26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

ADNAN DİNÇER’LE F U T B O L eposta:[email protected] NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN Yanlışlarla Yaşama Zorluğu! Futbolnamelerle Kandırmaca B izim kültür yapımız ne olursa olsun içimizde dikta ve egomuzu tatmin etmeyen fanatik bir yanımız var. Demokrasimizi kullanarak demokrat görülüp sonra da onun nimetlerini yok ettiğimizin farkına varamama nedenimiz budur. Hatta bu uğurda cehaleti kullanmaktan da korkmayan bilinçli yanlışlarımız sorgulanmaz. Adam maç izlemeye gideceğini söylediği ve çok sevdiği takımını desteklediğini sandığı, uğruna ölmeyi dahi slogan yapan yapısı ile sanki bir kahramandır. O olmazsa sanki takımı başarılı olamaz sanır! Ama tribüne gittiğinde bir anda değişir ve takımı için zararlı ne varsa yapmaktan çekinmez. Bunu kendi için, çocuğu için hatta ailesindeki diğer fertleri için de yapar. Hatta orada bir başka F utbolun içinde geçen yıllarımı düşünüyorum. Ve hele şu son yıllarda ‘futbolname’lerle futbolseverlere yutturulan futbol masallarını düşünüyorum. Kuyruğuna takılan paçavrayı yakalamak için dört dönen bir kedinin düştüğü içgüdü dürtüsüyle aklı başında insanların açık oturumlarda birbirlerini sırf tartışma olsun da ister abuk ister safsata varsayımlarla gece yarılarına dek ekran başında bekleten, ‘az sonra’larla da insanların aptal yerine konulduğu açık oturumları düşünüyorum. Geçmişte yayımlanan kaliteli yazıları, dikkatle izlenen açık oturumları düşünüyorum. Bizden geçti ama bugünkü programların genç kuşaklara ne verip ne veremeyeceğini düşünüyorum. Avrupa liglerini, Şampiyonlar Ligi maçlarını izledikten sonra seyrettiğim bizimkiler açıkça bana tatsız tuzsuz geliyor. Elbette arada bir heyecan ve keyifle izlediğimiz futbol şovlar olmuyor değil. Örneğin F.Bahçe Sıvasspor maçına kimimiz ne diyebilir ki? Kazanıp kaybetmek değil, benim anlatmak istediğim futbolun heyecanını, kalitesini, keyfini vermek, futbolseverleri doyurmak, coşturmak... Ama genelde böyle değil. Karlı ve buz gibi havalarda tribünlerde titreşen, ekran başında sınırsız öfkenin esiri olmuyor muyuz? İşte o zaman futbol adına düpedüz kandırıldığımızı düşünüyorum. Çünkü bize, size, onlara sunulan futbol değil, futbolun kopyası bile değil. Bir aldatmaca içindeyiz. Oynayanlar, oynayanları yazanlar, onları yönetenleri eleştirenler... Bir dönme dolabın içinde dönüp duruyoruz. Ve birtakım hacıyatmazların ellerindeki cihazlarla uzaktan kumanda ediliyoruz. Peki bu futbol ailemizin kumandası kimlerin elinde? Kim var bu işin başında? Görünmeyen kim/kimler Türk futbolunu yönetiyor? TÜRK FUTBOLU NEREDE? Ve biz yazarlar gördüğümüzü yazarken de Türk futbolunu yönettiğimizi sanıyoruz. Belki de onların istediğini yazıyoruz da hacıyatmazların kuklası oluyoruz. Bilemem... Ama futbolseverlerle paylaşmak istediğim şu: Türk futbolu artık pahalı hale geldi. Futbol maçları ister lig ister kupa ister özel, hangisi olursa olsun paralı oldu. Türkiyde futbolu sevdirme ve yayma görev ve sorunluluğunu üstlenen Futbol Federasyonu para gelsin de nereden ve nasıl gelirse gelsin mantığıyla Türk futbolunu Türk futbolseverinden kaçırıyor. O zaman parasıyla psikolojik travmaya girmek ve tekrarlarla sinir küpü olmak yerine Avrupa maçlarını izleyin, futboldan keyif alın. Çünkü dünyanın en güzel ve en popüler şovunu izlemek için keçiboynuzu çiğnemek zorunda değiliz. kahramanı oynar ki bu yasadışılıktır. Bir anda arzu ettiği sonuca ulaşırsa hepsini unutur. İşin tuhafı onunla birlikte herkes unutur! Birçok toplumsal saygıyı sağlığı korumak adına konulan yasakları isteyen kafaların ortam değiştirdiklerinde tam tersi ile bu yanlışları yasaları da çiğneyerek yapanların içinde onları çoğu kez görürüz. Partililerin son seçim propagandalarında dahi rastladığımız atışmaların bir tribün edebiyatına dönüştüğü ortamda birçok dinamiklerin sulandığını görmekteyiz. Bu, tehlikeli bir gelecek demektir. Yani biz maça giderken, maçı izlerken, maç sonu yanlışların toplumu olmayı ve bunun doğallığını içimize sindirirken eleştirenlerin de ekran başında kendi farklı olmayan yanlarını hazmetmek zorunda kalıyoruz. Bu adil olmayan saçma dağınıklıkta yol alan sinsi bir takım alışkanlıkların gelecekte ki tehlikelerini unutuyoruz . Yıllardır en kahraman, en imparator, en kral, en padişah, en canavarları besleyen egolarımızın dışa vurumları ile beslenen yapılar şimdi de bizim takım veya başkaları diye futbolumuzu parçalıyorlar. Geçen gün bir adam bağırıyor kazanınca takımını övmek için. Ama diğer takımları dışlayarak! Sonra aynı kişi bakıyorsunuz önce teknik adamına sonra yöneticiye, hakeme ve en sonunda da futbolcusuna eleştiri getiriyor. En az eleştirilen futbolcu oluyor. Oysa kazanıldığında da en çok şımartılan ve sahiplenilen yine futbolcu oluyor. Tuhaf bir değer yargısı. Oysa uygulamacı olan sadece futbolcu... Fenerbahçe 6 günde reddedilen kötü görüntüden dalgalı çıkışları yaşarken futbolcular sürekli geri planda tutuluyor. Bu bir ölçüde futbolcuya dayalı düzenin futbolcu hegemonyasına geçiş anlamı taşımakta. Yani Hecettepe’ye 7 atan futbolcular 6 gün sonra Gençlerbiliği karşısında hezimetten kurtuldukları yenilginin hemen arkasından Sıvasspor zaferini kazanabiliyorlar ve her şey mükemmel oluyor. Uğur ne diyor: “Hiç kimse Fenerbahçe ile alay edemez” Tabii ki öyledir. Futbolda yenmek ve yenilmek vardır. Ama sen kendini sorgula; acaba neden bir hafta önce sahada forman oynarken bir hafta sonra mükemmel oluyorsun?Burada yanlış izeyende mi, sen de mi? Madem öyle neden başarılı olmuyorsunuz sürekli? Bir başka karşılaşma ise tam skandal! Kocaeli’den 5 yiyen Galatasaray üç gün içinde yeni bir kahraman yaratıyor, Bülent Korkmaz‘ı göreve getiriyor ve son saniye golü ile Sabri ve arkadaşları kahraman olup faciayı yaratan gönderilen teknik adam oluyor. Sanki üç gün önce onlar yemedi 5 golü. Tarihe sadece bu başarı ile değil Körfez faciası ile geçtiklerini unutmuşlar bir anda! Aylarca üç puan alamayan, hatta üç yıldır yenemedikleri İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u kötü bir oyunla aşan Beşiktaşlı futbolcular tüm yanlışları siliyorlar. Haftalarca, hatta maç esnasında telefonuma gelen şikayet mesajlarında Mustafa Denizli’yi eleştirenlerin maç sonu hemen onu en büyük hoca yapmaları neyin belirtisidir? Aynı biçimde onurlu mücedele veren rakip takım ve teknik direktörü Abdullah Avcı’ya küfür etmek hakkının Beşiktaş’a verdiği zararı onu sevmekle örtüştürebilir misiniz? Kültür,sanat, şiir ve spor gecesinde ödüller dağıtıldı. Genç Kalanlarla Nostalji Zamanında atletizm yapmış, yılları gerilerde bırakmalarına karşın ununu eleyip duvara asmamışlar... Nüfus kâğıdının sararmış rengine aldırmadan hâlâ yaşamın nimetlerinden yararlanmak isteyenlerle 1 gün geçirdim geçen hafta. Yıllarca sporcularla, sporu bırakmış masterler arasında onların heyecanını paylaştım; onlar koştular, ben yazdım, ben yazdıkça onlar koştu, hâlâ da koşuyorlar. Geç kalmamışlar, genç kalmışlar hepsi de... Yaşlanmak onları durdurmuyor. Çünkü “Biz ihtiyar değiliz” diyorlar. Haklıdırlar da.. 60, 70, 80 onlar için yaş değil, yaşam biçimi... Geçen ay Kadıköy Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği ‘Genç Kalanlar Koşusu’nun birincilerine madalya, bana da plaket verilecekmiş. Yarışın organizatörü masterlerden Zahit Atalay’la Kadıköy Dormen Tiyatrosu’nun cafe’sinde buluştuk. Bir otobüse dolduk, Tuzla’ya doğru yola koyulduk. Otobüsümüz sahil boyunca gidip Tuzla’ya varırken, vakfın kurucu ve ilk bağışlayıcılarından Nurhayat Özol, “İşte bizim vakfın huzur evi” deyince doğrusu şaşırdım. 5 katlı bir otel. İnanılacak gibi değil... Kapıda bizi “5 yıldızlı Hilton’a hoş geldiniz” diye vakfın başkanı Dr. Kâmil Çetin Oraler karşıladı. İçeri girdik, dolaştık, bir kez daha inanılmazlarla karşılaştım. Huzur evi diyorlar ama aslında tam bir dinlence merkezi... Her odada TV, telefon ve banyo var; burası her türlü ihtiyacı karşılayacak tek kişilik 140 odalı dinlenme evi. Her odanın önü balkon, hepsi de adalara bakıyor. Hilton’da bile bu manzara yok. Abartmayı sevmem ama gidip görseniz bana hak verirsiniz. Dr. Kâmil Çetin Oraler, vakfı kurduktan sonra bağışlarla kaba inşaatı bitirmiş ama para bitince gitmediği yer, çalmadığı kapı kalmamış. Sonunda Kadir Has’a gitmiş. Kadir Has, “Ben bu binayı bitiririm” demiş ve işte 5 yıldızlı bir Hilton ortaya çıkmış. O gün KASEV Vakfı’nın kültür, sanat ve spor günüydü. Gazeteciyazar Tanju Akerman’ın sunuculuğunu yaptığı şölende piyanistşantör Cumhur Bedii Sayın tam bir nostalji yaşattı. Şiirler okundu ve 60’lık gençleri yazmıyorum; Atatürk’ün öğretmenlerinden 86 yaşındaki Zehra Tuncel, 79 yaşındaki Balkan Şampiyonu Nail Göktaş’a dans sırasında “Çaça çalsalar ya” demesi günün konusu oldu. Madalyalar verildi ve emekli öğretmen ve eski subay eşlerinin oluşturduğu dinlence evinin sakinleriyle hep birlikte “Eski dostlar... Eski dostlar...” şarkısıyla günü nokaladık. Kentin gürültü patırtısından, günlük sorunlardan, stresten uzak bir günün yaşantısından dönerken Boğaz Köprüsü’ne giden E5’teki saatler süren tıkanıklık bile umurumda değildi. Meğer eski günleri ne kadar özlemişim... 14
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear