Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Erdal SARIZEYBEK TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı esarizeybek@tusam.net ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 20 Ekim 2008/225 İ ç güvenlik kamu düzenini korumayı; ulusal güvenlik ise ulus ve devletin anayasal varlığı ve bekasının korunmasını söz konusu eder. Ulusal güvenlik, genel asayiş kavramının çok üzerinde, iç ve dış güvenlik ile savunma konularından oluşan ulusdevlet güvenliğinin en üst yapısı ve toplam güvenliğin bir şemsiyesi konumundadır. Bu çerçevede Türkiye’nin ulusal güvenlik tanımı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal düzeni, ulusal varlığı, bütünlüğü, uluslararası alanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik çıkarlarını ve ahdi hukukunun her türlü dış ve iç tehdide karşı korumak ve kollamak şeklindedir. Bu tanımdan yola çıkarsak “ulusal güvenlik siyaseti” de; ulusal güvenliğin sağlanması ve ulusal hedeflere ulaşılması amacı ile Milli Güvenlik Kurulu’nun belirlediği görüşler dâhilinde, Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen siyaset olacaktır. Bu siyaset kendi işleyiş çarkı içerisinde belgeye dönüştürülür ve Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi adını alır. Sayın Başbakan’ın Aktütün’de verdiğimiz şehitler sonrasında yaptığı açıklama ile dile getirdiği “Yol Haritası”, işte bu belgede yaşam bulur ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası ve Türk Milleti'nin refahına ilişkin izlenecek milli güvenlik siyasetinin esaslarını içerir. Yeni göreve başlayan bir hükümetin ilk yapması gereken görev; bu yol haritasını ulusal ve uluslararası konjoktüre uygun olarak gözden geçirmektir, yoksa binlerce yıllık tarihi olan Türk devletinin yol haritasını yeniden çizmek değil. Peki, ulusal güvenlik siyaseti hangi süreçten geçerek uygulamaya dönüşür ve bu uygulama yurttaşın karşısına nasıl çıkar? Terör iç güvenlik sorunu olmanın ötesinde ulusal güvenlik sorununa dönüşme işaretleri veriyor. Ulusal güvenliğin korunması için anayasa ve yasalardaki sürecin işletilmesi gerekiyor. görüşerek onaylamıştır. Demokratik sistemin işleyişine uygun olarak, 25 Şubat 2003 günü Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin Başbakanlık Tezkeresi TBMM'ye sunulmuştur. Ancak 1 Mart’ta tezkereyi görüşen TBMM “hayır” diyerek bu konuda hükümete yetki vermemiştir. Bu şekliyle ortaya çıkan tablo, ulusal güvenlik çarkının işleyişine çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Ulusal güvenlik çarkının dönüşü Anayasa’nın çizdiği hukuki zeminde açıktır; Türk milletinin ulusal güvenlik siyaseti konusunda tavsiye kararları alan bir Milli Güvenlik Kurulu, bu tavsiyeye uyup uymamakta özgür olan bir Başbakan ile Bakanlar Kurulu ve nihayetinde son sözü söyleyecek bir TBMM vardır. Yani Türkiye’nin mevcut anayasal sisteminin işleyebilmesi için gerekli olan temel yapılar yıllar öncesi kurulmuştur; ulusal güvenlik çarkının bir işletilme sistemi vardır ve bu çarkın objektif ölçütler temelinde işlediği varsayımında, ulusal güvenliğimizin de doğal olarak teminat altına alınmış olduğunu düşünmek gerekir. Peki, öyleyse neden PKK terör örgütü kaynaklı Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehditler ortadan kaldırılamamaktadır ve Türkiye, otuz yılı aşkın bir süredir terörle mücadelede insan ve para kaynaklarını tüketmektedir? Yolunda gitmeyen nedir; sistem mi yoksa sisteme bağlı dinamikler mi işlememektedir, çalışmamaktadır ve güvenlik çarkı rotasında dönmemektedir? Bu sorulara cevap verebilmek için önce ulusal güvenliğe yönelik tehdit değerlendirilmesi konusuna bir açıklık getirmek gerekmektedir. Ulusal güvenlik çarkı dönmüyor Yöntem anayasa ve yasalarda belli… TEHDİT DEĞERLENDİRMESİ Yurttaş olarak bizler ulusal güvenlik ve güvenliğimize yönelik tehditler konusunda yeterli bilgiye sahip değiliz, belki olmamız da gerekmiyor, çünkü ulusun yüksek çıkarlarını koruması gereken bir devlet mekanizması vardır, bu çarkı döndürmekle sorumlu devletin dinamik güçleri vardır. Güvenlik çarkını itici en büyük ulusal güç; Türk Silahlı Kuvvetleri’dir ve Türk ulusunun