Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Yıllardır aynı parçalar Türk musikisinde, şimdiye kadar el atılmamış binlerce eserden birkaçının notasını kütüphane raflanndan indirmek gibi bir çaba, festivallerde pek gözükmüyor. veni eksikti piano bölümlerde, özellikle "meyan"da sesler nerdeyse fısıltıya dönüşüyordu, böyle olunca, bu değişik eserin ve icranın özellikleri salondaki dinleyiciye yeterince aktarılamadı (koronun sesi ancak daha risksiz parçalarda yükselebildi). Aynı eseri, 1984'te Segfihkflr'ı okuyan koro okusaydı, şüphesiz sonuç farklı olurdu. Ayrıca, topluluğun yıl içinde verdiği Ali Ufkî ağırlıklı ilginç konserlerde olduğu gibi, koro musikisi en aza indirilmiş ve program daha çok saz musikisine ayrılmış olsaydı sonuç gene daha iyi olabilirdi. Nevzal Athg yönetimindeki Istanbul Devlet Korosu, Kiinhî AbdUrrahim Dede'nin Hicaz Ayln'ini sundu. Mevlevi ayinlerinin en parlak örneklerinden biri olmamakla birlikte eser, baştan aşağı hicaz makamında, geçkisiz bestelenmiş olmak gibi bir iddia taşıyordu. Son birkaç yıldır fazla bir hazırlık gerektirmeyen programlarla festivale katılan koronun, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, her yıl başka bir Mevlevi ayinini tanıtma geleneğine dönmesi olumlu. Teknik açıdan oturmuş, ses birliğini sağlayan, düzgün, ama bugüne kadar yaratıcı olmayan bir icra anlayışını iyice benimsemiş görünen bu topluluğun icrasında eksikliği en çok duyulan nokta, ayin, kâr, ilahi, şarkı, köçekçe gibi farklı formları aynı icra kalıplarında eritmesidir; oysa Türk musikisinde formlar, en çok, okuyuş üslubuyla birbirinden ayrılır. Bir de, yazılı programlarında, "ayin mutlaka devri kebir usuliinde bir peşrevle başlar", demelerine rağmen, konserde devri kebir peşrevin yalnızca iki hanesini çalmalarını anlamak mümkün değildi; yıl içindeki konserlerinde de, saz semailerinin tamamını çaldıkları halde, peşrevlerin çoğunu birinci ya da ikinci hanede bırakıyorlardı, oysa peşrev, saz semaisinden daha sanatlı bir beste şekli. Bu konserler, her şeye rağmen, olumlu çabalar. Şimdi de, olumsuz yönden ele alınması gereken bir gösteri ile bir konserden söz edelim. Sema, uluslararası ilgiye seslenen bir gösteri. Bu bakımdan, Konya Sema Ekibi'nin festivalde yer alması yerinde bir düşünce. Bu ekibin kadrosunda iyi musikiciler var, ama ayinhanlar ayinleri hem çok hazırlıksız ve disiplinsiz okuyorlar hem de yıllardır beş ait ı ayinin dışına çıkmayan, dar bir reperiuar içinde dönüp dolanıyorlar. Bu da gösterilerine gelenlerin sadece Mevlevi raksını seyretmek için geldiklerini ve Mevlevi musikisinden nasıl olsa anlamayacaklarını sandıkları izlenimini uyandırıyor. Böyleyse, çok "turistik" bir anlayış değil midir bu? Aynahkavak Kasrı, TBMM Vakfı'nca "Türk Müziği Araştırma Merkezi" adıyla kurulması planlanan akademik bir enstitünün merkezi; Alâeddin Yavaşça da geniş repertuarı olan bir usta. 'Aynalıkavak Konseri'ne bu ciddiyetle bakınca, program ve konser umut kırıcıydı. Bir araştırma merkezi adına düzenlenen bir konserin programı çok daha farklı olmalıydı. PeşrevI., II. Beste'lerAğır ve Yürük Semai'lerSaz Semaisi şeklindeki klasik düzende sunulması ve harcıâlem olmamış eserlerden seçilmesi beklenen, "akademik" bir konser yerine, bu tanıma uymayan, bütünlükten yoksun, peşrevin gene eksik çalındığı, harcıâlem parçalara, hatta hafif şarkılara bile yer veren bir programla karşılaştık. (Bu konserin sunucusu yazılı program varken sunucuya gerek var mıydı? Nedret Selçukcr'in sunuculuğundaki laubaliliğe değinmeden geçemeyeceğiz; "bir alkış da ben isterim!" gibi orijinallikler arayan, "bu şarkı insana diigmeleri çözdürür!" diye şarkıyı yorumlayan (!), konserdeki bakanlardan biriyle "arkadas oldugunu" açıklayarak dinleyiciden puan toplamayı deneyen, klasik bir konserde "filanca otonun sahibi aranıyor"u anons eden, bu anonsu da "ikazkâr makamında bir anons" gibi pek ince bir nükteyle süsleyen bu tür bir sunucu üslubunu o akşam o konsere, geçmiş yıllarda da başka konserlere taşımak, kimin fikri ve zevkiydi acaba? Yazımızın başında, "musikici çoğunluğunun dinleyici çoğunluğunun önünde gitmediği bir ortam" ifadesini kullanmıştık. Gerçekten de, festival yetkilileri, hiç de uzak olmayan bir geçmişte Mesut Cemil, Miinir Nuretlin, Yorgo Bacanos, Niyazi Sayın vb. gibi daha birçok ustadı radyolarda, konserlerde tanımış olan bu dinleyiciyi, lstanbul'da Türk musikisiyle ilgili ne kadar kuruluş, dernek, vakıf varsa bunları her yıl artan bir tempoyla festivale çıkararak istemeden de olsa küçümser duruma düşmemeli. Türk musikisinde bugünkü akademik düzey, iyi musikici sayısı ve yeni eleman yetiştirme temposu, bu musikinin uluslararası bir festivale on dört konserle katılmasına yetmez. Ama bu musikinin bugün de güçlü ustaları var. Bu ustaların yetenekleri en uygun biçimde bir araya getirilir, yetenek de çalışmayla birleştirilebilirse, gerçekten kaliteli dört beş konser dinleyebileceğimize şüphe yoktur. Ama şimdiki durum olduğu gibi sürdürülürse bu, Türk musikisinin iyisiyle kötüsünü ayırt etmeden, her çeşidine cephe alan, onu karalamayı huy edinmiş ağızlarla kalemlerin malzemesine katkıda bulunmaktan başka işe yaramayacaktır. O Istanbul Festivali'nde Türk musikisi topluluklan artmasına artıyor ama... Nevzat Atlıfl yönetimindeki Istanbul Devlet Korosu, 15. Uluslararası Istanbul Festvali'nde. Koro, son birfcaç yıldır, fazla bır hazırlık gerektirmeyen programlaria festivale katılıyor. stanbul Festivali'ne katılan Türk musikisi topluluklarının sayısı her yıl artıyor; geçen yıl dokuza çıkan topluluk ve solist sayısı bu yıl on bire (konser sayısı da on dörde) ytlkseldi. Musikici çoğunluğunun, dinleyici çoğunluğunun önünde gittiği bir ortamda bu sayı, birbirinden değişik programlar ve icra biçimleri getirirdi. Bizde böyle olmuyor. Denebilir ki, Türk musikisi geçmişte devletten gördüğü kötü muamelenin olumsuz etkilerinden hâlâ kurtulmuş değildir; bilgili, usta musikici az yetişiyor; böyle olunca da pek kaliteli bir icra ortaya çıkmıyor vb. Bu söylenen, genel olarak doğrudur da. Ancak, bütün konserlerin bütün eksikleri, bütün yanlışları doğrudan doğruya bu tür genel, tarihi nedenlere bağlanamaz. öyle görünüyor ki, özellikle son yılların festivallerinde yer alan konserlerin çoğu, yalnızca Türk musikisinin ciddi musikicilerini değil, az çok bir beğenisi olan dinleyicisini de doyurmuyor. Türk musikisi topluluklarının bu yatay ve yapay çoğalışı herhalde o musikiye bir şey kazandırmıyor, tersine, ondan bir şeyler daha alıp götürüyor. Oysa amacın, ilke olarak, az sayıda ama gerçekten kaliteli konserler olması daha doğru değil midir? Türk musikisinde, bu musikiye ait repertuarın yeterince araştırılmaması ve tanıtılmaması diye bir sorun vardır; yayımlanışından bu yana yarım yüzyıl geçen Dârülelhan Külliyalı'nın icrası bile tamamlanmış değildir. Musikide değişik icra biçimleri uygulayabilmek elbette bir bilgi birikimi ve yaratıcıhk sorunudur, ama şimdiye kadar el atılmamış binlerce eserden birkaçının notasını kütüphane raflanndan indirmek ve bunları virtüözce de değil, standart bir icrayla dinleyiciye tanıtmak, sadece biraz çalışmayla olabilecek bir şey. Festivallerde böyle bir çabayı da pek az görebiliyoruz. Yıllarca aynı parçaların kolaylığına sığınmanın savunulabilir yanı olmasa gerek. Festivalin dünyadaki tanınmışlığı her yıl biraz daha artmakta, "uluslararası" niteliği gitgide güçlenmektedir. Bu gelişmeye göre, Türk musikisi icrasının da festivaldeki ortalama düzeyi tutturacak biçimde temsil edilmesi ve bu türdeki her konserin az çok bir iddia taşıyacak biçimde hazırlanması beklenir. Yukarda kaliteli bir konserin birkaç ana I m Bülent Aksoy n ölçütünden söz etmiş olduk. Bu da ilkin, çok temiz, ama aynı zamanda eserlerin müzikal değerlerinin hakkını veren, dahası, bunlara bir yorurn kazandıran yaratıcı, esinli bir icradır; ikincisi, repertuarın az tanınmış ya da hiç tanınmamış güçlü örneklerini seslendirmektir. Bu ölçütlerle festival konserlerine baktığımızda, bir hazırlığa dayandığı için, şu Uç konseri söz edilmeye değer buluyoruz. Bunların ilki, Ahmet özhan'ın solist olduğu "Türk Klasik ve Tasavvuf Müziği Konseri". özhan, dini musikinin ilahilerini bir konser programının büyük bölümünü kapsayacak biçimde, musiki ölçüleri içinde konser salonuna taşıyan ilk okuyucu. Bunun yanı sıra, özhan'ın ilahi okuyuşuna kendine özgü bir üslup ve tavır getirdiğini söylemek bir abartma sayılmamalı. Disiplinli ve nüanslı olduğu kadar, coşkulu bir icra bu; musiki disipliniyle coşkunun birleşmesi çok güzel bir icra ortaya çıkarıyor. Bu başanda, soliste eşlik eden sazların desteği ile Cüneyt Kosal'ın araştırıcılığı sonucu, az okunmuş, seçkin ilahilere yer verilmesinin de büyük payı olmalıdır. Gelgelelim, dindışı klasik eserlerin sunulduğu birinci bölüm için aynı şey söylenemez. Solist, ilahilerdekinin tersine, bu bölümde müzikal bir arayış içinde görünmedi, buluşsuz, süslemesiz, "düz" bir icra örneği verdi. Gerçi Nevakflr icrasının bir özelliği vardı, bu eser şimdiye kadar solo olarak pek az okunmuştu, icradaki koro desteği de yerinde bir düşünceydi, ama gene de iddiasız bir icra ortaya çıktı. (Ahmet özhan'ın ikinci bölümde kostüm değiştirmesi, yani gazino sahnelerine ait bir unsuru kullanması, bu konserin rahatsız edici bir yönüydü.) Ayangil orkestra ve korosu, iğreti kadrosuna rağmen, "cesur" bir programla dinleyici önüne çıktı. Ruhi Ayangil, Türk musikisi ortamını zorlayan bir musikici, ama kadrosunun her yıl âdeta yeniden kurulması, yapmak istediklerinin çoğunu engelliyor. öyİeyken, görece daha iyi bir kadro kurduğu dönemlerde Türk musikisi icrasına yeni tatlar getirmiştir. Bu yılki konserin birinci bölümündeki eserlerin ortak yanı, güftelerinin Şeyh Galib'ten alınmış olmasıydı; bunların en önemlisi olan, III. Selim'in Şevku Tarabkfir'ı, yanılmıyorsak, ilk kez seslendirildi. Ayangil bu eseri kafasında nüanslamıştı, degişik bir düzende icra ettirmek istiyor, ama düşüncesini koroya uygulatamıyordu. Alabildiğine çekingen olan koronun kendine gü Festival'deki "Türk Klasik ve Tasavvuf Müziğı Konsen" ile Ahmet özhan (solda), dinı musikinin ılahilenni konser salonuna coşkulu bır icra ile tasıdı. Ruhi Ayangil'in (saflda) "Ayangil Türk Müzıgı Orkestra ve Korosu", iflreti kadrosuna raflmen "cesur" bır programla dinleyici önüne çıktı.