27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

42 C Cumhuriyetimizin 90. YILI 29 Ekim 2013 Salı Ve söz gençlerde... HAZIRLAYAN: SELDA GÜNEYSU VE İKLİM ÖNGEL Sıla İlyasoğulları: Özgür yaşam sanatla olur! Bu yıl Cumhuriyetimiz 90 yaşına geldi ama yaşlandığı gibi, alıştığımız yaşama şekline, kültürümüze ve değerlerimize olan bağlılığımızı da artırarak ilerledi. Ulu Önder Atatürk’ün aydın Türk gençleri olarak hepimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha da uzun yaşamasını istiyoruz elbette. Sadece Sevgili Atatürkümüz bize emanet ettiği için değil, bir ulusa yakışan çağdaş uygarlık seviyesine hep birlikte yükseleceğimiz tek yol olduğu için. Türkiye Cumhuriyeti’nin şu andaki durumu ne olursa olsun ona ne kadar sahip çıktığımızı pek çok şekilde ispatladığımızı düşünüyorum. Ama yine de hem sanatsal hem de sosyal alanda olmasını arzuladığım yenilikleri, hepimize düşen görevleri, başka bir deyişle bir sanatçının gözünden gelecekteki Türkiye Cumhuriyeti’nin evrensel müziği nasıl algılaması gerektiğini sizlerle paylaşacağım. Hayal ettiğim noktaya yavaş yavaş varacağımızı düşünerek önce sanat konusundaki özgürlüğümüze değineyim: “Türkiye’de sanat ne kadar özgür?” sorusunun yanıtı çok. Kimine göre özgürlük, tiyatroların kendi istedikleri oyunları sahnelemesi demek, kimine göreyse çıplak bir kadın heykelinin simgesel mesajını rahatça iletebilmesi... Kimine göre de istediği filmi kesintisiz evinde DVD’den izlemesi... Bu özgürlüklerin bir tanesinden bile mahrum olan biri, kendi ülkesindeki sanatın özgür olmadığını iddia edebilir. Biz kendimize bakalım: Ülkemizde sanatın, evrensel olma boyutunda geri olduğu, hatta sanata özgürlük tanınmadığını söyleyebiliriz. Bunu Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi’nin özelleştirilmek istenmesinden tutun, çoksesli müziğin belli bir kesime hitap edecek boyuta indirgenmesine kadar uzatabiliriz. Sanatsal özgürlükle, sosyal ve fikirsel alanda özgürlük birbirini izler. Bu yüzden özleminde olduğumuz çağdaş ve sanatsal özgürlüğe erişebilmek için belki de daha çok yolumuz var ama bu hedefe ulaşmak hayal değil. Türk milleti bunu 90 yıl önce ispatladıysa, şimdi de yeni nesillerine daha güzel bir gelecek ve özgür sanatla dolu bir yaşam vaat edebilir. Öyleyse ileride daha özgür ve daha evrensel bir sanat anlayışıyla gelişen bir Türkiye Cumhuriyeti’ne nasıl kavuşabiliriz? Bugüne ve geleceğe ışık tutabilmek için cevabı geçmişte arayalım. Sanatçı gözüyle kendini ifade edebileceği bir dildi. Ve bu ortak dil, çağdaş uygarlık seviyesini yakalayabildiği takdirde, toplumun ufkunu açacak ve hem sosyal, hem de kültürel anlamda aydınlanmayı kolaylaştıracaktı. Atamızı bu düşüncelere sıkıca bağlayan hadise ise sadece tarihe değil, gönüllere de kazınmış bir hikâyedir. Atatürk, bir Osmanlı zabiti iken, 33 yaşında ve binbaşı rütbesiyle Sofya’da askeri ataşe görevindeyken, 1914 yılı kış ayında “Carmen” operasını seyretmiştir. Atatürk hayatında ilk kez böyle bir tecrübe yaşamıştır. Temsilin perde arasında Bulgar Çarı Ferdinand, onu locasına davet etmiş ve temsili nasıl bulduğunu sormuştur. Atatürk, temsili çok beğendiğini söylemiştir. Atamız temsilden sonra oteline gider ve bir türlü uyuyamaz. Çünkü Türkiye’de henüz opera yoktur. Gece saat 03.00 sularında aynı otelde ve bitişik odada kalan arkadaşı Şakir Zümre, Mustafa Kemal’in oda ışığının yandığını görünce, kapısını tıklatıp neden hâlâ uyuyamadığını sorar. Atatürk, “Çar’ın sorusu ağırıma gitti, Bulgarlar opera açmış, benim ülkemde ise opera yok” diye yanıtlamıştır. tüm dünyayı etkilemesinden sonra demokrasiyi örnek almakla beraber Mustafa Kemal, Avrupa’da o dönemde yaygın olan ve müziği de etkileyen “ulusalcılık” akımını ülkemize uyarlamıştır. Bu uyarlama tıpkı Rusya’da olduğu gibi, Türkiye’de de “Türk Beşleri” dediğimiz bestecilerimizin yaratılmasıdır. Devlet desteğiyle yurtdışında eğitim alarak, ülkemize döndüklerinde çağdaş uygarlık seviyesinde çoksesli Türk müzikleri bestelemişlerdir. Bu ulusal yaklaşımdan yola çıkarak, Türk halk ezgilerinden derlenip toplanan pek çok parçanın arşivlenmesi ve sınıflandırılması gibi ince bir işe kalkışılmıştır. Tek tek kaydedilen halk türkülerimiz Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin gibi çağdaş Türk bestecileri tarafından tüm dünyada kabul görecek bir müziksel dile dönüştürülmüştür. Bu bestecilerin ve devamındaki yıllarda gelen icracıların (İdil Biret gibi...) devlet katkısıyla yurtdışında eğitim almaları sayesinde ülkemize dönüşlerinde bize yeni pek çok müzisyen daha kazandırmışlardır. Dahası, Paul Hindemith ve Bela Bartok gibi besteciler Türkiye’ye gelerek, müziğimizin gelişmesi adına bize yardımcı olacak çalışmalarda bulunmuşlardır. ‘Carmen’le başlayan sanat Ulu Önder Atatürk, daha Cumhuriyet kurulmadan önce, sanatı evrenselliğe erişmemiş bir toplumun, gelişemeyeceği fikrini çoktan benimsemişti. Türk toplumunun geleneksel müziğine de aynı şevkle bağlı olmasına rağmen, dünya üzerindeki çoksesli müziğe eşdeğer kalitede çağdaş müzik üretmenin ve geliştirmenin hayali içerisindeydi. Ona göre müzik, hayatın en önemli parçasıydı. Şüphesiz toplumun her kesiminden insanın Çağdaş Türk bestecileri yetişiyor İşte Atatürk’ün bu denli derin olan evrensel müzik tutkusu Cumhuriyeti kurduktan hemen sonra ülkemize müzik alanında devrim niteliği taşıyan yenilikleri getirmesini sağlamıştır. Mustafa Kemal’in sıfırdan bir ülke, sıfırdan bir devlet ve sıfırdan bir müzik anlayışı yaratması için esinlendiği şeyler arasında hiç kuşkusuz Fransız Devrimi vardır. Aydınlanma felsefesinin Bir ülkede Halkevleri kapatılırsa? Peki bu çaba ne kadar sürmüştür? 1952 yılına kadar… O yıla kadar Atatürk’ün kurdurduğu Halkevleri de müzik eğitimi konusunda halkı eğitmek adına başarılı bir tablo çizmiştir. Fakat Halkevleri kapatıldıktan sonra Avrupa’nın klasik müziği yerine Türkiye’de halk ezgilerimizden esinlenilerek temeli atılan çağdaş
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear