Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
19 EKİM 2007 CUMA söyleşi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu referandum ve yeni anayasa çalışmalarını topa tuttu C O R T R 11 Referandumdan hayır çıkmalı SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU On güne kadar ülkede bir halkoylaması yapılacak. Bilindiği kadarıyla 11. cumhurbaşkanının seçilmesi için halkoyuna başvurulacak. İyi de 11. cumhurbaşkanını TBMM seçti. O zaman 100 milyon YTL’lik bir harcamayla neden bir yeni cumhurbaşkanı seçimi için halkoyuna gidiliyor? Yoksa parlamenter rejim değiştirilip bir sivil diktatoryaya ülkeyi götürecek yeni bir rejim mi türetilmek isteniyor? Siyaset bilimci Prof.Dr. Ersin Kalaycıoğlu’yla konuşuyoruz. Söyledikleri son derece çarpıcı. “Şu anda 200 km. hızla duvara doğru giden bir otomobile benziyoruz. Frene de basamıyoruz” diyor. Tayyip Erdoğan ve AKP yönetiminin bu dayatmalarıyla Türkiye’nin günün birinde sivil bir diktatoryaya doğru hızla sürükleneceğinin de altını çiziyor. Referanduma sunulan bir anayasa değişikliği süreci içindeyiz. Bu süreç başladıktan sonra herhangi bir değişiklik yapılabilir mi? KALAYCIOĞLU Bu işin başlangıcı ilginç. Başlangıcının nedeni, “Bizim çok büyük çoğunluğumuz var. Anayasanın 104. maddesi bu çoğunluğun istediği gibi cumhurbaşkanı seçtirmeye imkân tanıyor. Bu tanınan imkânı çeşitli ayak oyunlarıyla engellemeye çalışan güçler var. Bu haksızlıktır. Biz bu haksızlığı gidermek için cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesini sağlayacağız” diye yola çıkılmasıdır. Bu açıdan bakarsanız doğru. Halkın önemli bir kısmı da bu görüşün doğru olduğu kanısına vardı. Buna rağmen bunun seçim sonuçları üzerinde etkisi olduğunu gösteren bir kanıt yok. Bizim seçimlerle ilgili olarak haziran ve temmuz aylarında 2 bin küsur kişiyle yüz yüze görüşülerek yaptığımız bir saha araştırması var. Orada verilen yanıtlardan çıkan sonuç şu: Yüzde 14 bundan etkilendiğini söyledi. Bunun yüzde 7’si AKP’ye, öbür yüzde 7’’si de CHP’ye oy vereceğini söyledi. Sonuç itibarıyla oylar iki tarafa da gitmiş olduğu için bunun seçim sonucuna etki yapmadığı görülüyor. Bir de o kalabalık mitinglere katıldığını söyleyenlerin oranı da yüzde 45’te kalıyor. İlginç olanı, bu referandumun sadece cumhurbaşkanının halka seçtirilmesiyle ilgili olmayışı. Bunun yanı sıra cumhurbaşkanının bundan böyle beşer yıllık iki dönem için seçilmesi de var. İkinci olarak, genel seçimlerin dört yılda bir yapılması maddesi var. Bu da cumhurbaşkanıyla değil, TBMM’yle ilgili. ‘ AKP , elinde bu kadar güç varken sistemi değiştirmek istiyor. ’ Meclis’e dönme imkânı verdi. O koşullarda MHP’nin de desteğiyle bu süreç TBMM içinde yaşanabildi. Ama cumhurbaşkanı sadece AKP’nin ve bir tek BBP’nin oylarıyla şu anda yürürlükte olan ve değiştirilmemiş anayasaya göre seçildi. Dolayısıyla da ortada cumhurbaşkanının kim olduğuna dair bir sorun kalmadı. Buna rağmen referandum süreci gündemdeki ağırlığını sürdürdü. Burada karar verme durumunda olan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) vardı. “TBMM’de 11. cumhurbaşkanı seçilmiştir. Seçildiğine göre de bu sürecin devam etmesi için bir neden yoktur” deyip bu süreci durdurabilirdi. Durdurmadı. Temel argümanı, “Uygulanabilir maddeler uygulanır” dedi. Ama uygulanabilir maddelerin neler olduğunu da bir şekilde seçmene anlatması gerekirdi. Hiçbir seçmen bu yasayı ayrıntılı bir şekilde okuyup bu maddelerin hangisinin kullanacağı oyla belirleneceği sonucunu türetemez. Bunu hiçbir seçmenden beklememek gerekir. Dolayısıyla YSK’nin ve partilerin seçmene, “Verdiğiniz oyun anlamı şudur” demeleri gerekirdi. Yani neye oy verildiği belli olma Abdullah Gül’ün bu seçilmiş olma durumu müktesep hak mıdır? Özel hukukta bildiğim kadarıyla müktesep hak var. Ama kamu hukukunda yok. Dolayısıyla halk 11. cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesini kabul ederse bir önceki seçim düşer; halkoylamasına gidilir. Burada yeni adaylar çıkar. Yasa diyor ki: “Bu adaylar TBMM içinden 20 milletvekilinin ortak önerisiyle saptanır.” Bu 20 milletvekili tabii ki bir parti grubundan olacağı için aday saptama yönteminde de herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Anayasanın eski maddesindeki gibi parti grubu başkanı yani parti genel başkanı kimi isterse o aday olacaktır. O zaman bu defa konuyu referanduma götürmekle TBMM’nin yaptığı noterlik görevini halka mı yaptıracaklar? Tabii. TBMM’nin yaptığı işi halka yaptıracaklar. Halkın burada bir tercihi bulunmuyor. Çünkü adayların saptanması sürecinde halk yok. Saptanan adaylar sadece halkın onayına sunulacak. Peki, demokrasi nerede kaldı? Ne demokrasisi? Böyle bir demokrasi anlayışı olmaz. Aslında partinin gös tanımda üçte iki çoğunluk şarttır. Tek bir partinin üçte iki çoğunluğu kontrol etmeyeceği varsayımından yola çıkılarak TBMM’deki iki, üç parti ya da hepsinin ortak olarak bir cumhurbaşkanı ismi üzerinde uzlaşmaya varmaları öngörülmüştür. Amaç budur. Ama yeni yasada partilerin hepsinin aday göstermeleriyle bu uzlaşma kavramını bir kenara koyuyorsunuz. İkincisi, aday partililerden gösterilmemesi gereğiydi. Buna rağmen partilerden gösteriliyordu. Hele son gelişmede tamamen Tayyip Erdoğan’ın şahsen seçmiş olduğu bir kişinin parti grubu tarafından desteklenmesiyle aday gösterilmesi söz konusu oldu. Bu da anayasayla ne kadar uyumludur? İsterseniz bu konuyu okuyucunun takdirine bırakalım. Yani sonuç itibarıyla yeni uygulamaya göre partilerin cumhurbaşkanlığı için gösterecekleri adaylar partizan nitelikte olmayacaklar mı? Hangi partiden olursa olsun partizan aday, partili kimliği olan kişi olacaktır. Bu kimlikten sıyrılması anayasanın bir maddesine göre partiden ayrılması zorunlu olsa da mümkün olmayacaktır. Örneğin bugün Abdullah Gül anayasa nı; düşünebiliyor musunuz? Seçilmek için halka bir şeyler söylemek zorundadır. Bugünkü cumhurbaşkanlığı büyük ölçüde idari mekanizmanın üzerinde bir denetim, hatta vesayet işlevi gören bir kurum niteliğindedir. Ama icrai yetkileri sınırlıdır. İsterse genişletebilir. Ama esas yetkisi idaridir. Bunun için oy istenmez. Ben iyi hâkim, iyi rektör, iyi savcı seçerim, diye gidip seçmenden oy istenmez. Seçmenin ilgilendiği şey öncelikle cüzdanıdır; ondan sonra da vicdanıdır. Seçmenden oy isterken bunlarla ilgili bir şeyler söyleyeceksiniz. Ama cumhurbaşkanının böyle yetkileri yok. ÇIFT BAşLıLıK RIZIKOSU İyi de hazretlerin kafalarının arkasındaki yarı başkanlık ya da tam başkanlık sistemini mi getirmek? Öyle diye de düşünebilirsiniz. Ama yapılan açıklamalar bir tuhaf. Diyorlar ki: “Cumhurbaşkanının şimdiki yetkileri fazladır. Bunu da azaltacağız.” O zaman bu adam seçim kampanyasında halka ne diyecek? Benim kişiliğime, vicdanıma, görüntüme oy verin mi diyecek? Başbakanlık için oyu, politikaları P E Prof. Dr. ERSİN KALAYCIOĞLU Ortaöğrenimini İstanbul Şişli Terakki Lisesi’nde, yükseköğrenimini İÜ İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1977’de aynı fakülteye doktor asistan olarak girdi. Aynı üniversitenin siyasal bilgiler fakültesinde 198284 arası yardımcı doçent ve doçent olarak ders verdi. Doçentliği sırasında Boğaziçi Üniversitesi’ne atandı. Siyaset Bilimi Enstitüsü’nde çalıştı; lisans üstü ve doktora programlarında dersler verdi. Şubat 2002’de bu üniversiteden emekli olduktan sonra Sabancı Üniversitesi’ne geçti. Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde 2004 yılı ortasına kadar ders verdi. 2004 Ağustos ayı ile 2007 Eylül sonuna kadar Işık Üniversitesi Rektörlüğü yaptı. Şimdi yine Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi. ‘ Partili cumhurbaşkanı hiçbir zaman partizan kimliğinden kurtulamaz. ’ 11. CUMHURBAşKANı SORUNU İyi de, seçim süresi tartışmaların parçası değilken neden referandum metnine kondu sizce? O da belli değil. Bunun yanı sıra 11. cumhurbaşkanıyla ilgili düzenlemeler yapıldığı belirtiliyor. 11. cumhurbaşkanı seçildi diye kabul ediliyor. Ama cumhurbaşkanlarının sayısını nasıl sayacağımıza dair anayasada herhangi bir içtihat yok. Kişi olarak mı yoksa görev olarak mı sayacağız? Burada seçilmiş olan 11. kişi, dönem değil. Dolayısıyla bu 11 doğru bir sayı mıdır? O da belli değil. Yani, 11. cumhurbaşkanı Celal Bayar da olabilirdi. Çünkü 11. dönem Bayar’a rastlıyor. Ama bu durum Abdullah Gül’le ilgili olduğu kabul edilerek temel varsayım Abdullah Gül’ün seçimi konusunda halka gidileceği oldu. Onun üzerine de bu girişimde bulunuldu. Ama o arada seçim sonuçları AKP’ye daha fazla oy ama daha az sandalyeyle ‘ Türkiye 200 kilometre hızla duvara toslamak üzere. ’ yan bir referandum süreci başladı. Peki, seçmen neye oy verdiğini nasıl öğrenecek? Bilemem. Bu birinci sorun. İkincisi, şu ana kadar gümrük kapılarında 11. cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi ve öbür değişiklikler için verilen oylar. Sınır kapılarında oy verenler neye oy verdiklerini biliyorlar mı? O da belli değil. Şu ana kadar bir saptama yapılmadı ama kendilerine sorulsaydı eminim hiçbiri yasayı okumadığını söyleyecekti. Medya ve basın halka neye oy vereceklerini tekrar tekrar anlatmak suretiyle halkın dikkatini çekmeliydi. Benim kanım, seçmenin büyük çoğunluğu şu an Abdullah Gül seçilsin ya da seçilmesin diye oy veriyor. Başka bir konu seçmenin kafasında yok. Şu anda mevcut cumhurbaşkanı görevine devam ederken cumhurbaşkanlığı seçimi için bir referandum yapılıyor. Tezgâh Abdullah Gül üzerine kurulmuş görünüyor. Burada Abdullah Gül dışında bir sürpriz ismin çıkabileceği hiç hesaplanmıyor mu? Halkın oyuna sunulması anından itibaren bir kere ortaya hukuksal sorun çıkacaktır. Eski ve yürürlükte olan anayasayla seçilmiş olan Cumhurbaşkanı terdiği listede kim varsa o aday olarak çıkıyor. Bunun dışında bir yöntemi parti liderleri niye kabul etsin ki? O zaman iş onların elinden çıkar. O da fazla demokratik olur. Onu kabul etmeyecekleri için halka demokratik bir jest yapıyormuş görüntüsü vereceksiniz. Ama aslında dizginler sizin elinizde olacak. Dolayısıyla sizin kontrol ettiğiniz sürece halkın sadece tescil, noterlik işlemi yapmasını sağlayacaksınız. Halk ise “Ben tercih ettim” diye çok sevinecek. Böyle bir oyun oynuyoruz. Siz buna gölge oyunu diyorsunuz… Bu gölge oyunu tuttu. Bu olduğu zaman TBMM’de oylanan bir süreç yaşanacak. Çünkü TBMM’de her parti grubu için bir aday çıkmaz. Çünkü TBMM aritmetiğine göre kimin seçilebileceği bellidir. Seçilemeyecek yerde de aday göstermenin anlamı yoktur. Ama bu kez her şeye rağmen aday gösterildi. Şimdi halka gidilecek olursa bir değişiklik olacak. Her parti aday gösterecek. Bu imaj çok yer etmesin istiyorlarsa birkaç tane de figüran aday çıkartabilirler. Onların fazla oy almayacağı baştan bellidir. Bu durum, anayasanın cumhurbaşkanlığı ile ilgili tanımını kökten değiştiriyor. Çünkü cumhurbaşkanlarıyla ilgili uyarınca AKP’li kimliğini bırakmıştır. Ama AKP’li kimliğinden ne kadar sıyrılmıştır? İsterseniz bunu da okuyucunun takdirine bırakalım. Evet, partiden istifa etti. AKP üyeliği bitti. Ama o görüşten, o ideolojiden gelen bir şahsiyet olarak Cumhurbaşkanı olması hasebiyle AKP’liliği Çankaya’da devam ediyor. İnsan olarak başka türlüsü mümkün değil. Aynı olay sürekli hale gelecek. Bunu ilk defa Abdullah Gül’le yaşamadık. Özal da, Demirel de partiliydi. Nitekim Abdullah Gül’ün seçimi sırasında örnek olarak Özal gösterildi. AKP zaman zaman Mecelle’ye atıf yapıyor. Ama Mecelle’de “Suimisal emsal teşkil etmez” diye temel bir kural vardır. Ama burada Mecelle’nin temel kuralı unutuldu. Çünkü biz işimize geleni kullanıyoruz; gelmediği zaman kullanmıyoruz. Hukuk anlayışı da böyle. Böylece suimisali emsal olarak aldılar ve kullandılar. Peki, bu sürekli hale getirilirse ne olur? Bir kere cumhurbaşkanı tarafsızlığı artık teorik olarak bile iddia edilir bir halde olmaktan çıkacaktır. İkincisi, cumhurbaşkanı, halkın oyuyla o makama geleceği için halktan oy isteyecektir. Seçim kampanyası yapacak bir cumhurbaşka nızı söyleyerek istiyorsunuz. Ama Cumhurbaşkanı adayı olunca bunların hiçbirini söyleme durumunuz yok. Çünkü tanımlanmış yetkisi yok. Cumhurbaşkanı adayı eğer bunları söylerse anayasada açıkça tanımlanmamış bazı yetkileri kendisine yaratma durumunda kalacaktır. Bu da bir anayasal tartışma üretir. Ama ikinci bir zorluk üretir. Hükümetle uyuşmayan konularda cumhurbaşkanının başka politik tercihleri gündeme alması, bunları savunması ve bunları gündemin ön sırasına çıkarmak için mücadele vermesi sonucunu getirir. Yani bu durumda arada bir ya da sürekli çatışma halinde olan bir başbakan ve cumhurbaşkanı mı yaratmış oluyoruz? En azından böyle bir riziko olacak. Parlamenter rejimlerde böyle bir şey yok. Ama yarı başkanlık rejimlerinde işin doğası gereği bu durum mevcut. Üstelik bu çatışma onların çalışmasını zora sokuyor. Dolayısıyla parlamenter sistemin erdemlerinden birisi olan meclis ağırlığı, meclisin desteğini alan hükümet, hükümetin tek başlılığı ve onun sağladığı etkinliği ortadan kaldıracaksınız; çift başlı bir hükümet üreteceksiniz. AKP hükümeti, sivil diktatorya istiyor Bu hazretler uzlaşmaya yanaştılar da uzlaşamadılar mı? Aslında seçmenin sorması gereken soru bu. Ama galiba gözü boyandığı için soramıyor. “Niye uzlaşamadınız? Uzlaşmaya çalıştınız da mı, bir girişiminiz oldu da mı uzlaşamadınız?” sorusunu sorması gerekiyor. Tayyip Erdoğan uzlaşmacı olsaydı, Gül’ü o tarihte seçtirecekti, bir sorun da olmayacaktı. Dolayısıyla, kendi izlemiş olduğu politikanın uzlaşmazlık olduğu bir ortamda, “Biz uzlaşamıyoruz” diye bir önermeyle ortaya çıkmanın anlamı ne? Siz uzlaşmamayı bir politika olarak izleyeceksiniz; sonra halka, “Uzlaşamıyoruz, sistemi değiştirelim” diyeceksiniz. Ezop’un ünlü hikâyesi vardır. Kurt kuzuyu, “Suyumu bulandırdın” bahanesiyle yemiş. Biz bu konuda o durumdayız. İş anlaşılmaz bir noktaya gelmiştir. Yarı başkanlık sistemine gitmek istiyorlarsa acaba buna neden gerek duyuyorlar? Bunu bize anlatmaları gerekecek. 2002’den beri TBMM’de inanılmaz çoğunlukları var. Yarı başkanlık sistemine gittikleri zaman bundan daha etkili bir hükümet türü mü ortaya çıkacak? Bunun garantisi nedir? Tam tersine… Çift başlılık nedeniyle daha da zorlanacakları bir yapı ortaya çıkacak. Bu kadar büyük çoğunluğuyla AKP hükümeti TBMM’den neyi geçirmek istedi de geçiremedi? Bu kadar büyük çoğunluğa sahip olduğu bir TBMM’de rahat etmeyen ve bunu yeterli bulmayan bir hükümet insanı biraz ürkütüyor. Neden ürkütüyor? Bunun bir adım sonrası TBMM’nin, muhalefetin olmadığı bir hava içinde çalışan tamamıyla bir süper noter havasına dönüşmesidir. O zaman da demokrasi biter. Sorun orada. Böyle bir meclisle sorunu olan bir hükümetin yarı başkanlık ya da başka bir rejim arayışının altında yatan motifi seçmenin sorgulaması gerekiyor. “Meclis’te şu anki müthiş güçleri nelerine yetmiyor da mı daha fazlasını istiyorlar” sorusu sorulmalı. Siyasette ilginç bir kural vardır. “İktidar yozlaşır. Mutlak iktidar mutlak olarak yozlaşır” denir. Mutlakiyetçi bir iktidar yapısına doğru bir öykünme var. Bunun temel sonucu güçlü devlet, güçlü yürütme, etkili hükümet filan değildir. Yozlaşan bir yönetimdir. O yozlaşan yapı içinde Türkiye’nin otoriterleşmesidir. Korkulacak olan da budur. Onun için bu yönde yapılacak girişimlere destek vermek aynı zamanda Türkiye’de demokrasinin zora girmesine yol açacak adımlara destek vermek anlamını taşıyor. Siz Soğuk Savaş döneminden sonra ortaya çıkan devletlerde yeni rejimler üzerinde çalışmalar yapıyorsunuz. Bulgularınız neler? Bu devletlerde demokratikleşme sürecini inceleyen ve bunların nasıl bir siyasal rejim kurgusu içinde çalışabileceğini araştıran uluslararası bir grubun içinde çalışıyorum. Grupta çeşitli ülkelerden bilim insanları var. Yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı birkaç temel bulgu var. Bunlardan birisi şu: Başkanlık ya da yarı başkanlık türündeki yapıların istikrarlı olmadıkları. Ekonomik daralma dönemlerinde bunların yaşam umutları ortalama 16 yıla iniyor. Kuruyorsunuz; 16 yıl sonra ya Venezüella’da Chavez, Rusya’da Putin ve Belarus’taki Lukaşenko rejimleri gibi sivil diktatoryaya dönüşüyor ya da askeri darbeyle çöküyor. Bu görüldüğü halde nasıl ısrar edilir? Türkiye’yi bir otomobil olarak farz edelim. Siz arabanın içindesiniz ve bu araba 200 km. hızla duvara doğru gidiyor. Ben o çalışma grubunda yapmış olduğumuz çalışmalardan edindiğim bilgiyle görüyorum. Ama frene de basamıyorum. Öte yandan hükümet, “Şu anda gaza daha fazla basın” diyor. Halka söylediği bu. Halk işin biraz farkına varabilirse parlamenter rejimden sapmaya onay vermeyecek biçimde referandumda, “Hayır” demesi gerekiyor. Bu olursa bir daha da başkanlık ya da yarı başkanlık hevesi ortaya çıkmaz. ‘ Seçmen referandumda neye oy vereceğini bilmiyor. ’