22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

18 GÜNCEL C Ders! haberlerin devamı EYLÜL CUMA İrtica kaygı verici boyutta Kara Harp Okulu’nun yeni eğitim öğretim yılı açılış töreninde konuşan Başbuğ’dan sert mesajlar: ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, irtica uyarısında bulundu ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) ‘‘Ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet’’i korumak için yasalarla verilen görevi ‘‘yapmama gibi bir lükslerinin olmadığını’’ vurguladı. Başbuğ, ‘‘TSK; ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında, her zaman taraf olmuştur ve taraf olmaya devam edecektir’’ değerlendirmesini yaptı. Türk Devrimleri’ne karşı direniş hareketi olan ‘‘irtica ve gericiliğin’’ kaygı verici boyutlara ulaştığını, bu hareketlerin kayda değer mesafe aldığına dikkat çeken Başbuğ, topyekun bir mücadele verilmesi gerektiğini dile getirdi. Başbuğ, cemaat ve tarikatların da devrime karşı hareketlerin odağı haline geldiklerini vurguladı. Kara Harp Okulu’nun (KHO) 20062007 eğitim öğretim yılının açılışında ilk dersi Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ verdi. Başbuğ, konuşma başlığı olarak ‘‘Atatürk ve Türk Devrimi’’ konusunu seçmesinin nedenini, ‘‘Türk Devrimi’ne yönelik direnişlerin ulaşmış olduğu nokta’’ olarak gösterdi. Atatürk’ün gerçekleştirdiği mucizeye ‘‘Devrim ve devrimcilik terimlerinin kullanılmasının’’ daha uygun olduğunu belirten Başbuğ, şu değerlendirmeyi yaptı: ‘‘Atatürk her şeyden önce bir devrimcidir. Entelektüel bir devrimcidir. Askerlik hayatında devrimcidir. Yeni Türk devletinin kurulmasında, bu devletin devletler arası ilişkilerinin düzenlenmesinde devrimcidir. Türk toplumunun yeniden yapılandırılmasında ve modern Türk Devleti’nin kurulmasında devrimcidir. Kısacası, Atatürk’ün hayatı, devrimlerle dolu dolu geçen bir hayattır. Atatürk denilince Türk Devrimi, Türk Devrimi’nden söz edilince Atatürk hatırlanmalıdır’’ diye konuştu. Başbuğ, konuşmasında Atatürk’ün dehasına dönemin İngiltere Başbakanı Lloyd George ve Oxford Üniversitesi’nin bilim adamlarından alıntı yaparak örnekler verdi. Atatürk’ün entelektüel kişiliğinin okuduğu kitaplardan anlaşıldığını belirten Başbuğ, Çankaya Köşkü ve Anıtkabir’deki Atatürk kitaplığından bazı eserleri de örnek gösterdi. GÜNCEL SORULAR Türkiye’nin bugünkü durumunu Türk Devrimi’nin başlangıcıyla kıyaslayan Başbuğ, bu konularda dikkat çekici şu soruları sordu: ‘‘ Bugün içinde bulunduğumuz durum, Türk Devrimi’nin başlangcındaki dönemden çok farklı mıdır? Dünyada yaşanan devrimlerin büyük bölümünün kaynağı ve dayanağı olan, güçlü, entelektüel ve ulusalcı sosyoekonomik kadroların Türkiye’deki varlığından bugün de söz edilebilir mi? Eğer söz edilebilirse, bu kadrolar, devrimlerin korunması, sürekliliği ve ilerletilmesinde kendisine düşen görevleri yerine getirmekte midirler? Yoksa bu görevler öncelikle yine, askeri ve sivil kadrolardan mı ya da yine Türk ulusunun bütününden mi beklenmektedir. Türk Devrimleri’nin koruyucusu olan kurumlar; bugün, kendilerinden beklenen görevleri tam olarak yerine getirmekte midirler? Milli Eğitim’in tüm kadroları, Türk Devrimleri’nin savunuculuğu görevini tam olarak yerine getirmekte midirler?’’ Başbuğ, konuşmasında Harbiyelilere seslenirken, ‘‘Türk Devrimi’ne sahip çıkma görevi bizlere, bütün Türk ulusuna, Ulu Önder Atatürk tarafından verilen bir görevdir’’ dedi. Bu görevi Atatürk’ün ‘‘Biz büyük bir devrim yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski müesseseleri yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lazım. Devrimleri koruyacak tedbirlere çok muhtacız. Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu koruyacak güçte olacaklardır’’ sözleriyle anımsatan Başbuğ, konuşmasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan da alıntılar yaptı. ‘İRTİCA KAYGI VERİCİ BOYUTTA’ Başbuğ şöyle devam etti: ‘‘Sayın Genelkurmay Başkanımızın, ‘Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bugüne kadar hiçbir zaman bu kadar farklı iç ve dış tehditlerle aynı anda karşı karşıya gelmemiştir’ ifadesi içerisinde, Türk Devrimi’nin temelini oluşturan Laiklik ilkesine yönelik saldırı ve girişimler de vardır. Türk Devrimi’ne direniş hareketi irtica ve gericiliktir. Türk Devrimi’ne direniş daha Atatürk hayatta iken başlamıştır. Çünkü bütün devrimlerde, devrimin getirmiş olduğu yeniliği hazmedemeyenler ve güçlerini kaybedenler vardır. Bugün üzülerek ifade etmek istiyorum ki; irticai tehdit, bazı kesimler kabul etmese de, kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır. Devrimlerin; bazı kesimler tarafından bilinçli, sabırlı ve planlı bir biçimde aşındırılmaya çalışıldığı ve bu yönde de kayda değer mesafe alındığı bir gerçektir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır.’’ Laikliği anayasada tanımlayan maddelere ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda aldığı kararlara atıf yapan Başbuğ, bu ilkeyi tartışmaya açmak istemeyi anlamanın olanaksız olduğunu, ‘‘laikliğin demokrasiyle çatıştığı’’ iddiasının da temelsiz olduğunu vurguladı. Laikliğin Türk demokrasisinin gelişmesinde ana itici güç olduğunu belirten Başbuğ, ‘‘Devrimler doğaları gereği, dinamik bir süreci ifade eder. Türk Devrimi’nin geriye dönüşünü engelleyici uygulamalar, devrimin korunmasına yöneliktir. Ancak bunun yanında önemli olan husus, yalnız mevcudun ve gerçekleştirilenlerin korunması ile yetinilmeyerek, devrimlerin daha da ileriye götürülmesidir’’ dedi. Burada Türk toplumunun bütün kesimlerinin kendisine, ‘‘Üstümüze düşen görevleri tam olarak yerine getirdik mi, getiriyor muyuz?’’ sorusunu yöneltmesini isteyen Başbuğ, ‘‘Eğer bu konuda kendimizi yetersiz görüyorsak, bunun nedenleri arasında; sorgulamaya dayanan yüksek kaliteli bir eğitim sistemine sehip olunamaması, Atatürk döneminde oluşturulan kurumların giderek etkinliğini kaybetmesi ve güçlü entelektüel ve ulusalcı sosyoekonomik kadrolara sahip olunamaması bulunmaktadır’’ değerlendirmesini yaptı. Harbiyelilere, Atatürk’ün, ‘‘Cumhuriyeti kuranlar, onu korumaya da muktedir olmalıdır GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK vrupa Birliği Komisyon Başkanı Jose Barroso, Romanya ve Bulgaristan’ın üyeliğini 2007’de tamamlamasından sonra AB’nin genişlemesinin durması gerektiğini söyler ve tabii doğrudan AB kaynakları aksini savlarken Türkiye’nin üyeliğini hedef alırken elbette bir gerekçe bulacaktı, buldu da... Yeni AB anayasası yeni üyeleri içine alacak kurallar koymadan genişlemeye devam etmenin akılcı olmayacağını öne sürdü. Kuşkusuz Barroso’nun bu açıklaması AB’nin bir kararı değildir. Ancak son zamanlarda batıdan esen rüzgârlar süregelen tartışmaların üyeliğimizi derinden etkilediğini gösteriyor. Papa’nın kardinallik döneminde Müslüman Türkiye’ye dönük olumsuz görüşlerini birden ve medeniyetler çatışmasını önleyici girişimlere hız verildiği bir sırada gereksiz biçimde ısıtıp sahneye koyması... AB’nin üyelik müzakerelerine devam edebilmek için bu hükümetin AB’ye yaranmak uğruna verdiği ve vereceği ödünleri birer baskı, dayatma öğesi haline getirmesi, Ankara temsilcileri Bay Kretschmer’in kafasına taktığı TSK’nin hemen her konuda görüşünü söylemediği için demokrasimizin ilerleyemediğini durmadan yinelemesi... Bu hükümet sayesinde giderek anlam değiştirdi ve nihayet bir öncü görüş olarak AB genişlemesinin 2007’de durdurulması söylemine uzandı. AB’nin derdi bu hükümet değil. Biliyor ki bu hükümet baskılara, dayatmalara fazla dayanamaz ve AB’nin isteklerini eninde sonunda yerine getirir. Türkiye’nin Atatürk çizgisinden çıkarak laik temelden kopmamızı sağlamaya çalışan dinci hareketleri iç sorunumuz saydığı için AB’nin derdi değil. ??? Dört yıllık yumuşakça davranışlar sürecini atlattı TSK. Ağustosta göreve gelen Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ve KK Komutanı Org. İlker Başbuğ, TSK’nin ‘‘ulus devletüniter devletlaik devlet’’e saldırılara kayıtsız kalmayacağını açıklıyorlar. KK Komutanı Org. Başbuğ’un Harp Okulu’nun eğitim öğrenim yılının açılışında yaptığı konuşma, Atatürk devrimlerine ve laik Türkiye’ye saldırılara bir ders, gerçekte bir uyarı niteliğinde. Öyle ki, isim vermeden gideceği adresler belli. Laikliğin yeniden tarif edilmesini isteyen Meclis Başkanı Arınç’a ve Yargıtay Başkanı Osman Arslan’a ders! Dışarıda AB ve içerideki bu hükümetin azınlıklara, yabancılara ödünler vererek Lozan’ın delinmesine yol açan yasaları bile Lozan koşullarını yerine getiriyor diye savunmaya girişen AB demokratı (yalakası) ikinci cumhuriyetçilere bir ders! Başbuğ’un vurguladığı gibi, (örneğin Belçika veya Danimarka’nın) başka ülkelerin ordularıyla TSK’yi karşılaştırarak farklı sonuçlar üretmeye çalışanlara ders! Ya da (dışımızdan içimize uzanarak burada temsilciler bulan ihanete) yani Türk toplumunun tarihini, gerçeklerini bilmeyenlere, (bilmezden gelenlere) ‘‘kendilerine yabancılaşmış olanlara’’ ders! ??? Orgeneral Başbuğ, haklı olarak laik Cumhuriyeti ve devrimleri korumanın elbet TSK’nin görevi, ancak bu görevin sadece TSK’nin değil ulusa düşen bir görev olduğunun altını çiziyor. Fakat laik Cumhuriyetin iç ve dış düşmanlarına karşı, bu görevi yerine getirmesini engellemek isteyenlere karşı; (Kretschmer gibi Türkiye’nin koşullarını bilmeden yüksekten atan nato mermer nato kafalara veya iç ihanet yuvalarına) ‘‘Cumhuriyeti korumanın iç siyasete karışmak değil, TSK’ye yasayla verilen görev olduğunu’’ anımsatıyor. Gerçekleri olduğu gibi ortaya koyduğu için ‘‘o çevrelere’’ rahatsızlık veriyor söylemleri, açıklamaları. Bu iktidar döneminde, cemaat ve tarikatların devrim karşıtlığının odağı, yuvası haline dönüşmekte olduğu, Milli Eğitim kadrolarının devrimlerin savunuculuğunu yerine getirmediği, kaygı verici boyutlara ulaşan irticanın kayda değer mesafe kaydettiği gerçek değil mi? Gerçek! Ama başta RTE ve diğer AKP kodamanları bu vurgulamaları sindirir, yanıt vermeye gelince, ıska geçerler. Org. Başbuğ’un konuşmasına yanıtı AKP’nin ikinci sınıf kodamanlarından Grup Başkanvekili Faruk Çelik’e verdirdiler. Konuşmayı dinlememiş, anlatmışlar! Çok, ama çoook inandırıcı bir karşılık verdi. ‘‘İrtica varsa karşısındaki birinci güç Türkiye Cumhuriyeti iktidarıdır’’ demez mi? Orgeneralim; anayasa ve demokratik hukuk düzeni içinde sorumlu herkese, her kuruma düşen görevleri, yapılması gerekenleri sıralıyorsunuz: Başta anayasal düzenimizin temelini oluşturan laikliğin korunması, dinin, siyasal ve ekonomik amaçlarla kullanılmasının önlenmesi, ulusal eğitim ve öğretimin bu tür hareketlerin etkisinden kurtarılmasını... öneriyorsunuz. Fakat bu iktidarın amacı ve yolu belli. RTE ile mi laikliğin korunması sağlanacak, dinin siyasal ve ekonomik amaçlarla kullanılması önlenecek; ulusal eğitim ve öğretim RTE emrindeki bu ME Bakanı ile mi bu tür hareketlerin etkisinden kurtarılacak? RTE ve yakın kadrosu gidinceye kadar hiçbiri gerçekleşmeyeceği gibi, aksi yönde gelişmeler sürecek. Gerçekleşmeyeceğini, sabırla koruğun helva olmayacağını siz de biliyorsunuz. A El Kadı’yla Kefilleri Oynarken H lar’’ sözünü hiç unutmamaları öğüdünde ulunan Başbuğ, ‘‘Sayın Genelkurmay Başkanımızın ifade ettiği gibi; ‘Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak, iç siyasetle ilgili olmayıp, yasalarla Silahlı Kuvvetler’e verilen bir görevdir ve askerin yasalarla verilmiş görevleri yapma veya yapmama gibi bir seçeneği ve lüksü yoktur”, diye konuştu. Türkiye üzerinde iç ve dış kaynaklı radikal değişim projeleri bulunduğunu, bu kesimlerin uygulamanın önündeki en önemli engel olarak da TSK’yi gördükleri yönündeki tespitini yineleyen Başbuğ, ‘‘Bunlar TSK’nin siyasete müdahale ettiğini ifade ederek; Silahlı Kuvvetler’in özellikle, milli güvenlik açısından, anayasal düzenin üç temel niteliği olan; ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istiyorlar’’ dedi. Başbuğ, ‘‘bu kesimlerin büyük bir yanılgı içinde olduğunu’’ vurgulayarak ‘‘TSK’yi başka ülkelerin ordularıyla karşılaştırarak farklı sonuçlar üretmeye çalışanlar, Türk toplumunun tarihini de, gerçeklerini de bilmeyenler ya da kendilerine yabancılaşmış olanlardır. TSK; ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında, her zaman taraf olmuştur ve olmaya devam edecektir’’ diye konuştu. Talabani: PKK’yi ikna ettik Dış Haberler Sebvisi Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, PKK’yi, saldırılarını durdurmak için ikna ettiklerini ve örgütün birkaç gün içinde ateşkes ilan edeceğini öne sürdü. Birleşmiş Milletler’in Genel Kurul yıllık toplantısı için gittiği New York’ta, Newsweek dergisine konuşan Talabani, Türk birliklerinin Irak sınırında olduğunun hatırlatılması üzerine, ‘‘Öyle ama içeri girmiyorlar. PKK’yi çatışmaları durdurması yönünde ikna ettik. PKK birkaç gün içinde resmi ateşkes ilan edecek’’ dedi. Irak’ın Kürt Devlet Başkanı, bu gelişmenin; Türk Irak ilişkilerinde yeni bir sayfa açacağını söyledi. Türkiye’nin Kürt vatandaşlarına da tavsiyede bulunan Celal Talabani, ‘‘Türkiye’deki Kürtlerden ılımlı olmalarını ve mücadelelerini demokratik yöntemlerle yürütmelerini istiyoruz’’ dedi. Talabani, ABD’nin, Ortadoğu ülkelerini demokratikleştirme projesini de desteklediğini belirterek, demokrasiyi, bölgedeki bütün problemlerin ilacı olarak nitelendirdi. Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin parlamentosunda görüşülmeye başlanan ‘‘Kürdistan Anayasası’’nda PKK üyelerinin sığınma hakkının tanınmasına olanak sağlayan bir madde dikkat çekmişti. Taslak metinde, sığınma hakkını talep edenlerin iade edilmeyeceği maddesi bulunuyor. Milletvekillerine okunan metinde, özellikle zengin petrol yataklarının bulunduğu Kerkük bölgesine sahiplenildiği, ve Irak’ın kuzeyine gerektiğinde ‘‘kendi kaderini tayin hakkı’’ verilmesi dikkat çekiyor. Kuzey Irak bölgesini, federal Irak devletinin federal bir bölgesi olarak tanımlayan anayasa taslağı, Kerkük’ün yanı sıra Ninova, Diyala ve Vasset vilayetleri üzerinde hak iddia ediyor. Kürt bölgesinin Erbil, Süleymaniye ve Dohuk’tan oluştuğu belirtiliyor. Taslağa göre, Kürdistan bölgesi sınırları içinde başka bir bölge kurulmayacak ve resmi dil Kürtçe ile Arapça olacak. Anayasanın Kerkük’ün geleceğine ilişkin maddesine saygı gösterilmemesi halinde Irak ile federasyon tercihinin gözden geçirileceği belirtiliyor. Peşmergelerin, bölgeyi savunan ve koruyan düzenli güçler olarak tanımlandığı anayasaya göre Irak hükümetinin bölgeyle ilgili olarak yabancı ülkelerle yapacağı anlaşmalarda Kürt Parlamentosu’nun onayı zorunlu kılınıyor. 160 maddeden oluşan ve 1 Aralık’ta onaylanması öngörülen anayasada devlet dairelerinde henüz oylanamayan yeni Irak bayrağı ile birlikte Kürt bayrağının asılacağı ve başkentin Erbil olacağı belirtiliyor. İşsizlik çığ gibi Baştarafı 1. Sayfada bu mevsimde işi olmayan 150 bin kişi de işgücüne ve işsizler arasına alınmıyor. Ayrıca işgücü içerisinde istihdam ediliyor olarak gözüken eksik istihdamdaki 882 bin kişi de işsizler arasına alınmıyor. Böylece TÜİK’in, işsiz ordusuna dahil etmediği ‘‘işsizlerin’’ sayısı 2 milyon 918 bini buluyor. Bunlar da dahil edildiğinde resmi olarak 2 milyon 245 bin kişi olarak açıklanan işsiz sayısı 5 milyon 163 bin kişiye ulaşıyor. Söz konusu kişiler işgücüne dahil edildiğinde ise Türkiye’deki toplam işgücü 25 milyon 363 bin kişiden 27 milyon 480 bin kişiye çıkıyor. TÜİK tarafından yüzde 8.8 olarak açıklanan işsizlik oranı ise yüzde 18.8’e kadar yükseliyor. FRANSIZLARA İŞ YARATTILAR ATO Başkanı SinanAygün şöyle konuştu: ‘‘Bizim ağustos ayında açıkladığımız rapora göre, Türkiye’de 1524 yaş arasındaki işsiz sayısı 1.5 milyon kişiyi geçiyor. Madem Türkiye büyüyor, niye bu kadar çok genç işsiz var? Bu durum hükümetin ekonomik politikalarında başarısız olduğunu, hükümetin, ithalattaki artış yoluyla, Türkiye’deki değil, Almanya, Fransa ve diğer ülkelerdeki gençlere iş yarattığını ortaya koyuyor. Türkiye’de işsizlik almış başını gidiyor. Sayın Başbakan almış sazı eline konuşuyor.’’ ani tanıdık bir deyim vardır; başımızı derde sokan kadı, kimi kime şikâyet edeceğiz! Türkiye’nin, BM Güvenlik Konseyi’nin ‘‘terörü destekleyen kişiler’’ listesinde yer alan Suudi Arabistan kökenli işadamı Yasin el Kadı’yla ilgili tutumu, akla ilk bu deyimi getiriyor. 11 Eylül 2001’de ABD’de yaşanan dehşetin ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanmış, yapılması gerekenleri sıralamıştı. ABD zaten hazırlıklıydı, ne yapacağını biliyordu. Konsey de terörün öncelikle para kaynaklarının kesilmesi gerektiği görüşünü benimsedi. Eldeki bilgiler ışığında sözünü ettiğimiz listeyi yaptı. BM, bu listede adı geçen kişilerin malvarlığının dondurulması gerektiğini düşündü, üyelerine duyurdu. Dönemin Ecevit hükümeti de karara uydu, El Kadı’nın Türkiye’deki ekonomik hareketlerini durdurdu. El Kadı itiraz etti. Bu arada Ecevit hükümeti gitti, yerine AKP hükümetleri geldi. Yerel mahkeme, El Kadı’yla ilgili kararın belgesini yetersiz buldu. Konu Danıştay’a geldi. Danıştay da ‘‘Evet, bu belgeler yetersiz, devlet kurumları gerekli delilleri mahkemeye iletsin, ondan sonra karar verilsin’’ dedi. ??? İşin buraya kadar olan bölümü bir yargı sürecinin aşamaları. Bundan sonrası siyasal, hatta uluslararası boyutta... Danıştay kararını, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı’nın temyiz etme hakkı var. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı kararı temyiz etti. Olması gereken de buydu. Kamu kurumları yüzde yüz haksız oldukları durumlarda bile, itiraz etme hakkını kullanmak durumunda. Başbakanlık bu geleneğe uyuyor, ama Başbakan aynı görüşte değil! Bu nasıl tümce, Başbakanlık’la Başbakan ters mi düşer, demeyin. Türkiye’de düşer. Erdoğan’ın bastırması üzerine, Başbakanlık itiraz dilekçesini başvurudan 5 gün sonra çekti. Sıra Dışişleri Bakanlığı’na geldi. Sızan haberlere göre Gül, itirazın geri çekilmemesi gerektiği görüşündeydi. Ancak Başbakanlık’tan Dışişleri’ne şu uyarı gitti: İtirazı geri çekip çekmeme tartışmasını bırakın. Geri çekilecek, bu siyasi bir karardır! Bunun üzerine Dışişleri Bakanlığı da itirazını geri çekti. Böylece bir AKP geleneği daha yaşandı: Devlet çıkarları bir tarafta, AKP çıkarları ön tarafta! ??? Gelinen noktada Türkiye’nin düşürüldüğü duruma bakalım: BM Güvenlik Konseyi bir karar almış. Belli başlı ülkelerin tümü buna uymuş ve gereğini yapmış. Türkiye de ilk aşamada yapmış, AKP ile birlikte yan çizmiş. Ülkenin Başbakanı, ‘‘BM ne derse desin, ben Yasin el Kadı’ya kefilim’’ demiş! Türkiye’nin terörle mücadelede en çok gündeme getirdiği, uluslararası toplantılarda dünya ülkelerini samimi olmaya çağırdığı durum şu: Terörle mücadele bir bütündür. Burada çifte standart olmamalıdır! Ne demek çifte standart? Türkiye’nin yüzüne gülüp terör örgütüne omuz vermek... Ya da Türkiye’nin terörist dediği örgütleri terörist saymamak! Şimdi bize bir ülke şunu söylese: Ey Türkiye; sen, PKK bir terör örgütü diyorsun, ama ben kefilim; bunların terörle hiç ilgisi yok. Sen silah çekmesen onlar da çekmeyecek. Üstelik onlar çok yardımsever insanlar. Her şeylerine kefilim! Buna ne yanıt vereceğiz? AKP hükümeti terörle mücadelede sefilleri ve kefilleri oynuyor! ankcum?cumhuriyet.com.tr ‘Ağlamayacağım’ Baştarafı 1. Sayfada cağını vurguladı. Acılı anne şunları söyledi: ‘‘Benim oğlum yatıp uyurken mi vuruldu? Çarpışmaya giderken vuruldu. Askere ‘dinsiz’ diyenler duysun. Yavrum oruçtu. Çarpışmaya oruçlu gitti. Askerler dinsiz değildir. 4 Eylül’de göreve başladı. 20 gün sonra öldü. 1 ay sonra doğum gününü kutlayacaktık. Oğlum toprakla evleniyor. Bugün ağlamayacağım, PKK’yi sevindirmeyeceğim. Askeri sevmeyenleri sevindirmeyeceğim. Bir Cengiz öldü, bin Cengiz yaşayacak.’’ Babası Nuri Evranos ve kardeşi Oğuz Evranos başsağlığı dileklerini kabul ederken, şehit teğmenin cenazesi ‘‘İmralı Apo’ya mezar olacak’’, ‘‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’’, ‘‘Kahrolsun PKK’’ sloganları eşliğinde, il garnizon mezarlığında toprağa verildi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear