22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

14 YAZARIN KİTABI YAYIMLANDIĞINDA ALMAN EDEBİYATINDA DEPREM ETKİSİ YARATTI C A kültür/sanat KULE CANBAZI SUNAY AKIN 7 NİSAN 2006 CUMA Zaimoğlu ve yeni romanı ‘Leyla’ HÜSEYİN MOR rgo bir yeraltı dilidir. Belki de dilin en yaşayan yanıdır. Kendini topluma yabancı hisseden altkültür gruplarının, resmi dile karşı yarattıkları kendi kodlamalarını taşıyan özel bir dildir argo. Dilin genişlemesi, esnemesi ve zenginleşmesidir. Dilin gelişmesi için gerekli soyutlamalar; edebiyat ve felsefe kadar önemlidir. Argo’daki soyutlama dilin zenginleşmesi ve yasayan bir dil olması bakımından felsefe edebiyat kadar önemlidir. Argo’su olmayan bir dil yeraltı ırmaklarını kaybetmiş bir deniz gibidir. Feridun Zaimoğlu’nun ‘‘Kanak Sprak’’ kitabı yayımlandığı yılda bir ‘‘kült’’ olarak edebiyat dünyasında yerini aldı. Alman edebiyatı ve edebiyat eleştirmenlerinde bir deprem etkisi yarattı. Yepyeni bir Almanca ile hiç kimsenin beklemediği göçmen kuşağı, Alman edebiyat sahnesindeki yerini alıyordu. Dilin içerdiği şiddete rağmen alttan alta akan bir insan sevgisi okuyucuları olduğu kadar edebiyat eleştirmenlerini de sarstı. Feridun Zaimoğlu, Kiel’de yasayan ve toplum dışına itilmiş gençlerle yaptığı görüşmelerden yola çıkarak onların öykülerini anlatır Kanak Sprak’ta. İkinci ve üçüncü kuşaktan gençlerin kendi aralarında yarattıkları Türkçe ve Almanca karışımı bu argo, Kanak Sprak’ı, edebiyat dünyasına kazandırdı. Feridun Zaimoğlu’nun belki tesadüfen keşfettiği Kanak Sprak dili, Alman edebiyat dilinin sınırlarını zorladı. Oyuncak Bir Tava... li insan, arkeolog Musa Baran’ın oyuncak konusunda pirimiz olan Prof. Bekir Onur’a söylediği şu sözler geliyor aklıma:‘‘Kız çocukların oyuncakları yok değil, ama çok az. Bebek, beşik gibi. Kızlar tam oyuncak yapabilecek çağa geliyor, artık büyüdü diye oynamayı yasaklıyorlar. Oyuncaktan yoksun kalıyorlar ama, oyun çeşidi çoktur kızlarda. Gece ocak başında oynanan oyunlar gibi. Ama oyuncakları az kızların.’’ Yemek masası, tabağı, tenceresi, ocağı, yani tüm eşyalarıyla birlikte oyuncak mutfakların ortaya çıkışı bebek evleri sayesinde olmuştur. Avrupa’da zengin evlerinde görülen bu tür oyuncaklar oynamaktan çok, seyretmek için yapılmışlardır. Gerçek bir evin modeli olarak yapılan bebek evlerinin odaları zaman içinde bütünden koparlar ve kendi başlarına oyuncakçı dükkânlarındaki yerlerini alırlar: Oyuncak yatak odası, banyo, mutfak... İstanbul Oyuncak Müzesi’ndeki en eski mutfak 1910’lu yıllarda Almanya’da yapılan bir oyuncaktır. Viyana Oyuncak Müzesi’nden satın aldığım bu oyuncakta o yılların mutfak anlayışı açıkça sergilenmektedir. Evet, Viyana Oyuncak Müzesi’nin bir bölümünde antika, eski oyuncaklar da satılmaktadır! Almanya’nın Nürnberg kentindeki bir antikacıda bulduğum oyuncak mutfak ise 1930’lu yılların ürünü. Duvarında Nürnberg’in bir resminin de asılı olduğu mutfakta oyuncak bir bebek de bulunuyor. Oyuncak mutfak, oyuncak bebekten ayrı değildir; birçok müzede birlikte sergilenmektedirler. TENEKE OYUNCAKLAR 1920’li yıllarda Amerika’da yapılan oyuncak ev odaları arasında mutfak da vardır. Tenekeden yapılan bu oyuncak mutfak, yatak odası ve oturma odasıyla birlikte İstanbul Oyuncak Müzesi’nde sergileniyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan oyuncak mutfaklarda tasarımın oldukça değiştiğini görürüz. Mutfak dolapları, tezgâh o yılların izlerini taşımaktadır. Bu yılların oyuncak mutfaklarında bir de yenilik çıkar karşımıza: Buzdolabı!.. Savaştan yenik ayrılsalar da, 1950’li ve 60’lı yılların oyuncaklarına imzasını atan Japonlar, oyuncak buzdolabı da yapmışlardır. Teneke oyuncakların en önemli özelliği, üstlerinde taşıdıkları resimlerdir. Oyuncak buzdolabında bu konunun en güzel örneği görülür... Sonra, 1980’de teneke yasaklandı, oyuncakta resim öldü. Özdemir Asaf şu soruları sorar bir şiirinde: Oyuncak bir musluk gördünüz mü? Ben çok çok oyuncak askerler gördüm Oyuncak bir tava gördünüz mü? Oyuncak ben tanklar, tüfekler gördüm... Oysa, oyuncak musluk da vardır, oyuncak tava da!.. Şairimizin bunları görmemesini normal karşılamalıyız. Çünkü, oyuncak mutfak eşyaları konusunda, oyuncağın diğer türlerinde olduğu gibi yeterli zenginliğe sahip değiliz. Yerli oyuncak üretiminde mutfak eşyaları oyuncak silahların yanında yok denilecek kadar azdır. Oyuncak silahı, kamyonu bol üreten bir toplumuz biz. Musa Baran hocamızın sözlerini bir kez daha anımsayalım! A lman edebiyatı ve edebiyat eleştirmenlerinde bir deprem etkisi yaratan Feridun Zaimoğlu’nun ‘‘Kanak Sprak’’ kitabı yayımlandığı yılda bir ‘‘kült’’ olarak edebiyat dünyasında yerini aldı. Zaimoğlu Almanya’nın en önemli yayın organlarının sürekli yazarları arasına girmiş, ‘‘Die Zeit’’, ‘‘Der Spiegel’’, ‘‘Frankfurter Rundschau’’ ile müzik ve kültür dergisi ‘‘Spex’’te yazı, deneme ve polemikleri yayınlamış. bir kasaba, otoriter bir baba, yedi kişilik bir aile ve bize hikayeyi anlatan küçük kız Leyla. Beş kardeşin en küçüğü Leyla’nın tek bir arzusu var; baskıcı, dini kuralların izin verdiği ölçüde yaşanan bu yoksul hayatın dünyasından kaçmak. Demiryollarında memur olan baba işini kaybedince yasadışı yollara başvurur ve yoksulluk çekilmez hale gelir. Kardeşler zorba babaya isyan ederler, herkes kendi yoluna gider. Aile İstanbul’a göçer. Leyla İstanbul’da bir erkekle tanışır, fakat Türkiye’de bir gelecekleri olmadığını anlarlar. Zaimoğlu, Leyla’da yine göçün izini sürer, bir ailenin dağılışını, bir başka dünyaya göçünü şiirsel bir dille anlatırken bir genç kızın büyüme acısını duyar. Romanda anlatılanlar büyük bir göçün habercisi gibidir. Leyla, yönünü Almanya’ya döner ve roman burada biter. BİR AİLENİN DESTANI: LEYLA Leyla, büyük bir ailenin destanıdır. Çöken ve dağılan bir aile. Leyla’nın Almanya yolculuğu ile son bulan romanın devamı gelecek gibi. Feridun Zaimoğlu, romanı tam göç hikayesinin başladığı yerde bitirir. Okuyucuya Leyla’nın Almanya’da yaşayacaklarını da okumak isteyeceği bir tatta, göçün hikayesini merak ettirecek tarzda biten roman, Leyla’nın Almanya macerasının devamı yazılacak gibi ucunu açık bırakır. Yazdığı ilk kitapla büyük ilgi gören ve dahası kült olan yazarların, olmazsa olmaz bir yazgısı vardır. Yazdığı diğer kitaplarla hep bu ilk kitabın gölgesinden kurtulmak için büyük çaba gösterirler. Bir atımlık barutları olmadığını kanıtlamak için yeni kitaplar yazarlar. Feridun Zaimoğlu da bu olgudan kaçınamadı. Her yeni yazdığı kitap Kanak Sprak ile anılmaya başladı. ‘‘Liebesmale, scharlachrot’’ ve ‘‘German Amok’’ romanlarında da hep bu önyargı ile karşılaştı. Feridun Zaimoğlu Alman edebiyat eleştirmenleri ve egemen edebiyat çevrelerinin kendisine bahşettiği yeri kabul etmeyerek, iyi bir romancı olduğunu kanıtladı. Almanya’da yayımlanan dergilere polemik ve denemeler yazarak, kendini ve yazdıklarını savundu. İyi bir romancı olduğu kadar çok iyi bir polemik ve deneme yazarı olduğunu gösterdi. Y “EZİLENLERİN TÜRKÜCÜSÜ” İlk sarsıntıyı atlatan edebiyat eleştirmenleri Feridun Zaimoğlu’nu ‘‘yeni bir dil yaratıcısı’’ ve ‘‘ezilenlerin türkücüsü’’ olarak nitelediler.‘‘Göçmen edebiyatı’’ diye anılan öncüler, Aras Ören,Yüksel Pazarkaya, Fethi Savaşçı ve Bekir Yıldız, edebiyat dünyasından silinirken, yeni bir kuşak Almanca yazarak, kendilerine kimsenin bahşetmediği edebiyat dünyasındaki yeri tırnaklarıyla kazıyarak açıyorlardı. Kendine güvenen, iki dünya arasında kalmışlığı bir zenginlik olarak gören yeni bir kuşak kendini, Feridun Zaimoğlu’nun şiddet dolu dilinde, şiirsel isyan olarak buluyordu. Resmi dile karşı bir başkaldırı ve reddiyedir Kanak Sprak: Çokkültürlülük, iki dillilik acınacak bir durum değil zenginliktir. Feridun Zaimoğlu kendine güvenen, hiçbir yere ait olmayan yeni bir kuşağın sözcüsü. Bir ‘‘yurtsuzluk hasretidir.’’ Feridun Zaimoğlu, ‘‘Abschaum’’ (Cüruf) adlı ikinci kitabında Ertan Ongun’un gerçek hayatını romanlaştırır. Hamburglu ‘‘cüruf’’ Ertan Ongun’un hikayesinde, Kanak Sprak’daki dil şiddetini kaybeder gerçi, ama toplum dışında bir ‘‘süprüntü’’ olarak yaşayan Ertan’ın düzene karşı insani isyanını daha sade ve lirik bir anlatımla fakat yine de resmi edebiyatı ve dili reddederek yazar. ZORBA BABAYA İSYAN Leyla: Çok karanlık gece, gecenin en karanlık vakti ve gecenin sabaha en yakın anı. Feridun Zaimoğlu’nun yeni romanı ‘‘Leyla’’, Almanya’nın önde gelen yayınevlerinden ‘‘Kiwi Verlag’’da çıktı. 1950 yıllarının Türkiye’sinde Doğu Anadolu’da küçük emek kültürüne ait oyuncakların tarihi ‘evcilik’ oyunu kadar eskidir. Kazı alanlarında yapılan çalışmalarda kız çocuklarının mezarlarında küçük testiler, çanaklar, çömlekler bulunmaktadır. Ülkemizde, ne yazık ki, arkeolojik alanda oyuncak konusunda yeterli bir çalışma yapılmadığı için bu türden pek çok eser müzelerde ‘minyatür’ olarak yer alıyor. Oyuncak büyüklerin ürettiği bir eşyadır. Pek çok müze ve kazı alanında gördüğüm oyuncaklar, büyüklerin dünyasının birer taklidi olarak çocuklara sunulan objelerdir. Bu eserlerin formları, görünüşleri, usta elinden çıktıklarını gösterir bizlere. Bu gelenek Anadolu’da devam etmektedir. Günümüzde, çocukların ellerindeki bez bebeklerin çoğu anneleri tarafından yapılmaktadır. Kırsal alandaki kız çocuklar çamurdan mutfak eşyaları yaparlarken, kentlerde de aynı oyun oynanır: Değişen yalnızca çamurun yerini alan renkli, oyuncak hamurlardır. Değişmeyen ise, ‘küçük asker’in tüfeğini alıp kışlasına gitmesi, ‘küçük Ayşe’nin ise bebeğine mama vermesidir! KIZ ÇOCUĞUNUN DÜNYASI Çocukluğumda ağzımızdan düşürmediğimiz o şarkıda ‘küçük Ayşe’ bebeğine mamayı neyle sunuyordu? Elbette, oyuncak mutfak eşyalarıyla... Mutfak oyuncaklarının, kız çocuklarını, kadının yüzyıllardır süren rolüne yönlendiren birer araç olduğunu söyleyen çıkan olursa, buna hiçbir itirazım olmaz! İstanbul Oyuncak Müzesi’ni gezen bir anne, uzay oyuncaklarının erkek çocukların dünya Önemli yazarlar arasında E debiyat, sezgi ve duygu ile yola çıktığı için her daim bilimden öndedir. Feridun Zaimoğlu, Kanak Sprak’ta yeni yarattığı dil ve duruşu ile ‘‘göçmen gençleri’’ bilim adamlarından daha iyi anlamıştır. Paris’te ve Londra’da göçmen gençlerin ‘‘düşük yoğunluklu isyan’’ını bilim adamlarından önce haber vermiştir. Paris, Londra ve Brüksel, geçtiğimiz yıl defalarca gettolara hapsedilen hiçbir geleceği olmayan göçmen gençler tarafından yangın yerine çevrildi. Göçmen gençlerin ‘‘Kanak Attak’’ hareketinin de ilk sözcüsü Feridun Zaimoğlu olmuştur. 2000 yılında Abschaum (Cüruf) romanı ‘‘Kanak Attak’’ adıyla sinemaya aktarılır ve Almanya’da gösterime girer. Göçmen gençler ‘‘Kanak Attak’’ adı altında örgütlenirler. Kanak Sprak, gettolardaki ‘‘azınlığın isyanı‘‘dır. Dilin şiddetini şiirsel bir müzikalite ile yazar. Sokağın dilidir bu. Sert, sade ve şiirsel imgeler Feridun Zaimoğlu’nun dilini oluşturur. Son günlerin televizyon Türkçesi ile yazarsak okuyucu ‘’şok olmuştur‘‘. Kışkırtıcı, kundakçı bir dil yaratan Zaimoğlu, ‘‘Yeni Alman Edebiyatı’’nı yaratanların öncüsüdür. ‘‘Goethe ile Getto arasında’’ bir dil cambazı. Edebiyatın sonunda bir dil yaratmak olduğunu hiç unutmadan ve rehavete kapılmadan yazar. Almancada aşağılamak için kullanılan ‘‘kanak’’ kelimesini tersine çevirerek olumlayıcı bir dile dönüştürür. ‘‘Beyazları’’ kendi dili ile vurur, ‘‘kara kafalılar’’ın ve ‘‘AlmanTürklerin’’ dilini edebiyata sokar. Dili yabancılaştırarak beyazların elinden alır. Dilin, ezilenlerin ve toplum dışına itilenlerin de bir silahı olduğunu kanıtlar. ZAİMOĞLU’NU BEKLEYEN TUZAK Feridun Zaimoğlu Almanya’nın en önemli yayın organlarının sürekli yazarları arasına girmiştir. ‘‘Die Zeit’’, ‘‘Der Spiegel’’, ‘‘Frankfurter Rundschau’’ ile müzik ve kültür dergisi ‘‘Spex’’te yazı, deneme ve polemikleri yayınlanır. Feridun Zaimoğlu, Kanak Sprak’tan sonra aynı izleği sürdürdüğü kitabı ‘‘Kopfstoff’’da bu sefer kadınların hikayesini yazar. Bu kitap da en azından Kanak Sprak kadar güzeldi fakat edebiyat eleştirmenleri tarafından görmezlikten gelindi. Türkçeye ‘‘Kafaörtüsü’’ adıyla çevrilen bu kitap, Feridun Zaimoğlu’nun dilinin ‘‘çevrilmezliği’’ tezini de çürütüyor. Neredeyse orijinal dili Almanca kadar güzel bir Türkçe çeviridir. Yine de bir tehlike ve tuzak Zaimoğlu’nu bekliyor. İsyancı dilini ve tavrını köreltmek isteyen düzene karşı uyanık olmalı. Çünkü egemen düzenin bekçileri, yani ‘‘beyazlar’’, kinlerini hiçbir zaman unutmazlar. Asimile ederek ‘‘dilsizleştirmek’’ isterler. Buna bir de düzenin sunduğu olanaklar eklenince tehlike anlaşılır. Umarız Kanak Sprak’taki ele avuca sığmaz ‘‘siyahların’’ dilini yitirmez Feridun Zaimoğlu. Bir ‘‘Kanak Ozanı’’ olduğunu unutmaz. Sesine ‘‘beyaz kir’’ düşmez. sına hitap ettiğini söylerken, yanında bulunan on yaşındaki kızı hiç de onun gibi düşünmüyordu. Annenin çocukluğunda uzayın fethi, Sovyetler Birliği ve Amerika arasında yaşanılan bir güç göstergesiydi; Soğuk Savaş dönemiyle ilgilenmek, politika yapmak ne de olsa erkeklerin göreviydi. Evde, babalar, amcalar bu konuları konuşurken, çocuk anne, oyuncak mutfak eşyalarıyla oynuyordu. Uzaya gitmek, yıldızları fethetmek ‘erkek adam’ işiydi!.. Oysa, kız çocuğunun dünyasında bu duvarlar yıkılmıştı: Gerçi o da, müzedeki oyuncak mutfaklara ilgi gösteriyordu ama, oyuncak uzay araçlarının ya da oyuncak uçakların sergilendiği bölümleri hiç de erkek çocuklara ait yerler olarak görmüyordu. Çünkü, kadın astronot ve kadın pilotun varlığından haberdardı ve de onlar gibi olmak istiyordu. Çocuğun düşleri vardı. Müzeyi birlikte gezdikleri annesi ise belki de, akşam evde ne pişireceğini düşünmeye başlamıştı!!! İzmir’in Bademler köyü mezarlığında yatan dünyalar güze Fotoğraf: BRİTTA RATİNG D aha nisanda, ilkyaz usul usul yaklaşırken, havalar ısınmışsa, cumartesi akşamları belki Edip Cansever’le buluşulacaktır. Gündüzden Armağan İlkin’le konuşulur telefonda. Akşam Kaptan’a gidilecek mi? Altan’la Armağan gidecekler, Edip Cansever belki gelecek, Mefaret Cansever de belki gelecek... Arnavutköyü’nde önünden henüz kazıklı yol geçmemiş bir Kaptan, alçakgönüllü bir Boğaziçi lokantası. Eskilerin ‘içkili lokanta’ dediklerinden. Bir yalının serin taşlığına girmiş gibi olurdunuz. Önce hafiften alkol ve meze kokusu. Solda camekân; camekânda balıklar, karides, zeytinyağlılar, göstermelik istakoz. Mutfak da orda. Sonra salona geçilir. Açık pencerelerden, açık deniz kapılarından sular güneşin son yansımalarıyla akıp gider. Geceyle birlikte serinlik artar, bazı pencereler kapatılır. Edip Cansever bir hüzünle gelirdi Kaptan’a. Armağan, Altan, üçümüz az önce masaya oturmuşuz. Böyle akşamlardan birinde ‘‘Sonrası Kalır’’dan söz açılmıştı: ‘‘Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır Asıl bu kalır.’’ Bence şairler kalıyor. Edip Cansever YAZI ODASI SELİM İLERİ Daha Nisanda... rak, sözcüklerden içsel kavgalar çıkararak kendine. Böyle, başka şiirlerinin yazılış evresine de tanıklık ettik. Küçük topluluğumuzda. Armağan İlkin yalnızca iyi bir çevirmen değildi. Bir yandan da, estetik duygusu gelişkin bir edebiyatseverdi. Yazdıklarınızı onunla paylaşabilirdiniz. Yazılan şiiri sevip sevmediğinizi Edip Cansever, bugün yüreğimi yakan, ince ve derin sezgisiyle hemen kavrardı. Tek bir sözcük için günlerce bunaldığı olurdu. 1970 sonrasında gezinip duruyorum günlerdir. Niçin gelirler? Niçin var olmuşlardır? Her biri bizde kalır. Bize söyledikleri. Yazdıkları. ‘‘Başka ne kalır’’ diyor Edip Cansever. O kadar çok şey kalıyor ki! Bilmediğimiz, bilemediğimiz. Derinlerde, çok derinlerde. Size rota çiziyorlar. Seyir defteri tutturuyorlar. Dünyanın en gü kalıyor. Dostluklar, günlerin ve mevsimlerin zamanından Armağan İlkin kalıyor. Şimdi, Edip Cansever’in güçlü yapıtında, şiirler arasında gelgite kapılmışken, ilkyaz başlangıcını, o nisan akşamını yeniden yudumluyorum. ??? Toplumsal hayatın kargaşaya, amansız çalkantılara sürüklenedurduğu günlerdi. 12 Mart’la 12 Eylül arasındaki ürkünç zaman dilimi. Her şeye keder, kaygı örtülüydü. Sularda güneşin son yansımaları, çok geçmez silinir, sulara bakılmaz olunur, ‘karanlık’tan konuşulurdu. ‘‘On çizik... Daha çok çizikler...’’ Yüzler siliniyordu Edip Cansever’in şiirinde, çizikler kalıyordu. Yaşanılan günler, yüreğin çizildiği günlerdi. Edip Cansever, ‘‘Sonrası Kalır’’ı nasıl yazdığını mı anlatmıştı? Yazıp bitirdikten sonra, Edip Cansever şiirinden konuşmazdı ki. Bütün sancı, şiirin yazılış evresindeydi. Sözcükleri yoklaya zel tutsaklığı gibi artlarında sürükleniyorsunuz. ??? Usta bir şairle birlikte geçmiş, nisanda, cumartesi akşamları geri geliyor ve bir tansıkla karşılaşmışçasına, şu nisan akşamı evden fırlayıp sokaklara kaçmak istiyorum. Arnavutköyü’ndeki Kaptan akşamları biteli yıllar... Ama işte Edip Cansever’in şiiri soluk alıyor. Her zaman. İstanbul’u, kimileyin, yalnızca ondan anılarla duyumsayabiliyorum. İşte, birlikte Kapalıçarşı’dan çıkmışız. Yolun başındaki genç yazar adayına deneyimlerini dile getiriyor. Sirkeci’den bindiğimiz dolmuş. İnanılmaz ama; sizin uz dilden uzak yazılarınızla ilgilenir, o genç edebiyat heveslisini coşkulara boğardı. Güzel tek bir cümleniz için ‘teşekkür’ bile ederdi! O kadar çok şey kalıyor ki. Bu gözyaşları, bu özlem kalıyor. Sizi öyle çok özlüyorum ki sevgili Edip Cansever!.. Öneriler: Kitap /Ben Ruhi Bey Nasılım, Edip Cansever, Koza Yayınları, 1976. Devlet Tiyatrosu 40 yıl sonra Kosova’da Kültür Servisi 20012002 sezonundan bu yana İstanbul Devlet Tiyatrosu’nca sahnelenen Barillet ve Gredy’nin ünlü aşk ve yalan komedisi ‘Kaktüs Çiçeği’ Kosova Türk Tiyatrosu’nun 70. yıl kutlamaları çerçevesinde Rumeli Türk Tiyatro Sanatçıları Derneği’nin davetlisi olarak 49 Nisan 2006 tarihleri arasında Kosova’da temsiller verecek. Yönetmenliğini Serpil Tamur’un yaptığı, çevirisini Asude Zeybekoğlu’nun, dekor ve kostüm tasarımını Şirin Dağtekin’in, ışık tasarımını Önder Arık’ın, dans düzenini Nil Berkan’nın gerçekleştirdi. 40 yıl önce Kosova turnesine ‘Kahvede Şenlik Var’ adlı oyunla giden Devlet Tiyatroları 40 yıl sonra bu kez İstanbul Devlet Tiyatrosu yapımı ‘Kaktüs Çiçeği’ oyunuyla Kosova’da temsiller verecek. Oyunda; Seray Gözler, Civan Canova, Sevinç Yıldız, Orhan Kurtuldu, Seval Gökçe, Tunç Günbay, Gökalp Kulan rol alıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear