Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 C P E kitap R V A S I Z P E R T A V S I Z 28 ARALIK 2007 CUMA KULE CANBAZI SUNAY AKIN Her teras bir havaalanı... koyuldum. Evet, uçacaktım. Hem de uzaklara, Rusya’ya kadar gidecektim. Yolda acıkacağımı düşünerek, annemin reçellerini bir dilim ekmeğe sürüyor ve uçağımın yanına koyuyordum. Her sabah, ekmeklerin böceklerle kaplandığını görünce yeni bir dilim hazırlıyordum. Çocuk yüreğimde umutsuzluğa yer yoktu, annemin reçelleri de çoktu. Benim bu çabam sonuç vermişti; bir gün babam beni aldı ve ilk kez uçağa bindirdi. Evet, uçuyordum! Ankara’ya gittik babamla, çocuk ruh doktoru Atalay Yörükoğlu’na! Zavallı annem ve babam… Uçmayı öylesine istiyor ve bu isteğimi herkese öylesine çok anlatıyordum ki, sonunda beni bir doktora göstermeye karar vermişlerdi! O güzel insan, benimle saatlerce oynayan çocukluk arkadaşım Atalay Yörükoğlu şunu söylemiş babama: “Bu çocuğun kanatlarını sakın kırmayın.” Ne gariptir ki, 1984 yılında ilk şiirim yayımlandıktan sonra, ünlü eleştirmen Cemal Süreya şunları söylemişti benim için: “İlk şiirlerinden biriyle uçtu çocuk.” Uçmadığım ülke kalmadı neredeyse. Kitaplarımı okuyan kaptanların, hosteslerin ilgisi beni her uçuşta mutlu ediyor… Ve ben, her uçuşumda tekerleği bulan insana teşekkür ediyorum. Yanlış okumadınız Hezarfen Ahmet Çelebi ya da Wright Kardeşler’e değil, “tekerleği bulana” dedim… Teknolojik devrimin harikası olan o dev kuşlar, tekerlekleri olmasa ne işe yararlar? Bir uçak, bilimin tüm dönemlerini gövdesinde, kanatlarında barındırır. Her kalkışta, uygarlık yolunda önemli bir gelişme olan tekerleği göğsüne basarak havalanır ve her inişte onları açarak “merhaba” der dünyaya!.. Ellerini göğsünde çapraz tutarak dönmeye başlayan ve döndükçe kollarını kanat gibi açarak bu dünyadan havalanan her Mevlevi, bir uçağın uçmak için tekerleklerini kapayıp açmasını anımsatır bana… Enis BATUR REFAKATÇİ Yiğit Bener için, Erhan Bener’in anısına K imsenin ölürken yanında olmadım bugüne dek. Alpagut Güntekin'i aradıydım, Ulus Baker tam hastanede ziyaret ettiği sırada ölmüş. Kavraması güç duygu olmalı. Düşüncesi bende ne korku ya da yılgı, ne de itki yaratıyor. Birçok yakınımın çekip gittiği an bile, ölümün kendisinden fazla değildir gibi görünüyor bana. Demek istediğim, gerçeklik edimden, buna edim denilebilirse tabiî, yıkıcı olmasa gerek: Ölüme doğru süzülene eşlik etmek yeterince örseleyici durum. Ani, beklenmedik sonları ayırıyorum bunu söylerken; orada içiçe geçer herşey, ayırdedilmesi olanaksızdır. Ölümüne eşlik edilmesi, ağır ağır sönen için avuntu kaynağı olarak gösterilir: Hiç değilse sevenleri, sevdikleri başucunda, yanıbaşındaydı. Bu oturmuş kanı toputopu bir sanı. Salim akılla bakıldığında, kişiliksiz bir yoğunbakım ünitesinde, acı çeken ya da cançekişen anonim komşularının ortasında, yatakta birbaşına, çevresinde kimsesi yokken çekilip gitmek ağır bir tablo oluşturuyor imgelemde. Öyle mi acaba? Hep denir ya, giden dönüp anlatmıyor ki. Yaşarken bazı şeyleri yalnız yapmak ister insan. Ölüm ânı yaklaştığında, ölmek üzere olduklarını anladıklarında, mecalleri kalsa, “beni lütfen biraz yalnız bırakır mısınız?” diyecek olanlar çıkabilirdi. Bazı canlılar, ölüm vaktinin eriştiğini sezince, hemcinslerinden uzaklaşıyorlar. Aries'in kitabında rastlamıştım, Ortaçağda ölmeye çekilirmiş insanlar, çevrelerinden uzaklaşıp; en şık giysilerini giyerlermiş gitmeden. Vakitlice ölmek diye bir ölçü var, onunla sık karşılaşıyoruz. Çoğu kişi yüksek yaşa erişmiş, “sürünmeden” ölmüş yakınlarının ardından, “çekmediği”ni söyleyerek teselli payı çıkarır. Bir de, Anglosaksonların dediği gibi, “high time” ölümler var: Posası çıkmış bir gövde, hepten bunamış bir zihin, işlemez olmuş bir çark, gene de sürmüş de sürmüş. G. B. Shaw bu nedenle kendisinden, yaşamayı sürdürür olmasından bıkmış. Brejniev de bir türlü ölememişti. Onbir yıl dolmuş, “Heine Ölüm Döşeğinde” başlıklı bir şiir yazmıştım, katılacağı Dîvan kitabı oluşasıya onu dosyada beklemeye aldım, sonunda bir dergide yayımlamaya karar verdim. Heine, Paris'te sürgünde yaşarken hastalanmış, onbeş yılı aşkın bir süre öldü ölecek telâşı içindeki gazetecileri bekleterek o koşullarda varoluşunu sürdürmüştü. Genç ve güzel eşi, sadakatını koruyarak ona eşlik etmiş. Arada çıkar, ChampsElysées butiklerinden son moda bir elbise alır, kocasına nasıl durduğunu sorarmış. Heine son soluğunu verdiğinde ne düşünmüştür, merak ederim. Sartre öldüğünde, Castor'un yatakta yanına uzanarak saatlarca öyle yattığını anlattıydım Fatma Tülin'e “bunu nereden biliyorsun?” diye sordu bana; “yazdıklarından biliyorum” yanıtını alınca da, “kimse bilmeseydi doğru olurdu” dediydi. Sanırım haklıydı. Şu var ki, sahne de pek şiirseldi hani.Bir seferinde de, Wannsee'deki Yazarlar Evi'ndeki odamızdan çıkmış, göl kıyısından az içerideki, Henriette Vogel ile Kleist'ın ortak taşını ziyarete gitmiştik. Yolda, dönerken ve dönüş sonrası başbaşa akşam yemeği yerken, vurguneşiği derinliğinde, konuşmuştuk. Herşeyi yazdığımı sanıyor kimileri, mahfuz tuttuklarımı bilebilseydiler. Uzun aralarla birkaç kez Carrington'ı izledikten sonra da öyle konuşmalarımız olduydu. Ortaklaşa ölüm kararı alıp uygulamakla, “ardından yaşamak neye yarar?” sorusunun yanıtını gerektiren süreci hızla katetmek bir tutulabilir mi? Tutulsun tutulmasın, kendi payıma, Carrington'un seçiminin, Emma Thomson'dan sinema tarihinin en güçlü dramatik oyunculuk derslerinden birini karşımıza getiren o son uykuyu işleyen son sabahın en ucunda, dışarıdan duyduğumuz tek tok tüfek sesine götüren kararlığın mutlak bir refakat biçimi olduğuna varıyorum ben. Akıp giden hayatımızı ölümler doldurur. Bir tanesi vardır ki, onu yaşamaktan öteye geçmek ister insan. oğu Karadeniz Dağları’nın eteğine kurulu Trabzon’da düz bir alan bulmak kolay değildir. Bu yüzden, teraslı evler çoğunluktaydı. Çamaşırların asıldığı, yaz akşamlarında