Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
HAZİRAN CUMA dizi PARİS’TEN VEKİLLER MECLİS’TE NAMAZ KILMAK İÇİN DEĞİL ULUSUN TEMSİLCİLERİ OLARAK BULUNUYORLAR Egemenlik ulustadır B 4. ‘Ulus’un Egemenliği ve ‘Allah’ın Egemenliği ‘‘Çocuk Bayramı’’ dolayısıyla Başkanlık koltuğunda, askerlik yaşını ‘‘kaçırmış’’ ‘‘başı açık’’ bir midiçocuk temsil ediyor Meclis Başkanı’nı. ‘‘Ulusal Egemenlik Bayramı’’ dolayısıyla, Kemal Atatürk’ün ‘‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ özsözünü, Başbakan Erdoğan, “tabağın sevdiği postu yere vurması” gibi, yerden yere vuruyor: ‘‘Bir gün gelecek, duvarda değil, milletin kendisinde olacak egemenlik!’’ diyor. olduğunu, birbirinden farklı ya da karşıt kavramlar olduğunu bilmek de gerekiyor. Çünkü biri, duvardaki ‘‘ulus’’un egemenliğini, öteki ‘‘Allah’’ın egemenliğini amaçlıyor. ŞİRK OLARAK NİTELİYORLAR Tayyip’in, ‘‘milletin kendisinde olacak’’ dediği egemenlik, ulusal egemenlik değil, onun dinsel inancında ifadesini bulan İslami inancına göre ifade edilen egemenliktir. İslami inanca göre egemenlik ise ulusun değil, Allah’ındır. ‘‘Egemenlik Allah’ındır’’ inancında olanlar, egemenliğin halka/ulusa ait olduğunu öngören çağdaş siyasal anlayışı ‘‘şirk’’ olarak nitelerler. ‘‘Şirk’’ ise ‘‘günahların en büyüğü’’dür. Fenomen Segolene C 9 UĞUR HÜKÜM iri, cennetin yolunu politikaya döşüyor; öteki politikayı cehennemin ateşinde pişiriyor. Meclis’ten kokular geliyor. Doğal ki lavanta kokusu değil. Açıklamak da gerekiyor. Çünkü egemenlik, duvardaki egemenlik değildir. O nların kendilerine ulusun geçici olarak devrettiği egemenlik, duvarda, Kemal Atatürk’ün özsözünde açımlanan egemenliktir, yani ulusun kendisindeki egemenliktir. Ama onlar başka bir egemenliği alkışlıyorlar. T ayyip’in, ‘‘milletin kendisinde olacak’’ dediği egemenlik, ulusal egemenlik değil, onun dinsel inancında ifadesini bulan İslami inancına göre ifade edilen egemenliktir. İslami inanca göre egemenlik Allah’ındır. egolene Royal ‘Fransız‘‘S ların Kraliçesi’, ama henüz ‘Sosyalistlerin Kraliçesi’ olamadı...’’ Okuduğunuz ifade geçtiğimiz hafta bazı Paris radyolarında telaffuz edilince aklıma takıldı. Şu sıralar yaygın namıyla ‘‘Güzel Segolene’’ (Segolen okunabilir) gerçekten de son aylarda Fransızların gönlüne taht kurdu. Işıltılı bakışları, gök mavisi iri gözleri, geniş ve açık alnı, hafif kabarık elmacık kemikleri, uzun boynu, ince ve zarif endamı, klasik ve şık giyimi, mazbut yaşam tarzı, tatlısert söz ve davranışlarıyla Segolene tam bir ‘‘fenomen’’ olarak gündemimize oturdu... ??? 1953 doğumlu, asker baba ve kardeşli geleneksel bir ailede büyüyen, başta ENA (devlet adamı, nadiren de olsa devlet kadını da yetiştiren ünlü idari okul) olmak üzere Fransa’nın tüm ‘‘büyük okullar’’ının diplomalarıyla donanmış, Paris barosuna kayıtlı avukat ve 4 çocuk annesi Segolene Royal için, soyadının da verdiği doğal avantajla ‘‘devlet’’ başına, ‘‘iktidar’’ tahtına oturmak adeta ‘‘kaderin’’ kaçınılmaz uzantısı. Sanırız okurun çoğu biliyordur ama biz hoşgörülerine sığınıp tekrar edelim, ‘‘Royal’’ sıfatı Fransızcada kral ve kraliyete değin anlamına geliyor. Segolene, 1978’de üyesi olduğu Fransız Sosyalist Partisi’nin (PS) şimdilerde Ulusal Sekreterliği sorumluluğunu da taşıyor. ENA’daki sınıf arkadaşı, PS Birinci Sekreteri François Hollande çocuklarının babası ve başından beri hayat arkadaşı. Çeşitli sol hükümetlerde 4 kez bakanlık yapan, 1988’den beri DeuxSevres ili milletvekilliği, PoitouCharentes Bölge Kurulu başkanlığı ve çok sayıda başka sorumluluğu da birlikte götüren kişiliğin yasa tasarıları, makaleleri dışında, bizim bildiğimiz kendi imzasını taşıyan 6 kitabı var. Geçtiğimiz mayısta yayınlanan ‘‘Gelecek Tutkusu’’ başlıklı yeni kitabı da Segolene’nin yakın gelecekle ilgili projeleri hakkında ciddi bir fikir veriyor. Fransız tahtının son ‘‘kralı’’ diye nitelenen François Mitterrand’ın da ‘‘manevi kızı’’ diye anılan, görünürde başkanlık için ideal bir profile sahip Segolene gerçekten de modern toplumların ‘‘sultanı’’ denebilecek bir havayla ‘‘taht’’a yürüyor. Hem de sağın tek favori adayı, iktidar partisi UMP başkanı, otoriterpopüler İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin özel ve ayrıcalıklı ‘‘av sahaları’’nda avlanarak. Her ne kadar bu ‘‘av sahasının’’ tapusunun, bu konularda ‘‘avlanma’’ telif hakkının kendine ait olduğunu haykıran Nazi Vichy artığı, 77’lik ‘‘vatansever’’ bozması JeanMarie Le Pen olsa da, alan kimsenin tekelinde değil... Ancak iş Segolene’nin sağ cephe içinde ürküttüğü ‘‘develerle’’ kalsa bir nebze iyi, fakat ‘‘sultan’’, sosyalist soldaki ‘‘filleri’’ de öfkelendirmiş durumda. ‘‘Filler’’, Fransız siyasi edebiyatında belli bir çevrenin önde gelen, kodaman isimleri için kullanılan bir sıfattır. İlk turu muhtemelen 2007 nisanında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin aday adaylığı yarışmasında PS içerisinde şu anda resmileşmemiş 3 ciddi adaydan daha söz ediliyor: Laurent Fabius, Jack Lang, Dominique Strauss Kahn. Her biri eski bakan hatta başbakan olmuş bu ‘‘filler’’i öfkelendiren ‘‘av sahneleri’’, neyse ki yalnızca kendi kariyerleriyle ilgili değil... Segolene Royal son üç haftada epeyce ‘‘haşmetli’’ laflar etti. Üstüne üstlük Sarkozy yılansı bir mizahla 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla başkanlık koltuğunda, askerlik yaşını kaçırmış bir midi çocuk Meclis Başkanı’nı temsil ediyor. LAVANTA KOKUSU DEĞİL Kısacası biri, cennetin yolunu politikaya döşüyor; öteki politikayı cehennemin ateşinde pişiriyor. Meclis’ten kokular geliyor yani. Doğal ki lavanta kokusu değil. Açıklamak da gerekiyor: Çünkü, ‘‘gün gelecek, milletin kendisinde olacak’’ olan egemenlik, duvardaki egemenlik değildir. Yani duvarda ‘‘cansız’’ duran egemenliğin bir gün halkın içinde canlanacağı amacını içermiyor Tayyip’in sözleri. Genel oy ve çok partili parlamenter sistem, ulusun egemenliğinin gerçekleştirilmesinin ve yaşama geçirilmesinin araçlarıdır. Nasıl ki Büyük Millet Meclisi, egemenlik yetkisini, ulusun tek tek bireylerinin birleşen ve bütünleşen siyasal iradesinden alıyorsa, milletvekilleri de namaz kılıp oruç tutmak için değil, ulusun siyasal temsilcileri olarak bulunuyorlar Meclis’te. Onların kendilerine ulusun geçici olarak devrettiği egemenlik, duvarda, Kemal Atatürk’ün özsözünde açımlanan egemenliktir, yani ulusun kendisindeki egemenliktir. Ama onlar, bu egemenliği yadsıyan bir başka egemenliği alkışlamaktadır. Kuzuların sessizliğini bozan alkışlarıyla, onlar da ulusun kendilerine devrettiği ve bizzat yükümlendikleri ‘‘ulusal egemenlik günahından kurtulacakları o ‘‘bir gün’’ü bekliyorlarmış gibi! ANLAMLAR FARKLI Sorunun cahili kalmamak gerekiyor. Yani ‘‘duvar’’daki egemenlik ulusundur söylemindeki ‘‘egemenlik’’ kavramıyla, Recep Tayyip Erdoğan’ın milletin kendisinde olacak dediği ‘‘egemenlik’’in anlamlarının farklı Cumhuriyeti dinsel manada savunmak Tayyip Erdoğan, imamhatip öğrencisi olarak ‘‘günahların en büyüğü’’ olan, egemenliğin ulusun olduğu görüşüne karşıt olan ‘‘Egemenlik Allah’ındır!’’ inancında olabilir.Ama ulusun ona devrettiği yetki, anayasanın yurttaşlarına tanıdığı, anayasa ile belirlenen ve sınırlanan yetkidir. B aşbakan Erdoğan’ın, 1994’te, ‘‘Egemenlik Allah’ındır’’ inancını, 1994’te Ümraniye’de dile getirdiğini burada anımsatalım. Şöyle demişti Erdoğan: ‘‘... ‘Ben Müslümanım’ diyenin, bir de ‘aynı zamanda laikim’ demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslümanın yaratıcısı Allah, kesin hâkimiyet sahibidir. ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ koskoca bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.’’ Bu sözler, gene Erdoğan’ın 1994’te dile getirdiği ‘‘Elhamdülillah şeriatçıyız’’ sözlerinin başlık yapıldığı 17 Kasım 2005 günlü Cumhuriyet’te yinelendi. 17 Kasım 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Başbakan Erdoğan’ın ‘Elhamdülillah şeriatçıyız’ sözleri haber yapılmıştı. luluklara bağlı ve bağımlıdır. Çünkü onun, başlangıçta seçilmek için kullandığı istenç, milletvekili olarak edeceği yeminle belirlenmiş ve sınırlanmıştır. Siyasal erkin başı olarak o, anayasanın kendisine verdiği görevle görevlendirilmiş ve sorumluluklarla sınırlandırılmıştır. 5. ‘Seçilmiş Kişi’ ve ‘Şekil ve Resim Olan Cumhuriyet’ İlhan Selçuk, ‘‘Bülent Arınç vantrilok değil ama karnından konuşuyor’’ diyor ve ekliyor: Ama ‘‘muradını açıkça dile getiremiyor’’.(6) Tayyip Erdoğan’ın ise ‘‘Bir gün gelecek, milli egemenlik duvarda değil, milletin kendisinde olacak!’’ sözüne gönderme yaparak, onun da karnından konuştuğunu yazıyor ve ekliyor: ‘‘Ama dedikleri açık seçik.’’(7) TBMM Başkanı Bülenet Arınç ve Erdoğan’ın birbiri ardına yaptıkları açıklamalar, birbirlerinin ‘‘baş olmak’’ yarışına ve hırsına da bağlanıyor. ‘‘Baş olmak’’la, yaygın olarak, Çankaya’ya baş olmak duyumsatılıyorsa da, öyle anlaşılıyor ki olgular ve açıklamalar, yalnızca Çankaya’yı değil, ülke sınırlarını aşıyor. Bu nedenle de laiklik ilkesinin ‘‘tağşiş’’ edilerek, laik Cumhuriyetten dindar cumhuriyete ‘‘vites değiştirilerek’’ geçilmek istenmesinin arkasında gizlenen amacı bilmek gerekiyor. Tayyip’in partisi, genel seçmenin yüzde 25, oy veren seçmenin yüzde 34 oyuyla ve Meclis’te yüzde 70 sandalyeyle temsil edilmeye başlandığı zaman, Korkut Özal, bir televizyon konuşmasında, onun ‘‘seçilmiş kişi’’ olduğunu söylüyor; daha Başkan Bush’un ‘‘icazet’’ini almadan, yani seçilmeden önce, ‘‘O, seçilmiş kişidir’’ diyordu. SEÇİLMİŞ KİŞİ ‘‘Seçilmiş kişi’’ sözüyle, o kişinin Allah tarafından seçilmiş olduğunun dile getirildiğini belirtelim. Bu seçilmiş kişilerin her yüzyılda bir Kuran’ın yenileyicisi olarak görevlendirildiğine ve bunun, Kuran’ın ‘‘gaybi bilgileri’’ arasında bulunduğuna inanıldığını da ekleyelim. Bu ‘‘seçilmiş kişiler’’den biri olduğunu, Kuran’ın gaybi bilgileri arasında kendi kendine bulgulamış olan Saidi Nursi, ‘‘kendisinden sonra gelecek mübarek zat’’ın, yani ‘‘seçilmiş kişi’’nin, vazifeleri arasında, ‘‘şeriatı icra ve tatbik etmek’’ olduğunu, ‘‘hilafeti İslamiyeyi ittihadı İslama bina ederek İsevi ruhanileriyle ittifak edip dini İslama hizmet edeceğini’’ buyurmuştu!(8) Gene Saidi Nursi’nin 1923’te Ankara’da Meclis’te konuştuğunu hayal ettiği ‘‘hutbe’’sinde yazıldığı gibi, ‘‘devlet başkanı olacak zat dine bağlı olmalı’’ ve ‘‘âlemi İslamda yapılacak inkılaplar, İslamiyetin desatirine (kurallarına) uygun olmalı’’ydı. Bir başka deyişle, Saidi Nursi, İslami kurallara uymayan hükümetin gayrimeşru olacağı inancındaydı. Bir bakıma Kemal Atatürk dönemi hükümetlerini, Saidi Nursi, ‘‘gayrimeşru’’ olarak nitelemişti. Üstelik, ‘‘Meclis’in aynı zamanda hilafet görevi görmesi gerektiğini’’ söylemiş(9), ‘‘Şark’’ı akıl ve bilimin değil, din ve inancın ayağa kaldıracağını ileri sürmüştü. Şapka giymiş olmayı ve giydirmeyi ‘‘zındıklık’’ olarak nitelemiş, ‘‘şekil ve resim olan Cumhuriyet’’e karşı, ‘‘dindar manada cumhuriyeti’’ savunmuştu. Amerika Birleşik Devletleri’nin, yeni kurulan Müslüman devletleri okşadığını ve Müslümanlığı koruduğunu söylediği yerde, Hıristiyanlıkla Müslümanlığın birleşerek ateizme (ki laiklik her zaman bu kavram içinde algılatılmaya çalışılmıştır) karşı savaşmasını önermiş, bu görüşleri dolayısıyla Time’a konu olmuştu.(10) S Ü R E C E K ‘‘Bizim kulübe hoş geldin!’’, diyerek ‘‘Sultan’’a kendince iltifat (!) bile etti. Segolene, kendi cephesindeki karşıtlarına göre, ‘‘asayiş ve güvenlik için genç sabıkalılar veya suçlu adaylarına karşı önlemler’’ ve ‘‘haftalık 35 saat çalışma süresinin olumsuz etkileri’’ gibi konularda ‘‘oy avcılığı’’na çıkmıştı. ‘‘Sultan’’ gerçekten de sol dünya bakışıyla bağdaşmayacak bir söylemle, ‘‘zorunlu vatani görevin sona ermesine’’ hayıflanıp, ‘‘suç işleyen gençleri askeri bir çerçevede adam etmek, aileleri üzerinde baskı kurabilmek için çocuk paraları, aile yardımlarını kullanmak’’, gibi önlemlerden söz edince ‘‘filler’’ haklı olarak bozuldu. Bu yetişmezmiş gibi solun ‘‘tabu’’ konularından, ‘‘toplumsal kazanımlar’’ listesinde tarihi bir konumdaki ‘‘haftalık 35 saat çalışma süresine’’de giydirince ‘‘filler’’ de, sol da hepten küplere bindi. ‘‘Sarkozy ve Le Pen’in ‘batak’ av sahalarında ‘oy’ uğruna daha neremize kadar batacağız?’’, nidaları yükseldi. ??? Neyse ki evvelki salı günü toplanan PS Ulusal Bürosunun sunduğu, örgütün 75 bini yeni 200 bin üyesinin tartışmasına açılan ‘‘Değişimi Birlikte Başarmak’’ başlıklı, 2007 seçimleri için hazırlanan siyasi ‘‘proje’’ tepkileri biraz olsun dindirdi. Ay sonuna kadar öneriler ve eleştirilerle zenginleştirilecek projenin altında imzası olan ‘‘Sultan’’ adayı da son zamandaki söylevlerine nüans getirdi. ‘‘Ben solcuyum ama öncelikle sosyalistim. Parti tabanının vereceği kararı ortak ve tek adayımız savunacak ve uygulayacaktır’’, diye konuştu. Ancak bu arada Segolene’nin ‘‘egoistliği ve kariyerist hırsı’’ ile partiyi ‘‘sağa kaydırdığına’’ dair eleştiri, gözlem ve tanıklıklar ortalığı kapladı. Eski sosyalist ve saygıdeğer Milli Eğitim bakanlarından Claude Allegre, Le Parisien gazetesinde yayınlanan söyleşisinde , ‘‘Segolene, otoriterizm ve 35 saate ilişkin sözlerinde maalesef samimidir. Benim yanımda Temel Eğitim’den Sorumlu Devlet Sekreterliği görevini yürütürken sürekli tez canlı ve sert davranırdı. Örneğin, herhangi bir öğretmene yönelik bir ihbar veya suçlama geldiğinde soruşturma filan beklemeden öğretmenleri cezalandırmak isterdi. Baskı yöntemlerinden medet umardı. Sol, ceza ve baskıyla değil sevgi, anlayış ve eğitimle mücadelesini sürdürmelidir...’’ Sosyalist partisinin ‘‘kraliçe’’ adaylığı için kasım ayında toplanacak parti kurultayını beklemek zorunda olan Segolene, Fransa’nın gündemine tam bir sosyal, politik ve medyatik fenomen olarak yerleşti. Kişiliğin konumunu galiba en iyi Daniel CohnBendit tanımlıyor: ‘‘Günümüz Solu’nda toplumu toparlayan ve siyasi hayata katabilen pek adam yok. (Hele hele Fransa’da.) Katılımcı demokrasi, yalnızca devletçi olmayan, çevreci ve kalıcı kalkınma yöntemleri doğrultusundaki açılımlarını destekliyorum. Fakat otoriter solcu Segolene’le hemfikir olmam olanaksız. Ne var ki, Fransa’da ‘Sarkozy’ ve ‘sağ’ ile baş edebilecek tek kişi odur. Kamuoyu yoklamalarında yüzde 2’yi bile bulamayan ‘Yeşiller’ birleştirici bir aday çıkartamazsa oyum, şartlı da olsa Segolene’edir...’’ ugur.hukum?gmail.com ANAYASANIN VERDİĞİ GÖREV Tayyip Erdoğan, imam hatip öğrencisi olarak ‘‘günahların en büyüğü’’ olan, egemenliğin halkın/ulusun olduğu görüşüne karşıt olan ‘‘Egemenlik Allah’ındır!’’ inancında olabilir. İmam kimliği ve anlayışıyla ‘‘duvar’’daki egemenliğin, bir ‘‘şirk’’, ‘‘büyük bir günah’’ olduğu inancını taşıyabilir. Ama ulusun/milletin ona devrettiği yetki, anayasanın yurttaşlarına tanıdığı, anayasa ile belirlenen ve sınırlanan yetkidir. İnançlarına göre değil, ‘‘milletvekili’’ olarak, ‘‘başbakan’’ olarak, anayasanın belirlediği ve sınırladığı siyasal görev ve sorum Kızılay’ın Haber Merkezi Türkiye Kızılay Derneği’nin kuruluşunun 138. kuruluş yıldönümü nedeniyle önceki akşam Grand Cevahir Otel’de bir yemek düzenlendi. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu gecede yaptığı konuşmada, ‘‘Din, ırk, mezhep, renk farkı gözetmeksizin Kızılay sadece Türk devletinin, Türk milletinin bir kurumu olarak değil, insanlık âleminin bir kurumu olarak çok iyi bir imtihan vermiştir’’ dedi. Türkiye Kızılay Derneği Genel Başkanı Tekin Küçükali, hedeflerinin, Türk Kızılayı’nı dünyanın en büyük yardım kuruluşu haline getirmek olduğunu söyledi. Küçükali, önümüzdeki dönemde yeni kurum yılı kutlandı sal kaynak yönetimi programıyla bu dönemde Kızılay’a bağışta bulunanların, bağışlarının nerede ve ne şekilde kullanıldığını bilgisayar ortamında takip edebileceklerini anlattı. Sanatçı Ekrem Ataer’in sunduğu gecede, Kızılay’ın üst düzey yetkililerinden çaycısına kadar bir ayda çalışarak hazırlanan Kızılay korosu, Türk sanat müziği eserlerinden oluşan bir dinleti sundu. Güngören Tercüman Koleji öğrencilerinin vurmalı sazlar gösterisi sunduğu gecede Pakistan’daki psikososyal merkezinde tedavi gören 10 çocuk mini konser verdi. Gece Nalan Altınörs’ün programıyla sona erdi.