24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

C S toplumsal yakınlığı gölgeliyor… Zirveden toplu görünüm... TRATEJİ 13 strateji geliştirmeli Orta Asya’ya tarihsel, dil ve din yakınlıkları nedeniyle çıkar beklentisine girmeden yaklaşabilecek tek ülke Türkiye. Bölgeye yönelik bağımsız bir yaklaşım geliştirilmeli, büyük güçlerin bölgeye ilişkin yaklaşımları dengeleyici unsur olarak kullanılmalı… etkisi, eninde sonunda her alanda kör bir Amerikan (veya en azından toplumun önemli bir kısmında) ‘TAŞERON’ İMAJI SİLİNMELİ karşıtlığına da sebep olmamalıdır. Bu bağlamda genel olarak Türk Dünyası’na ve özel olarak tarihi Türkiye’nin yeni bir Orta Asya politikasını geliştirdiğinden bahsedildiği bu dönemde OA ile ilgili stratejik vizyonun temeline alınacak olan hususlar önem kazanıyor. Bölgeye oldukça uzak olan Japonya bile, Türkiye’den daha başarılı bir şekilde bir diyalog çerçevesi oluşturmuş ve bölgeyle ilgili vizyonunu tanıtmayı başardı. Japonya’nın kısa sürede başarılı olmasının nedeni, bölge ülkelerinin ihtiyaçlarını ve çıkarlarını öne çıkararak hareket etmesidir. Japonya, öncelikli olarak bölgenin enerji kaynaklarına ihtiyaç duymasına karşın, OA ülkeleriyle diyalogun ana maddesi olarak bölgenin bütünleşmesine yönelik olarak duyduğu ilgiyi belirledi. Bölgede demokratikleştirme faaliyetlerinde başarılı olamayan dünyanın tek süpergücü bile, daha değişik yolları denemeye zorlandı. Bunun sonucunda Orta AsyaGüney Asya bütünleşme projesindeki OA ülkelerine olabilecek getirileri üzerinde durmaya çalışıyor. Türkiye’nin bölgedeki politikasının temeli ise, sadece bölge istikrarının, güvenliğinin ve bütünleşmesinin sağlanması değil, bunun bölgeye yabancı olan hiçbir gücün (kendisi de dahil olmak üzere) baskın etkisi altında olmayacak şekilde sağlanması şeklinde olmalıdır. Bu şekilde tanımlanan Türkiye’nin OA’daki çıkarlarının temeli, ilk bakışta OA ile ilgilenen bütün dış güçlerin stratejileriyle çelişmekte, ancak aynı zamanda bütün bu ülkelerle OA üzerinde işbirliği zeminini de yaratmaktadır. Aynı şekilde çıkarların bu zemine oturtulması, Türkiye ve OA ülkeleri arasındaki güveni tesis edici ve/veya artırıcı bir nitelik taşımaktadır. Bu anlamda da söz konusu zemin, ilişkilerin sağlıklı bir şekilde gelişmesi için uygun ortam yaratabilir. Bu zeminin vurgulanması ve somut adımlarla desteklenmesinin aracılığıyla ilk etapta Türkiye’nin bölgedeki "ABD’nin taşeronu" imajı silinmelidir. OA enerjisinin Batı pazarlarına taşınması konusundaki Türkiye ve ABD çıkarlarının bir kısmının (BTC ve Transhazar, ancak Transafgan değil) uyuşması, OA ile ilgili her konuda beraber hareket etmemizi gerektirmez. Türkiye açısından ABD’nin baskın olduğu ve Rusya ile Çin’in dışlandığı bir Orta Asya arzulanabilir bir seçenek değildir. Ancak Ortadoğu’daki ABD politikasının Türkiye üzerindeki Türkiye açısından ABD’nin tamamen dışlandığı bir Orta Asya da en iyi seçenek değildir. Bir döneme kadar OA’da baskın olan Rusya ve ileride baskın olması beklenen Çin’i dengelemesi açısından ABD’nin olumlu katkısı da gözden kaçırılmamalıdır. Aynı şekilde son birkaç yıl içerisinde bölgeyle yakından ilgilenmeye başlayan AB, Japonya ve Hindistan’ın da OA ülkelerinin hareket alanlarını artırdığı kaydedilmelidir. Ancak bu ülkelerden herhangi birinin OA ülkelerinin iç siyasi ve sosyal yapıları üzerindeki baskın etkisine izin verecek bir pozisyona gelmesi, Türkiye açısından arzulanabilir bir durum olmamalıdır. Her şeyden önce böyle bir durum ülkeleri istikrarsızlığa sürükleyebilir. ABD’nin Kırgızistan üzerinde denediği dışarıdan hızlı demokratikleştirme çalışmalarının nasıl raydan çıktığını, ülkeyi kısa süre içerisinde karışıklığa, devlet otoritesinin kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlayamayacak kadar zayıflamasına ve uzun soluklu siyasi krize sürüklediği ortadadır. Üstelik bu durum ABD’nin bölgedeki etkinliğini artırmak yerine önemli ölçüde azalttı. Bölgede ABD’nin ve demokratikleşmenin prestijini yerle bir eden olayın, bazen lanse edildiği gibi Andican trajedisinin değil, Kırgızistan "devrimi" olduğu anlaşılmalıdır. Türkistan bölgesinin halklarına karşı beslenen sıcak duyguların gerçekten mevcut olduğu gerçeğini gölgeleyemez. Orta Asya’daki yabancı faaliyetlerden farklı olarak, siyasi, kültürel ve akademik alanlarda çok sayıda Türk ve Türk sivil toplum kuruluşu tamamen ortaklık ve akrabalık duygusundan hareketle bir art niyet olmadan Türk Dünyası konusunda faaliyet gösteriyor. Aynı şekilde Orta Asya Birliği konusundaki çalışmalar ve planlar Türkiye’nin devlet çıkarlarından bağımsız olarak, sırf Orta Asya ülkelerinin faydasına olacağı düşüncesiyle Türk toplumunun önemli bir kısmının ilgisine sebep oluyor. Mesele, bu ilginin dış politika içerisinde ifade edilmesidir. Esasında "benzerlik zemini" ve "romantizm" olarak küçümsenen yaklaşım ve duygular, bütün Türk Dünyası’nda kısa dönemli iniş ve çıkışlara meydan vermeyecek, konjonktürden etkilenmeyecek ilişkileri ortaya çıkarabilir. Bu ilişkilerin özü sadece uyuşan çıkarlar değil, toplumlar arasındaki ortak kimliğin paylaşılmasından doğan ortak çıkarlar olabilir. Yeni tarihte ulusdevletler arasında meydana gelmiş işbirliği örneklerine baktığımız zaman, bunlardan en başarılı olarak sayılan AB’nin bile ortak kimlik ve çıkarlarının oluşmamasından dolayı önemli zorluklar yaşadığı söylenebilir. Bu zorluklar AB’nin ortak dış politika oluşturmasına ve AB ülkelerinin birçok konuda birbirlerine zıt politikalar izlemesine yansımaktadır. Ortaklık konusundaki fikirler ve algılamalar halka inmediği ve dolayısıyla toplumlar tarafından benimsenmediği sürece, işbirliğinin her zaman sınırlı ve sorunlu olduğu anlaşılmalıdır. Ancak tarihten gelen bu ortaklık sağlıklı işbirliği için bir zemin olabileceği gibi, ortaklık duygusunun toplumlar tarafından anlaşılması adına uzun vadeli faaliyetler gerçekleştirmeden resmi yetkililerin açıklamalarında sakız edilmesi, sağlıksız bir işbirliğine de sebep olabilir. Bugüne kadar Türkiye ve Türk Dünyası arasında bu süreç yaşandı. Halbuki birçok devlet arasındaki ilişkiler için kullanılan stratejik işbirliği kavramı gerçekte çok nadir bir olgu olmasına rağmen, bu olgunun temelinde salt çıkar birliği değil, bu ortak çıkarların ve aynı zamanda derin tarihi ve kültürel bağların mevcut olduğu güçlü bir inanç yatmaktadır. ‘BİR PARÇA İDEALİZM’ Devletin Orta Asya ilgisizliğinden dolayı Türkiye bölgede çoğunlukla işadamları ve işçileriyle temsil edilmeye devam ediyor. TİKA aracılığıyla kalkınma konusunda yardım ve destek programları devam etse de, bu faaliyetler birçok ülkenin çok sayıda fon, sivil toplum kuruluşu ve yardım amaçlı kuruluşun faaliyet denizi içinde boğuluyor. Diğer taraftan bölgede Türkiye’nin tamamen çıkarcı amaçlarla faaliyet gösterdiği ve diğer yabancı yatırımcılarla birlikte Orta Asya ülkelerini sömürdüğü imajı yerleştirilmeye çalışılıyor. Halbuki esasında bölgede sırf bencil çıkarlara dayalı olmayan ilgiye sahip olan bir ülke varsa, o da Türkiye’dir. Burada devlet olarak Türkiye’den bahsetmiyoruz. 1990’lı yıllarda kardeşlik söyleminin dış politikanın aracı olarak kullanılmaya çalışıldığı söylenebilir. Ancak bu, Türk toplumunda
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear