25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 14 NİSAN 2006 CUMA Âlem Ay’a, Biz Yaya... D insel öğretiyi zorunlu dersler arasına sokup anayasa kapsamında korumaya alan, basınyayın araçları (medya) ile toplumun uyanmasını engelleyen zihniyet ne yazık ki 21. yüzyılın başında da devam ediyor. Şu kadarının bilinmesi gerekir ki TC Devleti’nin uluslararası toplulukta çağdaşlığı yakalaması, gelişmişler tarafından sömürülmemesi, yakasından tutulup sağa sola çekilmemesi, kafasına çuval geçirilmemesi, kısaca güçlü ve onurlu bir konumda yaşaması bu zihniyetle mümkün değildir. Avrupa’nın matbaa ile tanışmasının ardından Osmanlı’nın bu devrimsel yeniliği kabullenmesi için 270 yıl geçmesi gerekti... 21. yüzyılda TC Devleti, hâlâ bu üç asra yakın farklılığı kapatma çabalarının sancılarını yaşıyor. Gelişmiş ülkelerle aramızdaki fark bilimin hemen her dalında kapatılamazken, biz, hâlâ canlıların evriminin okutulduğu lise son sınıf PENCERE lardan geçilmiyor. Ekonominin gidişatını savunan paneller ve söyleşiler de oldukça sık yayımlanıyor. Programlarda ikinci Cumhuriyetçiler hep boy gösterirken ulusalcı aydınlara ise açıkça ekran ambargosu uygulanıyor. Bütün kanallar içinde TRT, Kanal Türk ve Sky Türk dışında Türkiye genelinde ulusalcı yayınları öne çıkaran kanal yok gibi. Dinsel öğretiyi zorunlu dersler arasına sokup anayasa kapsamında korumaya alan, basınyayın araçları (medya) ile toplumun uyanmasını engelleyen zihniyet ne yazı ki 21. yüzyılın başında da devam ediyor. Şu kadarının bilinmesi gerekir ki TC Devleti’nin uluslararası toplulukta çağdaşlığı yakalaması, gelişmişler tarafından sömürülmemesi, yakasından tutulup sağa sola çekilmemesi, kafasına çuval geçirilmemesi, kısaca güçlü ve onurlu bir konumda yaşaması bu zihniyetle mümkün değildir. OKTAY AKBAL DR. İLHAN AZKAN biyoloji ders kitaplarına konunun dinsel yorumuna yer veren cümleler eklemekle meşgulüz. Evrim teorisi, isminden de anlaşılacağı üzere, bir teoridir. Yapılan çalışmalarla, nesnel bulgularla geliştirilir. Dinsel görüş ise bir araştırmaya, bilimsel çalışmaya değil, inanca dayanır, dogmatiktir ve sorgulanmaz. İnsanımızın şunu anlaması gerekiyor: Bütün bu dinsel öğretinin bilimin sınırları içine sokulması çabaları neden? Aydınlanmış beyinleri kolayca güdüleyemez, istediğimiz kalıba sokamaz, sömüremezsiniz. Güçlüyü daha güçlü kılan bu sömürü düzenini devam ettirebilmek için egemenlerin ve onların maşaları siyasilerin kendilerinin hiçbir şekilde inanmadıkları ve fakat mevcut düzenin sürdürülmesi amacıyla ezilen yığınları yönlendirmede kullandıkları bilimsellik dışı, hurafelere dayalı dinsel öğretiye ihtiyaçları vardır. Düzenin değişmemesi, bunun için de halkımızın ‘‘uyanmaması’’ için ilköğretim okullarından önce, cami yapılır. Oysa ibadet kişinin evinde yapılabilirken çocukların eğitilmeleri ancak okullarda mümkündür. Küçücük beyinler ‘‘Kuran kursları”nda koşullandırılır. O kurslarda kursları verenlerin din bilgisi düzeyleri çok tartışmalıdır. Bunlar da yetmez... Artık zenginfakir, kentli köylü herkesin evine girmiş olan TV’nin de bu amaçlarla kullanılması gerekir. Halen yerliyabancı 50’den fazla kanal var. ikkat edilirse önemli bir bölümü yabancı müzik, ‘‘manken reklamları yapan’’ moda kanalları.. yerlilerinde ise magazin, dedikodu ve popmüzik programlarından, ‘‘televole’’lerden, tüketimi özendiren reklam ‘Tehlike Altında Olan Ne ki?..’ Eski, Ama Eskimeyen Bir Yazı: “Maskeliler” aşam bir karnavaldır” diyor dönen plak. “Yaşam bir karnavaldır / Dünya büyük bir balondur.” Paris’te seyrettiğim bir müzikli oyun: Mösyö Karnaval. Aznavour’un yazdığı şarkılarda “Yaşam karnavaldır” diyordu Guetary. Eğlenmek, gülmek gerek, boş vermek gerek, diyordu. Kendi yaşantılarımı düşündüm. Bulunduğum çevreleri, işyerlerini, tanıdığım insanları... Boş verebilseydim, aldırmaz olsaydım, üzülecek yerde, gülseydim!.. Ama yapamadım, anlamamıştım yaşamın bir maskeli balo olduğunu... İnsanların her gün, her an suratlarına yeni, değişik maskeler taktıklarını. İnsanların tek yüzlü olmadığını. En yakınından en uzağına kadar... Kendime çeşitli maskeler hazırlamalıymışım! Boy boy, renk renk!.. Yerine göre kullanmalıymışım! Çıkarıma göre!.. Güleç, kızgın, memnun, üzüntülü, acımaklı, mağrur, perişan, dalkavuk, aşağılık... Hepsinin bir yeri, bir zamanı vardı. Olmadı, yapamadım. Hep kendi yüzümü taşıdım. Binbir maske kullanan insanlar arasında maskesiz biri yaşayabilir miydi, dayanabilir miydi? Derken bir şiir hatırıma geliyor... Behçet Necatigil’in “Maskeli Balo”su... Şu şairler, her şeyi düşünmüşler bizden önce. Duymuşlar, yazmışlar... Kaç yıl önce yayımlamış bu şiiri Necatigil? Bugün, şu şarkının beni sürüklediği yaşam düşlerini o yıllarca önce duymuş, yazmış... P “Y D ‘Ilımlı İslam’ Diye Diye... BD ülkemize yönelik dayatmalarına bir yenisini daha ekledi. Şimdi de ‘‘Ilımlı İslam’’ modeli ile karşı karşıyayız. İkinci Cumhuriyetçilerle dinci kesim yanlıları arasında ABD’nin önerdiği ‘‘Ilımlı İslam’’a ‘‘Hiç de fena değil’’ diyenler çoğunluktadır. Sözde demokrasiyi savunan profesör unvanlı kişilerin bu sözlerini televizyonlarda sık sık duyuyoruz. Ülkemiz tarih boyunca çeşitli güçlerin beslediği bağnazlığın boyunduruğu altında çok çile çekti. Geçmişte ve günümüzde iktidarı ele geçirenler ‘‘Devlet benim’’ diyerek halka hesap vermek yerine istediklerini yapmaya başladılar. Bir yandan iç güçler, bir yandan dış güçler, kafalarına örümcek ağı dolanmış bağnazlarla birlikte Türkiye’yi laiklikten uzaklaştırıp ülkemize yeni bir kimlik kazandırmaya çalışıyorlar. Bunun adına da ‘‘Ilımlı İslam’’ diyorlar. Mustafa Kemal, kafaları örümcek ağlardan kurtarmak için devrim yaptı, bağnazlara karşı aklın ve bilimin ışığını yaymaya çalıştı. Devrim yıllarında kurulan Köy Enstitüleri ve onun öğ A DAVER DARENDE retmenleri aydınlanmanın öncüleriydiler. Anadolu’ya ışık saçan aydınlanma heyecanı, ne acıdır ki 1940’lı yıllarda o dönemin tutucu politikacıları tarafından ‘‘Köy Enstitülerine komünistler sızdı’’ gerekçesiyle kapatıldı. Dinsel ve siyasal baskılar Anadolu’da feodal düzenin devamı için, köy gençliğinin aydınlanmasını engelledi. Bu bir karşıdevrimdi. 