02 Şubat 2025 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 Doç. Dr. Yıldız SERTEL 8. Paris Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Halkı yok sayan serbest piyasa yaklaşımı can yakıcı boyuta ulaştı… C S TRATEJİ AVRUPA’NIN EKONOMİK BUNALIMI A B Türkiye’yi şamar oğlanına çevirmekten vazgeçmiyor. AKP’nin kapatılmasını önlemek için, Parlamentomuza kadar gelip yargıya yaptıkları baskılar, egemenliğimizle bağdaşmayacak açıklamalar yetmedi. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, yayınladığı raporda kapatma davasını demokrasiye indirilmiş bir darbe olarak gösterdi, Türkiye’ye tehditler savurdu. Sanki Avrupa kriterleri, düşünce özgürlüğü ancak AKP’nin iktidarında korunabilirmiş gibi. AB’nin telaşını anlamak zor değil. Çünkü AKP kapandığı gün o tatlı ihaleler, bedavaya satın alınan işletmeler, arazi satın alma yetkileri, Lozan Anlaşması’nın kolayca çiğnenmesi ve daha pek çok tavizler sona erebilir. Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi süreci sekteye uğrayabilir. Bütün bunlar AB’nin emperyalist yüzünü ortaya çıkarmıyor mu? Ne var ki, medya sağ olsun, hala AB’ne girmeyi kaçınılmaz bir hedef gibi gösteriyor. "Avrupa’ya girelim, zenginleşelim," diyorlar. AB’nin yeni üyeye girişte verdiği parayla Yunanistan, İspanya gibi ülkelerin zenginleştiği ileri sürülüyor. O günden bu güne AB’nin fakirleştiği, girişteki o paraları ödeyemediği, bu nedenle yeni üye olmanın zorlaştırıldığı unutuluyor. Atatürk "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşalım" demişti. "Avrupa’ya katılalım, uygarlaşalım" diyenler var. Bugünkü Avrupa’nın o Avrupa olmadığı unutuluyor. Küreselleşen Avrupa’nın ekonomik, siyasal ve kültürel bunalımı söz konusu bugün. Mustafa Kemal, "Batıdan iyi olanı alalım, hiçbir zaman sömürge koşullarını kabul etmeyelim" demişti. Kurtuluş orduları Avrupa emperyalizmine karşı savaşmıştı. Mustafa Kemal antiemperyalistti, ya bizim sol muhalefet? Avrupa’da serbest piyasa ekonomisinin dayatılması, yönetimlerle halkı ayrı düşürmüş durumda. AB’nin anayasasının ardından yerine getirilen Lizbon Anlaşması’nın da reddedilmesi karşıtlığı ortaya koyuyor. Referanduma sunulması durumunda Fransa’da da anlaşmanın reddedileceği açıkça görülüyor. ekonomisi", zengini zengin, fakiri fakir kılan bir düzendir. AB Anayasası’nın aşağıdaki maddesini anımsayalım: "Birliğe üye ülkeler açık pazar, serbest piyasa ilkelerine uygun hareket eder, bunun için gereken kaynakları sağlarlar. (II. Bölümün, III177. ve 178. maddelerinde bu koşul tekrarlanmaktadır.) Güdümlü, planlı, korumalı ekonomiye bir engel oluşturan bu koşul, Avrupa ölçüsünde sorun yaratmakta, iktidara gelen sosyalist partiler, sosyalist programlarını istedikleri gibi uygulayamamaktadır. Fransa’da Jospin, Almanya’da Schröder hükümetleri gibi... AB liberal ekonomi çerçevesi içinde işsizliğe, ekonomik durgunluğa çare bulamıyor. Bu yüzden örgüt 2008 haziranına kadar anayasasız kaldı. Nihayet Lizbon’da, Anayasa yerine geçecek bir Anlaşma imzalandı. Referandumdan kaçınıldı, üye ülkelerin yeni anlaşmayı parlamentolarında oylaması sağlandı. Ne var ki, İrlanda’da yapılan referandumdan hayır oyu çıkması AB’yi yeni bir bunalıma soktu. Sondajlara göre, Fransa’da da referandum yapılmış olsaydı, oyların yüzde 53’ü "hayır" olacaktı. Çek Cumhuriyet’inden de hayır yanıtı çıkması bekleniyor. Böylece Avrupa’nın siyasal bunalımı sürüyor. Avrupa’nın bunalımları AVRUPA’NIN SİYASAL BUNALIMI AB 2005’ten beri bir siyasal bunalım yaşıyor. 2005 Nisanında, AB Anayasası üzerine yapılan referandumda Fransız, arkasından da Hollanda halkı hayır oyu verdi. Nedeni sadece Avrupa kurallarının ulusal egemenlikle bağdaşmaması değildi. Asıl neden, küreselleşmeyle gelen, serbest piyasa ekonomisinin, sosyal devlete darbeler indirmesi, işsizliğin korkunç boyutlara ulaşması ve geçim düzeyinin düşmesiydi. Fransa’nın büyük şehirlerinde on binlerle Fransız; işçi, köylü, aydın, İrlanda, sosyal devlet uygulamalarını öğrenci, memur işsizliği, kısıtlayan AB’yi veto etti. düşük ücretleri, geleceğe karşı güvensizliği büyük yürüyüş ve grevlerle protesto ediyordu. Fransız solu, bu durumdan liberal ekonominin sorumlu olduğunu gizlemiyordu. Eski Başbakan L. Fabius, "Artık liberal Fransa’ya, liberal Avrupa’ya bir son vermek gerek" diyordu. Küreselleşme karşıtı ATTAC örgütü, "Liberal Avrupa ilkesi Avrupa Anayasası’nı yıktı diyordu". (Le Nouvelle Observateur, 2430 Mart 2005). Bu örgüte göre, söz konusu Anayasa, Avrupa halklarının değil, Avrupa büyük sermayesinin anayasasıdır. Temel ilkesi olan, "serbest piyasa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hemen de bütün Avrupa ülkelerinde sosyal programlar uygulandı. Hedef, kapitalizmi 1930’lu yıllarda yaşadığı ekonomik bunalımdan kurtarmak, sosyal çelişkileri sınırlandırmaktı. İngiliz ekonomisti M. Keynes’in hazırlamış olduğu programa uygun olarak; mali sermaye kontrol altında alındı. Dışarıya sınırsız sermaye akışları önlendi. Çok geniş sosyal yardımlarla halkın alım kabiliyeti güçlendirildi. Böylece iç pazar açıldı. Devlet yatırımları ile kurulan bankalar, büyük işletmeler özel sermayenin tekelini kırdı, ekonomide devlet denetimini sağladı. Bu, Keynesci, planlı ekonomi süreci içinde, çalışan insanlara, yoksullara çok geniş haklar sağlayan sosyal devletler kuruldu. Ancak 1968’den sonra, Avrupa Ortak Pazarı ülkelerinin kendi aralarındaki rekabet; tarım ürünleri üretiminin kısıtlanması, silahlanmaya yapılan yatırımlar yüzünden sosyal yardımlar kısıtlanmaya başlandı. Serbest piyasa ekonomisine dönüş işsizlik ve enflasyon getirdi. Fransa’da devasa öğrenci ve işçi gösterileri De Gaulle idaresinin devrilmesine kadar gitti. 1979’da Çin’in batıya açılmasıyla batıdan doğuya sermaye akımı hızlandı. Aynı zamanda Avrupa ekonomileri doğudan gelen malların rekabetine dayanamaz oldu. Bazı dallarda fabrikalar kapandı, işsizlik hızla arttı. Hızla gelişen tekeller fiyatları yükseltti. 1980’li yıllarda Avrupa’da "stagflasyon" denen yeni bir terim ortaya çıktı. Enflasyon ve durgunluk bir arada. Fiyat artışlarından petrol fiyatlarındaki yükseliş sorumlu tutuluyordu ama; asıl sorun rekabetin ortadan kalkması, pek çok alanda fiyatları uluslararası tekellerin tayin etmeye başlamasıydı. Yani, küreselleşme Avrupa ekonomisine damgasını vurmaya başlamıştı. Fransız ekonomisti P. Droin, durumu şöyle açıklıyordu: "Pazarı çokulusluların ayarlaması bazılarını kazandırırken, bazılarını da yıkıyor. Dünya ölçüsünde borçlanma son haddini buldu. Milli sanayi politikası, çok uluslu politikalara ters düşüyor." ( Crepa ve I.R.M. tarafından örgütlenen sempozyum, Le Monde 2 Aralık 1982) İşte, bu küreselleşme koşullarında, Fransa’da, 1983 ile 1995 arasında gidip gelen sol iktidarlar, kapitalizmi idare etmekle yetindiler, sosyalist programlar uygulayamadılar. Korumacılığa yöneldikleri zaman AB ile çelişkiye düşüyorlardı. 1991’den sonra verimli yatırımlar azaldı. Fransa’nın üretimi düştü. 1995’te işsizlerin sayısı 4 milyona ulaştı. Almanya’da ise 5 milyonu buldu. Bugün hala işsizlik Fransız ve Alman ekonomilerinin en büyük yarası. Fransa’nın eski Ekonomi Bakanı L. Fabius durumu şöyle değerlendiriyor: "Yirmi yıldır toplumu tahrip eden işsizliğe çare bulamadık. Bugün hala bu afetin nedenleri açıklanmıyor. Büyüme hiç bir zaman eskisi gibi olmayacak, işsizliği ememeyecek. Çünkü bunun nedenleri pazar ekonomisinin getirdiği anarşi, rekabetle yan yana yürüyen tekelcilik... (L. Fabius, "Dikkat halkçılık", Le Monde 30 Mart 1994). 2005 yılına varıldığında durum daha iyi değildi. D. de Villepine hükümetinin idaresinde direkt
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear