Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
16 GÖRÜNÜM A. Celal BİNZET 10 Haziran 2011 Cuma 362 Alpay ile Atatürk’ü, Ankara’yı ve müziği konuştuk... Düş Görünümleri erdar Akkılıç adı Ankara sanat ortamı için pek bilindik olanlardan değil. Çalışmalarını İstanbul’da sürdüren sanatçı, sanat eğitimi almamış olmasına karşın kendi kendini yetiştirenlerden. Çoğunluğu büyük ölçekli tuvallerine bakıldığında gerek teknik, gerekse konularının ele alınışı yönünden başarılı bir çizgi izlediği görülüyor. Başlıkta kullanılan sözcüklere bakarak resimlerde şiirsel görünümler bekleyenler için sonucun hiç de öyle olmadığını baştan söyleyelim. Burada göndermede bulunulan düş kavramını daha çok düşlerdeki karabasan imgeleriyle açıklamak daha doğru olacak gibi. Otodidakt olan sanatçının, iç dünyasındaki karmaşayı aktardığı düzenlemeler fantastik doğa görünümleriyle bütünleşen bir yapı gösteriyor. Yalnız bu bütünleşme, doğaya uyum sağlama anlamında değil, büyük toplumsal kaos süreci sonunda yanmış yıkılmış kentlerde ve gerçekle örtüşmeyen durumların ortasında yalnız bırakılmaya yatkın bir sürecin endişelerini taşıyor içinde. Resimlerdeki iliştirilmiş kukuletalar, insanların başlarını kapatarak kimliklerini gizliyor. Görünüşe bakılırsa dünya üzerinde bir başına kalmanın şaşkınlığını üzerinden atamamışlar sanki. Geçmişten geleceğe dönük olacakların habercisi de denebilir onlara. Adresi bulamamanın kararsızlığı, ulaşacağı noktanın hep giderek uzaklaşması gibi bir duygu dağınıklığının tüm izlerini üzerinde taşıyan o insanlar. Aralarında hiçbir bağlantı yok ama nedendir bilinmez Akkılıç’ın resimleri bir çağrışım yapıyor izleyende. Son yılların gözde postmodernist roman ve sinema örneklerinde görmeye alıştığımız uçan evler, süzülen insanlar, yıkık kent görüntüleri ve simgesel kahramanları canlanıyor gözümüzde. Gerçeğin sınırlarını zorlayan yaşantı zamanları içinde donmuş kareler var karşımızda. Boşluğa yerleştirilmiş bu evler ve insanlar neyi simgeliyor dersiniz? Gökyüzünün o büyük boşluğu ile içimizdeki umutsuzluk imlenmesin sakın! Demem o ki, resimlere bakarken kim bilir hangi büyücünün değneğindeki dokunuşun bıraktığı kıpırtısız dünya görüntüleri içinde buluyoruz kendimizi. Bu haliyle düş gücümüzü zorlayan, biraz da karamsar bir yapı taşıyan resimlerin bir bölümü de fıçıların üzerine çalışılmış. Ayrı bir düşüncenin ama aynı anlayışın ürünü olan söz konusu resimler Arda Sanat Galerisi’nde sergileniyor. Artık mevsimin sonlarına doğru açılan sergilerden biri olan Serdar Akkılıç’ın yalın ama düş gücünü zorlayan çalışmalarını 25 Haziran tarihine değin görmek için zamanımız var sayılır. ‘Atatürk’üsevmeyen,Türkolamaz’ SELDA GÜNEYSU S NKARA Yazarımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın adının yaşatıldığı Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nun üst katında, içine siyah ve beyaz renklerin hâkim olduğu, Piyano Kafe ve Restoran’dayız. Kapı açılıyor, içeri “Eylülde Gel”, “Fabrika Kızı”, “Hayalimdeki Resim” şarkılarından tanıdığımız Alpay giriyor. Tanıştıktan sonra, bir kadeh viskisi eşliğinde “Okuduğum gazetenin çalışanları, neredeydiniz bunca zaman?” diye bizden hesap soruyor. Biz cevap veremezken, Alpay da “gazetesi”nin sorularını yanıtlıyor... İnsan yaşamı için müziğin anlamı ne? Denir ki, “İyi müzik dinleyen toplumlar gelişmiş toplumlardır; kötü müzik dinleyenlerse ilkel...” Bizim nerede yer aldığımızı siz düşünün. Ne yazık ki medya da bugün her konuda olduğu gibi, müzik alanında da üzerine düşen görevi yapmıyor. Sizi Ankaralı bir sanatçı olarak biliyoruz... Ben aslında yedi göbek İstanbulluyum. Ancak tabii ki bana Ankaralı diyebilirsiniz. Çünkü bir adamın doğduğu yer, onun aidiyetini belirlemez. Benim tüm eğitim, spor yaşamım Ankara’da geçti. Müzik yaşamımın çok önemli bir bölümüne de sahip Ankara. Demek ki ben Ankaralıyım. İstanbul ile ilişkiniz nasıl? İstanbul nedir? İstanbul, bizim tarihimizde, Kurtuluş Savaşı sırasında düşmanla işbirliği yapmış bir şehirdir. Neyi kastettiğim belli, herkes üzerine alınmasın! Kurtuluş Savaşı Ankara’da kazanılmıştır. Şimdi tartışıyorlar. İstanbul’da deprem olursa ne olur? Peki, Ankara’da, Erzurum’da, Denizli’de deprem olursa ne olur? Sanki İstanbul yaşasın da, bütün ülke mahvolsun gibi bir anlayış hâkim. Bu durum kabul edilemez. Sizin bu söylemleriniz, hükümetin Cumhuriyetin önemli ku A ‘Ankaralıyım,İstanbuldüşmanla işbirliğiyapmışbirşehirdir’ rumlarını İstanbul’a taşımak istemesini çağrıştırıyor... Bu padişahlık dönemini anlatıyor. Padişah, bu memlekete ihanet etmiş bir adamdır. Sonra birden bire Mustafa Kemal diye biri çıkıyor, ülkeyi kurtarmaya çalışıyor. O dönem kim inanır buna? Yani, ben kendimi politik biri olarak tanımlamam ama şunu söylemek istiyorum: Türkiye iki büyük insan yetiştirdi. Biri Atatürk, diğeri İsmet İnönü. Ben ikisini de bir bütünü tamamlayan parçalar olarak görüyorum. Bu ülkede İsmet Paşa’yı ve Atatürk’ü sevmeyen, Türk olamaz. Milliyetçi misiniz? Ben, “milliyetçi” bir adam değilim. Benim milliyetçiliğim, Harp Okulu geçerken gözümün dolması, Ulusal Takım’ın maç kazandığında gözümün dolması gibidir. toğrafı: “Paşam, sizin için dinsiz diyorlar, bu fotoğrafı yayımlayalım...” İsmet Paşa fotoğrafı almış, yırtmış ve demiş ki: “Kabahat de gizli olur, ibadet de...” Yaşadığı müddetçe bir kere bile dini sömürü haline getirmemiş. ‘Mankenler de sanatçı, dansözler de!’ İyi bir sanatçı mısınız? Bana hep “büyük sanatçı” deniyor. Oysa ben kendime hiçbir zaman “sanatçı” demedim. Ben de bir yorumcu, bir şarkıcıyım. Ama iyi bir şarkıcı, yorumcuyum. Şimdi herkes kendine “sanatçı” diyor. Memlekette şimdi mankenler de dansözler de sanatçı! Söyleşilerinizde, “Halk için ucuz şeyler yapacak kadar basit biri değilim” diyorsunuz... Çünkü hayatımda hiçbir zaman “basit” bir iş yapmadım. Basit iş yapanlar da zaten zamanla silinip gittiler. Şimdi bazı şarkılar yapılıyor, iki ay boyunca milletin ağzına sakız oluyor. İki ay sonra ise çöpte... Oysa bazı şarkılar vardır, şarkıcısından daha uzun ömürlüdür... Benim yaptığım şarkılar öyle bence... “Fabrika Kızı” adlı şarkınız, bugün bile zevkle dinleniyor. Bir gün çalıştığım plak şirketine bir genç geldi, “Ben sizin hayranınızım. En büyük idealim de şarkılarımın sizin tarafınızdan seslendirilmesi. Benim şarkılarımı söyler misiniz?” dedi. “Ne bileyim kardeşim, şarkılarını beğenirsem söylerim, beğenmezsem söylemem” yanıtını verdim. Sonra şarkılarını getirdi o genç arkadaş. İki şarkı... Biri “Tren”, diğeri ise “Fabrika Kızı...” İkisi de çok güzel şarkılardı. “Fabrika Kızı”nı tercih ettim. Ortalığı ayağa kaldırdı. O çocuk, o genç, Bora Ayanoğlu idi. “Fabrika Kızı” sosyal içerikli bir şarkı evet. Müzik açısındansa basit. Ancak sözlerle müzik kucaklaşmış, mesaj veriyor. ‘Kabahat de gizli, ibadet de...’ İsmet Paşa sevginiz nereden? Biz, İsmet Paşa’yı, ailece tanıyorduk. Çok güzel ve düzgün bir insandı İsmet Paşa. Her Ramazan ayında oruç tutan, namaz kılan biriydi ayrıca. “İsmet Paşa Allahsız!” diyorlar. O dönem Ulus gazetesinin bir muhabiri, İsmet Paşa’yı Cuma namazı kılarken fotoğraflamış. Gazete de İsmet Paşa’ya göndermiş fo Alpay: ‘HerkesCumhuriyetokumalı’ “Bu ülkenin geleceğinin iyi olmasını isteyen her kişi Cumhuriyet almalı, okumalı. Çünkü o, diğer gazetelere benzemiyor. Onun patronu yok. Diğerlerininse patronları var ve onlar gazetecilik dışında başka işler de yapıyorlar. Bu nedenle de hükümetlere bağlılar; boyun eğiyorlar. İktidarı tutmak zorundalar çünkü aksi halde ‘yaptırımlarla’ karşılaşırlar. Oysa Cumhuriyet, sadece gazete...”