sofraların kurulduğu teraslar, çocukların da oyun alanıydı bir zamanlar. Trabzonlu, teraslarda giderirdi, düz bir alana duyduğu özlemi… “Liman” adlı şiirim, çocukluğumun geçtiği terası anlatmaktadır: Terasta toplanan kadınlar limandaki beyaz geminin ışıkları yanınca dedikodusunu yapmayı unuturlardı tam o saatlerde sokaktan geçen yazlık sinemadaki biletçi kızın Uçağı ilk kez o terasta gördüğümü anımsıyorum. Çamaşır asmak için terasa çıkan annem, evde tek başına kalacak yaşta olmadığım için beni de yanında götürmüştü. Annem bana zaten hep “çantam” derdi. Uçak, ipe asılı çamaşırlar arasından bir görünüp bir kayboluyordu: Babamın pantolonu, uçak… Ağabeyimin gömleği, uçak… Ninemin uzun donu, uçak… Anneme uçağın nereye konacağını söylediğimde “Havaalanına yavrum” yanıtını almıştım. Havaalanı!.. İlk kez duymuştum bu yeri… “Peki anne, havaalanı nasıl bir yer?”… Annem terasımızı göstererek şu yanıtı vermişti: “İşte böyle, düz bir yer”… Kıskanmıştım! Uçak başka çocukların terasına konuyordu demek!.. İlkokula başlayıp, okumayı sökünce “100 Ünlü Türk” adlı kitabı okumaya başladım. Kitabın sayfalarında, kollarına taktığı kanatlarla uçan bir adam görünce kararımı vermiştim; 101. ünlü olmak için ben de uçacaktım! Evimizin terasında tahtalarla bir uçak yapmaya başladım. Tuhafiye mağazası olan babam mal almak için gittiği İstanbul’dan dönünce, sandıktan geçilmezdi terasımız. O sandıkların tahtalarıyla hayatımın ilk ve tek uçağını yedi yaşında yapmaya D Sevgiliye Mektuplar/ Ali Sirmen/ Cumhuriyet Kitapları/ 262 s. “Sevgiliye Mektuplar”, Ali Sirmen’in günlük siyaset dışında yaşam, sevgi, ölüm, insan ilişkileri, tanıdığı kişilerle ilgili anılarını, toplumsal çarpıklıkları içeren konularda son 12 yılda kaleme aldığı yazılar arasından derlenmiş. Tarihsel Sosyoloji/ Derleyenler: Ferdan Ergut, Ayşen Uysal/ Dipnot Yayınları/ 374 s. Tarihsel Sosyoloji: Stratejiler, Sorunsallar, Paradigmalar, Tarih Vakfı’nın 2005 yılında TÜBİTAK desteğiyle gerçekleştirdiği uluslararası kongrenin bildirilerinden yola çıkarak yazılan makalelerden oluşuyor. Prof. Dr. Mete Tunçay’a atfedilen kitaba katkıda bulunanların tümü, tarihsel sosyolojinin yöntemsel araçlarını, kavramlarını ve sorunsallarını temel alan yazarlar: Özneyapı sorunsalı, problem merkezli araştırma stratejisi, patikaya bağımlılık, siyasal kertenin önemsenmesi... Tarihsel sosyolojinin uygulama alanlarını ortaya koyan derlemede, iki tema ağır basıyor: Devlettoplum ilişkiselliğinin değişik veçheleri ve toplumsal hareketler. Türkiye Ağaçları ve Çalıları/ Necati Güvenç Namıkoğlu/ NTV Yayınları/ 728 s. Bu kitap, Türkiye’nin ağaçlarını tanıtmak, sevdirmek, korunmasına ve çoğaltılmasına yardımcı olmak amacıyla hazırlamış. Bir ansiklopedi hacmi Behice Boran/ Gökhan Atılgan/ Yordam Kitap/ 560 s. Bu kitap, yirminci yüzyıl Türkiye’sinin önemli Marksist aydınlarından birisi olan Behice Boran’ın siyasal ve entelektüel portresini çiziyor. Behice Boran, sosyalist harekette, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal örgütlenme biçimlerini bilimsel yöntemlerle inceleyen ve böylece Türkiye’ye özgü sosyalizm yönteminin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunan bir öğretim üyesi olarak yer almak istemişti. Fakat siyasal bir kararla üniversiteden koparılınca aktif siyaset alanına girdi. Siyasal ve toplumsal çözümlemelerinde tarihsel materyalist yöntemi yetkin bir şekilde kullanmasıyla dikkat çekti. Onunki, ülkesinin kendine özgülüklerini kavramak ile bunları tarihin maddeci yasalarının dilinde tartışmak arasındaki gerilimin azabını yüklenen, neredeyse yarım yüzyıl boyunca sosyalist mücadelenin çilelerine dirençle göğüs geren bir aydının hikâyesiydi. ”Orkestra” Yazıları/ Cemal Reşid Rey/ Pencere Yayınları/ 144 s. “...Çoksesli müziğe gelince: İstanbulda çoksesli müzik yok muydu? Vardı. Ama bu müziği, daha çok hariçten gelen müzisyenler yapardı. Bu müziğe, o zamanlar, ‘alafranga’ teksesli müziğe de alaturka denirdi. Sonradan bu tabirler ortadan kalktı. Darülelhanda bu iki türlü müzik de tedris ediliyordu. Batı müziği derslerini verenlerden biri de bendim. Şehzadebaşı konağında yapılan çalışmalar, bende unutulmaz bir hatıra bıraktı. Memleketimizin müzik sahasındaki kabiliyeti o zaman ortaya çıktı.” Bu kitapta Cemal Reşid Rey’in ‘orkestra’ üzerine yazıları yer alıyor. ve kapsamındaki kitapta ağaç ve çalı türüne yer veriliyor. Ağaçlarla ilgili bilgiler 2 bin fotoğrafla destekleniyor. Bu fotoğraflarda, her ağacın gövdesi, yaprağı, çiçeği ve meyvesi ayrıntılı olarak gösteriliyor. Böylece okurun her bir ağacı rahatça tanıyabilmesi hedefleniyor. Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine/ Schopenhauer/ Çev.: Ahmet Aydoğan/ Say Yayınları/ 144 s. “Akıllı adam her şeyden evvel ıstıraptan ve tacizden [harici sıkıntıdan] azâde olmak için çabalayacak, sessizliği ve boş vakti, dolayısıyla mümkün olan en az sayıda beklenmedik ve tehlikeli karşılaşma ile birlikte sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır; ve böylelikle sözüm ona hemcinsleriyle çok az bir ortak tecrübeyi paylaştıktan sonra, münzeviyane bir hayatı tercih edecektir, hatta eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir. Çünkü bir insan ne kadar kendi kendisine yeterse, başka insanlara o denli daha az gereksinim duyacaktır haddizatında başka insanlar da ona o kadar az tahammül edebilecektir. Yüksek bir zihin düzeyinin bir insanı toplum dışına itebilmesinin nedeni budur. Doğrudur, eğer zihnin niteliği nicelikle telafi edilebilseydi, bu insanların büyük dünyasında bile yaşama zahmetine değerdi; fakat şükür ki yüz tane ahmak bir araya gelse bir tane akıllı adam etmez.” Bu kitapta Schopenhauer’un okuma, yazma ve yaşam üzerine görüşleri yer alıyor. Türkiye Yaşadığımız Cennet/ NTV Yayınları/ 278 s. İzzet Keribar, Ali İhsan Gökçen, Aykut İnce, Bünyad Dinç, Cüneyt Oğuztüzün, Erdem Yavaşça, Fatih Pınar, Gökhan Tan, Hakan Öge, Mehmet Gülbiz, Recep Dönmez, Turgut Tarhan ve Saner Gülsöken olmak üzere 13 fotoğrafçının karelerinden seçilen 134 fotoğraftan oluşan bu kitap, Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanmış. Sefiller Kervanı/ Tasos Avgerinos/ Çeviren: Rıza Özlütaş/ Evrensel Basım Yayın/ 128 s. Bir sabah Anadolu’da ve Yunanistan’da yaşayan bir grup insanın “mübadele edilmesine” karar verildi . Bunun nedeni Anadolu’daki savaşın iki yanda açtığı yaralara yeni yaraların eklenmemesiydi. Ama hesaplar tutmadı. Doğup büyüdükleri toprakları, ata mezarlarının bulunduğu, vatan belledikleri yerleri memleketi bırakıp öbür yana gidenler, ister Türkiye’den Yunanistan’a ister Yunanistan’dan Türkiye’ye mübadil olsunlar gittikleri yerde yadırgandılar. Dili ve dini aynı olmak oralarda kolay kök salmalarına yetmedi. Bu kez Anadolu’dan Yunanistan’a zorunlu olarak göç edenlerden Tasos Avgerinos göçün karşı yanını anlatıyor. Kütüphanede, resim, heykel, sanat tarihi, fotoğraf sanatı, geleneksel Türk sanatları, müzik ve edebiyat üzerine kitaplar bulunuyor. Türkiye’nin ilk butik sanat kütüphanesi Kültür Servisi Kadıköy Belediyesi, Türkiye’nin ilk ‘Butik Sanat Kütüphanesi’ni Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde açıyor. Kitap koleksiyonu ağırlıklı olarak sanat kitaplarından oluştuğu için ve başlı başına tüm sanatseverlerin ilgisini çekecek çeşitli sanat dallarına ait kitap ve dergiler bulunduğu için Butik Sanat Kütüphanesi olarak düzenlenen kütüphanede, resim, heykel, sanat tarihi, fotoğraf sanatı, geleneksel Türk sanatları, müzik, edebiyat ve sanata ilişkin 1.500’e yakın kitap bulunuyor. Sanatseverler, yeni yayınlarla sürekli güncellenecek olan kütüphanede sanat, edebiyat, antika, hobi ve kitap konulu süreli yayınlar ile günlük gazeteleri de takip edebilecekler. siyon oluşturuldu. Kütüphane için özenle seçilen kitaplar, uluslararası kurallara göre kataloglandı, sınıflandırıldı, etiketlendi, barkodları yapıştırıldı ve güvenlik şeritleri kitaplar içine yerleştirildi. Okuyucuların kitap adı, yazar adı, konu veya anahtar kelimelerle kitaplara erişebilecekleri şekilde, kütüphane programına kayıtları yapıldı. Açık raf sistemiyle çalışan kütüphanede, isteyen okuyucular bilgisayardan istedikleri kitabın yer numarasına ulaşıp, kitaplarını kendileri alabilecekler veya raflar arasında rahatça dolaşarak istedikleri kitapları rahatça bulabilecekler. Kütüphanede değişik oturma grupları, farklı beğenilere seçenek sunacak şekilde tasarlandı. Okuyucular, rahat koltuklarda veya masa başında kitaplarını rahatça okuyabilecekler. Ayrıca, internet erişiminin de bulunduğu kütüphanede, sanal müze turlarına çıkmak, sanat dünyasından haberlere ulaşmak da mümkün olacak. Kadıköy Belediyesi Butik Sanat Kütüphanesi hafta sonları da hizmet verecek. GENÇLER DE DÜşÜNÜLDÜ Butik Sanat Kütüphanesi’nde ebeveynleriyle kütüphaneye gelen genç okuyucular da düşünüldü ve genç okuyucular için onların ilgisini çekebilecek küçük ama seçkin bir kolek