sahip olduğu dinamik güçlerin en başında yer alır. İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi gereğince Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır. MİLLİ GÜVENLİK KURULU Türkiye'de ulusal güvenlik sisteminin temel organı Milli Güvenlik Kurulu’dur. Kurumsal olarak Milli Güvenlik Kurulu 1982 Anayasası'nın 118. maddesine uygun olarak 1983 yılında çıkarılan 2945 sayılı yasa ile teşkil edilmiştir. Bu kurul devletin ulusal güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili konularda tavsiye kararları alır ve gerekli koordinasyonun sağlanması için görüş tespit eder; bu tavsiye kararlarını ve görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir. Kurul Kararları, Yapımı süren Aktütün Karakolu... Anayasa’nın 118. maddesi ile 2945 sayılı Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu'nun 4. maddesinde açıklandığı üzere tavsiye niteliğinde olup, uygulama şekil ve kararını verecek otorite önce Bakanlar Kurulu, sonrasında ise TBMM’dir. Yakın tarihimize 1 Mart tezkeresi olarak geçen süreç anımsanacak olursa; Milli Güvenlik Kurulu 31 Ocak 2003 günlü toplantısında, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını korumak üzere gerekli görülecek askeri önlemlerin hükümet tarafından alınması konusunda tavsiye kararı almış, akabinde toplanan Bakanlar Kurulu konuyu TSK’nin bu itici güç rolünü oynayabilmesi ve bu vazifesini yapılabilmesi için öncelikle Türk yurduna ve anayasal cumhuriyet rejimine yönelik tehditleri belirlemesi ve değerlendirmesi gerekmektedir. Gücünü ulusundan ve yasalardan alan TSK, sahip olduğu olanakları seferber ederek ulusal güvenliğe yönelik tehditleri belirleyip açığa çıkaracak, çözüm yolları üretecek, MGK’ya sorunu önerileriyle birlikte taşıyacak ve böylece güvenlik çarkını siyaset yapıcılara doğru iterek dönmesini sağlayacaktır. Demokrasi işte budur; ulusal güvenlik mekanizması içerisinde rol alan her aktör üzerine düşen tarihi sorumluluğun bilincinde olarak ve bu görev ve sorumluluğu hakkıyla taşıyarak anayasal sistemi işletecek, Türk yurdu ve ulusunun güvenliğini sağlayacaktır. Peki, günümüzde Türkiye’nin varlığına ve bekasına yönelik iç ve dış tehditler nelerdir? Bugün, Türkiye’ye yönelik tehditler öylesine açık hale gelmiştir ki, bir yandan sokakta yürüyen bizler hem tehditlerin içeriği hem de tehdide karşı alınması gereken önlemler konusunda bilgi sahibi olurken, öte yandan belki de cumhuriyet tarihinde ilk kez, Genelkurmay Başkanlığı da Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına ve bekasına yönelik tehditleri kamuoyuna ilan ederek bizleri bilinçlendirmiştir. Bu bilinçle toplum, tehdidin her geçen gün yakınlaştığı ve ağırlaştığını hissetmeye başlamış ve her gün gelen şehit haberleri toplumu, kendini ve geleceğini korumakla yükümlü ulusal güçleri sorgulamaya itmiştir. 2006 yılının 28 Ağustos’unda Orgeneral Büyükanıt, Genelkurmay Başkanlığı görevini Orgeneral Özkök’ten teslim alırken ulusal güvenliğimize yönelik tehditleri terör ve irtica olarak ilan etmiştir. Ulusal güvenliğimize yönelik tehditlerin açık ilanıyla güvenlik çarkı da dönmeye başlamıştır ama bu çark Anayasa’nın çizdiği rotada dönmüş müdür, ona bir bakalım. MGK’NİN İŞLEVİ 28 Ağustos 2006’da yapılan tehdit değerlendirme ve tespitleri sonucunda, doğal olarak, sorunun 31 Ekim’de yapılan MGK toplantısına taşınmış olması gerekmektedir ama bu toplantı sonrası açıklanan bildiride bu tehditlerin ele alınmış olduğuna ilişkin bir açıklama yoktur. Şaşırtıcı değil, çünkü yüksek güvenlikle ilgili alınması gereken önlemlerin kamuoyuna açıklamasını beklemek doğru olmayacaktır. Düşüncemize göre; bu tehdit değerlendirmesi demokratik sistemin işleyişine uygun olarak MGK’ya taşınmıştır, konuşulmuştur, tartışılmış ve siyasi iradeye ulusal güvenliğin tesisine yönelik tavsiyeler iletilmiştir, olması gereken de elbet budur. Sonrasında artık görev hükümetindir; MGK’nın tavsiye kararları doğrultusunda sorunu ele alacak, değerlendirecek ve alınması gereken tedbirleri alacaktır. İşte bugün tehdide karşı önlem konusunda içinde yaşamakta olduğumuz süreç budur. Ama bu sürecin bir de geçmişi