23 Kasım 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

ıR Necati Güngör 1949'da Malatya'da doğdu. Hk ve orta öğrenimini bu kentte taınamladıktan sonra Istanbul llukuk Fakültesi'ne yaztldı. tlk kitabı "Yo/un Başı", ikinci kitabı ise "Sevgi Ekmektir" idi. Sevgi Ekmektir adlı yapıhyla 1979 Ttirk Dil Kunttmı öykü ödülü'nü kazanan Necati Güngör, daha sonra sırasıyla "Yeryüzünde tki Gölge", "Bu Sevda ölmek" ve "Hayatımm Yedi Hikâyesi" adlt kitaplanm yayımladt. Çeşitli yayın kuruluşlannda çalışan Güngör'ün dergi ve gazetelerde yayımlanmtş röportajlan da var. Aşağıdaki öyküsü, halen ttzerinde çaltştığı, "Hep Böyle Uzun Yıllar" adlı kitabmda yer alacak. efik'lerin bahçesi bir meyve cennetiydi sanki... Baharın kapısı açıldığında, bütün ağaçlar tepeden tırnağa çiçeğe bürünür; yeşilin Ustüne düşmüş beyaz, sarı, pembe benekler, bir gelinliğin taşları gibi ışıldardı. Sonra nisan yağmurlanyla yeşilin koyuluğu artar; çiçekler, renkli su damlacikları gibi taçyapraklannı dökerler bir bir; o yaprakçıkların altından, henüz topluiğne başı kadar büyümüş erikler, kayısılar, vişneler, kirazlar, kızılcıklar, şeftaliler, elmalar kendilerini gösterirler... Sıcakların artmasıyla ağaçların dallarına yUrüyen sularda artar, yapraklar büyür, meyvelerin kabukları renklenir, gün gün yükselen mırıltılı bir gelişme sarardı ortalığı. Mayıs çıkıp da hazirana adım atıldı mı kirazın mevsimi geldi demekti. Ağaçlar adeta çıldırır, küpe küpe sarkan, neredeyse ceviz iriliğinde, mora çalan bir kırmızılıkta, dolgun, etli kirazların ağırlığıyla dallar yerlere kadar eğilirdi! Haziran sabahlarının serinliği içinde buğulu gözler gibi, yapraklar arasından binlerce yakut ışıltısıyla adeta cıvıldaşırlardı. Işte böyle bir kiraz mevsimiydi; Refik'le ben, o meyve cenneti bahçede, kuş seslerinden başka gürültUnün olmadığı, arasıra rüzgârın fısıltı halinde şarkılar söylediği ağaç altlarında ders çalışıyorduk... Yılların çabucak geçmesini, sınavların, okulun hemen bitmesini dilediğimiz, on beş, on altı yaşlarındaydık henüz... Refik, kendisini zorlamasına karşın, kafasını bir türlü ders kitaplarımızda anlatıIan konulara veremiyordu. Aynı konuyu Ust Uste birkaç kez yineliyorum; ama o, dinliyormuş gibi yaparak başını sallıyordu ras gele... Anlamadığını anlıyor, yeniden anlatıyordum; ama boşuna, ilk birkaç sözcüğü yakalıyor, sonra ıpin ucunu kaçırıyordu yine... Aklının nereye takıldığını bildiğim için de, üstüne varmıyor, sabırla, anlayışla davranıyordum. En yakın arkadaşımdı Refik: Her şeyini, her sırrını benimle paylaşırdı... Kaç yıldır, aynı okulda, aynı sınıflarda okuyorduk... Bizimle birlikte okuyan Şule adında bir kıza tutkundu Refik. Aklını başından götüren o kızdı. Aşktan sersemlemişti adeta, gözleri kararmış, kafası durmuş, gönlüne bir ateştir düşmüştü... Değişik, çok değişik bir havası vardı kızın; başka kızlara hiç bcnzemiyordu. Zaten gökten inmiş gibi, bir gün birdenbire görmüştük onu okulda. Babası memurmuş, bizim buraya atanmış; Ege kıyısında bir yerlerden çıkıp gelmişler... Onun gelmesiyle birlikte, okulun, hatta bütün bir kentin kızları gözdcn düşmüştü desem yalan olmaz! Melekler kadar saf, şeytan gibi çekici bir görünüşü vardı Şule'nin... Adı bile, bir şiirin kilittaşı olan büyülü bir söz gibi kullanılıyordu insanlann dilinde... GulUmseyince, iki yanağında, iki damlacık gamze oluşuyordu hemen. Pembe dudaklarırun Ustündeki burnu, ince bir kalem ucuyla çizilmiş gibi, zarif bir kıvrımla kalkmıştı havaya... Dedim ya, çok değişik bir kızdı; gülümsemesi hiç eksik olmazdı yüzünden. Ama, yazık ki, ona ancak uzaktan bakabiliyorduk hepimiz. Ona yaklaşmak, dokunmak dü$ gibi bir şey Sonra dili çözüldü Refik'in; kendisini yitirdiği ateşli bir hastalığın ardından gözlerini aralar gibi, tek tek, her sözcükte o sonsuz, buyük umutsuzluğunu anlamlandırarak konuşmaya başladı... tlk söz, "Gitti" dedi, insanlığın sırrını veriyormuşçasına, fısıltıyla. Durdu. Sonra yine; "Gittiler" dedi, "diin gece...". Bu söylediklerinin kendisiyle bir ilgisi yokmuş gibi, uzak, soyut, bilinmedik bir zamanda, bilinmedik bir yerlerde, bir masal dünyasında geçen bir olayı anlatıyordıı sanki... di! Okul yönetîcileri, kızlarla erkek öğren"Ben sırtımı, istasyondaki akasya agacıcilerin yakınlaşmasına kuşkuyla bakarlarna dayamış ona bakıyordum. Hep ona... dı nedense! Bu tür ilişkiler kesinlikle yasakIVenin penccresindeydi o. Boş boş, çevreye tı! Okul dışındaysa, (öteki kızlar gibi onu bakınıyordu öyle. Beni sonradan gördii. da ailesi öğütlemişti) bir yabancı olarak gelBelki tanımadı ilkin... Ama hep kendisine dikleri burarun geleneklerini bozmuyor, yaJbaktıgımı gorüncc anladı! Ellerini yü/üne nızca kızlarla arkadaşlık ediyor ve yol bokapatıp durdu bir an! Sonra hemen penceyunca bakışlarını yerden kaldırmadan, hiçreden çekildi. Uzun süre yeniden t>öriinmebir delikanhyla göz göze bakışmadan, bir di. Bense oraya çivilenmiş eibiydim... Göznamus simgesi halinde sessiz kedi adıtnlalerim hep penceresinde... Içime bir kuşku nyla ytlrüyordu. Kimseler, yanına sokulmadiiştü birden: Yoksa aglıyor muydu? Kenya, bir çift söz etmeye cesaret bulamıyordu disi için geldiğimi anlamış olmalıydı! Mutkendinde. Ama o, böyle kendi halinde yolaka..." luna giderken bile, ayaklarının dibine fırBunu söyierken, sesinde, yüreğinin bir latılmış nice delikanlının yüreğini çiğnediyerlerinde, bir mutluluk titreşimi vardı; anğinin farkında değildi belki... laşılıyordu... Şule'nin kendisi için acı çektiYüreğini göğüs kafesinden söküp genç kığini, ağladığını görmüş; içine yuvarlandığı zın ayaklarının dibine fırlatanların başında mutsuzluğu bununla bir yangını birkaç da Refik vardı elbet.. Okul çıkışlarında, üç damla gözyaşıyla söndürmek ister gibibeş adım ötesinden, evine kadar izliyordu ödeştirmeye çalışıyordu! kızı. Izlemiyor da büyülenmiş gibi ardı sı"İren kalkarken yine göriindü pencerera gidiyordu sanki... Şule'nin çok güzel olde. Saçları dagılmış, uçuşuyordu. Karşımduğu kuşkusuzdu; ama onu gözUmüzde büda, adım adım uzaklaşıp gidiyordu... yerimyüten, erişilmez kılan şey, biraz da bizim o Üç gün kadar sonraydı: Gözleri kan ça den fırlamışım aniden, farkında degilim, yaşlarda, bir kadın teninin ılıkhğına olan nağına dönmüş, yıkık, ve tükenmiş bir hal uyuşmuş, hüyülenmişlim adeta... Koştum, uzaklığımız, bir genç kızın pembe avuçlade çıkıp geldi. Konuşmuyordu. Bir şeyler ol koşlum giden irenin ardından...El salladım rındaki gizemli sıcaklığa beslediğimiz özmuş, konuşmayı bile unutmuş... Belki ko ona uzun uzun».Hep penceredeydi; gözden lemdi galiba... Onu öyle uzaklardan, büyünuşmasına da gerek yoktu. Bir şeyler değil, yitinceye kadar... Onun için gittiğimi, onu lenmişçesine izleyen Refik, kızın saçlarınolağandışı çok şeyler olmuştu besbelli... Si çok sevdigimi anlamıştı! dan bir tutam elde edebilse, ya da kız ona, "Bir zaman öyle kalakalmışım oldugum gara yakarken, dudaklarının ucunda belli terinin sindiği bir mendil verse, bu mutluyerde! Geçip giden trenin arkasından... Ne belirsiz uçuklar gördüm. Uzun uzun ağlalukla, bu sarhoşlukla kendisini asabilirdi! mış, ya da Uç gün, üç gecedir uykusuz kal kadar kaldığımı bilmiyorum. Geriye dönöylesine kutsamıştı genç kızın varlığını... diiğümde insanların bana garip garip bakNitekim, bir gün okulda gizlice, kızlann bklannı fark ettlm: Gözlerimden yaşlar akınıantolarını astıkları bölüme sokulmuş, yormu?.. Hayır, aglamıyordum; gög^ilmden kimselere görünmeden Şule'nin mantosunbogazıma yUrüyen bir sıkışma vardı; onun dan bir düğme koparmış ve böyle bir şeyi etkisiyle gözlerimden yaş boşanmı$ olmaakıl edebildiği için de deliler gibi sevinmişlı... Aglamıyordum! Nasıl olsa gidecegim ti... Hep cebinde taşıyordu o düğmeyi. O buradan; onu mutlaka bulacagım..." günden sonra, nerede olursa olsun, avucuHer şey ne kadar da çabuk gelip geçmişnun içinden eksik etmiyordu küçUk, kemik ti! Bir trenin, yolu üstündeki bir istasyona düğmeyi. Ona dokundukça, parmaklarını, uğrayıp gitmesi kadar... Henüz çok gençti hep uzaklardan bakakaldığı kızın canlı, yaşlanmız ve geçip giden her mevsimin, haUrpertili, şeffaf teni Uzerinde gezdirdiğini yatımızın altın çağlan olduğunu anlamaksanıyordu zahir! Bu dokunuşlardan sonsuz tan uzaktık... Ancak böylesine derin, içten, bir haz duyuyordu. karşılıksız, acı dolu, umutsuzluklar içinde Ders çalıştığırruz günlerde de hep avucuumut arayan bir sevda da; yalnızca o yaşnun içindeydi o düğme. Derslerden çok, o ' larda, o altın çağın beslediği erdemli duykemik düğmenin çağrışımlarıyla, içyüzünü gularla yaşanabilirdi sanırım... D bilemediğim bir düş âlemine kayıp gidiyordu kafası. Bu denli derin bir tutku bana biraz ürkütücü gelse de, arkadaşımın duygularını anlamaya çalışmam, aramızdaki yakınlığı arttırmıştı. Kimi geceler, sokaklardan insanlann çekildiği, karanüğın her taşa sindiği saatlerde, Şule'nin evinin önünden geçerdik birlikte... Benim de bu zamanlarda yanında olmam, Refik'i yüreklendiriyordu. Belki elli kere, yüz kere, dönüp dönüp adımlıyorduk aynı kısa yolu. Penceresinde iğne ucu kadar bile bir aydınhk olmazdı kızın... Ne çekici bir karanlıktı ama o! O karanlık pencerenin ötesinde sanki koca bir güneş sakhydı; güneşin sabahla uyanıp yeryüzünü ışığa boğmasını bekliyordu Refik sanki orada... Genç kızın, uykuda soluduğu havayı derin derin ciğerlerine çekiyor, özlemle yanan kanını biraz olsun bastınyordu bununla Refik... Ve yakalandığı tutku, delice aşk, bu erişilmezlik içinde anlam kazanıyordu... mıştı... Acımasız, aman bilmez, ölümcül bir Sınavlar bitince, Şule'nin yüzünü görmesi fırtına esmiş, Refik'in hayatı yerlc bir olmuş artık iyice rastlantılara kalmıştı! Bu belir sanırdınız... Ben de ona söyleyebilecek bir sizlik, onun kıza olan tutkusunu daha bir çift sözün sıkıntısı içine düştüm o an! Ama körüklüyordu tabii... Babasına yardım et ne diyebilirdim zaten? Sözle dinecek gönül mek bahanesiyle sabahları erkenden bir iki yarası var mıydı yeryüzünde? lnsan yüreği sepet kiraz topluyor bahçeden, sonra onla böylesine derin acılarla dağlanmadan bir rı pazara götürüp satıyordu. Asıl amacı, sevgi yaşanamaz mıydı, onu da bilemiyokente inmek ve sokaklarda Şule'yi görmek rum... Bu sorunun karşılığını düşUndUm umuduyla dolaşmaktı... O şimdi, şu anda bir süre kendi kendime... Masal Kuşu ne yapıyor, ne düşünüyor, nereye bakıyor, gönlUnden neler geçiyor diye meraktan, aşktan kıvranıyordu Refik... Artık gündUzleri de kızın kapısının önünden geçiyor, olmayacak düşlerle kendisine avuntular arıyor. ama bir türlü içine düştüğü kör kuyudan çıkmanın yolunu bulamıyordu. Onu duyacak, anlayacak benden başka bir yakını da yoktu. Ne anası, ne babası, hiç kimse... Üstelik babasına duyurmaktan da korkuyordu yaşadıklarını; belki adam, oğlunu serserilikle suçlayıp aşağılayacaktı onu... Sınavlardaki başarısızlığının da asıl nedenini öğrenmiş olacaktı daha önemlisi... Kiraz mevsimi uzun sürmedi... (Yoksa bizler mi yanılmıştık; akıp giden zaman karşısında duygularımız mı körelmişti?) Yakut küpeleriyle yerlere eğilen kiraz dalları, göz açıp kapayıncaya kadar kurtulmuşlardı yüklerinden... Ve her şey bir kiraz mevsimi kadar kısa sürmüştü! Refik, nerelerden duymuşsa duymuş, Şule'nin babasının başka bir ile atandığını/birkaç hafta içinde buradan gideceklerini öğrenmişti. Işte asıl o zaman içindeki kor alevlenmiş, yangına dönUşmüştü! önce inanmamış, yalan çıksın istemiş, ama sonra başı göğsüne duşuvermişti sırtından kalbine işleyen bu hançer yarasıyla! Yapabileceği hiçbir şey yoktu çünkU... Ne ondan bir tek söz duyabilmiş, ne de saçlarının bir teline dokunabilmişti! O ise, göçmen bir kuş gibi, yalnızca gökyüzünün sonsuz erişilmez maviliklerinde uçan garip ve güzel bir masal kuşu gibi, hiçbir dala konmadan geçip gidiyordu bu kentin Ustünden... 20
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear