Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
10 RUSYA’NIN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ STEGNİY: MONTRÖ SÖZLEŞMESİ DEĞİŞTİRİLMESİN C a dünya’dan EKONOMİYE BAKIŞ ERGİN YILDIZOĞLU 7 NİSAN 2006 CUMA ‘Yeni kavga aramak yersiz’ Stegniy, Montrö Sözleşmesi’nin asırlar boyu süren bir rekabetin sonucu olduğunu ve çıkar dengelerini yansıttığını belirterek ‘‘Karadeniz’de istikrarda esas olan bu sözleşmeyi değiştirmek için bir neden yok. Kavganın olmadığı durumlarda, yeni kavga aramaya gerek yoktur’’ diye konuştu. BAHADIR SELİM DİLEK NKARA Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Petr Stegniy, Karadeniz’den ABDİran arasındaki nükleer gerginliğe, Kıbrıs’tan ikili ilişkilere kadar birçok konuda önemli mesajlar verdi. Son dönemde Karadeniz’in jeopolitiğinin değiştiğini vurgulayan Stegniy, Montrö’nün değiştirilmesine ilişkin ortaya çıkan tartışmaların yersiz olduğunu söyledi. Büyükelçi, ‘‘Montrö, bugünün koşullarına uygundur’’ dedi. Büyükelçi Stegniy’in Cumhuriyet’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle: ABD’nin Karadeniz’e kısıtlama olmadan gemilerini çıkarması girişimlerine Moskova nasıl bakıyor? PETR STEGNİY Rusya’nın dış politikasını kavramak için iki anahtar sözcük var. Biri bölgesel istikrar, diğeri ortaklık. Ne Türkiye ne de biz, kimseyi Karadeniz dışına itmek istemiyoruz. Karadeniz’i uluslararası işbirliği alanı olarak görüyoruz. Uyum Harekâtı’nda kıyıdaş ülkelerin olanaklarının kullanılması konusu. Bu harekâtın ABD karşıtı bir art niyeti yoktur. YENİ FORMATLARA GEREK YOK Peki ya Montrö?.. Montrö sözleşmesine taraf olan herhangi bir ülkeden, bugüne kadar sözleşmenin delinmesini veya değiştirilmesini isteyen olmadı bildiğim kadarıyla. 1936 yılında imzalanan sözleşme asırlar boyu devam etmiş bir rekabet sonucudur. Çıkar dengelerini yansıtır. Bu sözleşme şimdiki koşullarda da çıkar dengelerini yansıtmaktadır. Montrö’nün iyi işleyen bir mekanizması var. Karadeniz’de istikrarda esas olan bu sözleşmeyi değiştirmek için herhangi bir neden yoktur. Montrö bugünün koşullarına uygundur ve ara sıra ortaya çıkan ‘‘Montrö’nün değiştirilmesi tartışmaları’’ yersizdir. Karadeniz’de bir NATO operasyonundan söz ediliyor. Karadeniz’de NATO gücünün bulunmamasından bahsetmek de yersiz. Üç kıyıdaş ülke NATO üyesi. Burada bir kavga unsuru görmüyorum. Rusya, uluslararası terörle mücadeleye çok ciddi yaklaşıyor. NATO’nun Akdeniz’de yürüttüğü Aktif Çaba Harekâtı’na katılmaktadır. ABD Karadeniz’de hak iddia etmesi konusunda yorumunuz nedir? Montrö Sözleşmesi ABD’nin Karadeniz’deki faaliyetleri açısından uygundur bence. Kavganın olmadığı durumlarda, yeni kavga aramaya gerek yoktur diye düşünüyorum. Bizim Karadeniz’deki faaliyetlerimiz hem ABD’nin hem de Avrupa’nın çıkarına. Karadeniz’de şu an yeni bir jeopolitik durum söz konusu. KEİ gibi Blackseafor gibi kuruluşların formatlarını herhangi bir şekilde değiştirmeye ya da yeni formatlara gerek görmüyorum. ASKERLER PROTOKOL YAPTI Türkiye’nin Uyum Harekâtı’na katılması söz konusu. Rusya Savunma Bakanlığı, Karadeniz Uyum Harekâtı’nın hukuki işlemlerini tamamlamaktadır. Sadece teknik işlemler kaldı ki, bu daha öncesi siyasi kararın devamıdır. Bunu askerler kendi aralarında yaptıkları için protokolün ayrıntılarını bilmiyorum. Ortaklık ilişkilerimiz çerçevesinde Türkiye katılmamızı teklif etti. Bu harekât ileride Blackeafor uygulamasını da yerine getirecek. İran, ‘Iraklaşırsa’ anlamak çok zor’’. Irak savaşının kaçınılmaz olduğu, aylar öncesinden belliydi. Bu kez bir belirsizlik söz konusu. Ancak müdahale olasılığının güçlendiğini düşündürten belirtiler de birikmeye devam ediyor. Geçen hafta Condoleezza Rice, Kongre’deki konuşmasında, ‘‘İran bugün bize yönelik en büyük tehlikeyi oluşturan devlet’’ dedi ve bu ‘‘tehlikenin nükleer silahlara sahip olma durumunu aştığını’’ ekledi (Associated Press, 29/03). Aynı günlerde, Carnegie Endovement for International Peace’ten Cirincione, Foreign Policy dergisindeki yorumunda (27/03), başlangıçta İran’a yönelik bir saldırı olasılığının zayıf olduğunu düşünürken şimdi ‘‘Yönetimdeki görevlilerle yaptığım görüşmelerden sonra düşüncemi değiştirdim’’ diyor ve ekliyor: ‘‘Yönetimde İran’a saldırmaya kararlı etkili bir grup var.’’ Bu grubun etkisinin bir örneğini, geçen hafta basında çıkan bir haberden öğrendik. İran, ABD ile konuşmak için 2003 yılında bir açılım başlatmış. Dışişleri Bakanı Powell ve yardımcısı Armitage bu açılıma olumlu cevap vermeye hazırlanırken yönetimden gelen, kaynağı belirsiz bir tepki İran’la görüşmeyi engellemiş. O zaman Powell’ın başyardımcısı olan Lawrence Wilkerstein, şimdi ‘‘yönetimin içindeki gizli bir neocon örgütün bu engellemeyi gerçekleştirdiğini’’ söylüyor, Cheney’nin ofisini işaret ediyor (The Washington Note, 30/03). O sırada yönetim, İran’a yönelik bir politika dokümanı oluşturmaktaymış, bunun tamamlanması de engellenmiş. Daha sonra Cheney’nin yardımcısı Feith’in yanında çalışan Larry Franklin, bu gizli belgeyi İsrail’e vermekle suçlanarak tutuklandı. Sakın, ABDİsrail ilişkilerini sorgulayan tartışmaların son haftalarda hızlanmasının İran’la bir bağlantısı olmasın!.. Peki ama ‘‘akla uygun olmayan’’ bu saldırı/müdahale olasılığının yükselmesinin arkasında ne olabilir? Sakın yaklaşmakta olan ara seçimlerde Kongre’nin denetimini Demokratlara kaptırma korkusu olmasın!.. Öyle ya, Demokratlar Kongre’yi denetim altına alırlarsa, Başkan için, anayasayı ihlal iddiasıyla ‘‘yargılamak üzere görevden alma’’ soruşturması başlatabilirler. Üstelik bu sorgulama, kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi, Cumhuriyetçi Parti’nin Clinton için başlattığı Monica Lewinski soruşturmasından farklı olarak, halkın desteğini de arkasına alabilir. Halbuki bir savaşın ortasında, Başkan’a yönelik bir soruşturma başlatılabilir mi? VE TÜRKİYE... İran’a doğrudan müdahale olasılığının artmakta olduğunu gösteren başka verileri, Ledeen gibi neocon yazarların savaş çığırtkanlıklarını (National Review, 27/03) aktarmaya devam edebiliriz, ama daha fazla uzatmadan, İran’ın ‘‘Iraklaşması’’ durumunda Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı olasılıklara bakmak istiyorum. Bölge jeopolitiği, İran, Irak ve Türkiye arasındaki dengeye dayanıyordu. Irak yok olunca İran’ın jeopolitik ağırlığı (Şii faktörünü de düşünerek) hızla arttı. Türkiye de İran’ı tek başına dengelemek durumuyla karşılaştı. Buradan, birileri, düz mantıkla, İran ‘‘Iraklaşırsa’’ Türkiye’nin bölgede tek büyük güç olarak kalacağını düşünerek sevinebilirler. Ancak bu kez Türkiye bölgede, ABD, Avrupa ve Rusya arasındaki bir başka dengeleme oyununun nesnesi haline gelmeyecek mi? Hem de Karadeniz’in kapısını tutan devlet, BakuCeyhan Boru Hattı’yla Hazar/İran petrollerinin Avrupa bağlantısını sağlayan hinterlant olarak... Üstelik sınırları içinde bir Kürt sorunu, tarihi üzerinde bir Ermeni sorunu yüküyle, kırılgan ekonomisiyle... Önemi bu kadar arttığı için de ABD açısından çok daha sıkı denetlenmesi gereken bir ülkeye dönüşmeyecek mi? Bu resme ‘‘terorizme karşı savaş’’ paradigmasını, bu bağlamda gündeme gelen yeni ‘‘güvenlik’’ yasalarını da ekleyince... O zaman, bağımsızlık, demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü vb. gibi ‘‘istikrar bozucu’’ şeyleri de unutmak gerekmeyecek mi? İ ran’a yönelik bir rejim değişikliği operasyonu olasılığı yeniden güçlenmeye başladı. İran’ın Iraklaştırılması, Türkiye’nin jeopolitik ağırlığı açısından avantajlı bir durum olarak algılanabilir; ancak gerçekte, ulusal bağımsızlık ve demokrasi açısından büyük tahribata yol açacak gelişmeleri gündeme getirecektir. AKLA HİÇ UYGUN DEĞİL Son günlerde, ABD yönetiminin İran’a yönelik söyleminde bir sertleşme görülüyor. Bu sertleşme, BM’den İran’a yönelik kararın çıkarılmasına zemin hazırlamaya ilişkin bir gelişme olarak yorumlanabilir. Ancak dikkatle bakıldığında, Türkiye’de hızlanan diplomatik trafikle birleştirildiğinde, BM kararlarını aşan, İran’a doğrudan müdahaleyi de içerebilen bir gündeme ait oldukları da düşünülebilir. İran, Irak değil. Pentagon’da strateji ve savaş teorileri uzmanı Prof. Tom Barnett’in (Pentagon’un Yeni Haritası, 2004) geçenlerde vurguladığı gibi, İran, tarihi, kültürü, nüfusu, ekonomisi, doğal kaynakları, askeri kapasitesi, uluslararası stratejik ilişkileriyle bir ‘‘bölgesel büyük güç’’. Avrupa ülkeleriyle ekonomik, Rusya ve Çin ile stratejik bağları, Ortadoğu’da Şii nüfusu üzerinde ideolojik, siyasi etkisi var. Buna karşılık ABD, İran’ı işgal edecek askeri güçten, Irak’taki zorunluluklarından dolayı, yoksun. Bir hava saldırısının da başarılı olma şansı yok denecek kadar az. Çünkü İran’ın nükleer tesisleri, her biri sivil yerleşimlerle çevrili 50 noktaya dağılmış durumda ve askeri kapasitesi misilleme yapmaya uygun. Dolayısıyla, Oxford Research Group’un daha önce de aktardığımız çalışmasına göre, hem saldırıların korunması hem de Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Petr Stegniy: Karadeniz’de istikrarda esas olan bu sözleşmeyi değiştirmek için herhangi bir neden yoktur. Montrö bugünün koşullarına uygundur ve ara sıra ortaya çıkan ‘‘Montrö’nün değiştirilmesi tartışmaları’’ yersizdir. Türk şirketleri çok başarılı ABD’nin Karadeniz’e kısıtlama olmadan gemilerini çıkarması girişimlerini değerlendiren Stegniy, ‘‘Ne Türkiye ne de biz, kimseyi Karadeniz dışına itmek istiyoruz. Karadeniz’i uluslararası işbirliği alanı olarak görüyoruz.” dedi. Ayrıca kıyıdaş ülkelerin yeni tehditlere karşı olanaklarını kullanmasının ABD karşıtı bir art niyeti olmadığını söyledi. Kıbrıs’a gelirsek, son dönemde ortaya nasıl bir tablo çıktı? Kıbrıs’ta siyasi çözümü yaklaştıran her adımı takdirle karşılıyoruz. Doğrudan toplumlararası görüşmelerin başlama olasılığı hepimiz için çok önemlidir. Bunun gibi çatışmalara ilişkin temel yaklaşımımız, bir çözümün yaşayabilir olması için, taraflar tarafından ortaya çıkarılması gerek. Kıbrıs’ta referandumdan sonra Türk tarafı mağdur olmadı mı sizce? Kıbrıs konusunda bardağın boş tarafına bakmak hakkınızdır. Ama bir de bizim tarafımızdan bakın. Referandumda Türklerin çözüme yönelik katkısı Rusya tarafından takdirle karşılandı. Dışişleri Bakanımız Lavrov, İstanbul’da Talat ile görüştü, Sayın Putin’in açıklaması oldu, Kuzey Kıbrıs ile kültürel ilişkileri, belediye ilişkilerini ve turizmi de geliştirmeye hazırız. Bunlar referandumun sonucunda ortaya çıkmıştır. BM’nin rolünün çok önemli olduğunu düşünüyorum. Genel Sekreterin iyi niyet misyonundan, görüşmelerin koşulların uygun olduğunda başlamasından yanayız. O koşullar, sadece doğrudan temaslar sırasında ortaya çıkabilir. AB’nin tutumu, dengeleri bozmadı mı? Bakış açısına bağlı bir soru. Sizden farklı bakıyoruz. Fikrimizce AB’nin Kıbrıs konusuna katılması doğru bir unsurdur. AB Kıbrıs’ta siyasi çözümden yanadır. Taraflardan biri, AB üyesi olunca, AB’nin bu konuda daha aktif olduğunu görüyoruz. Kıbrıs sorununun bir sihirli değnekle çözüleceğini sanmamak gerekir. İran’da ABD güç kullanabilir mi? İran’a güç baskısı çok az etkili olur veya etkisiz kalabilir. ABD’lilerin yaptığı açıklamalara göre siyasi, diplomatik yöntemleri tercih ediyorlar. Bu konuda vizyonumuz aynıdır. BM Güvenlik Konseyi’nde beraber çalışıyoruz. Teknik olarak uranyum zenginleştirilmesi konusunun Rusya topraklarında yapılması konusu çözülmüştür. Anlaşma imzalanabilir. Bu paket, dünya toplumunun yaptığı çabaların bir parçasıydı.Siyasi ve diplomatik çalışmaların hâlâ kesilmediğini düşünüyoruz. BOP’a bakışınız nasıl? BOP, bizim iç sorunumuz. Rusya’da 20 milyon Müslüman yaşıyor. Dinler arası diyalog bizim için büyük önem taşıyor. Rusya Müslümanları, dünya Müslümanlarının bir parçası. Rusya’da Müslüman nüfusun çoğunluk olduğu bağlı bölgeler İKÖ’de Rusya’yı temsil edebilir. ŞİRKETLERİN DEVLETLE ARASI İYİ İkili ilişkilere gelirsek... Üst düzey ziyaret gündemde mi? Sayın Putin 2004 yılında Türkiye’yi ziyaret etti. Bu sene de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yaz aylarında Rusya’yı ziyaret edecek. Türkiye’deki özelleştirmelere bakışınız nedir? Tatneft’in Tüpraş’ın özelleştirilmesine katılması söz konusuydu. Türkiye’deki iş çevrelerinin, devlet ile olan ilişkileri, bizim şirketlerimizin Rus devleti ile olan ilişkilerinden çok iyi. Sizin DEİK gibi bir kuruluşunuz var. Bizde yok. Türk devleti, Rusya’daki şirketlerinin çıkarlarını, bizim buradaki Rus şirketlerinin çıkarlarından daha iyi koruyor. 89 ilden 51’nde Türk firmaları faaliyet gösteriyor. Rus firmalarının Türkiye’deki işlere girmesi daha düşük düzeyde. En büyük Rus yatırımı Alfa Grup’un. Turkcell hisselerini aldılar. 3.2 milyar dolar düzeyinde. tina ve Rumlar hep bir ağızdan; ‘‘Türkiye için AB’nin yolu Kıbrıs’tan geçer’’ diyorlar. Yani? Yani Atina’nın ve Rumların bütün istedikleri yerine getirilecek. Kıbrıs’a Ege’yi de ekliyorlar... AB’nin bütün kurumları, yetkilileri, medyası, kamuoyu ensemizde boza pişiriyor; ne istiyorlar? ‘‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer’’ dayatmasını yapıyorlar. Amerika biraz kibar; söylemiyor, mektup göndermiyor, ‘‘sadece yapıyor’’... Hem de tanklarla, toplarla, füzelerle... Ne yapıyorlar? Kürdistan projesinin bir bölümünü Kuzey Irak’ta İngilizle beraber gerçekleştiriyorlar: Az laf çok iş; Avrupa gibi ağız kalabalığı yapmıyor, pratik adamlar. ABD Başkanı’ndan Brüksel’e kadar koro halinde, ‘‘AB’nin yolu patrikhaneden geçer’’ diyorlar: Yani? Yani, İstanbul’da bir Ortodoks devleti kurulmaz ise AB hayaldir demeye getiriyorlar. Ne yapalım, AB’nin hatırı için onu da yaparız. AB için çiğ tavuk bile yeriz. Hoş Bartholomeos’un pek yenecek bir tarafı da yok ya, her neyse, katlanırız artık... ABD ve Fransa başı çekiyorlar; A BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI AB mi? Lozan mı? Tercih Sizin... sin. İşte görüyorsunuz; Türkiye AB’ye alınacak ama o alınacak olan Türkiye sizin bildiğiniz Türkiye olmayacak Beş altı parçaya bölünmüş Türkiye’den en küçük bir iki parçacığını cımbızla ayıklayıp AB içine tabii ki sokacaklar. Geri kalanlar ise ‘‘arka bahçe’’ olarak işletmeye açılacak. Zaten her şey yazılmış, çizilmiş bile. Allah için, adamlar dürüst davranıyorlar: Lozan’ı bozup Sevr’i getireceklerini anlaşmalara bile yazmışlar. Parlamentolarında kararlarını bile almışlar. Ermeni tasarıları, Kürdistan projeleri, bağımsız patrikhane dayatmaları meclislerden geçmiş bile. Onların Sevr projesine evet diyen içimizdekiler mi? Bir kısmı emperyalizmle işbirliği yaparak Kürdistan oluşturulacağına Ermenilerin istekleri yerine gelmeden AB’ye almayız; olmazsa olmazmış.. Ne yapalım canım, onlara da birkaç vilayet, 300500 milyar dolar tazminat veririz artık; öyle ya AB’ye giriyoruz, değmez mi? Dicle ve Fırat’ın yönetimi, Boğazlar ve yanında federal bir Türkiye de cabası; helal olsun vallahi, AB için az bile demek geliyor insanın içinden!.. LAFI UZATMAYA GEREK YOK Kİ... Brüksel, Washington, Londra, Paris, Berlin ve yanı başımızdaki ‘‘kopilleri’’ ne diye uzatırlar ki; ‘‘AB’nin yolu Sevr’den geçiyor’’ desinler, olsun bitsin. Yok Güneydoğu’ymuş, patrikhaneymiş, Ermenilermiş, sınırlarmış, ne diye uzatırsınız ki?.. Ya Lozan ya AB deyin, olsun bit inanıyor, onun için destekliyor. Aynen Kuzey Irak’takiler gibi. İslamcı siyasiler Cumhuriyet’in yerine dini esaslara dayalı bir devletin ancak Lozan’ın tasfiyesi ve Batı’nın desteği ile sağlanabileceğini sanıyor. AB oyununu bunun için oynuyorlar. Batı’ya takıyye yapıyorlar. Batı sermayesinin ve şirketlerinin güdümüne girmiş kimi iş çevreleri ise ‘‘Batı burayı bölse ve arka bahçesi yapsa da bizim işimiz bozulmaz; biz Batı’nın kazancından payımızı yine alırız’’ inancını taşıyorlar. Dolayısıyla ‘‘AB oyununu oynamak’’ bu üç grubun da işine geliyor. Brüksel ve Washington ile ‘‘al gülüm ver gülüm’’ oyunu, AB üzerinden oynanıyor. Türkiye’nin bir bütün olarak AB’ye hiçbir zaman alınmayacağını, ‘‘Türkiye’deki ilgili çevrelerin hepsi biliyor’’. Aksini düşünmek, ‘‘onları, bu basit gerçeği göremeyecek kadar aptal sanmakla eşanlama gelir’’. Tabii ki bizim buna hakkımız yok... misillemenin engellenmesi için çok daha fazla sayıda hedefin vurulması gerekiyor. Bu da harekâtı genişletiyor, zamana yayıyor. ABD’nin önemli dış politika dergilerinden The National Interest’te yayımlanan, İsrail’in Irak’ın 1982 Ozirak santralına yaptığı vuruşu değerlendiren çalışma, saldırının, Saddam’ın nükleer kapasitesini azaltmadığını, aksine hızlandırdığını, gizliliğini arttırdığını, 10 yıl sonra da ülkeye giren silah denetçilerinin, beklemedikleri çapta bir programla karşılaştıklarını, ikna edici bir biçimde anlatıyordu. Bir başka seçenek, etnik unsurlara, rejimin iç çelişkilerine dayanan, uzun soluklu bir ‘‘destabilizasyon’’ projesi olabilir. Ancak bu proje, İran’ın benzer yollarla misilleme yapması, yine 70 dolara yaklaşmaya başlayan petrol fiyatının 100 doları aşması olasılıklarını dışlamaz. Tüm bunlara bakarak, diplomasiden, İran’ın zaman içinde küresel sisteme entegre edilmesinden, ‘‘küreselleştirilmesinden’’ başka bir seçeneğin olmadığı söylenebilir. AMA... İran’a yönelik bir engelleyici vuruş ya da doğrudan bir başka tür müdahale belki akla uygun değil, ama ortada ihmal edilemeyecek göstergeler de var. Örneğin, İran’ı en tehlikeli ülke ilan eden Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde (UGS), daha önce de tartıştığımız gibi, birbiriyle çelişen iki yaklaşım var. Birinci yaklaşım, diplomasiden, müttefiklerin öneminden, diğer büyük güçlerin çıkarlarını göz önüne almaktan söz ederken; ikinci yaklaşım, önleyici/engelleyici vuruştan, nükleer ve konvansiyonel vuruş kapasitesinin geliştirilmesinden, özel kuvvetlerin güçlendirilmesinden söz ediyor. Nitekim ABD ve İran arasındaki görüşme olasılıklarını değerlendiren bir Al Hayat yorumunda vurgulandığı gibi, Bush yönetimi içinde birbiriyle çatışmakta olan iki farklı eğilimin varlığında dolayı ‘‘ABD’nin ne istediğini