23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

güvenliği, ulusal güvenliği olarak görmekte, kabul etmektedir. Günümüzde ABD’nin ulusal güvenlik anlayışı ve Türkiye’ye yansımaları ABD 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında NSS02 adında, 17 Eylül 2002’de resmileşen ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni hazırlamıştır. Adı geçen stratejide 4 ana başlık oluşturulmuştur: 1Önleyici Savaş 2Askeri müdahale ve öncecilik 3Yeni karşılıklılık 4Demokrasiyi Yayma. Bu ana başlıklar, Türkiye’nin ulusal güvenlik belgesinde yerleştirilmesi tasarlandğı savlanan asimetrik tehdit kavramıyla doğrudan bağlantılıdır. ABD’nin ulusal güvenlik anlayışında, 11 Eylül 2001 sonrası, konvansiyonel ve nükleer tehdidin yanısıra, kitle imha silahları ve söz konusu silahları kullanan, devlet dışı aktörler yani terör örgütleri, yine ABD’nin bakış açısıyla ‘haydut devletler’ ya da ‘başarısız devletler’öncelikli tehdit haline gelmişlerdir. Öyle ki, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından toplanan NATO Olağanüstü Zirvesi’nde, terör öncelikli tehdit algılaması kapsamına girmiştir. Yani, ABD, ulusal güvenliğini, başarıyla NATO zemininde, dost ve müttefikleri çerçevesinde küreselleştirmiştir. 2002’deki Afganistan işgali bu tehdide dayandırılmış, uluslararası kamuoyunda kabul görmüştür. ABD, Eylül 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi kapsamında, uluslararası hukukta yer almayan ‘önleyici savaş’ kavramını, Afganistan ve Irak işgali dahil, uluslararası pek çok operasyonda ulusal güvenliği açısından meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanmaktadır. Bu kapsamda, askeri müdahalelerin önü açılmakta, her tür terörist saldırıya ya da yine uluslararası hukuk dahilinde yer almayan haydut devlet ya da başarısız devletler olarak nitelenen devletlerin saldırı ve etkinliklerine karşı derhal karşılık verilmekte, tüm bu askeri operasyonlar sonunda ‘demokrasiyi yayma’ hedeflenmektedir!!! Son madde, Duverger’nin imparatorluk nitelemesindeki, ‘ideoloji yayma’ ya da Lewis’in ‘değerlerin teşvik edilmesi’ nitelendirmelerine koşut bir içeriğe sahiptir. Bu noktada, Kitle İmha Silahları’nın (KİS)’in araçsal bir önemi vardır. Haziran 2005’te bir günlük gazetede, "Dehşet trenleri gerçek olmasın" başlıklı haberde8, ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice imzasıyla, bir senaryo yayınlanmıştı. Bu senaryoya göre, Prag’da yasal bir alıcısına gidiyor gibi gözüken trenle ilgili, istihbarat servisleri ve dışişleri bakanlıkları kuşkulanıyor. Tren, Polonya’dan Çek Cumhuriyeti’ne doğru yol alıyor. İlgili trende, kimyasal silahların oluşumuyla ilgili materyaller var. Aslında senaryonun kendi içinde pek çok çelişkiler bulunmakta; kuşku ve gerçeklik aynı zeminde değerlendirilmektedir. Aynı haberde, bu senaryodan hareketle, Proliferation Security Initiative (PSI) yani Kitle İmha Silahlarının Geliştirilmesini Önleme İnisiyatifi’nin tanıtımı yapılıyor. Herhalde ‘psikolojik savaş’ dedikleri budur. ABD Kongre Araştırma Servisi’nin raporuna göre9 , PSI Kitle İmha Silahları (KİS)’in geliştirilmesi ve yayılmasını engellemek amacıyla, 31 Mayıs 2003 tarihinde 16 ulusun işbirliğiyle ABD başkanı Bush tarafından Polonya’nın Krakow kentinde, dünya kamuoyuna duyuruldu. PIS’ın ana stratejileri çerçevesinde, KİS’in geliştirilmesine karşı, "diplomasi, silah kontrolü, tehdit azaltma desteği ve ihracat denetiminin arttırılması" gelmektedir. PSI’nın kurucu ülkeleri arasında ülkemizin de bulunduğu 17 devlet sayılmaktadır. Bu devletler, ABD, Kanada, Danimarka, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Norveç, Polonya, Portekiz, Rusya, İspanya, Türkiye, İngiltere, Avustralya, Japonya ve Singapur’dur. 17 ülkenin 10’unun aynı zamanda AB üyesi olması, AB’nin NATO ittifakı içinde ABD’yle sürdürdüğü işbirliğini, yeni inisiyatiflere de taşıdığını göstermektedir. Türkiye hem NATO üyesi, hem ABD müttefiki, hem de AB’ye tam üye olmak için resmen adaylık statüsünü sürdüren bir ülkedir. PSI üzerinden devam edersek, ABD PSI kapsamında, Panama, Liberya ve Marshall Adaları’yla, KİS hammaddelerinin ulaşım yolları çerçevesinde nakliye anlaşmaları imzalamıştır. ABD’nin benzer anlaşmaları, 24 ülkeyle yapmayı planladığı, özellikle Akdeniz, Arap Denizi ve Batı Pasifik’te adı geçen hammaddelerin dolaşımını, denizden engellemeyi planladığı, ifade edilmektedir. Bu bağlamda, PSI’nın içinde yer alan ülkeler açısından dört konu başlığında özetlenmesi mümkündür: 1 İç Hukuk 2Sınır Güvenliği 3 Nakliye Anlaşmaları 4 Engelleme Tatbikatları. İlginç olan nokta, KİS hammaddeleriyle ilgili engellemenin, uluslararası hukukta yer almayan sıfatlara göre, yani haydut devletlere karşı kullanılacağı vurgulanmaktadır. Teröristler de bu parantez içinde yer almaktadır. PSI’nın öngörülen yetkileri kapsamında, "potansiyel tehdit görülen, kişi, kuruluş ya da devletlerin, mal varlıklarını dondurma, mallarına el koyma ve kolaylıkları zorlaştırma operasyonları"ndan söz edilmektedir. PSI’daki geniş işbirliği’nin sadece istihbarat ve askeri birimler arasında değil, aynı zamanda hukuki zorlamayla da pekiştileceği öne sürülmektedir. Bu noktada Hürriyet’te de yer alan, Malezya’dan Libya’ya giden Alman bandıralı BBC China gemisiyle ilgili kuşkular ortaya konulmakta, artık gemi hangi ülkenin bayrağını taşıyorsa, o ülkenin de sorumlu olacağı belirtilmektedir. İlginç olan, bu günlerde ABD’ye muhalefetiyle anılan Fransa’nın geçen yıl PSI kapsamında Japonya’da düzenlenen ‘Team Samurai 2004’ tatbikatında, ABD ve Avustralya’la birlikte görev almasıdır10. Bolton’a göre, KİS tehdidiyle ilgili tanımlar yetersiz, artık eyleme geçme zamanı gelmiştir. Japonya, bu zeminde ‘kilit ortak’ olarak görülmektedir. Rusya ve Singapur da kilit üyeler olarak anılmaktadır. ABD Savunma Bakanlığı’nın 31 Mayıs 2005 tarihli açıklamasında, şu anda üye sayısı 60 olan P C S TRATEJİ SI’nın en yeni üye ülkeleri arasında, Arjantin, Irak ve Gürcistan sayılmaktadır11. PSI’nın Irak ve Gürcistan gibi iki komşumuzu da kapsaması, ABD stratejilerinin Güney Kafkasya ve Ortadoğu denklemleri açısından kayda değer bir gelişmedir. Burada önemli olan konulardan biri, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yorumuyla, PSI’nın bir etkinlik olduğu, organizasyon olmadığı, var olan antlaşma ve anlaşmalardan kaynaklandığı belirtilmektedir12. Adı geçen silahların kullanılmasının yanısıra, geliştirilmesi kuşkusu dahi, önleyici savaş kavramının uygulanması açısından, ABD için yeterli bir gerekçedir. Yani kehanet gibi ezoterik yaklaşımlar, yeni muhafazakar akımın yapısı gereği makbuldür. Ancak insanlık açısından felakettir. Bu arada, ABD’nin imparatorluk savı New Orleans’da sulara gömülmüştür. 19 nine kayabilir. Ulusal güvenlikle ilgili asıl tartışılması gereken, içselleştirilen asimetrik tehdit anlayışıyla, düşmanlarımızın küreselleştirilmesidir. Bu çerçevede, Türkiye’nin yanıbaşında komşusu Irak, terörün adeta döl yatağı durumuna getirilmiştir. Her tür terör örgütlenmesi ve Irak dahil diğer ülkelere karşı yapılacak, terör etkinliklerinin organizasyonu, ABD işgali altındaki Irak’ta yapılmaktadır. Türkiye, 6 Ekim 2004 AB İlerleme Raporu’nda, Haziran 2004’teki G8 zirvesine atıfta bulunularak, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde ortak olarak değerlendirilmekte, Yemen ve İtalya’yla proje kapsamında Demokrasi Diyalog Grubu’nu oluşturduğu belirtilmektedir. Türkiye’nin Haziran 2004 NATO İstanbul Zirvesi’nde de desteklenen söz konusu konumu, Irak’ta numunesi ortaya çıkan projenin, ülkemizle ilgili simülasyon görüntüsü verdiği algılanmaktadır. Irak’taki Sünni Kürt, Sünni Arap ve Şii Arap bölgelerinin belirginleşmesi, ulusdevlet yerine, yarım devlet anlayışının ABD tarafından desteklendiğini ortaya koymaktadır. Sevr haritası adeta Irak’ta çizilmiş, Türkiye’ye dayatılmaya çalışılmaktadır. Üstelik bölücü Kürt lideri Talabani’nin Irak cumhurbaşkanı seçtirilmesi adeta Türkiye’deki bir kısım gafillere cesaret vermiş, 29 Haziran 2005’te Cumhuriyet düşmanı bölücü şeriatçı ayaklanmanın ele başısı Şeyh Said, KürdDer adı verilen örgütün öncülüğünde anılmıştır. "Bugün ölüsünü, yarın dirisini anacağız, tecridi sona erdireceğiz" diyenler, iç tehdidin, küresel ayağını ifade etmektedir. Aynı kapsamda, Eylül 2005’te bu sefer ‘dirisinin tecridi kalksın’diye, organize bir yöntemle, Türkiye’nin ulusal alaşımına yönelik provakasyonlar, PKK tarafından gerçekleştirilmektedir. 2 Eylül 2005’te Fatih Camii’nde hilafet gösterisi yapan Hizbüt Tahrir, Fergana Vadisi kaynaklıdır, ABD tarafından Yeşil Kuşak Stratejisi çerçevesinde, Avrasya’da eskiden komünizm bugün de Şangay İşbirliği Örgütü’ndeki ülkelere karşı manipüle edilmektedir. Artık, Soğuk Savaş ezberini bozmanın zamanı gelmiştir. Asimetrik tehdidi içselleştiren Türkiye, kendisine yönelik PKK tehdidini küreselleştirememektedir. ABD bu konuda inisiyatif almamakta, üstelik kendisine yakın gazeteciyazarlarla, stratejik ortak olmanın şartının, kendisine kayıtsızkoşulsuz ‘biat’a bağlı olduğunu ima etmektedir. İrtica tehdidinin ise, ABD patentli ‘ılımlı İslam’ söylemleriyle nötralize edilebileceği önerileri getirilmektedir. ABD’nin küreselleştirdiği tehditlerle, Türkiye’nin çıkarları çatışmaktadır. Sözgelimi ABD, asimetrik tehdit kapsamında İran ve Suriye’yi haydut devlet olarak niteleyip operasyon yapsa, Türkiye, ne yapacaktır? Kendisi operasyonda fiilen yer almasa bile, topraklarını kullandıracak mıdır? Eğer buna da izin vermediği takdirde 1 Mart’ın tepkisi Türkiye’ye anımsatılacak mıdır? Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin ‘milli’leşmesi için, asimetrik tehditler başlığı revize edilmeli, küresel yeni Türkiye’nin ulusal güvenliği ABD’yle çatışıyor lusal gazetelerimizde nedense, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde askeri kesim ve hükümet arasında, irtica ve bölücülük kapsamındaki görüş farklılıkları yansıtılmaktadır. Bu savların doğruluk derecesini bilmek, yasal açıdan mümkün değildir. Türkiye, 1950’li yıllarda NATO doktinleri çerçevesinde komünizmi öncelikli tehdit algılaması içine almıştır. Bu algılama Soğuk Savaş’ın bitimin ardından, 19841999 arası süren, genelkurmay eski başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu’nun deyimiyle ‘düşük yoğunluklu savaş’ortamında 1992’de ‘bölücülük’olarak kabul edilmiştir. 28 Şubat 1997’de ‘irtica’‘bölücülük’le birlikte öncelikli tehdit algılaması çerçevesinde değerlendirilmiştir. 2005’te ‘asimetrik tehdit’kapsamında, terör, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı, KİS’in yayılması gibi, ‘küresel tehditler’in Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne gireceği iddia edilmektedir. Genelkurmay Başkanlığımızın bünyesinde, NATO konseptleri dahilinde kurulan ‘mükemmeliyet merkezi’nin görevi ‘terörle mücadele’dir. ABD kendisine yönelen asimetrik tehdit anlayışını (yani düzenli orduların karşı karşıya gelmediği, karargah ve cephanelik düzeni olmayan merkezsiz, simetrisi olmayan tehdit) anlayışını, küreselleştirerek, müttefiklerine kabul ettirmektedir. Türkiye, Güney Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya kavşaklarında, ABD’nin kendi stratejik yayılma alanında, ‘tehdit’leştirdiği ülkelerle ve örgütlerle haşır neşir bir coğrafyanın ortasındadır. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde, ABD’nin küreselleştirdiği tehditlerin içselleştirilmesi, başımıza çuval geçiren müttefikimizle! kader birliğine girmemiz, ulusal güvenlik anlayışımızın ulusallığı üzerinde kuşkular uyandırabilir. Türkiye, BRAC 2005’te belirtilen, ABD’nin kara, hava ve deniz birliklerinin hızla operasyonel etkinlik yapabileceği, daha sık askeri üs ve tatbikat alanlarının ev sahibi olursa, eski NATO’nun kanat ülkesi olmaktan, yeni NATO’nun cephe ülkesi olma ekse U
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear