26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

T 0 P L UM E N N U R S E Z E R na yalnız çıkmışım. Havaalanında beni karşılayşıp bir başka Hollandalıya devreden meslektaşımı da, beni bir saatte Breda'ya ulaştırıp kırkbeş dakika şehrin sokaklarında Hotel van Ham'ı arayanı da, otelin barkafesinde beni soru yağmuruna tutan şair Katleen'i de hep aynı cümleyle yanıtlıyorum: "Çokyorgunum." Gerçekten yorgunum. Istanbul'dan sabahın altısında yola düşmenin, anadilinden uzak kalmanın, neleri yanlış söylediğini düşünmeden sürekli eskiden bildiğin bir dili konuşmanm yorgunluğu. İlk kez yurtdışında yalnız olmanın yorgunluğu. Ama yalnız kalma dileğimde kendi kendime masallaruydurmak isteyişimin de payı var. Beni hemen odama çıkarmalannı isterken, barkafenin otele açılabilecek kapısı olup olmadığını gözlüyorum. Bu kapı genel telefona açılıyor, bu kapı sokağa, demin girdik, görünürde geçit yok. Ve bavullar elimizde (Katleen ile benim, şu Avrupa'da hamal rahatlığı yoktur) sokağa çıkıyoruz. Köşeyi dönüyoruz. Koca bir Çin" lokantasının yanındaki baştanaşağı cam kapının tokmağındaki deliğe sokuyor anahtarı görevli, otel olduğuna dair hiçbir işaret olmay an bir binay a giriy oruz. Misafipliğin sonsuz keyli M isafirlik ne güzel sözcüktür. Hem geçiciliği anlatır, hem keyfı. Bir eşinin olup olmadığı hâlâ tartışılan gezegenimiz için bile eskiler "Bu dünya bir misafirhanedir" dememişlermi? Ben misafırliğin keyfıne yeni yeni varmaya başladım. Gerçi eski Istanbul evlerinde çocuklar misafırleri severdi. Yoo, hiç de bugünkü gibi armağanlar gelmezdi çocuklara. Ama evde misafır olduğu sürece, çocuklara bağrılama/, çocuklar azarlanmazdı da ondan. Bu misafıri "tahkir sayılırdı". Allah göstermesin, öyle bir iki şaplak, kulak çekme filan söz konusu bile değildi. O yüzden çocuklar azamasalarbile şımarabilirlerdi. Kaş göz işaretleri, "Hele misafir gitsin ben sana sorarım"lı dudak büküşleri de önemli değildi, zaten o zamanlar misafırlikler, biraz da taşıt yüzünden olmalı, öğle yemeğinden akşam yemeğine, süresi uzayan gece yatılarına uzayabilirdi (Zaten benim sözünü ettiğim böyle misafırlikler akşam ezanı okunmadan biten "oturmaya gelmeler", "sabah kahveleri", "ikindi çay ları" değil.) Misafirlik keyfi, bir başka eve misafır gittiğinde çıkarılacak bir şey. Karşınızdakinin evsahibı inceliğini göstermesinin rahatıyla istediğiniz gibı davranacaksınız. Eskilerin "Misafir evsahibinin eşeğidir" sözüne de kulak asmayacaksınız. (Bu söz sevgili Orhan Peker'den. Güya misafır, evsahibinin gösterdiği yere oturacak, getirdiğini yiyecek falan filan) Türkler "misafirlik üç gündür " demişler. Konuğu şımartan geleneğimizde, evsahibini koruyan sözler de var: "Hergün gelen soğan, yılda birgelen doğan!" Ama en güzel misafirlik otellerde yaşanan. Otellerde ya da misafirhanelerde. Otel svden rahattr ama... Kim ne derse desin ben otelleri severim. Parasını ben de ödesem beni misafır eden de ödese. Bir kere birilerini rahatsız etme k'aygısı yok. Evsahibi kaçta kalkar, "Hay allah benim için bir sürü masrafa eziyete girmiş" üzüntüsü, "bu adamlar beni böyle ağırlıyor, yarın bir gün onlar benim evime gelirse ben ne yaparım" tasasıyok. Otelde canınızın istediğ'ı saatte kalkarsınız. Kahvaltıyı tek başınıza yaparsınız, kaçta döneceğinizi söylemeden çeker gidersiniz. Bu sözleri söyler söylemez Hollanda'da bir otel geliyor aklıma. Kasabanınbirindebirotel: Hotel vanHam. Breda. 1990 y ılı sonları olmalı. İki Hollandah şairin Dünya kadın şairlerinden seçmeler yayınlayıp, bunu bakanlık, belediye desteğiyle küçük bir şenlikle tanıtmaya kalktıkları yol. Belki de 1989. Yıl tükenmek üzere. Sokaklar ışıklarla süslenmeye başlamış. Vitrinlerde herkesi alışverişe çağıran bir albeni. Ben, ömrümde ilk kez yurtdışı BirakrabaevtgM Dık merdıvenler geniş birhole çıkanyor bizi. Solda bir kapı açıyorlar: İki kocaman kanepe, bir televizyon, yanmayan bir şömine, bir raf ve kahve makinesi. Burada televizyon seyredebilir, telefon edebilir mişim. Sonra bavullarla bir kat daha. Banyo ile tuvaletin yanında bir oda. Istanbul'un yirmi 30 y ıl öncesindeki bir akraba evi saniki. Biliyorum belkı başka koşullarda üzülürdüm. Oda çınlçıplak, köşede "yüklükleri" pek hatırlatan bir gömme dolap. Bir karyola, demir. Van Gogh'un oda resmine benzer bir şey. Bir lavabo. Bir başucu dolabı. Üstündeki saatli radyo bozuk. Lavabonun üstündeki ayna buğulu, oysa oda hiç sıcak değil. Ve otelin adresiyle adını taşıyan sabun bugüne kadar gördüğüm otel sabunlannın en küçüğü: 2,5x4 cm. Tabii kutusuz olarak kutuyla biraz fark ediyor. Ama otelin hiçbir görevlisiyle gözgöze gelmek zorunda değilim. Hem dış kapının hem iç kapının anahtarları bende. Odamda da beni bir şeyler yazmaya çağıran bir çalışma masası var. Tahta ve eski. NltaflıHküçgündüp Türkler, "Misafirlik üç gündür" demişler. Misafıri şımartan bir geleneğimizden gelen başka sözler de var. Evsahipliğini koruyan: "Saçakaltı kurudur, mîsafirin yoludur", "Seyrek git dostuna kalksın ayak üstüne"," Her gün gelen soğan, yılda bir gelen doğan (ahcıkuş)". Eskiden bir de "Tanrı misafiri" denilen türde bîr şey vardı. Tann'ya gösterilen saygıyı göstereceksiniz gelene, hiç tanımasanız da. Enflasyon icat edilmemişken bile, epey yıldırmış olmalı ki, evsahiplerini, Nasrettin Hoca, bir Tanrı misafırine, caDER6İ 13 M A R T 1 9 9 4 SAYI 418 14 C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear