Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
deneyimi ve onun bir yüzyıl sonrasında "daha gelişkin ve kurumsal bir yapıda kurulmuş olan" Milletler Cemiyeti modeli sayesinde bu derece mükemmel bir "hukuksal" yapıda şekillendirilebilmiştir. NAPOLYON’DAN HİTLERE Demek ki, Avrupa kıtasını bir yönetim altında birleştirme hevesine kapılan Napolyon’un çılgınlığının, Uluslararası İlişkiler ile Uluslararası Hukukun bugünkü anlamda modern bir yapıya kavuşturulmasına büyük etkisi olmuştur. Napolyon’dan 130 yıl sonra, aynı hayale kapılarak, Avrupa’yı bir yönetim altında toplamak üzere önüne gelen ülkeyi yakıp yıkan ikinci bir kişi Almanya Şansölyesi Adolf Hitler’den başkası değildi. Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olarak parçalanan ve tamamen kıskaç altına alınarak güçlenmesi engellenmeye çalışılan Almanya; 1933 yılında iktidara gelen Hitler sayesinde, 1933–1938 yılları arasında, beş yıllık gibi çok kısa bir sürede toparlanarak, 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı’nı başlatıp, bir yıl gibi yine oldukça kısa bir zaman diliminde neredeyse bütün Avrupa’ya hâkim olmuştur. Ancak Hitler, Napolyon’un başına gelenlerden ders almamış olacak ki; bir yıl içerisinde elde ettiği başarıların verdiği özgüven ve karşıt ideolojinin paralel bir biçimde güçlenmesine tahammül edememenin de etkisiyle; "ittifak ilişkileri"ni hiçe sayarak, İkinci Dünya Savaşı’na ittifak içerisinde girdiği Rusya’yı da işgal etmeye başladı. Ancak, Napolyon’un başına gelen, Hitlerin de başına gelmiş ve Hitler’in ordusu "bataklık ile uçsuz bucaksız Rus ülkesine" saplanmıştı. İşte, Hitler’in Almanya’sı ve müttefiklerinin 1945 yılında kesin bir biçimde yenilgiye uğramalarından sonra; Avrupa merkezli dünya sistemi iki kutuplu bir yapıya bürünmüş oldu. Savaşın kaderi belli olduktan sonra; ABD ile Sovyetler Birliği (SSCB) arasında "Avrupa ülkeleri üzerindeki hâkimiyet alanlarının paylaşımı" anlamında 1944 Ekim’inde yapılan "yüzdeler anlaşması" ve SSCB’nin Doğu’dan başlayarak Batı Avrupa’ya doğru hâkimiyetini kurma yönünde bir irade ortaya koymasının yaydığı üzüntü ve korkuyla; Avrupa’nın birleştirilerek, gerekirse "Birleşik Avrupa Devletleri" gibi bütünsel bir yapının oluşturulması gerektiği, 1946 yılında, bizzat İngiltere Başbakanı Churchill gibi güçlü devlet adamları tarafından bile güçlü bir şekilde savunulmaya başlanmıştır. Ayrıca, Birinci Dünya Savaşı’nda, gücünden çok şey kaybetmiş olan Avrupa’nın güçlü devletleri; İkinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra tamamen "ikinci sınıf ülke" konumuna düşerek, "birinci sınıfı" ABD ve SSCB’ye devretmek zorunda kalmanın verdiği eziklik, üzüntü, şaşkınlık, pişmanlık ve akıllanma sayesinde, "kademeli ve gönüllülük esasına göre" Avrupa’yı bütünleştirerek "güç birliği" oluşturmaya karar vermişlerdir. 1946–1952 yılları arasında yaşanan yoğun tartışmalar ve ileri sürülen değişik projeler neticesinde, akıllılık yapılarak, dayatmalardan uzak bir biçimde; gerçek niyetler yazılı metinlere girdirilmeyerek, gelişmenin önü açık tutularak, aşamalı olarak günümüzdeki Avrupa Birliği hareketi tekçi bir yapıya Avrupa’nın zorla birleştirilmesi Entegrasyon kavuştuktan kısa süre sonra, Temmuz 1968’de "gümrük birliği ve işgücünün Napolyon ve Hitler tarafından dolaşım serbestîsi" sağlanmıştır. Zaten, 1990’da her türlü sermaye denendi. Her iki lider de aynı şekilde Temmuz hareketlerinin serbestleştirilmesinden 1950’li yıllarda biçilen elbise Rusya bataklığında yenilerek ‘birliği’ sonra, küçük gelmeye başladığı için, Avrupa Toplulukları gerçek anlamda kabuk sağlamaktan uzak düştüler. değiştirme zorlamasına maruz kalmıştır. bağlamda yapılan yoğun çalışma ve Günümüze uzanan birlik arayışları Bu tartışmalardan sonra 1992 yılından Avrupa Toplulukları (AT) ismi ise Anayasa’nın reddiyle gerilemeye itibaren, değiştirilerek yerine Avrupa Birliği (AB) ismi inşa edilmiştir. döndü. Avrupa, bu gerilemeyi aşmaya çalışıyor. BİRLİĞİN GENİŞLETİLMESİ entegrasyon aşamasına gelinebilmiştir. Öncelikli olarak, 1952 yılında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) vasıtasıyla, savaş endüstrisinin en önemli girdilerinden ikisi konumundaki Kömür ve Çelik ürünlerinin ortaklaşa üretilerek değerlendirilmesi esasına dayandırılan bu uluslarüstü kuruluşla birlikte; Avrupa entegrasyon projesinin içerisini her geçen yıl daha ileri aşama metin, kurum ve anlayışlarla doldurabilmenin yolu açılmıştır. 1957 yılında kurulan Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (AAET) ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) sayesinde "entegrasyon süreci" daha dikkate alınır bir noktaya taşınmıştır. Burada vurgulanması gereken önemli bir husus şudur: FransaAlmanyaİtalya öncülüğünde gerçekleştirilmeye çalışılan bu süreç karşısında, İngiltere’nin öncülüğünde Avrupa Serbest Ticaret Alanı (EFTA) denen rakip bir örgüt oluşturulmaya çalışılıyordu. Bu iki rakip yapılanma arasındaki rekabette, Türkiye ile Yunanistan’ın birincileri tercih etmesinin büyük etkisiyle EFTA ülkelerinin ağırlıkları ciddi anlamda gerileme Napolyon Hitler C S TRATEJİ 17 süreci artık tekçi bir yapıya kavuşmuştur. sürecine girdi ve bu ülkeler de zamanla Avrupa Toplulukları’na (AT) katılmak zorunda kaldılar. Ama maalesef, Türkiye’nin yapmış olduğu bu ve benzeri çok sayıda katkının hepsi unutularak, Türkiye’nin Avrupa kapılarında bekletilerek iç karışıklıklara uğramasının altyapısını oluşturmaya çalışmışlardır. 1965’de kurucu üyelerin imzalamış oldukları "Birleşme Antlaşması" (füzyon antlaşması) sonucunda AKÇT, AET ve EURATOM’un her birinin kurumları olan Konsey, Komisyon ve Parlamentoları ile bütçeleri birleştirilerek "Avrupa Toplulukları" oluşturulmuştur. Böylece, Avrupa’daki entegrasyon SSCB’nin 1991 yılında dağılması ve Doğu Bloku etkisi altındaki Baltık Ülkeleri ile Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinin tamamına yakınının Avrupa Birliği’ne üye yapılmasıyla birlikte, entegrasyon süreci çok üst bir noktaya taşınmıştır. Burada, "soğuk savaş yılları boyunca" Türkiye’nin yapmış olduğu fedakârlıklarla alay edilircesine; Türkiye için üzücü, kızdırıcı ve şaşırtıcı bir durum yaşanmıştır. Zira, üyelik sürecinde Türkiye’ye kriter üzerine kriter getirenler, eski Doğu Bloğu üyesi ülkelerin üyeliğe alınması sürecinde nedense AB’nin Maastricht ve Kopenhag kriterleri görmezden gelmişlerdir. Avrupa Birliği, en dikkat çekici çıkışını, 2000 yılından sonra, uzun yıllar boyunca sürdürdüğü Avrupa Anayasal Antlaşması’nı hazırlayarak sergiledi. Ancak, 2004 yılında gerçekleştirilen Hükümetler Arası Konferans’da (HAK), "Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma" yapılmasına rağmen; 2005 yılında Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda, her iki ülke halkının Anayasal Antlaşmayı reddetmelerinin verdiği sıkıntının iki yıl boyunca aşılamaması nedeniyle, 21–23 Haziran 2007 tarihinde, Brüksel’de yapılan Zirve toplantısında, "Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma"sı ortadan kaldırılarak yerine, "Reform Antlaşması" devreye sokuldu. Geriye gidiş anlamına gelecek gibi görünen bu yeni gelişme; alınan kararların hedeflediği gelişme seyri dikkate alındığında, AB’nin daha da kenetlenmesi yönünde önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir. Bu yıl, Temmuz ayının sonunda toplanacak olan Hükümetler Arası Konferans’ın istek ve yönlendirmeleri doğrultusunda, Reform Anlaşması her yönüyle kesinleştirilmiş olacaktır. Reform Antlaşması sayesinde, Avrupa entegrasyon sürecinin iki temel antlaşması üzerinde değişiklikler yapılarak daha gelişkin ve derli toplu bir yapıya kavuşturulmaları sağlanacak. Açıkçası, Anayasal Antlaşmanın rafa kaldırılmasının neden olduğu hayal kırıklığının kazandırdığı ivme ve anayasal süreç gibi çok ileri bir aşamadan geriye dönülmüş olmanın kamuflajı altında, Avrupa Birliği Antlaşması ile Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmalarda ciddi değişiklikler yapılarak, neredeyse Anayasal Antlaşma üzerinden hedeflenen kazanımların çoğu elde edilmiş olacaktır. Haziran 2007 Zirve Toplantısı’nın sonuç bildirgesinde bu durumun işaretleri net bir şekilde verilmektedir. Avrupa’nın hedeflerini başka bir yazı konusu olarak değerlendirmeyi planlıyoruz.