25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

11 Cumhuriyet ENERJİ G 2 Ağustos 2011 24 maktadır. Bu açıklamanın, Sarkozy’nin kaderini, benzer bir tutum izleyip daha sonra “pişman olan” Almanya Başbakanı Angela Merkel’inkine benzer bir seçim yenilgisine dönüştürmesi de olasıdır. Fransa’nın nükleer güvenlik açısından ne kadar güvenli olduğuna ilişkin sorular ise çok sayıda kaza örneği vererek yanıtlamak mümkün. Ağustos 2009’da Gravelines’daki arıza nedeniyle reaktörün kapatılmak zorunda kalınması, Temmuz 2008’de Tricastin’de 75 kilogram uranyumun kazayla toprağa ve yandaki nehre bulaşması, 2005’de Lorraine’de standart dışı kabloların yanması nedeniyle Cattenom2 Reaktörü’nün elektrik tünelinde yangın çıkması, 2002’de Manş Bölgesi’nde kontrol sistemleri ve emniyet vanalarının arızalanması nedeniyle, reaktörün 2 ay kapatılması, 1999’da Blayais’te beklenmedik şiddetteki sel nedeniyle enjeksiyon pompaları ve güvenlik sistemlerinin devre dışı kalması ve buna bağlı olarak reaktörün kapatılmak zorunda kalınması, 1987’de Tricastin’de 7 işçinin yaralanmasına ve suyun kirlenmesine neden olan kaza, 1986’da Normandy’de kullanılmış yakıtın yeniden proses edildiği sırada 5 işçinin yüksek dozda radyasyon alıp hastaneye kaldırılması gibi çok sayıda örnek, söz konusu sorulara yanıt oluşturabilir. Fransız teknolojisi güvenli mi? Fukuşima felaketinin ardından, Fransa Başbakanı Francois Fillon Nükleer Denetim Kurulu’na, “tüm reaktörlerde 5 ana risk başlığı altında kapsamlı denetim yapılması” talimatını vermiştir. Ekoloji Bakanı Nathalie KosciuskoMorizet ise “denetimlerin ‘öncekilerden’ daha kapsamlı ve daha şeffaf olacağını” açıklamıştır. Bakan ayrıca “Bu denetimleri, halkımızın bize sorduğu ‘Aynı şeyler Fransa’da da olabilir mi?’ sorusuna inandırıcı yanıt verebilmek için yapıyoruz. Konu şeffaflığa geldiğinde, Fransa’nın her zaman ‘örnek alınabilecek’ bir sicilinin olmadığını kabul etmek zorundayız. Çernobil’den çok şey öğrendik” demektedir. Herhalde, bu sözlerde bizim de ders çıkarmamız gereken bir anlam vardır. Başbakan Fillon, mevcut reaktörlerin; sele, depremlere, elektrik kesintisi durumuna, soğutma yapılamaması durumuna karşı ve kaza halinde işletme yönetimine yönelik riskler bakımından kapsamlı olarak denetlenmesi talimatını vermiştir. Buna karşın Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, “nükleer dışında bir alternatif olmadığını ve nükleere 1 milyar avroluk yeni yatırım yapılacağını” açıklamıştır. Bunun siyasi bir açıklama olduğu çok açıktır; zira yeni bir reaktörün inşası bir değil, milyarlarca avroya mal ol Fransa da yüzünü yenilenebilire döndü Elektrik üretiminin yüzde 77’sini nükleerden sağlayan bir ülkenin bugünden yarına bundan kökten vazgeçmesi beklenmemelidir. Bu teknik bakımdan olduğu kadar, ekonomik nedenlerden de mümkün değildir. Ancak Fransa’nın uzun süredir, küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı, yenilenebilir kaynakların kullanımına yönelik, “ihtiraslı” olarak tanımlanan hedefleri söz konusudur. Avrupa ortalamasının altında olan karbondioksit salım seviyesini 19902050 arasında yüzde 75 oranında azaltmak gibi bir hedef söz konusu dur. Başta ulaştırma ve bina sektörlerine odaklanmak üzere enerji verimliliğinin arttırılması ve yenilenebilir kaynakların çok daha yüksek oranda kullanımı, temel hedeflerdir. Halen birincil enerji tüketiminde yüzde 8’e yakın bir oranı olan yenilenebilir kaynakların, 2020 yılında yüzde 23’e çıkarılması hedeflenmektedir. Nükleer enerji söz konusu olduğunda örnek ülke olarak gösterilen Fransa’dan Türkiye’ye geri dönecek olursak; mevcut anlaşmalar çerçevesinde inşaatından yakıt zenginleştirmesi ve tedarikine, işletmesinden atık yönetimine her şeyini bir başka devlete bıraktığınız bir nükleer süreç, serüvenin de ötesinde, baştan sona yanlıştır. Yer seçiminden, yüksek maliyetine, nihai atık meselesinden (Akkuyu’dan deniz yoluyla Akdeniz, Ege, Boğazlar yoluyla taşınacak nükleer atıklardan söz ediyoruz. Boğazlardan geçen petrolü halledememişken, bir de nükleer atıkla mı uğraşacağız?), enerji ve ticarette zaten aşırı bağımlı olduğumuz bir ülkeye bir de nükleerde bağlanmaya uzanan bir dizi yanlış ve sorun da cabası… Türkiye bu alanda, kendi teknolojisini geliştireceği, ulusal bir programa gereksinim duymaktadır. Bu da 300 öğrenciyi, beş yüz köylüyü, on beş siyasiyi, Rusya’ya götürmekle karşılanabilecek bir gereksinim değildir. DEMOKRATİKLİŞME, PLANLAMA VE EKOLOJİ EKSENİNDEN BAKIŞ... Nükleere hukuk dar geliyor Avukat Fevzi ÖZLÜER Ekoloji KolektiŞ Üyesi Avukat Hande ATAY Ekoloji KolektiŞ Üyesi 955’li yıllardan itibaren Türkiye’de yapılması planlanan ve 2011 yılı itibarıyla çalışmaları hızlandırılan Mersin Akkuyu Nükleer Enerji Santral Projesi’nin ihaleleri son 40 yılda 4 kere iptal edildi. En son 16 Eylül 2009’da TMMOB tarafından nükleer enerji santralı ihalesine ilişkin yönetmeliğe karşı açılan davada, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yönetmeliğin üç maddesine yönelik yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu karar üzerine 20 Kasım 2009 tarihinde Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ (TETAŞ) tarafından ihalenin iptal edildiği kamuoyuna duyuruldu. Ardından hükümet, projenin ihalesiz yapılması amacıyla Rusya ile görüşmelere başladı ve projenin yapımı, 12 Mayıs 2010’da imzalanan devletlerarası anlaşma ile Rusya’ya verildi. Bu doğrultuda Rusya ile imzalanan uluslararası anlaşma, 12 Temmuz 2010 tarih ve 6007 sayılı Uygun Bulma Kanunu’nun 6 Ekim 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla, yürürlüğe girdi. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında TürkiyeAkkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralı’nın Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma’yı, Rusya 19 Kasım 2010 tari 1 Türkiye’de uzun bir geçmişi olan nükleer santral projesi birçok kez hukuk engeline takıldı. Yüksek yargıda süren davalar iptallerle sonuçlandı. Hükümet, yargı engelini aşmak için nükleer santral yapım projesini Türkiye ileRusyaarasındabirikili anlaşma çerçevesine soktu. Nükleer santral yapımınıniçhukukkontrolünün dışına çıkarılması, geri dönülmez sorunları da beraberinde getirebilir. hinde onayladı. Söz konusu anlaşmanın “Proje Şirketi” başlıklı 5. maddesinin ilk fıkrası uyarınca imza tarihinden itibaren 3 ay içerisinde proje şirketinin kurulması için gerekli işlemlerin başlatılması öngörülmüştü. Rusya adına Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kuruluşu (Rosatom) ise bu konudaki çalışmaları başlatmak üzere görevlendirildi. Şirket Nisan 2011’den bu yana Akkuyu’da çalışmalarını giderek hızlandırdı. Somut gelişmelerden de anlaşıldığı üzere anlaşma uyarınca her iki taraf devletin de yükümlülükleri başladı. Japonya’daki Fukuşima felaketi sonrası kamuoyunda oluşan endişeler ihtiyatilik ilkesini ve uluslararası hukuku bir kez daha gündeme getirdi. Danıştay İdari Dava Daireleri, nükleer enerji santralı ihalesine ilişkin Yönetmelik hakkında verilen “yürütmenin durdurulması” kararında, yer seçimi ile ilgili kriterlerin ne olacağının yönetmelikte düzenlenmemiş olmasını hukuka aykırı saymıştı. Bu karara rağmen Hükümet, Rusya ile ikili bir anlaşma yaparak bu kararı aşmaya çalıştı. Halkın çevre konusunda bilgi edinmesini engellemeye yönelik Hükümetin bu uygulamasının, şeffaf, demokratik, katılımcı bir devlet yönetimini ilke edinen Türkiye Cumhuriyeti’nin temel varlık esaslarına aykırı olduğu vurgusu kulak arkası edildi. “Türkiye’de nükleer santralların hukuki altyapısı var mı?” sorusu, tam da hukukun, toplumun nasıl yaşamak istediğine ilişkin kurallar toplamı olmaktan çıktığı ve büyümeye yönelik yatırımların usulünü oluşturan bir teknik araca indirgendiği dönemde daha fazla anlam kazandı. Bu soruya verilecek yanıt, basit bir biçimde hukuk teknisyenliği ekseninde verilecek yanıtlarla geçiştirilemeyecek kadar
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear