27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Ankara 312/25 Haziran 2010 ‘Arabınİntikamı’, ‘NeşeyeÖvgü’ve SanatsalDolaşıma Politikaüstü Yaklaşım Gerekliliği... Barış ve Kardeşliğe Çağrı sefik@kahramankaptan.com / www.kahramankaptan.com Yans malar Şefik KAHRAMANKAPTAN ündem o kadar hızlı değişiyor veya değiştiriliyor ki, bizim gibi haftada bir yazanlar, üstelik yazısını da hayli erken vermek zorunda olanlar için, genellikle yakalamak mümkün olmuyor. Ama gene de bazen değişen gündemden süzülüp, değinmeden geçemeyeceklerimiz oluyor. Tıpkı şu “Arap” benzetmesi gibi. Sayın Başbakan’ın camdan mı okuduğu, yoksa hazır konuşmanın arasına kendisinin mi sıkıştırdığını bilemediğim, kimilerinin köpeklerine “Arap” adı vererek Arapları aşağıladığı yolundaki görüşü, “Osmanlıcı” gibi görünenlerin aslında, Osmanlıyı da, halk dilini ve kültürünü de yeterince bilmediklerinin bir göstergesi gibi çıkıverdi ortaya... Ya da inanılmaz bir kasıt veya çarpıtma var! Osmanlı coğrafyasında, Kuzey Afrika, Habeşistan ve Arap Yarımadası’nda çok sayıda “koyu tenli” insan yaşıyordu, hâlâ da yaşıyor. Osmanlı döneminde bazıları çiftliklerde çalıştırılmak üzere Muğla yöresine, Dalaman’a getirilmişlerdi. G ZENCİ, SİYAHİ, NEGATİF, AK ARAP İnsanımız teni koyu olanlara “Arap” yakıştırmasını yapmış, yani “Zencî” veya “Siyahî” demek yerine Arap deyivermiş, gerçek Araplara ise “Ak Arap” yakıştırmasını uygun görmüştü. Çocukluğumda Kadıköy’de bizim mahallenin boş arsalarında dolaşan tüm siyah kedi ve köpeklerin adı “Arap”dı. Siyahî dadı kalfalara “Arap Bacı” denilirdi, bunların kimileri sarayda çalışmışların kızları, torunlarıydı. Nitekim değerli karükatürist Latif Demirci, hemen çiziktiriverdi. Kadıköy’de yaşayan Muğla’ya getirilenlerin ahfâdından Arap Selahattin ve Arap Necmi’yi hâlâ hatırlarım. Kimi fotoğrafhaneler de, çektikleri vesikalıkların “arabını” yani siyahı beyaz, beyazı siyah görünen negatifini “Saklayın gene getirirseniz basarız” diye vesikalık sahibine verirlerdi! Ama esas anımsatmak istediğim “Arabın İntikamı” yani Otello! Shakespeare’in bu tiyatro ve bir Verdi operası olarak klasiklerin ön sıralarında yer alan trajedisinin başkahramanı Otello, Mağripli, yani Kuzey Afrikalı bir Okan Leyla Demiriş siyahîdir.. “Osmanlı Dram Kumpanyası”nın sahibi Mardiros Mınakyan Efendi (18391920) eseri “Arabın İntikamı” adıyla Türkçeleştirmiş ve yıllar yılı bu oyun, bu isimle İstanbul’da oynamış, Anadolu turnelerine çıkmış ve pek çok oyuncunun özgeçmişlerine yansımıştır. “Arap” nitelendirmesinin Türkçedeki kullanımı ve bu konuda yapılan talihsiz değerlendirme hatası, İsrail’le yaşanmaya devam eden kriz üzerine ortaya çıktı. Bu krizin önümüzdeki sezon ülkemizdeki sanat yaşamına etkileri olacak mı? Şu andaki gidişat sanat ortamının etkileneceği olasılığının daha fazla olduğunu gösteriyor. Bakanlar Kurulu’nun uygulamaya koymadığı ama olası yaptırımlar arasında bir kalem olarak yer alan “İsrail pasaportu taşıyanların Türkiye’ye sokulmaması”, bu ülkeden sanat festivallerine gelecek müzisyen, oyuncu, orkestra şefi, sergi açacak ressamheykeltraşlarla ilgili yapılmış programların etkilenebileceğini gösteriyor. Ayrıca sanat kurumları da genellikle “Ne olur, ne olmaz” düşüncesiyle, herhangi bir yaptırım uygulama kararı açıklanmadan, yapılmış ön anlaşmaları iptal edebiliyorlar. Hatta, daha da ileri gidip, sadece İsrail pasaportu taşıyanlara değil, Yahudi kökenli öteki ülke pasaportu taşıyan olası konuk sanatçılara da şüpheyle bakanlar, “başımıza iş açmayalım” diye düşünenler çıkabiliyor. Her ne kadar, bir hükümet yetkilisi, “Yahudi başka, İsrailli başka” diye açıklama yaptıysa da, bu konuda yeterli algılamanın bulunup bulunmadığı kuşkulu. Bu krizde kişisel olarak en büyük sıkıntıyı çekenlerden birinin, doğduğu Bergama’da gittiği ilkokulda elinde Türk bayrağıyla çekilmiş fotoğrafını gördüğüm İsrail Büyükelçisi Gaby Levi olmalı! 4. MURAT BABASIZ KALDI Geçen hafta değerli besteci Okan Demiriş’i (19422010) yitirdik. Adı “4.Murat” operasıyla özdeşleşmişti. Kemancı olarak Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan yetişmiş, başkemancılık, solistlik ve şeflik yapmış, bestecilikte başarılı olmuştu. Uzun uzun yaşam öyküsünü yazacak değilim, ama sohbetlerimizde bana kendisinin anlattığı, bilinmesi gereken bazı konuları paylaşmak isterim. Yıllar önce İstanbul Operası’nda müzik direktörlüğü yapan Robert Wagner, Okan Demiriş’in piyano konçertosunun seslendirilişi sırasında orkestrayı yönetmiş, müziği beğenerek “Sizde dramatik aksiyonu yakalayabilecek sezgi var. Niye opera yazmıyorsunuz?” diye sormuştu. İstanbul’da yetersiz Türkçesine karşın, tiyatroları da izleyen şef Wagner, Turan Oflazoğlu’nun 4. Murat piyesini izledikten sonra gelip besteciye âdeta emir verircesine “İşte size konuyu da buldum, bu tiyatro oyununu siz opera olarak besteleyiniz!” demişti. 4. Murat operası böyle doğmuş, ardından Karyağdı Hatun, Yusuf ile Züleyha operaları gelmişti. 4. Murat’ın İstanbul temsillerinde rol alan tenorlar arasında Kevork Tavityan’ın da bulunduğunu, bu yazının çerçevesi nedeniyle hatırlatmak isterim. İçindeki çokseslendirilmiş ilahileri, tekbir ve mehter esintileri, makamsal yaklaşımlarıyla halkın beğenisini kazanan bu operayı rahmetli Demiriş, tam 24 yıl boyunca İsrail’in Gazze ambargosu gibi Ankara’ya yasaklamıştı! Nedeni, “telif hesaplamasının davetliler düşüldükten sonra ucuz fiyatla satılmakta olan bilet üzerinden hesaplanarak besteci hakkının yeterince gözetilmemesi”ydi. Bu ambargoyu, operanın eski genel müdürlerinden Yalçın Davran’ın “Eserini insanlara yasaklama, bırak seni tanısınlar, bilsinler” uyarısı üzerine kaldırmış ve 4. Murat 20082009 sezonunda Ankara’da kapalı gişe oynamıştı. Gördüğü hücrebozan tedavisinden yarar görmüş ve Ankara’daki galaya eşiyle birlikte gelmişti. 4. Murat önümüzdeki sezon da sanırım Mersin’de sahnelenecek, Ankara’da ise “Yusuf ile Züleyha” yer alacak. Operalarında başkadın rollerini eşi değerli soprano Leyla Demiriş’i gözeterek yazmıştı. “Hançerli Düzü”, “Posof”, “Digor”, “Pasinler”, “Handere” adlı orkestra süitleri de, askerliğini yaptığı Doğu Anadolu’dan izlenimleriydi. Erken yitirilmiş bu değerimiz, yapıtlarıyla kulaklarda, gönüllerde yaşayacak. Demiriş, şükran plaketi alırken HER KÖKENDEN SANATÇI Sanatın halklar arasında bir paylaşım, köprü olduğu, hâttâ bazen politik krizlerin aşılmasında bile rol oynayabildiği unutulmamalı. Sanatın kendi kanalları içindeki doğal iletişimine, politika, diplomasi ket vurmamalı. Hep “uzlaşma”dan söz edilip “insanlığın kardeşliği”nden dem vurulduğuna göre hükümetler, bürokrasi, diplomasi ve sanat kurumları, sanatçıların gösterdiği kişisel cesareti, kurumsal anlamda da göstermeli... Bakın, Bilkent Senfoni Orkestrası sezonu geçen hafta Odeon’da yaptığı “Barışa ve kardeşliğe çağrı” başlıklı Beethoven 9. Senfoni konseriyle kapattı. BSO Genel sanat yönetmeni şef Işın Metin, gençlik orkestrasından seçtikleriyle orkestrayı takviye etmiş, gençleri de birinci rahleden itibaren deneyimlilerin, hocalarının yanına oturtmuştu. Arkada Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Çoksesli Korosu vardı. Beethoven’in ünlü şair Schiller’in “Neşeye Övgü” şiirinden alıntılarla insanlığı barış ve kardeşliğe çağırdığı korolu final bölümünde bakın solistler kimlerdi? Erivan’dan soprano Naire Abrahamyan, İstanbul’dan mezzosoprano Aylin Ateş, Ankara’dan tenor Ünüşan Kuloğlu, Varşova’dan bas Marek Wojciechowski. Değişik kökenlerden gelen uluslararası sanatçılar, kökenine bakılmaksızın tüm insanları yaşamın neşesinde birleşmeye çağırdılar... Hiç değilse sanatsal dolaşımda politikdiplomatik kavgalar nedeniyle dayanışma, işbirliği ve alışverişlerden vazgeçilmemeli. 18
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear