Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 ‘Cumhuriyete suikast’ Aykut KÜÇÜKKAYA steğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın, şeriat yandaşlarınca başı kesilerek katledildiği Menemen olayının 77. yıldönümü... Menemen’de “ülkeyi karanlığa çekmek isteyenler” son yıllarda bu hain saldırıyı “üçbeş esrarkeşin” eylemi gibi nitelendirerek bulandırıyorlar. Ancak ne var ki Menemen’deki gerici kalkışmadan sadece bir hafta sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Başbakan İsmet İnönü’nün yaptığı tarihi konuşma, Kubilay olayını bütün yönleriyle ortaya koyuyor, günümüze de “ışık” tutuyor... Tarih: 1 Ocak 1931... Meclis Başkanı Kazım Paşa (Özalp)... Kâtipler, Tokat’tan Süreyya Tevfik, Denizli’den Haydar Rüştü... Başkan Özalp, “Meclis toplantı yetersayısı bulunmaktadır efendim” diyerek birinci oturumu saat 14.10’da açıyor... Meclis Başkanı’nın önünde bir gün önce yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında alınan kararın metni duruyor. Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde sıkıyönetim ilanı hakkında Başbakanlık Resmi Kâğıdı, yani tezkeresi... “Anayasanın 86. maddesinde Vatan ve Cumhuriyet aleyhinde kuvvetli eylemli girişimler olduğunu belirleyen kesin ipuçları saptanması durumunda, Bakanlar Kurulu, süresi bir ayı aşmamak üzere genel veya sınırlı sıkıyönetim ilan edebilir, denilmiş olmasına ve Menemen’de 23 Aralık 1930 tarihinde işlenen suçun hazırlık soruşturmasında ve bu suçun Cumhuriyet aleyhinde geniş kapsamlı organize bir davranış olduğu hakkında kesin ipuçları elde edilmesi nedeniyle, Menemen ilçesi, Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931 tarihinden başlayarak 1 ay süreli sıkıyönetim ilan olunmasına Bakanlar Kurulu 31 Aralık 1930 tarihli toplantısında karar verilmiştir. Durumu Büyük Meclis’in onayına arz ederim efendim. Başbakan İsmet...” Başbakanlık’tan gelen tezkerenin okunmasının ardından Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Bey (Kansu) ve 43 arkadaşının, Başbakan İsmet İnönü’nün yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesi Meclis’teki Menemen seslendiriliyor: oturumu 2 Ocak 1931 tarihli “Menemen’de Cumhuriyet gazetesinde oluşan gericilik manşetten verilmişti. olayı Meclis’i derin üzüntülere sokmuş ve olayın doğrudan doğruya Cumhuriyete yönelik, cana kıyma, kötülük etme olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Kahraman bir subayımızın karşılaştığı çok acıklı sonuç, haydutların birkaç serseri veya esrarkeşten oluşmayıp gizlilik içinde düzenlenmiş ve yaygın bir gericilik girişimi olduğu kanısını vermiştir. Bu nedenle Meclis büyük bir duyarlılık ve kesinlikle görevini yerine getirmeye hazırdır. Öncelikle hükümetçe olay hakkında şimdiye kadar yapılan soruşturma evreleriyle sonuçlarının neden ibaret olduğu ve ne gibi önlemler alındığı ve alınacağı hakkında, Başbakan İsmet İnönü’nün Meclis’te sözlü açıklama yapması ve bilgi vermesi için bu soru önergemiz sunuldu efendim.” C anma YANSIMA OSMAN İKİZ 28 ARALIK 2007 CUMA Avrupa’da Yoksulluk rak etmeleri gerekmez mi? Bir zamanlar duvarı yıkıp Batı’ya kaçmak isteyen, yıkıldığında da akın eden Doğu Almanlar eskiyi arıyorlarmış. Neden? İki Alman sosyolog’un Neighbourhoods of Poverty adlı antolojideki Neukölln ile ilgili araştırmaları Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip Almanya’da ‘’aşağıdakiler’in durumunu çok güzel anlatıyor: Sosyologların görüştüğü kişilerin aylıkları 300 ile 500 Euro arasında değişiyor. Yarısı 15 yıldan bu yana sürekli bir işe sahip olamamış. Yoksulluk yüzünden çocuklar okulu bırakıyor. Biçoğunun rüyası daha iyi yaşam koşullarını sağlayabilecekleri bir ülkeye göç etmek. Almanya’dakiler daha iyi yaşam koşulunu nerede bulacak acaba? Avrupa’nın resmini en iyi veren kentlerden biri de Hamburg. Öteden beri zengin; ticaretin yoğun olduğu bir kent. Ortalama gelir Almanya ortalamasının çok üzerinde. Öte yandan kent zenginleştikçe ‘’aşağıdakiler’’in sayısı da artmakta. İstatistiklere göre 1970’de sosyal yardım alanların sayısı 17 650, 1997’de ise 159 681. Küresel ekonomi yeni bir sınıf yaratıyor. Bu sınıf minimum geçim standardında yaşamaya mahküm ediliyor. Bu sınıfın çoğunluğunu yabancılar oluşturmakta. AB Komisyonu’nun Social Inclusion and Income Distribution inte the European Unionen (2007 adlı raporuna göre Fransa ve Belçika’daki bütün yabancıların yarısından çoğu yoksulluk sınırının altındaki gelirle yaşamak zorunda. Making the City Work ( Quenn Mary University of London, (2005) başlıklı rapora göre Londra’daki düşük ücretli işlerin yüzde 90’ı yabancılar tarafından görülmekte. Hele ‘’kağıtsız’’ diye adlandırılan yeni bir işgücü kaynağı var ki onların işi daha da zor. Avrupa’nın büyük kentlerinde ve tarımda çalışan onbinlerce kişinin hiçbir resmi kurumda kaydı bile yok. İsveç Televizyonu’nda yayınlanan bir belgesel programda, büyük hamburger restoranlarının geceleri ‘’kağıtsız’’ denilenlerce temizlendiği, her gece altı saat kaçak çalışan bu kişilerin eline geçen aylığın ise sadece 700 Euro olduğu gerçeği ibret vericiydi. AB Komisyonu’nun raporuna göre Avrupalılar’ın yüzde 16’sını oluşturan 75 milyon yoksulluk sınırı ya da onun altında yaşamak zorunda. Önümüzdeki yıllarda yoksulların sayısı daha da artacak. Çünkü küresel ekonomi öyle gerektiriyor. osman.ikiz?tele2.se A Devrim şehidi Kubilay’ın katledilmesinden bir hafta sonra Meclis’te konuşan Başbakan İsmet İnönü’nün sözleri bugüne ışık tutuyor yi de geride 2007’ bıraktık. Yeni yılı iyi dileklerle karşılamak gelenektir ama insanın dili varmıyor. Hayatın akışını umuda düğümleyerek yönlendiremediğimiz ortada. İyi dileklerle devirmedik mi bütün geride kalan yılları; ama şu halimize bakın… Teknoloji akıl almaz bir hızla ilerliyor. Zenginlik artıyor ama dağılım bozuluyor. Küresel ekonominin yoksulluğu ortadan kaldıracağını iddia edenlerin raporlarında hergün 76 000 kişinin yoksulluktan kurtulup daha iyi yaşam koşullarına kavuştuğu ileri sürülüyor. Ancak tersini iddia edenler de var. Nereden baktığınıza, göstergeleri nasıl yorumladığınıza göre değişiyor gerçek. Beynimizi yıkayan yüzlerce TV kanallarında izlediğimiz Amerikan hastanelerindeki görüntülere aldanacak olursak gelişmiş refah ülkesi ABD’de ölmek için handiyse özel gayret göstermek gerekiyor. Ama hastane dizilerini bir yana bırakıp Michael Moore’un, Sicko adlı filmine baktığımızda acı gerçeği öğreniyoruz. Refah devleti ABD’de 47 milyon kişi sağlık sigortasından yoksun olarak yaşıyor. ABD bir tane ama gerçek Amerika birden fazla. Yukarıdakiler başka bir Amerika’da yaşıyor aşağıdakiler daha başka. Avrupalı entelektüeller ile solcular ABD’deki adaletsizliği haklı olarak hep eleştirdiler. Peki ABD’yi eleştiren Avrupalılar kendi kıtalarında ne olup bittiğine aynı eleştirel gözle bakıyorlar mı? Avrupalı aydınların, solcuların, sendikacıların zaafı bu. Tanzanya’da, Kandil dağlarının eteklerinde, Diyarbakır’ın köylerinde neler olduğunu merak eder de mahallesinde olup bitene gözünü yumar. Michael Moore, küresel ekonomiyi yönlendirenlerin Avrupa’daki sağlık sistemini de ABD’ye benzeteceği yolunda Avrupalı aydınları uyardı. ‘’Özelleştirmeleri önlemezseniz ABD’ye döneceksiniz’’ dedi. Avrupa’daki yoksulluk konusunda ne biliyoruz? Avrupa’yı bizi sevenler ve sevmeyenler ya da isteyenler ve istemeyenler diye ikiye ayıran Türk medyasında Avrupa sadece Türkiye’ye uygarlık ve zenginlik aşılayacak bir kıta. Avrupa’nın iç dinamikleri, gelir dağılımı, ideolojik rotası konusu Türk medyasının ilgi alanına girmiyor. Oysa AB üyeliğini ulusal bir sorun ve hatta onur meselesi haline getirenlerin, şaşaalı zirve toplantılarının dışında Berlin’in, Münih’in, Breüksel’in, Paris’in, Londra’nın kenar semtlerinde ya da başka kentlerde nasıl bir ‘’Avrupai’’ hayat yaşandığını me ürsüye daha sonra Malatya Milletvekili İsmet İnönü çıkar... İsmet Paşa’nın uzun konuşmasından bugüne ışık tutan satırbaşları: ?Ardı sıra gelen raporlar Kubilay Bey’in yaralandıktan ve dermansız düştükten sonra saldırıya uğradığını, eleminizi arttırmayayım, ayrıntılarını hepimizin bildiği yönde vahşiyane işkence gördüğünü bildirdi. Aynı zamanda dikkatlerimizi çekmiş olan şey, olayda hazır bulunan halkın, ilk raporlara göre kayıtsız ve hissiz bir halde seyirci kalmasıdır. Bundan sonra aldığımız rapor, olay hakkında bildiğimiz ayrıntılardan bir kısmını verir ki, seyredenlerden bir bölümünün olayı onaylayan bir ruhi davranış gösterdiklerini ekliyordu. O zaman birkaç görüş açısından olay bütün değer yargımızı etkilemiş, bütün bakışlarımızı kendi üzerine toplamış bir konuma geldi. ? Hepimiz ailelerimizde yetiştirdiğimiz çocuklardan bir kurban vermiş olduk. Hepimiz bu kurbanda vatan için büyük ümitlerle yetiştirilen genç ve kahraman subaylardan, vatandaş eliyle yok edilmiş bir şehit gördük. Bir çevre ne kadar zehirlenmiş olmalıdır ki, insanlar temiz düşünceden, akıl süzgecinden geçirme yeteneğinden bu kadar aşağı dereceye düşsünler. Anlatımına dayanamadığımız görüntülerin gerçekleşmesine bu kadar soğukkanlılıkla bakabilsinler. ? Savcı anında işe el koydu. İlk bulgulardan, kısa zaman içerisinde gerçekten adaletin gayret ve dirayetiyle, birçok kanıtlar ortaya çıktı. İlk çıkan kanıt, olayı üstlenen çetenin 10 günden beri mehdilik düşüncesini etrafa yaydıklarını, husumet saçtıklarını, sonra uğradıkları bazı köylerde silahlandırıldıklarını, sıcak ilgi gördüklerini ve Menemen ilçesini daha önce geniş bir biçimde inceleyerek, düzenle girdiklerini gösterdi. ? Bunun yanında soruşturma; bu olayın gerçekleşmesine 10 gün önce başlanmış olduğunu ve bunun üçdört kişinin yükümlendiği bir girişim olmayıp daha önce Manisa’da 23 aydan beri yapılan toplantılar sonucunda kararlaştırılarak büyük kentler arasında gidişgelişlerle düzenlendiğini, sonra bizzat Menemen ilçesi içinden bu çetenin geleceğini bilen ve onlar gelince kendilerine gösteren, hazırlıklara katılan adamlarla çerçevelenmiş bulunduğunu açıklığa kavuşturdu. İlk soruşturma bu görünümü verince, o zaman sorunun kapsamlı bir düzenleme ile gerçekleştiği yönündeki görüşümüz doğaldı. Yi ‘Hepimiz birer şehit verdik’ K ne görüldü ki adli soruşturma ile belirlenen bu girişimin başlangıç bölümünde öne sürülen sav, din davasıdır. Yani yüzlerce yıldan beri dini politika ile özdeşleştirmek isteyen diğer bütün girişimlerin yinelenmesi görülüyordu. Elbette bunu hazırlayanların din perdesi arkasında izledikleri birtakım amaçları vardır. ? Sorunun dini siyasete alet etme safhasına dikkatimizi yöneltmeliyiz. Bu safha biraz önce değindiğim gibi, yüzlerce yıldan beri tekrarlanan davranışların yinelenmesidir. Cumhuriyetin başlangıçtan beri izlediği, devlet işlerini din işlerinden ayırmak olarak tuttuğu yolu, olasıdır ki bundan 58 yıl önce, din aleyhine tutulmuş yol gibi suçlamalar ortalığı birbirine düşürecek ortam oluşturuyordu. Çünkü bu suçlamaların, asılsız olduğunu gösterecek en önemli ve inandırıcı etmen, yani zaman, henüz geçmemiştir. Önce bu propagandayı yapıyorlardı. Fakat dünya işlerinden din işleri ayrıldıktan sonra yıllar geçti ve vatandaşların inançlarında ve vicdanlarında başkalarının herhangi bir baskısı, yasaklaması ve karışması olmadığı kanıtlanmış oldu. ? Politikada aranılan şey, birtakım kişilerin ve bilhassa politikacıların dinleri ayrı kişilerin özgürlüğü aleyhine, devletin yasaları aleyhine dini inançları bir saldırı aracı olarak kullanmamalarıdır. Yasak olan budur. Olayda görüyoruz ki cehaletleri bir kısmının cehaletleri olabilir, bir kısmının bilerek tasarlamaları ile ve cümlesinin din elden gidiyor kastı ile bu kimseler değişik bir yöne yönlendiriliyorlar. Bu hareketler devlet ve Cumhuriyet karşıtı olan eylemli bir saldırı niteliğindedir. Din ile dünya işlerinin ayrılması sorununun ruhu buradadır. Laik yönetimde herkes, inançları ve kişisel davranışları konusunda bir yargıda bulunmaya zorlayan her türlü etkilerden ve yönlendirmelerden uzaktır. Vatandaşlar bunu siyaset aracı kabul ederek başkalarına gözdağı vermek veya devletin yönetiminde etkili olmak için kullanmazlar. ? Örneğin tekkelerin kapatılması yasal bir tasarruftur. Bunların gizli olarak çalışmaları, vatandaşları birtakım yönlere götürmeleri, kendilerini sorumluluğa sokmaktadır. Yıllardan beri bu gerçekler eksiksiz olarak, somut kanıtlarıyla anlaşıl dıktan sonra, Menemen gibi, memleketimizin gerek gelişmişlik ve özellikle kültür yönünden ileri olan bir bölgesinde bu örgütler nasıl işleyebiliyor? İnsana hüzün veren şey budur. Sonra bu kuruluşlar çatışmaya sürükledikleri adamları ile ne derece vahşet yapabileceklerini gösteriyor ve bunu nasıl yapabiliyorlar? Görüntüler insana uyanma ve düşünme aşılayan noktalardı. Bu sorunların tartışması, birçok kez Büyük Meclis’te ve kamuoyu önünde yapılmıştır. Genelde ve özetle bilinmesi gereken şudur ki: Devlet güçleri örselenebilir, örselenmiştir gibi bir görünüm yaygınlaşırsa o zaman fesat tohumu ekenler böyle bir havayı elverişli bulmaktadırlar. UYKUDAN UYANMAK!.. İsmet Paşa, konuşmasını alkışlar ve bravo sesleri altında şu cümlelerle tamamlar: “İşte arkadaşlar, dileğimiz, memlekette bu gibi gizli örgütler kuran, çok acıklı olaylara neden olan, Cumhuriyete karşı suikast girişiminde bulunanların, mahkeme önünde hızlı bir biçimde, adaletin gereğinin kendi özvarlığında denendiğini görmektir. Diğer taraftan, memleketin tamamının bu olay nedeni ile uykudan uyanarak gerek gidişatımızda, gerek yasalarımızda, gerek toplumsal ilişkilerde var olan eksiklikleri ortaya çıkarmış bulunsun. Bunların iyileştirilmesinde olumlu sonuçlar alabilelim. Şehit Kubilay, ailelerimiz içerisinde, anılarımızda, Cumhuriyet için başlı başına görev yapmış bir kahraman olarak yaşayacaktır. Ordunun verdiği bu aziz kurbanın ilham ettiği görevleri hepimiz dikkatle yerine getirmeliyiz.” İsmet Paşa’nın tarihi konuşmasından 2000’li yıllara geldik. Gelirken Maraş’ı gördük, daha dün Sıvas’ta Madımak’ı gördük. Günümüzde ise laik Cumhuriyete “Ilımlı (Amerikancı) İslam Devleti Modeli” biçiliyor. Dinci iktidar “türbana” sarılıyor. İşte bu ortamda, dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say’ın sözleri daha da büyük bir anlam kazanıyor: “Sanatçı, alnında ışığı ilk hissedendir’ özdeyişini, ‘Sanatçı, karanlığın tehlikesini ilk hissedendir’ anlamında da düşünebiliriz. Ortaçağ karanlığı bütün aydınlar gibi beni de kaygılandırıyor. En çok da gelecek kuşaklar için kaygılanıyoruz. Eğer günün birinde karanlık güçler Cumhuriyetimize ve ulusal değerlere hayat hakkı tanımazsa, onlara teslim olacak değiliz...’’ Tıpkı 77 yıl önce “ortaçağ”ın karanlığına teslim olmayan Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay gibi!.. DİNCİ BASIN HEP ÇARPITTI Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Kubilay’ın şehit edilişinin 77. yıldönümü nedeniyle mesaj yayımladı ‘Laiklik, Cumhuriyetin geri dönülmez ilkesidir’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Büyük Önder Atatürk’ün, bilim ve aklın rehberliğinde, dogmalardan uzak bir düşünce sistemi bıraktığını belirterek, ‘’Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal, laik ve üniter devlet yapısına kastedenler, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve ulusumuzun kararlı duruşu sayesinde emellerine ulaşamayacaklardır’’ dedi. Büyükanıt, laikliğin yıpratılmasının, Cumhuriyetin ve onun çağdaş kazanımlarının da yıpranması anlamına geldiğinin dikkatlerden kaçtığını dile getirdi. Büyükanıt, Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın şehit edilişinin 77. yıldönümü nedeniyle TSK mensuplarına yayımladığı mesajda, şunları kaydetti: ‘’Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısını, çağdışı emellerinin önündeki en büyük engel olarak görüp bu yapıyı bozmak amacıyla yola çıkan gözü dönmüş mürtecilere karşı direnen Asteğmen Kubilay ile Hasan ve Şevki adlı iki bekçimizin büyük bir vahşetle şehit edilişinin 77. yıl dönümüdür. Atatürk ilke ve devrimlerine gönülden bağlı bu fedakâr gençler, gerektiğinde bu uğurda ölmenin, ama asla eğilmemenin ne anlama geldiğini ortaya koyan kararlılıkları ile Cumhuriyet tarihindeki müstesna yerlerini almışlardır. Karanlık odaklar, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden itibaren, köhnemiş ve donmuş düşünceleriyle, ulusumuzun çağdaş uygarlık yolunda yürümesine engel olmaya çalışmışlar ve Atatürk ilke ve devrimleri için tehdit oluşturan girişimlerini her dönemde sürdürmüşlerdir.” Laikliğin, Cumhuriyetin vazgeçilmez ve geri dönülmez ilkesi olduğunu vurgulayan Büyükanıt, mesajına şöyle devam etti: “Laikliğin yıpratılmasının, Cumhuriyetin ve onun çağdaş kazanımlarının da yıpranması anlamına geldiği ise ne yazık ki dikkatlerden kaçmaktadır. Oysaki Türkiye’de laiklik, ülkenin şartlarına ve çağın ihtiyaçlarına uygun bir şekilde akılcı bir devlet yapısına geçmek için gerçekleştirilmiştir. Yüzyılların eskittiği köhne zihniyetlerle geçmişe saplanmakla varlığımızı korumamızın mümkün olmadığını ifade eden Büyük Önderimiz bizlere, bilim ve aklın rehberliğinde, dogmalardan uzak bir düşünce sistemi bırakmıştır. Atatürkçü Düşünce Sistemi adı verilen bu sistem, daima ileriyi hedefleyen çağdaş bir görüşü yansıttığı için bugünün olduğu kadar yarınların da ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir özelliğe sahiptir. Bu üstün nitelikleri ile zamanın seyri içinde, her kuşağın tutkuyla bağlanacağı yaşam tarzı olarak değerini koruyacaktır. Bağrından çıktığı yüce Türk Ulusunun engin sevgi ve güvenine mazhar olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürkçü Düşünce Sistemi doğrultusunda aldığı eğitim ve sahip olduğu çağdaş donanımla, daha iyiye ulaşmak için var gücüyle çalışmasını sürdürecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal, laik ve üniter devlet yapısına kastedenler, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve ulusumuzun kararlı duruşu sayesinde emellerine ulaşamayacaklardır.” Vakit’e göre katliam değil film ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dinci basın yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın katledildiği Menemen olayını bugüne kadar sürekli çarpıtmaya çalıştı. Fethullah Gülen’e yakınlığıyla tanınan Zaman gazetesi, tavrını Genelkurmay arşivlerini çarpıtmaya kadar götürdü. Zaman gazetesinin, Menemen olayının yıldönümünde geçen yıl Genelkurmay arşivlerine dayandırdığını ileri sürdüğü haberinde olayın “irticai kalkışma” şeklinde sunulduğu, oysa Kubilay’ı katledenlerin “esrarkeş olduğu” ileri sürülmüştü. Gazete, Menemen’de düzenlenen anma törenini de “Ulusalcıların Menemen mitingine 3 bin kişi katıldı” başlığıyla duyurmuştu. Haberde, “Asteğmen Kubilay’ın şehit edilişinin 76. yıldönümü nedeniyle Menemen’de toplanan ulusalcı gruplar bekledikleri desteği göremedi. Günler öncesinden vatandaşları Menemen’e davet eden ve sadece Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ülke genelinde 550 şubesi ve 120 bin üyesi olduğunu ileri süren dernek yöneticileri, meydana sadece 3 bin kişi toplayabildi” denilmişti. VAKİT SEVİYESİZLİĞİNİ GÖSTERDİ Dinci basının saldırıları bu yıl da tekrarlandı. Vakit gazetesi, birinci sayfasından verdiği “Derin devlet yapımıKubilay filmi” başlıklı haberde, Menemen’deki olaylar ve Kubilay’ın öldürülmesinin bahane edilerek 2 bin 200 “Müslümanın yargılandığını”, 34 kişinin asılarak idam edildiğini, 41 kişinin de “zindanlarda çürütüldüğü” ileri sürüldü. Haberde, “Yapım: Derin devlet, Figüranlar: Bir avuç çapulcu, Amaç: Yükselen muhalefeti susturmak, Sonuç: Darağacına gönderilen mazlum Müslümanlar” ifadelerine yer verildi. Gül: Cumhuriyet sembolü olarak tarihe geçti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ‘’Menemen’de menfur bir hadise sonucu şehit edilen Asteğmen Kubilay, milletimizin Cumhuriyete sahip çıkma kararlılığının müstesna bir sembolü olarak tarihe geçmiştir’’ dedi. Gül, Kubilay’ın şehit edilişinin 77. yılı nedeniyle yayımladığı mesajında, öğretmen kimliğiyle, Atatürk ilke ve devrimleri ışığında, daha mutlu, daha çağdaş bir dünyanın var olabilmesi için mücadele eden Kubilay’ın, askerlik görevini yaparken, “kendini bilmez bir grup tarafından acımasızca şehit edildiğini’’ dile getirdi. Gül, tarihin, akıl ve sağduyusunu kaybetmiş, öfkesine yenik düşmüş insanları, saldırganlığı hiçbir zaman anlamaya çalışmayacağını, her zaman kınayacağını ve yargılayacağını belirtti. TBMM Meclis Başkanı Köksal Toptan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da birer mesaj yayımladı.