Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Depardieulü, De Nirolu geceler. Moskova Film Festivali'nin kalbi olan Rossia Oteli'nde, festivalin konuklarıyla burun buruna yaşıyor olmak, insana bazı kötü alışkanlıklar kazandırıyor diye düşünüyorduk tümümüz. Zeynep Avcı oskova'nın iyice yabancısı olan bir Avrupalı, gecenin bir saatinde, ünlü Gorki Prospekt (yani bulvar) üstünde gezinirken, nasılsa bir Moskovalıya rastlamış. Büyük bir ümitle yanaşmış adama. "Aman kardeş..." demiş, "Söylesene, en yakın gece kulübıi nerde?" Moskovalı sıradan bir soruyla karşılaşmış gibi rahat, omuzlarını silkmiş, yanıtlamış: "Sanırım en yakındaki Helsinki'dedir..." Moskovalılar kendileri anlatıp kendileri gülüyorlar bu yanıta. Sanki durumda bir değişiklik olacağının izlerini taşıyor gülümsemeleri. Moskova Film Festivali'nin kalbi olan Rossia Oleli'nin "Press Bar"ı böyle bir hazırlığın laboratuvarını oluşturuyor sayılabilirdi. Üstelik müşteriler kendini beğenmiş bir takımdandı galiba. Ornek olsun diye bir olay anlatayım: Yanı başımızdaki bir masada gecenin on birinden sonra, beş yıldızlı Ermeni konyağını afiyetle yudumlayan sıradan görünüşlü genç bir çiftin yanına, biz "Türk masası" sakinlerinin sevecen bakışları altında Nastasia Kinski ve bir arkadaşı yanaştılar. Tıklım uklımdı ortalık. Masadaki iki sandalyeye oturmak için izin istediler besbelli. Genç adam heyecanla ayağa fırlayıp Nastassia'nın ellerine şükranla sarıldıysa da kadın oralı olmadı. Küçük bir omuz hareketiyle "sepetledi" Nastassia'yı. Türk masası sakinleri, kitle halinde sandalyelerini terk edip Nastassia'yı kurtarma harekâtı başlattıysalar da maalesef kalabalık bir minderde güreşiyorlardı ve çocuk yüzlü, iki çocuk anası yıldızı dev salonda kaybettiler. Türk ekibinin yıldızların ve ünlülerin kurtarılması konulu gözlem ve deneylerinin ne ilki ne de sonuncusuydu bu. Fellini'nin ödul alan filmi "Intervista"nın tek gösterimi yapılacaktı bir gece. llk gorduğumüzde hafit" kıskançlıkla karışık hayran hayran seyreitiğimiz görtcemli sinema salonu hucuma uğramış, doluvermişti. Bir de baktık Mastroianni'ye Cannes'da en iyi erkek oyuncu ödiılu kazandıran "Oci Ciornie" (Siyah Gözler) l'ilminin Sovyet yönetmeni Mikhalkov ile yine Sovyetler'in ulaşılmaz bir noktadaki yıldızlarından Irina Çurikova ayakta kalmış, saşkın bakınıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi, zavallı Gabriel Garcia Marquez de birkaç sıra önde, küçücük bir aralıkta yine ayakta, çaresiz gülümsemekte. Konukseverliğimiz şahlanıp tam yerlerimizi terk ediyorduk ki bu bahtsız ünlüleri kendi vatandaşları kurtardılar da bi/ Fellini'yi seyredebildik. Yoksa sanırım, yüreklerimiz duru bir su gibi ama aklımız "lntervista"da, "sinema cadıları"ndan gizlenmeye çalışarak, lobinin bir köşesinde sigaralarımızı kemiriyor olâcaktık. "Cadılar"dan söz açmışken, bu meseleyi de gündeme getirmek gerekiyor. Moskova'da cadı madı yok ashnda. Cadılık kurumu aramızda üretilmiştir. îlk "cadı" unvanı, bin kişilik Rossia Oteli'nin her katında bol sayıda bulunan, bir tür resepsiyoncuymuş gibi görünen hanımlara "kat cadısı" denilerek, Onat Kutlar tarafından kullanılmıştır. Tümu de disiplini her şeyden ön planda tutan bu hanımların yıllık ortalama tebessüm sayılarının dikkate değer düşüklüğü cadısal bir sorunsal doğuruyor gibiydi. Ayrıca, mümkün olduğu kadar şirin, sırıtkan bir suratla yanlarına yaklaşıp konuştuğumuz yabancı dili Rusçaya en Ünlü oyuncu Robert De Niro da Moskova Fıim Festivali'nin konukları arasındaydı (ceketim omuzuna atmış olan). ön planda da Vecdi Sayar (Fotoflraf: BEYSUN GÛKÇİN) yakın aksanla kullanarak (böylece bizi anlamalarına yardımcı olduğumuzu sanıyorduk). bir şey istediğimizde, ansiklopedik uzunlukta Rusça yanıtlar veriyor, böylece dillerine iyice alışmamızı sağlamak yolunda olağanüstü bir çaba gösteriyorlardı. Bu hanımların yalnızca Rossia Oteli'nde bulunduklarını sanmakla yanıldığımızı neyse ki hemen farkettik. Moskova'mn şiirsel güzellikteki kapalıçarşısı "Gum"dakilere "çarşı cadısı", mağazalarda alışverişi engellemek için görevlendirildiklerini duşundüklerimize "tezgâh cadısı", lokantalarda insanların yemek seçmelerinin kötu yetiştirilmelerinden ileri geldiğini düşünerek servis yapanlarına "lokanta cadısı", sinema lobisinde sigara içmenin yasal bir sorun doğurduğu izlenimini uyandıranlarına "sinema cadısı" adlarını gaddarca taktık. Ama inanın, kısasurede pişmanlık krizleri geçiriyorduk. Kat cadılarımız, yalnızca bu başıbozuk, karmakarışık kitleyle uğraşmaktan ^yorgun düşmüşlerdi. Ötekiler ise birkaç ke/ sohbet girişiminde bulunulunca, insana tarzanca da olsa iltifatlar edebiliyorlardı. Böylece bizim cadılar birkaç gün sonra perileştiler. (Insanın anlayış yeteneğinin bir sonucu muydu yoksa gerçek böyle miydi, bilmiyorum). Hatta sinemaya vaktinden önce gidip (Rutkay Aziz'in kışktırtmasıyla) lobinin üst katındaki görkemli büfeden füme balıklar yemek istediğimizde sabık cadılar taze tebessümlerle kural bile çiğnediler; bizi içeri aldılar. Lokanta cadımız son günlerde iki katlı salonu çınlatan kahkahalar atıyordu. (Oysa votkaları getirirken bir yudum bile tatmadığına yüzde yüz emindik.) Moskova Film Festivali'nin en iyi günü ne yazık ki Moskova'da değil, Leningrad'da geçti. Bu ortak izlenim sonucu, resmi ve yarı resmi Türk delegasyonu üyeleri, Moskova Film Festivali'nin Leningrad'da neden yapılmadı1 ğına ilişkin bir dilekçe ile Gorbaçov'a başvurmaya bile karar verdiler. (Imza toplama aşamasına sanırım Türkiye'de geçilecektir.) Leningrad'a yine kitleler halinde, iki tren dolusu insan olarak, korkunç bir yağmur altında indiğimizde peronda bizi karşılayan Leningrad perilerinden karanfiller alınca, cümlemizin yüzünde güller açtı. Bu da yetmezmiş gibi, gara yaklaşırken, kulağımıza bir müzik sesi çalındı. Bir de ne görelim: Koca bir bando şerefimize çalmıyor mu? Üstelik de iki yana güleç Leningradlılar sıralanmış, alkışlamıyorlar mı? Sırıtmalanmızın genişliği anlatıhr gibi değildi. O inanılmaz Leningrad turundan sonra akşam yine gara geldik. Inanmayacaksınız, ama bando yerinden kımıldamamı^tı sanki, aynı keyifle çalmayı sürdürüyordu. Selam vaziyetini alıp önıinden geçmek düştü kimilerine. Tebessumler yine yayvan, ölçüsuz bir haldeydi... MI Festivalin konuklarıyla burun buruna yaşıyor olmak, insana bazı kötü alışkanlıklar kazandırıyor diye düşünüyorduk tümümüz. Sabah kahvaltısında Antonio Gades ile gözgöze oturmak, sinemaya girerken Robert De Niro ya da Hanna Schygulla ile omuz omuza olmak, "Vanessa da nerelerde acaba?" de mek, otel lobisinden koşarak seansa yetişiıken Gerard Depardieu ile çarpışıp "Pardou Monsieur"yü çekivermek, Vecdi Sayar'ın artık alıştığımız (ama bir türlü kızmaktan vazgeçemediğimiz) umarsamazlığıyla, "Bir dakika, ben Volonte ile birkaç şey konuşacagım, siıe yetişirim" deyip yok olması, Atıf Yılmaz1 ın o eşine ender rastlanır soğukkanlılığı ile Rossia Oteli'ndeki şöhretlere aldırmayıp Leningrad kahramanlık anıtlarının fotoğraflarını çekmek gibi garip bir saplantı sahibi oluvermesi, Barbara Sukova'nın sabah kahvaltısında karşısına dizilip hayran hayran seyreden bizler, Zuhal Olcay'ın Robert de Niro 1 dan imza aldıktan sonra, Ustüne Ustlük bir de yanak yanağa fotoğraf cektirmesi (bu durumdan Zuhal kadar De Niro da mutlu görünüyordu...) tüm bunlar Türkçede "kötü alışkanlık" sınıfına girerdi sanıyorum. Ayrılmaktan güçlük çektiğimiz en " k ö t ü alışkanlık" ise, akşam yemeklerindeki (bazen öğleyin de kendimizi tutamadığımız oluyordu) havyar ve şampanya ziyafetiydi. Bir film festivaline katıldıktan sonra insanın aklında öncelikle filmlerin kalması gerekmez mi? Moskova Film Festivali, filmleri, son derece geniş tutulmuş, tartışmalı, acıkoturumlu, konserli, kültürel düzeyi yüksek programının yanı sıra yapıldığı ülke ve kentin izlerini en az filmler kadar bırakan bir festival. Yine de biz Türkler, yani resmi cağrılı Zu hal Olcay ve Nisan Akman, özel cağrılı Atıl Yılmaz, Rutkay Aziz, Serap Aksoy, Dilek ve Beysun Gökçin, Hülya Uçansu, Vecdi Sayar, Onat kutlar, Ömer Pekmez, TRT görevlisi Seynan Levent hep ve ısrarla aynı kanıdayız: Moskova Film Festivali leningrad'da ya pılsaydı, daha sevineeektik... Ama neden olmasın?D Fransız oyuncu G6rard Depardieu, Moskova Film Festivali'nde, sinemaseverienn en cok ilgisinl çeken sanatçılardan biriydl. Moskovalılar ve festivalin yabancı konukları, Depardieu'den bol bol imza aldılar. ^