Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
EKİM CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY AYHAN SİCİMOĞLU AFRİKA’DAN KÜBA’YA RİTİM PEŞİNDEKİ YOLCULUĞUNDA İLK ALBÜMÜNÜ ÇIKARDI C Küçülünce Ne Olur? Batı, Türkiye’ye karşı değil dedik. Batı, “bu Türkiye”ye karşı. Onu, bu haliyle, Avrupa’nın tüm dikişlerini sökecek bir oluşum olarak görüyor. Sovyetler Birliği sonrasında tasfiye edilmesi gerekiyordu. Batı için Türkiye, hep Ekim Devrimi sonrasının dünya konjonktüründe eyvallah demek zorunda kalınmış bir “anomali” oldu. O halde, “normal” haline döndürülmesi gerekiyor. Bu kadar Damat Ferit ve Ali Kemal, boşuna ortalıkta dolanmıyor. 70’lerde dolar karşılığı Türk ilericilerini katleden ÇatlıAğca ve şürekasının çocukları, şimdilerde mahkeme basıp sözde romancı korkutuyor. Demek ki, Lord Curzon’un Lozan günlerinde, İsmet Paşa’ya, “verdiklerini tek teker geri alacakları günlerin geleceğini” hatırlatması, boş bir tehdit değilmiş. Hepsini geri almak zorundalar. Hızla oraya, o noktaya gidiyoruz. İçeriden yardım almaları bizi şaşırtmasın. Etrafımızdaki büyük çözülmede de öyle olmadı mı? İçerideki adamları eliyle gerçekleştirdiler her şeyi. Ancak şu anda en bariz olan husus, sol düşmanlığının Türkiye’yi nasıl bitirdiğidir... Dolayısıyla Orhan Pamuk gibi, son derece başarısız, Türkiye’den ve dünyadan “bihaber” olduğunu kitaplarıyla çekinmeden ilan eden bir yazarın Nobel’le taçlandırılıp dolar milyoneri yapılıvermesi, basit bir göstergedir. Fransa’nın Ermeni kararı falan değil, asıl Orhan Pamuk, bir bitişin habercisidir. Ülkesinin tasfiyesinden nemalanan bir haberci, daha doğrusu, bir propagandist. İsteyen, romanlarını, isteyen de bir biçem faciası “İstanbul”unu okuyabilir: Bu kadar bayağılık ve bu bayağılığa bağışlanan milyonlarca dolar, ancak Turgut Özal’ları başbakan ve cumhurbaşkanı yapan bir çürüme içinde gerekleşebilirdi. Demek Nobel, bir yanıyla da Kenan EvrenTurgut Özal profilidir. Bayağılık bize Batı’dan da geliyor. Bizi çürüttüler. Türkiye, asırlık bir çınar gibi kapaklanıyor. Paris ile Stockholm, bu kapaklanmanın basit tahsilat bürolarıdır ve Curzon’ların ruhunu şad etmek için Türkiye’nin küçültülmesi şart. Fakat bu senaryoya direnme, üç beş beyinsiz faşist veya şeriatçıya kalmışsa eğer, insanın aklına hançerlenmiş Sezar ve onun “Batsın öyleyse Roma!”sı düşmüyor değil. Türkiye’nin varlığı ile Türkiye’nin devrimcileri, sosyalistleri, artık tam bir kader birliği içindedir. Demek, tarih içindeki sol deneyimlerden nefret ile Anadolu’daki cumhuriyet deneyimimizden nefret örtüşüyormuş. Yeni dünya düzeninde bu nefretler kullanılıyor ve ödüllendiriliyor. Kimse kendisini aldatmasın. Demek, Türkiye sadece içindeki acılı devrimcilerin yüzü suyu hürmetine yaşamış ve solu bitirmek Türkiye’yi bitirmek anlamına geliyormuş... 7 Yaşam dünyanın ritminde HATİCE TUNCER Afrika kaynaklı Küba müziğine ve ritimlerine yıllarını veren Ayhan Sicimoğlu, Doublemoon etiketiyle ilk albümü ‘‘Friends & FamilyArkadaşlar ve Aile’’ albümünü yayımladı. AfroCuban müziğin Türkiye’deki temsilcilerinden biri olan Ayhan Sicimoğlu’yla söyleşimiz, ritim ve davulun sesinin takip ettiği yolculuklarla geçti. AfroCuban müziğin köklerini Afrika’da aradık, Küba’ya kadar giden tanrıları Orisha’larla tanıştık. Sicimoğlu’nun ritim tutkusu Kayseri’de Talas Amerikan Koleji’nde okuduğu yıllarda sıraları davul olarak kullandığında kendini göstermiş. Hâlâ devam eden ‘‘hiperaktifliği’’ ile sabah beşte kalkarmış. Gitar, piyano, akordeon çalmış, ama ritim çalgılarda karar kılmış. Daha sonra Tarsus Amerikan Koleji’nde okuyan Sicimoğlu, okulun orkestrasına katılmış. İngiltere’ye fotoğraf eğitimi için gittiği dönemlerde çeşitli mekânlarda davul çalmaya başlayan Sicimoğlu, 1976’da fotoğraf çekimi için gittiği İtalya’da dönemin ünlü davulcusu Toni Esposito’yla tanışmış. İki sene İtalya’da gruplarla çalan Sicimoğlu, bir çevre edinip isim yapmış: ‘‘Sahne prezansı olan rengârenk bir adamdım. Yalınayak, şalvarlar, koca kemerler, saçlar uzun. Enstrümanı çalanın sahnede duruşu da önemli. Geçen gün baktım genç bir çocuk saksofon çalıyor, elinde durmuyor. Aletin müzisyenin parçası olması, kolu eli, bacağı gibi olması lazım. Yani aletle bütünleşirsin. Ruh müzisyen değilse baktığın zaman hemen anlarsın. Hava için hareketler yapıyorsa o da hemen belli olur.’’ SEN NEYMİŞSİN? İtalya günlerinden sonra Türkiye’ye dönen Sicimoğlu, Mazhar Alanson, Fuat Güner, Özkan Uğur ve Galip Baransu’nun İpucu grubuna katılır. Grubun Heyecanlıyım şarkısını beyaz funk tarzda düzenleyen Sicimoğlu, Mazhar Alanson’un kendisine takılmak için yazdığı ünlü ‘‘Peki Peki Anladık’’ şarkısını da düzenlemiş. İŞADAMI SİCİMOĞLU Sicimoğlu’nun Türkiye’ye dönüşü işadamı kimliği ile olur. Babasının vefatı üzerine kardeşiyle birlikte tekstil fabrikalarının yönetimini üstlenir. İşleri nedeniyle Newyork’ta yaşayan Sicimoğlu müziği ikinci plana atmak zorunda kalır, ama Latin kulüplerine devam eder, ünlü hocaların workshop’larına katılır. Ancak 2000’li yıllarda Türkiye ekonomisine bağlı olarak işler kötü gider ve fabrikayı kapatırlar. Zaten ‘‘para her zaman ikinci planda’’ olmuş Sicimoğlu için. SATMAYAN PLAKLAR Amerika’dan döndüğünde Tarsus’tan sınıf arkadaşı Cemal Mutlu’nun Açık Radyo’da yaptığı ‘‘Satmayan Plaklar’’ programına konuk olur, daha sonra programı birlikte hazırlarlar. ‘‘Latin Lover’’ programını 5 yıl sürdüren Sicimoğlu, halen Radyo Oxigen’de Latino Time adlı bir program yapıyor. Ünlü gece kulüplerinde hiphop, rap ve disco müziği yapan Sicimoğlu, kurduğu Latin All Stars adlı grubun da dünya ritimlerini Latin kokusuyla harmanladı. Albümün ilk parçası Sicimoğlu’nun bestesi Pasa Baba’da piyanoları çalan Fahir Atakoğlu, yaylı düzenlemelerini de yapmış. Arya gibi başlayıp Kolombiyalı Rodrigo Rodriguez’in Ç A yhan Sicimoğlu albümünü, Türkiye’den ve dünyanın çeşitli ülkelerinden müzisyen arkadaşlarının ve ailesinin katkılarıyla hazırlamış. Paris’te opera eğitimi gören kızı soprano Ayşe Sicimoğlu albümde 3 şarkıyı yorumluyor. rap’ine uzanan şarkıda, Osmanlı döneminden bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Sicimoğlu bu şarkıda Küba’nın ‘‘bata’’ davullarında ‘‘Obatala’’ tanrısına yazılan ritimleri vuruyor. DARIO MORENO’DAN ‘‘İstanbul pas Constantinopleİstanbul Konstantinopol Değildir.’’ Türkiye’de yıllar önce Dario Moreno’dan duyulan bir şarkının melodileri üzerine mambo ritimleriyle tamamlanmış. ‘‘Ahi Na’ Ma Kaynana’’daki ritmler ‘‘Kolombiya dolaylarından’’ gelmiş, vokalde Özkan Uğur var. Unutulmaz ‘‘Historia de un Amor’’ şarkısında ilk kez Santa Domingo Adası’ndan Merengue ritimleri kullanılmış. Aynı me lodiyi Mirkelam ‘‘Bir Aşk Hikâyesi’’ adıyla söylüyor. ‘‘Amapola’’da Aydın Esen’in elektrik piyanosu eşliğinde Ayşe Sicimoğlu’nun hiphop denemelerine tanık oluyoruz. Latin Passport reegae bir şarkı, Reggaeturkaton, Porto Riko renklerinde. Güle Güle’de Brezilya ritimlerine Roman havaları eklenmiş. Şarkıya Uğur Yücel ‘‘surdu’’ ile eşlik ediyor. Albümün konuk 25 müzisyeni arasındaki Kübalı trampetçi Amik Adel Guerra, Perulu Cesar Correa, Balık Ayhan’ın ekibinden solist Nurcan Tecik, hikâyeler anlatan şarkılarda buluşuyor: ‘‘Benim müziğimi Latin füzyon diye değerlendirenler var. Füzyon kaynaşmış demek. Ama bu albüme füzyon denilemez. Bunun bir tarzı yok, tarifini bulamadım. Soruyorlar, anlatamıyorum, Latin diyemiyorum, ama rengi var. Bu başlı başına ‘nouvelle cuisine yeni mutfak’ gibi. Amerika’da çok yaygın, Fransız sosunu alıyorsun, yeni mutfakta başka bir şey ekliyorsun. Müzik de nouvelleyeni Latin. Yani Latin de var, Türk bir şey de var. Koku az da olsa bir şey veriyor.’’ Afro Cuban’ın kökenleri S icimoğlu, Amerika’da bulunduğu yıllarda AfroCuban ritimlerin kökenlerini araştırmış. Dinleri, inanışları, tapınma biçimlerini, ritimlere yüklenen anlamları öğrenmiş. ABD’deki Humboltd Devlet Üniversitesi’nde AfroCuban Healing Dansları’na müzisyen olarak katılmış: ‘‘Başka türlü sıradan olur. Önce macun sıvamazsanız boya kuramaz. Müzik duyuyorsunuz ama içerisinde derin bir kültürel felsefesi vardır. Hem anlatımında hem melodisinde hem ritminde. Latin müziğine aşkım Afrika’dan geliyor. Bata davullarda, bir şarkıda 17 tane ritime geçiyorsunuz. Bunları bileceksiniz ezberleyeceksiniz. Fildişi Sahili’nde bir arkadaşım vardı. ‘Bizde hâlâ davullarla konuşurlar. Hâlâ davul sesiyle haberleşiyorlar’ demişti.’’ TEDAVİ YÖNTEMİ Sicimoğlu, Senegal’de ritimlerle ilgili bir çalışma yapmak üzere gittiğinde ritmin kalp atışı kadar önemli olduğunu öğrenmiş: ‘‘Senegal’e gitmiştik. 80 yaşın üzerinde ünlü bir davulcunun oğlu Dr. Dudu D’Nidaye Rose Jr. ile tanıştım. ‘Biz hastaları davul çalarak tedavi ediyoruz. Akıl hastalıklarına, Alzheimer’e bire bir’ diye ritmin önemini anlatmıştı. ‘İnsan vücudunda elektrik akımı vardır. Bu akımdaki ritim bozulunca bağışıklık ürkiye’deki ritimlere sistemi bozulur ve neden ilgi duymadığını insan hastalığa sorduk: ‘‘AfroCuban açık olur. Davulla bütün ritimlerin doğduğu tedavi ederiz’ dedi. Sonra temel. 4 bin ritimden baktım ABD’de bahsediyorum. Son bir doktor derece zordur, klasik bilimsel olarak müzik gibidir. Bir ritim ve dansın davuldan ses çıkarmak 6 bağışıklık sistemi ay sürer. Albüm için Balık üzerindeki etkisini Ayhan yanaklarını bilimsel olarak ispat boynunu şişirip etti... Ben de ondan mı parmaklarıyla ritim genç kalıyorum çıkardı, şaşırıp kaldım.’’ acaba?’’ ok şey olur. Türkiye, şimdilerde özellikle “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) çerçevesinde “1919 Osmanlısı”na döndürülmeye çalışılan bir ülkedir ve eğer bu plan başarılı olursa, küçültüleceği kesindir. BakuCeyhan denilen “saatli bomba hattının” Türkiye’nin içine sokuşturulmuş bir sınır olduğunu ve bu sınırın ABD’nin özel birlikleri tarafından korunacağını, haber biçiminde, geçen yıl ilk kez bu gazetede yayımladık. Arkası geldi. Türkiye küçülünce, geriye pek hayırlı bir tarih kalmaz. Tam bir kaosa girilir. Kaosa falan girilir de, bununla kimi korkutacaksınız? Kaosu bizzat örgütleyenleri mi? Onlar da ne çok korkar ya... Acı olan, kendisini solcu sanan veya solcu satan bazı çevrelerin, Batı Avrupa’ya, dünya sistemi içindeki yeni ve daha hayırhah bir merkez olarak aşırı güvenidir. Belki de bu nedenle AB’ye hasret türkülerinin ardı arkası kesilmiyor. Fransa’ya bakan görür oysa. Orhan Pamuk’a bakan da görür. Neyi? Avrupa’nın hiç de öyle genel bir Türkiye karşıtlığı olmadığını, hatta Türkiye’yi AB’de görmek istediğini, sonuçta bu beraberliğin ortalarda bir yerde zaten gerçekleşeceğini... Avrupa, sadece, bu büyüklükte ve kuruluşundaki sola açık aydınlanmabağımsızlık felsefesini korumakta kararlı bir Türkiye istemiyor. ??? Gerçekten de, Avrupa veya Amerika, “1919 Osmanlısı” da denebilecek bir Türkiye’ye neden karşı olsun? Bunlar Balkanlar’a karşı mıydılar? Ya da Ortadoğu’ya, o petrol orada yattığı sürece, herhangi bir garezleri olabilir miydi? Sadece ortalığa “kendilerince” bir biçim vermeleri gerekiyordu. Buna inandılar. Geçmişte vermek zorunda kaldıkları bazı tavizleri geçersiz kılmaktan başka çareleri yoktu. Onu yaptılar. Bir sürü devlet türettiler. Şimdi, Batı dünyasında, aynı parlamentoların, 90 yıl önce Anadolu halklarına yaşattıkları büyük bir acıyı kullanarak art arda sözde “hakbilir” kararlar alması, dünya sisteminin gereğidir. Türkiye’nin bir “anomali” olduğunu bırakın dünyaya, bizzat Türkiye’nin insanlarına telkin etmek zorundalar. Kendi varlıkları ve refahları buna bağlı. Sorun, orada değil. Sorun, daha doğrusu trajedi, bu senaryoya sol adına destek verenlerin halidir. Sonuçta dünyanın egemenlerine kafa tutmayı beceremeyenler, onların senaryolarında figüranlığa mahkumdur. Aktör olmaları zaten mümkün değildir. Fakat bu senaryoya gösterilen faşistşeriatçı tepkilerin de, aynı senaryonun bir diğer parçası olduğunu vurgulamak zorundayız. Şovenfaşistşeriatçı tepkiler, emperyal senaryoların yerleşmesi için gerekli ucuzluklardır. Mahkeme basıp Orhan Pamuk veya Elif “Shafak” korkutmak da bu oyunun bir gereği... cutsay?gmx.net T Rakamlar ve notaların ustası ZUHAL AYTOLUN Vestel Mali İşler Müdürü Cem Kadırgan tam bir müzik tutkunu. Öyle ki yıllarca müzik dinlemiş, biriktirmiş, kabına sığmamış kendisi ve yakın çevresi için albüm bile çıkarmış. Esas mesleği hesaplar üzerine kurulu olan Kadırgan’ın müziğe ilgisi çok küçük yaşlarda başlamış. 1972 yılında mandolin dersi almaya başlayan Kadırgan, daha sonra Rafi Aslanyan’dan dört yıl klasik gitar dersi almış. Lise ve üniversite yıllarında akustik gitar çalan Kadırgan, üniversite üçüncü sınıftayken arkadaşlarıyla birlikte ‘‘Grup Yağmur’’ isimli bir grup kurmuş. Taksim Sanatevi ve Baltalimanı’ndaki Mum Bar’da bir süre gitar çalıp şarkı söylemiş. İkinci albümü ‘En İyisi Hiç Yazmamak’ı çıkaran Kadırgan, boş zamanlarında müzikle uğraştığını ancak piyasaya yönelik hiçbir amacı olmadığını söylüyor: ‘‘Müzik dünyasına girme gibi bir çabam yok, zaten yaptığım parçalar piyasada talep görecek müzikler değil. O yüzden dikkat ederseniz öyle slogan sözler falan yok ve hepsi bir duyguyu anlatıyor. Benim tek bir amacım var o da yaptığım müziği insanlarla paylaşmak, benden geride bir şeyler bırakmak. Yıllar sonra yaşlandığımda oğluma ben gençliğimde çok iyi bilanço hazırlardım mı diyeyim yani...’’ Timur Selçuk, Cem Karaca, Cahit Berkay’larla büyüyüp müzikal bir altyapı oluşturduğunu belirten Kadırgan ‘‘Ben bu isimlerin yanında kendime müzisyen diyemem. Ben bir B u kez yolumuz Bayburt’a düştü. Bayburt çiçeği burnunda sayılabilecek illlerimizin en eskilerinden biri. Plaka numarasının 69 olması bu durumu belgeliyor. Buna karşılık yüzölçümü 3 bin 739 kilometre olduğu için en küçük, nüfusunun resmi kayıtlara göre 97 bin 358 olması nedeniyle de en tenha ili sayılıyor. Kilometrekareye 26 kişinin düşüyor olması da bunu gösteriyor. Merkez ilçe ile birlikte topu topu üç ilçesi var. Buna karşın Bayburt, topraklarında pek çok tarihi kalıntıyı ve doğal güzellikleri barındırıyor. Günün hangi saatinde olursa olsun hareketli bir görünüşü var. Nüfusunun yüzde 57’sinin köylerde yaşıyor olması, tarım ağırlıklı bir ekonomisi bulunduğunu gösteriyor. Avupa Birliği (AB) ve Dünya Bankası (DB) denilince aklımıza hep doğal olarak ülkemize dayatılan olumsuz koşulları geliyor. Ama Bayburt, bu olumsuzluklara karşın AB ve DB’nin fonlarından yararlanmayı başarmış illerimizden biri durumunda. Kişi başına sağlanan fon ortalaması 59 Avro olarak hesaplanmış. Avrupa Birliği’ne verilen projelerden 24’ü uygun bulunarak yaklaşık 6 milyon Avro’luk kaynak sağlanmış. GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Dünya Bankası ise 31 projeyi kabul ederek 1 milyon 154 bin Yeni Türk Liralık kaynak aktarmış. Aktarılan kaynakların büyük bölümünün hibe oluşu da konunun ayrı bir yönü. ??? Projelerden ikisi, Soğanlı Kabartma Halısı’nın seri halde üretilmesini sağlamak üzere açılan iki dokuma atölyesi için verilmiş. Aydıntepe ve Demirözü ilçelerindeki atölyelerde hem yeni usta halıcılar yetiştiriliyor, hem de üretim yapılıyor. ??? Milattan Sonra 4 ile 5’inci yüzyıla tarihlendirilen Aydıntepe yeraltı şehri yakın zamanda turizme ve tarihe kazandırılmış. Bir bölümünü gezme olanağını bulduğumuz yeraltı şehri, dünyaya duyurulabilirse, Hıristiyanlık tarihi açısından da önemli bir merkez olabilecek konumda. Merkez ilçedeki Çımağıl Mağarası’na ise he En Küçük ve Tenha İl: Bayburt nüz el sürülmemiş. 149 bin Avro’su hibe olan proje bütçesinin kullanılmasıyla ikinci bir özgün yapı turizme kazandırılmış olacak. Görkemli bir görünüşü olan Bayburt Kalesi’nin ilk yapılışı Tunç Çağı’na kadar gidiyor. Ama Bayburt’un çeştli yerlere dağılmış beş kalesi daha var. İldeki höyüklerin sayısı ise 20. Ödenek sağlandığı takdirde zengin bir geçmişi günümüze getirmek ve turizme açmak hiç de zor olmayacak. ??? Bayburt’un yeni turizm ve spor umutlarından birisi de Kop Dağı’nın Bayburt’a bakan yamaçlarına yapılmış olan kayak evi. Binası Özel İdare tarafından, telesiyeji de Gençlik ve Spor Genel Mdürlüğü tarafından yapılmış. Çevresi ağaçlık olduğu için çığ tehlikesi bulunmadığı da özenle vurgulanıyor. Gezdiğimizde döşenmesinin tamamlanarak kar yağdığında ha zır hale getirilmesine çalışılıyordu. Özellikle Karadeniz yöresinde kayağa ilk kez başlayacaklar için çekici bir merkez olacağı umudu ağır basıyor. ??? Bayburt deyince kadınların geleneksel olarak büründüğü dokuma ürünü olan “ehram”dan ve bulmacacıların kurtarıcı sorularının başında gelen “kete”den söz etmemek olmaz. Koca koca lahanaların serildiği tarlalar da hoş bir görüntü oluşturuyor. ??? Bayburt Gazeteciler Cemiyeti’nin ev sahipliğinde geçen gezimizde Vali Musa Küçükkurt’la da tanıştık. Bayburt’un il olması doğal olarak en büyük değişiklik. Ama ona eşdeğer bir değişiklik de hava durumunda yaşanmış. Erzurum’a bağlı olduğu için hava durumu da bu ile göre tahmin edilip açıklanıyormuş. İl olunca hava durumunda Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ve bağımsız olarak yer almaya başlamış. Sıfır altındaki aşırı soğukların yerini bulunduğu bölgeninkiler almış. Ve o günleri yaşayan yaşlılar arasında şöyle diyenler olmuş: “Allah Bayburt’u il yapanlardan razı olsun. Sayelerinde sırtımız ısındı.” müzikseverim, müzisyen olmadığımı bilecek kadar müzikten anlıyorum’’ diyor. Kadırgan’ın ‘‘Benzer Duygular’’ adlı ilk albümü oğlu ve eşine yazdığı şiirlerin bestelenmesi sonucunda ortaya çıkmış. Albümle birlikte aynı adlı bir de şiir kitabı yayımlandı. İkinci albümü ‘‘En İyisi Hiç Yazmamak’’ta da tüm sözler Cem Kadırgan’a ait. Doğan Canku’nun destek verdiği albümde düzenlemeleri Yuri Ryadchenko yapmış. Kadırgan albümleri için ‘‘Yaptığım tüm çalışmalar için ciddi bir emek sarfediyorum. Hobi olarak değerlendirmemek gerekiyor. Duygularımı hayatın gerçekleriyle dengeliyorum’’ diyor. Türkiye’nin en hızlı şarkı üreten adamı olarak tarif ediyor kendisini. Ama ‘‘bazen çok hızlı bazen de verimsiz oluyorum’’ diyor. Kendini ifade alanı olarak müziği seçtiğini söyleyen Kadırgan, hissettiği her türlü duyguyu bu yolla dışavurduğunun özellikle altını çiziyor: ‘‘Bana aşkı tanımla diyorlar orada bir metin oluşuyor kafamda ‘Aşk yazıldığı gibi mi okunur? Hayır! Yazarken üç harf, okurken tek bir kelime, anlatırken bütün bir yaşam’ sözleriyle bir şarkı yazıyorum.’’