1950’lerde ilerleyen, 12 Eylül darbesiyle hızlanan karşıdevrim hareketi sonunda ‘‘Ilımlı İslam’’ adı altında bizi bugünlere getirdi. Basını, televizyonları, büyük holdingleri ve ikinci cumhuriyetçileri arkalarına alanlar kendi ideolojilerinin yerleşmesi için AB üyeliğini bir amaç olarak kullandılar, destekçileriyle birlikte AB’nin en büyük savunucusu oldular. Zamanla amaçlarına ulaşmak için kuzu postuna bürünmüş kurt örneğindeki gibi yavaş yavaş gerçek yüzlerini göstermeye başladılar. 19 Mayıs 2005 günü Cumhuriyet’te Turhan Selçuk’un çizdiği karikatürde Emekli Diplomat biri türbanlı, diğeri kara çarşaflı iki kadının üzerinde ‘‘İzindeyiz’’ yazılı çelengi taşıyan görüntü ülkemize çöken karanlığın özeti gibiydi. Türkiye’nn üzerine karanlık giderek çöküyor. Müslümanlığı geçim aracı gören din simsarları laik cumhuriyetin köküne kibrit suyu ekmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bilimsel araştırmalar yapan bir kurum olan TÜBİTAK’a, dogmalara, hurafelere inanan sözde bilim adamlarının atanması çağdaşlıkla nasıl bağdaştırılabilir? Bilgi ve görgülerini kendi çıkarları için kolayca tüketen sözde aydınlarımız bu sorunları tartışmaktan neden kaçınırlar? Hâlâ taşeronluk yapan, teknoloji üretmeyen bir ülke için bu hazin gelişmenin bizi nereye götüreceği bilinmiyor. Emperyalizme karşı kurtuluş ateşinin yakıldığı bugünlerde iç ve dış güçlerin kıskacından kurtulmanın tek yolu ülke sorunlarına sahip çıkacak, Kemalizmin izinde yürüyerek halka heyecan verecek yeni bir atılımı başlatmaktır. Türkiye’nin üzerine karanlık giderek çöküyor. Müslümanlığı geçim aracı gören din simsarları laik Cumhuriyetin köküne kibrit suyu ekmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Siz yine o maskeli balodan döndünüz Ben bu ismi verdim hayata Duracak haliniz yok ayakta Soyunup dökününüz Siz kurtoğlu kurtsunuz Bir ben biliyorum sizi Bir ben görüyorum kuzu postuna girdiğinizi Bravo, yine nasıl da yutturdunuz. Karşılaşırsınız birisiyle... Ayak üstü hoş beş. Yüzünde bir maske vardır. Anlarsınız. Hiç hoşlanmamıştır size rastlamaktan! Ama belli etmez. Bir maske vardır yüzünde. Ayrılır ayrılmaz gerçek yüzünü takınacaktır. Ya da başka biri, bir çıkarı vardır sizden: Takar o dost maskesini. Sök sökebilirsen!.. Bazen o maskeleri, elimi uzatıp sökmek isterim. Politikacılar, en çok maske kullanan kişilerdir. Politikacı, bir bakıma maskesi en çok adam demek! Gününe, saatine, hatta anına göre yüz değiştiren adam demek! Tek yüzlü bir politikacı tanıdınız mı? Olamaz, olanaksızdır! Lon Chaney gibi “bin yüzlü adamdır” politikacı. Ne kadar çok maskesi varsa, o kadar “üstün” politikacıdır. Şiire dönelim gene... Maskesini çıkarmış kahramanımız. Yorgun, bitkin... İşini yürütmüş, milleti aldatmış, tatlı tatlı becermiş becereceğini.. “Bakmayın aynalara, aynalar kirli / Aynalarda rezil olur yüzünüz” demiş Necatigil. Yanılmış işte burada! Onların, o çok maskelilerin, aynaya bakarken de kullandıkları maskeler vardır. Gerçek yüzleri yitip gitmiştir binlerce maske altında. Yüzsüzdürler onlar, yüzsüz! Değişmezlerden Değişmezlere H angi pencereden bakıyorsunuz? Sizin değişmeyenleriniz nelerdir? Erdemler midir? Yoksa onun külahını berikine, ordan başkasına giydirmek örneği, yalan dolan kurnazlıklar mıdır? Kurnazlık, açıkgözlülük, üçkâğıtçılık, dalaverecilik, oyunbazlık, kıvırtmacılık, kandırmacalık, göz boyama vb. gibi deyişler benzer anlamlarda sanılsa da aralarında nüanstınıanlam ve kapsam farkları vardır. Sözcüklerin ağırhafif anlamlarını kendinize yakıştırıyorsanız çoklukla peşinden daha ağırları da gelebilir. Hırsıznamussuzahlaksız, valdesinin PROF. R. RUŞEN DORA gözü, hortumcu, rüşvetçi... Bir zaman öncesi sinemalarda Amerikan Hollywood yapımı ‘‘Al Capone’’ filmleri izlerdik. Al Capone çok akıllı, dinamik, başarılı işadamı, yetenekli bir baş idi ama karanlık yolu seçmişti. Kendisini yakalayan pek çok usta polisten daha başarılı ama ters yolda idi. Bu örneği son Yıldız Savaşları bilimkurgu filminde de izliyoruz. Kara karanlığın (Dirth) başı nasıl da usta, maharetligüçlü idi. Çok kez aydınlıkçıları bayağı zora sokuyor, yeniyordu. Oysa karanın karşısındaki insancılyürekli adam gibi adamlar gencecik idealistler ve onların arkasında az sayıdaki tecrübeliler canla başla çırpınarak doğru yanın kazanması için uğraşıyorlardı. Karanın karşısına beyaz, kötüye iyi, ışık’a karanlık, maddeye karşı madde gibi zıtlık karşıtlıklar olmasa neler olurdu? Gene karalarla daha karalar ve aydınlıkla daha aydınlıklar karşılıklı saf tutup savaşırlar mıydı? Kesinlikle bu değişmez bir kuraldı. Bu değişmezler karaların daha karası ile ışıkların daha ışıklısının kabulleri idi. Değişmez erdemlerden yola çıkanlar gene değişmeyen erdemlere giderken ne tür değişmeler ister, ararlardı? Oysa karaların (Black) değişmezlerinden daha karalara mı değişe değişe gidilir? Yoksa değişmek karadan grilere, ordan kirli beyazlara ve sonuçta aydınlık erdemlere mi vardığını anlatır? Genelde aktan daha ak’a ve karadan daha koyu karaya giden yol çokça yürünen yönlerdir. rof. Dr. Türkel Minibaş yayımlanan yazısına şu başlığı koymuştu: ‘‘2006’da İzmir’de İktisat Kongresi.’’ Neydi üç günden beri süren bu kongrenin içeriği?.. Prof. Minibaş özetliyordu: ‘‘Cumhuriyet okurlarının (CUMOK) düzenlediği 69 Nisan tarihli ‘İzmir İktisat Kongresi’ kaybeden tarafta olmak istemeyenlerin bir nevi karşı duruşuydu.’’ CUMOK belki dünyada hiçbir gazetede olmayan bir olgu!.. Şaşılası bir olay!.. Her yaştan ve baştan Cumhuriyet okurları yurdun her yanında, kendiliğinden örgütleniyorlar... ? Cumhuriyet okuru bu!.. Ya Cumhuriyet’in patronu kim?.. Cumhuriyet Vakfı!.. Cumhuriyet Vakfı çalışanlardan oluşuyor!.. Basın tarihinde şimdiye dek görülmemiş bir deneme başarıya ulaştı; patronu çalışanlardan oluşan Cumhuriyet, öteki gazetelere benzemiyor... Peki, öteki gazetelerde çalışan meslektaşların bu olumlu deneyi desteklemeleri gerekmez mi?.. Yok canım... Bir düşmanlıktır gidiyor... ? Cumhuriyet’e düşmanlığın nedenleri belli!.. Son günlerde siyah manşetlerimizin uyarıcı etkisi ortalığı sarınca saldırılar daha da arttı... Genelde biz saldırılara yanıt vermeyiz; ama, Cumhuriyet’i karalamaya çalışan bir kitabın çevresinde beş gazete birden ortaklaşa girişime geçince işin icabını yerine getirmiştik... Bu kez durum daha değişik... Ve de ibretlik!.. ? Akşam gazetesi öteden beri Cumhuriyet’e saldırılarda başı çekiyor; son olarak pazar günü ekonomi sayfasını manşetinden sekiz sütun kaplayan ve Cumhuriyet’i vurmaya çabalayan bir yazı çıktı... Yazarı Şermin Topçu adında bir hanım... Sekiz sütunluk manşette bu hanımın fotoğrafı ve yazısının başlığı var: ‘‘Tehlike Altında Olan Ne ki?’’ Şermin Hanım yazısında vermiş veriştirmiş Cumhuriyet’e; Sayın Bayan’a bakılırsa biz ölmüş bitmişiz... Ve de yazısını şu tümceyle bitiriyor: ‘‘... boşuna değil bazı Cumhuriyet çalışanlarının meyhanelerde iki kadeh atıp geyik çarpıştırırken ‘Her ölen emekli albayla bir tiraj kaybediyoruz’ diye kara tasalara karmaları.’’ Tümcedeki Türkçeyi bir yana bırakalım... ? Eğer basın tarihimize geçecek ibretlik bir kara mizahı vurgulamasaydı, niceleri gibi Şermin Hanım’ın yazısını da es geçecektim... Şermin Hanım’ın ‘‘Tehlike altında olan ne ki’’ diye sekiz sütuna yayılmış yazısının Akşam’da çıktığı gün, kimi gazeteler de sekiz sütunluk manşetlerle şu haberi veriyorlardı: ‘‘Doğu’da terör tuzağı... Bir yarbay şehit.. Bir albay yaralı.. Bir er şehit..’’ Cumhuriyet’i yalanlamaya ve emekli albayları küçümsemeye çalışan Şermin Hanım’ı bir muvazzaf yarbay, aynı gün ülke topraklarında şehit olarak tekzip ediyordu... ? Bu olayla birlikte ‘‘Tehlike Altında Olan Ne ki’’ başlıklı yazı basın tarihimize ‘‘unutulamayacak bir örnek’’ olarak kaydedilmiştir; mezkur yazı gazetecilik enstitülerinde okutulmaya değer bir kara mizah belgesi olduğu için Şermin Hanım’ın adı bu köşeye girdi. ‘Cudi’ Dağı ve Ötesi... “K asrik” Boğazı’nda ADD Silopi Şube Başkanı Dündar Kesik bana, iki taraftan yükselen “Cudi” Dağı’ndaki inleri göstererek; “İşte buralardan düze inerler” dedi. Sözünü sürdürerek benim de katıldığım bir hükme vardı: “Lojistik destekçileri ABD, siyasal yandaşları ise AB’dir”. Ilık bir günde Şırnak’a açılan boğazdayız. Emperyalizmin açıkça eşkıyalığa soyunduğu, Cumhuriyet Türkiye’sine yaman bir saldırıya geçtiği yerlerdeyiz. Şube başkanımız ruhsatlı silahını yanından hiç ayırmıyor. Her zaman tetikte. Güneydoğu’nun kanla ve terörle iç içe geçtiği bölgelerdeyiz. Diyarbakır, Mardin ve Şırnak il ve bazı ilçelerini kapsayan örgütsel çalışmalar için yollardayız. Genel Merkez heyeti olarak önce Diyarbakır’da durakladık. ADD Şube Başkanı yargılanıyor. Cumhuriyet Bayramı’nda örgüt üyelerimiz, Türk bayrakları ve Atatürk resimleri ile törene katılmak istemişler ama polis müdahale etmiş. Tanıklara göre, “Vali’nin emri var” diyerek kortejden dışarı çıkarılmışlar. Kemalistler diretmişler. Sözünü esirgemez ADD Şube Başkanı Rıza Gül sert bir bildiri yayımlamış. Ardından Bay Vali, üst üste davalar açmış. ADD Genel Merkezi, sorumluluğunun gereğini yaparak şube başkanımızı hiç yalnız bırakmadı. Diyarbakır’daki mahkeme salonunda birlikte saf tuttuk. Sonrasında bir basın açıklaması yaparak: “AB çizgisinde yöneticiliğe soyunanlar için” en baştan diğer ERTUĞRUL KAZANCI lerine doğru eleştirilerimizi sıraladık. Gerçekler: Diyarbakır, AB “müstemleke nazırları”nın Ortadoğu’daki kıblesi olmuş, ABD’li bağdaşıklarıyla birlikte oradalar. “Genişletilmiş” bir sömürge projeleri var. Türkiye’deki siyasal iktidarın; “içinde yer alacağını” açıkça söylediği GOP uygulamasında Diyarbakır, merkez üssü yoğunluğunda. Gecenin bir vaktindeki televizyon programımız bile müdahaleyle karşılaştı. Ama söyleyeceğimizi de söyledik. Ne yazık ki, Diyarbakır “mozaik” zihinlilerin eli ve diliyle beslenerek “konfederal” bayrak ve sloganların artık gösteri alanı durumunda. Pervasızlık diz boyu. Halkçıdevletçi modeli terk etmiş, ulusalcılıktan onur duyamamış ve emperyalizme tutsaklık psikolojisiyle yıllardır bağlanarak ülkeyi yöneten birtakım hükümetlerin tahribatını, gelin de buralarda görün… Silopi “Habur” gümrüğünün yanı başında bir ilçe. Upuzun kamyonlar, Irak’ın ABD güdümündeki sınırlarını aşıyorlar. ABD bu bölgede her an ve her yerde tüm kötücüllüğünü yansıtıyor. Silopi’nin geniş nüfusu; işsiz, aşsız ve siyaseten sıkıştırılmış bir bunalımın içinde. Atatürk Anıtı’na çelenk koyarken alınan güvenlik önlemlerine şaşar kalırdınız. Şırnak ili ise daha da gerilerde. İlçelerden mezralara doğru güç yitirmiş bir devlet egemenliğinin profili gözlemleniyor. ADD Genel Başkanı Sokaklar ayrımcı ve bölücülerin etkisi altında. Mardin’in bazı yöreleri de aynı noktada ve aynı sancılarda. Açıkça soralım ki; Türk ulusu ve ülkesi için canlarını feda edenler, ABDAB siyasetlerine uzun yıllardır yanaşan iktidarların dönemlerinde, arkalarında güçlü bir destek duymakta mıdırlar? İsrail ise hem uzakta ve hem de çok yakınlarda. Dış buyruklarla; federatif olmaya ve Kemalizmi toptan tasfiyeye yönelen iç payandalı “şer ittifakı” amacına ulaşma çabasında. İşte bunları saptıyoruz. Sonuç: Güneydoğu Anadolu’da başlatılan hain bir senaryo, Sevr’cilerin gönüllerine nice umutlar serpmektedir. Uluslararası sahte Ermeni ve Rum soykırım savlarına ilişkin parlamento kararlarıysa, birer rastlantı değildir. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu tarafa hiç bu denli tehlikeye düşmemiştir. Hıyanet erbabının elindeki çanlar Türkiye için çalmaktadır. Antiemperyalist çizgideki tüm onur sahipleri ve yurtseverler için bir “Türkiye ittifakı” zorunluluğu vardır. Her ne pahasına olursa olsun, Cumhuriyet ve Devrim korunup kollanmalıdır. Ulusal mutabakat zemini ise 1937’de anayasamıza giren “altıok”tur. Bir kez daha sesleniyoruz: “Kalkın ey ehli vatan!..” CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear