23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 TOBB BAŞKANI RİFAT HİSARCIKLIOĞLU: C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER HAZİRAN CUMA ‘En büyük reform tarımdır’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu)TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, tarımın siyasetin ilgi alanı olmaktan çıkartılmasını isteyerek, "Tarımda popülist yaklaşım başka hiçbir alandakine benzemez. Reel bir yaklaşımla ve rasyonel çözümlerle çiftçi buluşturulmalı ve belirlenen asgari üretim skalası bozulmamalı. Oy ve gelecek kaygısı ile çiftçiyi, gerçeklerden uzaklaştırmaya son vermeliyiz" dedi. en büyük değişimi, tarımda yaşayacağız. En büyük reform ihtiyacı da tarımdadır" görüşünü savundu. Hisarcıklıoğlu, şunları söyledi: "AB sürecinde aşamalı olarak uygulamaya sokulacak, 30 bin sayfalık tarım müktesebatı, sektörde üretim, pazarlama ve devlet desteği konusundaki işleyişi tepeden tırnağa değiştirecektir. Tarımda yeniden yapılandırmayı başarırsak, tarım sektörümüz bu süreçten, hem AB ve dünya ekonomisiyle bütünleşmiş, hem de modernleşmiş olarak çıkacaktır. Tarımdaki sorunumuzu üç başlık altına topluyoruz; istihdam fazlası, arazilerin aşırı parçalanması ve düşük verim. AB'de nüfusun yüzde 5'i tarımda istihdam ediliyor, Türkiye'de yüzde 35'i. Buna karşılık milli gelir içindeki payı bizde yüzde 12 iken, AB ortalaması yüzde 2’dir. Ekonominin modernleşmesiyle birlikte, milyonlarca insanı, tarımdan, sanayi ve hizmet sektörlerine aktarmak zorundayız. Zaten şimdiden, yılda yaklaşık 1 milyon kişi, tarımdan çıkıyor. Halen istihdam içinde tarımda çalışanların yüzde 32 olan oranının, 2014'te yüzde 25'e, Cumhuriyetin 100. yılında ise yüzde 18'e gerilemesi kaçınılmazdır. ‘TARLADAN SOFRAYA’ Öte yandan, AB'de dekar başına verim, ürün türüne göre değişmekle birlikte, Türkiye'nin çok üzerinde. Mesela tahıl’da, işletme başına üretim, AB'de 104 ton, Türkiye'de 15 ton. Dekar başına verim AB'de 600 kilo, Türkiye'de 250 kilo. AB'de tarım işletmelerinin sayısı 13 milyon dolayındayken, Türkiye'de 3 milyon civarında. Üstelik, 3 milyon tarım işletmesinden sadece 175 bini AB ortalaması olan 200 dekarın üstünde. Yani, tarımsal işletmelerin yalnızca yüzde 5'i AB ile rekabet edebilecek büyüklüğe sahip. Bu tablonun en önemli nedeni, miras veya intikal yoluyla, tarım arazilerinin bölünmesidir. Geçen yıl yürürlüğe giren, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, bu olumsuz gelişmeyi önleyecek, önemli bir ilk adımdır. Bu kanun, toprağın, ‘yeterli büyüklüğün’ altına inmesini önlemek için, mirasla parçalamanın durdurulmasını öngörmekte ve gönüllülük temelinde, ‘arazi toplulaştırması’nı özendirmektedir. Önümüzdeki bu değişim sürecinde, üretimini kayıt altına alan kazanacaktır. AB'nin tarımsal üretimi, ‘tarladan sofraya’ kayıt altına alma sistemi, üreticiye büyük sorumluluk yükleyecektir. Devletin ve AB'nin destek ödemelerinden, yalnız kayıt altına giren çiftçiler yararlanacaktır. Ortaklık kurmayı başaran, büyük tarım işletmelerine dönüşerek, ölçek ekonomisini gerçekleştirenler, değişim sürecinden daha az zarar görecektir. Sözleşmeli üretimin ağırlığı artacaktır. Sözleşmeli çiftçilik sistemi, üreticiyi hem ülke ekonomisi ile bütünleştirecek, hem de bağımsızlığını büyük ölçüde korumasına imkan verecektir. Öte yandan, AB üyesi ülkelerde, tarımla uğraşanların yarısı, 55 yaşının üstündedir. Genç nüfus, tarıma ilgi göstermemektedir. Bu durumda 2010 yılından sonra AB, Türkiye'den deneyimli tarım işçisi de isteyebilir." Önümüzdeki dönemde, tarımda yeni fırsatlarla karşılaşılacağına değinen TOBB Başkanı, "Bu dönemde, ‘küçük olsun benim olsun’ yaklaşımını, tarımda da terk etmemiz gerekiyor. Devletten destekleme beklemek yerine, pazarın verdiği sinyallere daha fazla önem verenler, buna göre hareket edenler kazançlı çıkacaktır. Mısır ve nar, bu konudaki iki çarpıcı örnektir" diye konuştu. Hisarcıklıoğlu, şöyle devam etti: "AB standartlarına ve mevzuatına uyum için erken davranan rahat edecek ve ihracatını artıracaktır. Tarımsal işletmeleri bundan böyle, bir fabrikayı yönetir gibi akılcı ve disiplinli bir şekilde yönetmek gerekecektir. Pazarlama ve markalaşma tarımda da önemli olacak. Titiz tüketiciler bir süre sonra portakal veya domates alırken bile, belirli markaları arayacaktır. Yenilikçilik ve ürün farklılaştırılması, yerel ürünleri ve tatları canlandırmak, tarımın AB piyasasına uyumunu kolaylaştıracaktır. TEKNOLOJİ KULLANIMI ARTSIN Türkiye; AB ülkelerinin tamamını besleyebilecek bir tarımsal potansiyele sahip. Yeter ki teknoloji kullanımı artsın ve köylülükle üreticilik ayırt edilsin. Tarım siyasetin ilgi alanı olmaktan çıkartılmalıdır. Tarım da popülist yaklaşım başka hiçbir alandakine benzemez. Reel bir yaklaşımla ve rasyonel çözümlerle çiftçi buluşturulmalı ve belirlenen asgari üretim skalası bozulmamalı. Oy ve gelecek kaygısı ile çiftçiyi, gerçeklerden uzaklaştırmaya son vermeliyiz. Türkiye bazı zorlukları da göze alarak, tarımda bölgesel üretim planlarını, mutlak surette yapmalı ve uygulamalı. Sararmış Fotoğraflar atılan DESAN işçileri, Limterİş Sendikası yöneticileri tutuklanmazlardı, değil mi? İşte sendikaya üye oldukları için işten atılan, kapı önünde direniş yapmaya çalışan çaresiz işçilerin işyerlerinin son dökümü: Ekstra Metal, Has Alüminyum, Miko Yap, Tabosa, CUAS, Güzel İzmir, Numaş, Mensa, Metneka, İnteks Tekstil, Dedeman, Hilton, Etap, DİTAŞ... Aylar süren küçük küçük grevler de gündem dışında. Sendikal hakları unutun, kutsanan serbest piyasa düzeninin rekabet eksenli politikalarında, işsizlik tehdidiyle işçi üzerinde estirilen terör ortamında, işçinin yasal haklarını istemesi bile suçtan sayılıyor. Eski iş yasasının kazanılmış haklarını budamış, 4857 sayılı İş Yasası hükümleri hemen hemen hiçbir iş yerinde uygulanmıyor. Esnek çalışma hükümleri yasaya karşı hile yöntemleri geçerli: Fazla mesaisiz sabit ücretle, işçiler kölelik düzeninde, yasanın çok üstünde sürelerde çalıştırılıyorlar. Erdoğan hükümetine bu kölelik düzeninde çalıştırma da yetmiyor olmalı ki... Başbakan Erdoğan ıkınıp sıkılmadan, kitlelerin önünde yaptığı açıklamalarda, kamuda bundan böyle sözleşmeli işçi çalıştırma kararlarıyla övünüyor. Tepki vermek kimsenin aklından geçmiyor. Oysa sözleşmeli çalıştırma, emekçinin ne kamu işçisi (memur) ne de 4857 sayılı İş Yasası kapsamında işçi olarak çalıştırılmaması anlamına geliyor. Böyle olduğu için Türkiye 1980’lerden bu yana ILO’da kâğıt üstünde hesap veriyor. Yasalardan kaçma yolu olan sözleşmeli çalıştırmayı ILO’da hükümetlerimiz, ‘‘zorunlu, geçici, özel, sınırlı uygulama’’ olarak savunmaya kalkışıyorlar. Oysa Başbakan Erdoğan hükümetinin icraatlarında bu yasadan kaçış yöntemi partizanca, keyfi, yasaya karşı hile, çoğunluk uygulaması haline getirildi. Yetmemiş, Erdoğan hükümeti 4857’den bir kaçış yolu daha bulmak üzere yeni bir yasa tasarısı hazırlamış. Kamuda ihale yöntemiyle yapılan, genel uygulamaya dönüşmüş işlerde, taşeron eliyle çalıştırılanların tümden bu yasalar dışında kalmalarını sağlamayı öngörmüş. Hatta taşarona verilecek işlerde çalışan kamu işçilerinin iş güvencesini de kaldırmayı içeriyor. Haberi olan, ilgilenenler var mı? Türkİş nerede? Sahi ILO’da, Ankara’da ne iş yaparlar?.. soner@cumhuriyet.com.tr K HİSARCIKLIOĞLU: Önümüzde büyük bir AB pazarı var. Topraklarımız AB’ninkinden daha verimli ve az hırpalanmış. Öyleyse bunu değerlendirmek zorundayız. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Türkiye Ziraat Odaları Birliği tarafından düzenlenen "Türkiye AB Entegrasyonunda Tarım" konulu uluslararası konferansa katıldı. Toplantıda bir konuşma yapan Hisarcıklıoğlu, "AB katılım sürecinde, tarım sektöründe, bizleri zor ama gerekli bir değişim bekliyor. AB müzakerelerinde en önemli, ‘Köylü ile çiftçiyi ayırmanın zamanı gelmiştir’ b ir önceki yıl para eden ürünü herkesin ekmesi, ürün planlaması ile engellenmeli. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin artık bir balıkçılık politikası da olmak zorunda. Türkiye; turizm mi olsun yoksa balık mı üretilsin, ilkokul münazaralarına konu olacak tartışmalardan kurtulmalıdır. Zira bunların hepsi gerekiyor. Diğer taraftan, elbette dünyanın her yerinde olduğu gibi tarım sübvanse edilmeli. Çünkü tarım, belki katma değeri çok düşük, ama gerekliliği çok yüksek bir üretim alanıdır. Bugün AB bütçesinin yüzde 40’ı, tarım sübvansiyonlarına gidiyor. AB genelindeki tarım desteği sonucunda, tarım ürünleri, dünya fiyatlarının yüzde 30 üzerindedir. Kısacası sübvansiyonlar dünyanın her yerinde böyledir. Ama bunu istismara açık bir hale getirmemek gerekir. Yani herkes şunu bilmeli ki; daha iyi bir yaşam için tarım desteklenmeli ama bu destek, esas emeğinde üzerine geçmemelidir. Artık köylü ile çiftçiyi ayırmanın zamanı gelmiştir. Doğru tanımlar yapılsın ve köyde oturanla, çiftçilik yapan ve tarımsal üretimi gerçekleştiren, aynı kabul edilmesin. Bu kadar yanlış bir rakamsal değer üzerinden, politika üretilemez. Yanlış sonuçlar doğurur ve bugünde öyle olmaktadır. Bu konu sadece bize mahsus da değil. AB ülkelerinde zamanında böyleydi. Mesela Polonya bu konuda çok enteresan bir çözüm buldu. Küçük tarla sahipleri olan yaşlı insanların tarlaları, tarımsal üretim yapmak isteyen tarımsal işletmelere kiralandı veya satıldı. Elde edilen gelirle de, bu insanlar köydeki evlerinde, düzgün bir hayat yaşayabilecek emekliliğe kavuşturuldular. Tarlaları büyütenler de, gerçek çiftçilik yaparak, gelirlerini artırdılar ve yoksulluk köylerden kalkmaya başladı. Bizde de sanırım, böyle bir formül gerekecek. Ama öncelikle, kim çiftçi, kim köylü, kim tarımsal üretim yapıyor, bunun tespiti yapılmalı. Bunları gerçekleştirdiğimiz takdirde, tarım sektörü 10 yıl içinde hızla gelişecek ve artık kimse bu sektörü, AB yolunda ekonominin sırtında bir yük olarak görmeyecektir. Bu noktada, olumlu gelişmeleri de belirtmemiz, gerekiyor. Tarım sektörünün yaptığı toplam üretim, 2000 yılından bu yana ilk kez, kamu faiz ödemelerinin üzerine çıkmıştır. 1990 yılında, tarım üretiminin yüzde 20’si kadar faiz ödemesi yapılıyordu. Bu oran, 1994 yılında yüzde 50’ye, 1999’da yüzde 90’a ulaştı. 2000 yılından başlayarak faiz ödemelerinin toplam tutarı, Türkiye'nin toplam tarım üretimi değerinin üzerine çıktı. 2001 krizinde ise neredeyse ikiye katlandı. 2005 yılında ise tarım sektörünün yaptığı üretim 54 milyar ytl ile, beş yıl aradan sonra ilk kez 46 milyar ytl’lik faiz ödemelerini geçti. Diğer taraftan, Tarım kanunu’nun çıkmasını da, önemli bir adım olarak görüyoruz. imi günlük haberler öylesine iğreti, üzerinde durulmadan, anlamı algılanamadan verilip geçiştiriliyorlar ki... Sararmış fotoğraflar gibi antika, hüzün veren, bir buruk gülümseme duygusu uyandırıyorlar.. Haziran ayı geldi mi, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Genel Kurulu gündemli ne kadar çok, birinci sayfada önemli yer alan haberimiz olurdu. 25 yıldır, umursamazlığımız ötesinde değişen hiçbir şey yok gibi. Yine Türkiye demokrasinin olmazsa olmazı sendikal hakların gaspı, ev ödevini yapmaması nedeniyle ILO gündeminde. Yine Türkiye hükümeti, 12 Eylül’le gelen anayasal ve yasalarla yasaklı düzeni değiştirmemenin, işçinin sendikal hak ve özgürlüklerinin gereklerini yerine getirmemenin ayıplarını kapatmada aynı ucuz oyunu sahneliyor... Sendikal hak ve özgürlüklere ilişkin imzalamış olduğu ILO sözleşmelerinin gereklerini yerine getirmemiş olmasını, yasa taslakları ile kapatmaya çalışıyor. Yıllardır hazırlanıp hazırlanıp Meclis’ten geçirilmemiş, birbiriyle çelişkili sayısız yasa taslağı arasından en uygun düşenlerin metinleriyle bu genel kurulu da atlatmayı hedefliyor. DİSK Genel Başkanı’nın ILO Ankara Merkezi önünde bir protestosu ve basın toplantısı vardı. ILO’yu değil, Türk hükümetinin bu ucuz kandırmacalı tutumunu protesto etmek üzere ILO Genel Kurulu’na katılmama kararı almışlardı. Süleyman Çelebi, sendikal örgütlülüğün, grev hakkının önündeki engellerin kaldırılmaması, hâlâ 12 Eylül yasaklı düzenin yürürlükte olması ayıbını anımsatarak Erdoğan hükümetinden bir an önce gereken yasaların çıkarılmasını istedi. Haberin ciddiye alınmaması, algılanmaması, çalışanların sendikal hakları üzerinde nasıl bir erozyonun yaşandığının belgesi. ??? Olayın polisiye boyutu ağır bastığı için, Tuzla’da tersane işçilerinin gemiyi işgal eylemi haber oldu. Polis tarafından yaka paça, dayakla dışarı çıkarıldılar, gözaltına alındılar. Oysa sadece ve sadece aylarca ödenmeyen ücret, kazanılmış hak alacaklarını istiyorlardı. Anayasaya, yasalara göre, ücretsiz, angarya çalıştırmak büyük suç. Angarya, ücretsiz çalıştırmaya karşı hak arama, hukukun tepetaklak olmasıyla fiilen daha büyük suç oluyor demek ki... Yoksa örgütlenme hakları için direnen, direndikleri için de işten DEV TÜRK ŞİRKETİ FRANSA’YI FETHETMEK İSTİYOR Avrupa’dan Arçelik’e övgü Ekonomi Servisi Fransa’nın önde gelen ekonomi gazetelerinden Les Echos, Arçelik AŞ’nin performansına geniş yer verdiği haberinde, ‘‘Dev Türk şirketi Arçelik, beyaz eşyada Fransa pazarını fethetmek istiyor’’ yorumunu yaptı. Les Echos, Arçelik’in uluslararası markası Beko’nun Fransa’da büyük rağbet gördüğünü belirtti. Haberde, son iki yıldır Beko markasının gerçekleştirdiği yatırımlarıyla oldukça rekabetçi olan Fransız beyaz eşya pazarında kimliğini güçlendirmeye başladığına dikkat çekildi. Gazete, şirketin Beko markasıyla İngiltere’de buzdolabı pazarında 2005’te birinci sırayı aldığına dikkat çekerek ‘‘Dünyanın 106 ülkesinde satışını sürdüren Arçelik AŞ, beyaz eşyada, 3.1 milyar Euro’luk satışıyla hızla yeni bölgelere yayılmaya devam ediyor. Son olarak işçilik giderlerinin düşük olduğu Çin’de de fabrika kurmayı planlayan Arçelik, bu sayede Amerikan pazarına da girmeyi hedefliyor’’ yorumunu yaptı. Haberde, Arçelik’in son 5 yılda satışlarını iki kattan fazla arttırdığına dikkat çekildi. ÜLKENİN KASASINDA MİLYAR DOLAR SOKAKLARINDA MİLYON YOKSUL VAR Petrol zengini Rusya’daki çarpıklık Ekonomi Servisi Petrol gelirleri ile kasası dolup taşan Rusya’da milyonlar yoksulluk sınırının altında yaşıyor. İnternetten yayın yapan Turkrus.com sitesinin haberine göre, aylık minimum yasal ücretin 1100 ruble (yaklaşık 40 dolar) olduğu, ortalama aylık gelirin ise 300 doları aştığı Rusya’da varlık ile yokluk kol kola. Birleşmiş Milletler (BM) istatistiklerine göre Rusya’da nüfusun yüzde 18’i, yani 30 milyon kişi yoksulluk sınırının altında, açlık tehdidi altında hayatını sürdürüyor. Merkez Bankası’nın istatistikleri ise Rusya’nın döviz ve altın rezervlerinin 247 milyar dolara ulaştığını gösteriyor. 247 milyar dolarlık rezervin yanında, istikrar fonunda biriken 72 milyar dolar da Rusya için bir başka güvence unsuru. Ancak bu zenginlik, 147 milyonluk nüfusa dağıtılamıyor. Bunda en büyük etken, harcamaların artması durumunda enflasyonun fırlayacağı korkusu. Sonuç olarak Rusya, şu an dünyanın altın ve döviz rezervleri açısından en zengin dördüncü ülkesi olmasına rağmen, 30 milyon vatandaşının yoksulluk sınırında yaşamasını engelleyemiyor. Rusya’nın dünya ekonomisi içinde henüz fazla bir ağırlığı olmaması da Çelişkiler ülkesinde başarılı bir Türk Ekonomi Servisi 1989 yılında Rusya’ya ENKA şantiyelerinden birinde çalışmak üzere giden Türk işçisi Kadir Aşan, Avrupa’nın en büyük otomobil lastiği ve aksesuvarları zincirlerinden Premio’nun Moskova’daki bayilerinden biri oldu. İnternetten yayın yapan Turkrus.com sitesi, 90’ların başında otomobil yedek parçası ve lastik satan bir Türk gencinin başarı öyküsüne yer verdi. Aşan’ın başarısı, dünyanın en büyük lastik üreticisi firmalarından Good Year tarafından bayilerine ‘‘örnek olay’’ olarak tanıtıldı. Aşan’ın mağazasının açılışına Premio ve Good Year’ın Rusya’daki üst düzey yöneticileri de katıldı. dikkat çekici. Örneğin dünya ekonomisinde ABD’nin payı yüzde 30.8 iken Rusya’nın payı sadece 1.2. Bunun en önemli nedeni de Rusya’nın üreten, artı değer yaratan bir ekonomi değil, petrolgaz gibi doğal kaynakların satışına dayanan bir ekonomi olmaya devam etmesi. Uykusuz Japonlar verimi düşürüyor Ekonomi Servisi Japonya’da yapılan bir araştırma, Japonların uykuya yeterli zamanı ayırmadığını, bu durumun ülke ekonomisini milyarlarca dolar zarara soktuğunu ortaya koydu. Nihon Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre, uykusuzluk nedeniyle meydana gelen verim kaybının yıllık maliyeti 30 milyar dolar. Araştırmayı yürüten Nihon Tıp Fakültesi Nöropsikiyatri Bölüm Başkanı Makoto Uchiyama, ‘‘İşverene uykulu olduğunu söylemek zordur. Ancak sorunu görmezden gelmek uzun vadede önemli kayıplara yol açabilir’’ diye konuştu. Uchiyama, sorunun sadece Japonya’ya özgü olmadığını, tüm ülkelerde benzeri problemler yaşandığını da sözlerine ekledi. Yeni zenginlerin mantar gibi türediği Rusya’da bir taraftan da yoksulluk her geçen gün artıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear