İçkiye düşkün olanların, ortak tepkiler veren ya da benzer özellikler gösteren bir kategoriye ait olduğunu ileri sürmek akıllı insan işi midir sizce? Yeşilay Derneği’nin Mustafa Necati Özfatura adlı başkanının hükümete sunduğu rapora ba İNSAN BOYUNDA OLAN Prag’da Miroslav Trejnar, Marek Becka gibi Çek kukla ustalarından gördüler ve yurtdışında festivallere katıldılar. Türkiye’de alışılanın dışında bir kuklacılık anlayışı sergilediklerini dile getiren Yılmaz ise, “Biz sadece küçük kuklalar yapmıyoruz. Yetişkinlere yönelik oyunlar için hazırladığımız insan boyunda kuklalar da var. Bu nedenle büyük sahnelere ihtiyaç duyuyoruz” diye söze karıştı. Klasik yapıtları uyarlamanın yanında kendi yazdıkları oyunları da sergilediklerini söyleyen Yılmaz “Prag’da öğrendiğimiz bir tarz var. Ihlamur ağacından yaptığımız kuklayı, oyuna göre, farklı biçimlerde kullanıyoruz. İplik, tahta, el kuklası gibi” diye konuştu. Modern ile geleneksel kuklacılık anlayışı arasında bir çatışma yaşandığını belirten Tandoğan, “Karagöz ve Hacivat’daki gölge tasvirini başka bir biçimde aktarmaya çalışıyoruz. Yani geleneği reddetmiyoruz. Modern gelenekçi ayrımına karşıyız, sadece kuklacıyız” dedi. Yılmaz, kukla sanatıyla uğraşanların sayısı Nürnberg’de düzenlenen, 7 bin kişinin izlediği 12. Türkiye/Almanya Film Festivali’nin sonuçları açıklandı 11 gün süren maratonu ‘Kader’ kazandı Yıldız ÇELİK Interforum adlı uluslararası kültür sanat kuruluşu, Nürnberg Şehir Belediyesi, Bavyera Başkanlık Dairesi, Almanya Kültür Bakanlığı ve TC Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle, 818 Mart tarihleri arasında Nürnberg’de düzenlenen 12. Türkiye /Almanya Film Festivali’nde ödül alan filmler ve sanatçılar büyük ilgi gören ödül töreninde açıklandı. 7 bin kişinin katıldığı festivalde, yarışmaya katılan 11 film arasından, Zeki Demirkubuz’un Kader filmi en iyi film seçildi. Festivaldeki diğer sonuçlar ise şöyle: En iyi erkek oyuncu ödülünü Takva filmindeki rolü ile Erkan Can, Tutsak filmindeki rölü ile de en iyi kadın oyuncu ödülünü Jule Böwe aldı. Seçici kurulun Yönetmenlik Özel Ödülü Beş Vakit ile Reha Erdem’in, Seçici kurul özel mansiyonları ise; Prenses filmi ile Amina Schichterich’e, Beş Vakit filmi ile Özkan Özen, Ali Bey Kayalı, Elit İşcan’a, Büyükelçilikteki Adamla’da Marika Giorgobiani’ye verildi. Seyirci Ödülü Ömer Uğur’un Eve Dönüş filmine verilirken, Genç Seçici Ödülü’nü ise Reha Erdem’in Beş Vakit filmi aldı. Kısa Film dalında 13 film arasından; en iyi kısa film ödülü Hakan Savaş Mican’ın Yaban filmine, bu daldaki özel mansiyon ise Lars Henning’in Güvenlik filmine verildi. BELGESEL FİLM... Belgesel Film Yarışması’nda büyük ödül Marcus Vetter ile Ariane Ricker’in birlikte çektikleri Benim Babam Bir Türk’e, Seçici Kurul Yönetmenlik Özel Ödülü ise Von Larsa Barthel’in Benim Ölümüm Senin Ölümün filmine verildi. Öngören Ödülü’nü de bu yıl, Berrin Balay Tuncer ile Önder Özdem’in filmleri Kadına Ağıt kazandı. Festivale katılan Onur Konuğu Mario Adorf çokkültürlülüğün korunmasını, birleşen Avrupa içerisinde ülkelerin kendi dillerini ve kültürlerini korumalarının son derece önemli olduğunu ve birbirimizin kültürlerine daha fazla ilgi göstermemiz gerektiğini vurgulayarak açıkladı. Festivalde ilgi gören diğer bir etkinlik ise Türklerin Alman Sinema ve Televizyonundaki İmajı adlı paneldi. Almanya ve Türkiye’nin sanat ve kültür değerlerini ön planda tutup kültürler arası bir sanat köprüsü oluşturmayı amaçlayan festival RobertBosh Vakfı tarafından da destekleniyor. Yarışmaya katılan 11 film arasından, Zeki Demirkubuz’un Kader filmi en iyi film seçildi. Ayrıca festivali düzenleyen Interforum’un başkanı Adil Kaya ve festival düzenleyecilerinden Şehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanı Jürgen Markwirth bu yılki festivalin sonuçlarından çok memnun kaldıklarını bildirirken, festivalin gelişerek yaşayabilmesi için destek veren kurumların artması gerektiğini de belirttiler. 13. Türkiye/ Almanya Film Festivali 2008 mart ayında yine Nürnberg’de yapılacak. Pülümür için destek yemeği umut verdi STUTTGART (Cumhuriyet) Merkezi Darmstadt bulunan “Pülümür’ü Destekleme Derneği”nin girişimiyle kurulan Stuttgart’taki geçici dayanışma komitesi tarafından “Pülümür Belediyesi Christian Ude Eğitim ve Kültür Merkezi” projesi için bir destek gecesi düzenlendi. Eğitim ve Kültür Merkezi”yle ilgili ayrıntılı bilgi de veren Koç sözlerini şöyle sürdürdü: “Kültür merkezimizde tiyatro ve müzik çalışmaları gibi kültürel faaliyetlerin yanı sıra sosyal ve sportif faaliyetler de gerçekleştirilecek. Merkez mesleki eğitim projeleri, tarım ve hayvancılık gibi insanları bilgilendirmek amacıyla düzenlenen toplantılar, muhtelif etkinlik ve kutlamalar için Pülümürlülerin mekanı olacak. Ayrıca Bal Festivali’ne de ev sahipliği yapacak olan kültür merkezi, muhtemel bir depremde Pülümürlülere acil barınma imkanı sunacak.” İşlerinin yoğunluğu nedeniyle geceye katılamayan Pülümür Belediye Başkanı Mesut Coşkun da gönderdiği mesajda emeği geçenlere teşekkür etti. Sanatçıların katkılarıyla son derece renkli geçen dayanışma yemeğinde 5 bin 500 avro bağış toplandığı belirtildi. iç unutmuyorum.. bir proje nedeniyle Berlin’in Türk mahallesi Kreuzberg’in belediye başkanıyla tanışmıştım. Anında birbirimizi sevmiştik, o da 68 kuşağından geliyordu, bir zamanlar azılı bir solcu olduğunu hiç çekinmeden söylüyordu. Korumaları olmayan, işine bisikletiyle gelip giden, saçları kısacık ama takıları muhteşem bu kadını kıskanmıştım. Sadece onu mu? Avrupa’nın pek çok ülkesinde politikaya giren ve insanların yaşamlarını değiştiren pek çok karar için mücadele eden Türkiyeli kadınları da kıskanıyorum. Ama benimki pozitif bir kıskançlık.. “Ah’’ diyorum, “sen de bu Meclislerde olmalıydın ve elindeki erki sonuna dek insanların yaşam kalitesini ileri çekmek için kullanmalıydın”. Yazarlık, hocalık bazen yetmiyor; iktidar olmak (güç için değil, bir şeyleri değiştirebilmek için) istiyorsun ama.. bu isteği Türkiye koşullarında yaşamak olanaksız. Çünkü Türkiye’deki partiler fazlasıyla erkek ve Türkiye Cumhuriyeti Meclisi ayrı renk takım giyen erkeklerle dolu. Ama bu Meclis, kadınlar ve farklı söylemleri olan insanlarla tanışmak, onları bünyesine alıp Türkiye’nin aykırı seslerini bünyesine taşımak zorunda.. aksi takdirde Türkiye bitecek. Hep birlikte TİP’in nispi seçim sayesinde Meclis’e giren milletvekillerinin konuşmalarını, önerilerini anımsayın; bir Aybar, H AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK Hadi Meclis’e! bir Behice Boran, bir Çetin Altan konuşurken Meclis’teki sessizliği anımsayın, onların tüm ülkeye öğrettiklerini anımsayın... Şimdi de farklı seslere ve söylemlere ihtiyacımız var, bu sesler de en çok kadınlardan çıkıyor. Neden kadınların farklı bir söylemi var? Şunu bilmeliyiz ki, kadınlar erkeklere oranla daha yapıcı ve uyum yeteneği olan bir cinstir. Yıllar önce gazetem beni Almanya’daki Türklerle röportajlar yapmam için Almanya’ya yollamıştı; orada gördüm ki, erkekler kahvelerde oturup kâğıt ya da tavla oynuyorlar; buna sürgün Türkler de dahil.. yani vatan kurtaranlar.. ama kadınlar birer canavar... Alman Hükümeti’nin onlara sunduğu tüm hizmetlerden yararlanıyorlar, kurslara gidip dil, sınavlara girip araba kullanmayı öğrenmişler, semtlerindeki bütün anaokullarını, sosyal hizmet veren kurumları ezbere biliyorlar ve hatta bazı semtlerde Türklerin sayısı fazla olduğundan gö nüllü eğitimcilik yapıyorlar. Öte yandan haklarını aramayı bir güzel öğrenmişler ve bunu diğer yurttaşlarıyla paylaşıyorlar ve büyük çoğunluk, kocaya karşı çıkıp kız çocuklarının okuması için destek veriyor, bu nedenle annesi okuma yazma bilmeyen gencecik bir Türk kızı Berlin Üniversitesi’nde gazetecilik okuyor ve üç dili süper konuşuyor..Türkçesi bir Niğde köyünden ona miras. Aynı göstergeler büyük kentlerin varoşlarında da yaşanıyor; kadınlar ne olursa olsun bir işin peşinden gidiyorlar, erkekler ise kahvede.. sigara ve çay paraları da kadınlardan. Her şeyi sorgulamamız gerekiyor; örneğin partilerin kadın adayları göstermelik ama, kadınlar nedense bütün sivil toplum kuruluşlarında inanılmaz bir özveriyle çalışıyorlar. Çünkü bu sivil toplum örgütlerinde gereksiz tartışmalar, teorik bilgi yarıştırması ve en önemlisi de yalakalık yok. Oralarda sadece iş var; gencecik bir kız çocuğunun sokağa düşmemesi için verilen bir çaba var. Oralarda sığınma evlerine düşen kadınların insanı şok eden anılarını dinlemek var, erkekler bunları yapamazlar. Çünkü büyük politikayla uğraştıklarını sandıkları için küçük ayrıntılarla kendilerini yormazlar ve aslında bu küçük gibi görünen, ama çok önemli ayrıntılar kadınlara kalır ve kadınlar pek çok somut işle uğraştıklarından partilerin her an yalan kokan kulislerinden uzak olmayı seçerler. Ama artık seçmemeleri gerek. KADER’in afişlerinde Lale ile Meral’in bıyıklı hali beni pek bir güldürdü ve birden bir yurttaş olarak cumhurbaşkanı makamında kimi görmek istediğimi düşündüm. İki adayım var, biri Türkan Saylan öbürü Halet Çambel… İkisi de sapına kadar Cumhuriyet çocuğu, ikisi de bu ülke için kendi zamanlarından pek çok şey vermişler; biri kemoterapi koltuğundan kalkıp her yere koşuyor.. öteki Karatepe’de bildiği sekiz dil yardımıyla yeni başlanacak bir kazıyı organize ediyor. Benim adaylarım onlar; kendini aday yapmayı düşünenlerle aralarında 360 derece fark var… Yaşasın benim cumhurbaşkanı adaylarım ve Türkiye’nin, her koşulda faydalı olmaya çalışan kadınları.. Hadi Meclis’e de girelim. ‘DOSTLARIMIZI UNUTMADIK’ Sunuculuğunu Ali Kılıç’ın üstlendiği 17 Mart’taki dayanışma yemeğine Frankfurt, Darmstadt ve Münih gibi uzak şehirlerden gelen 300 civarında Pülümürlü katıldı. Gecede bir konuşma yapan “Pülümür’ü Destekleme Derneği” Başkanı Hakkı Koç, “Biz, Avrupa’da yaşayan Pülümürlüler, memleketimizde yaşayan dostlarımızı unutmadık. Bugüne kadar Pülümür’e destek amaçlı birçok etkinlik düzenledik” dedi. “Pülümür Belediyesi Christian Ude isilozgenturk@gmail.com