Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Ankara 251/24 Nisan 2009 Selamda başarı sevinci... Saygunve Kerem: 56Yıllık BirOperaya ÇağınDamgası NasılVurulur? Yans malar Şefik KAHRAMANKAPTAN sefik@kahramankaptan.com Özdeyişe göre, “Kuzguna yavrusu şahin görünür”müş. A. Bruckner gibi istisnaları bir kenara bırakırsak, besteciler için de bu özdeyiş geçerlidir! Yapıtları onlar için dokunulmazdır, aksayan yerleri düzeltmeye, uzayıp sıkan yerleri kısaltmaya pek yanaşmazlar. Bu gerçek, Türk ulusal bestecilik ekolünün babası sayabileceğimiz Adnan Saygun (1907 1991) için de geçerliydi. Atatürk’ün isteği üzerine, Özsoy adlı ilk müzikli sahne yapıtını yazan Saygun, oratoryoyu birkaç adım aşmış ilk ciddi opera sayılabilecek olan Kerem’i de ilk sahnelenişten ve partitürü inceleyen kimi uzmanların eleştirilerinden sonra, kısaltmaya, elden geçirmeye yanaşmamış ve yaşadığı müddetçe dokunulmasına izin vermediği için de bu anlamlı yapıt kitaplık rafında kalmıştı. İstanbul Operası mensuplarından İsmail Aksu’nun şu anısı, Saygun’un önerilere kafa sallayıp bildiğini okuduğunu gösteriyor: “İstanbul Festivali’nin ilk yıllarıydı. Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda, rahmetli Âzeri orkestra şefi Niyazi Takizade ile sohbet ediyoruz. Saygun’un Kerem ve Köroğlu operaralarından şöyle bahsediyordu: Aldım Kerem Operası’nın orkestra partisyonunu elime, birçok sayfasını bir araya getirerek, sayfaları kopartmadan biribirine zımbaladım. Dedim ki Saygun’a, burası olmaz, şurası olmaz, bu gereğinden çok uzun. Seyirciyi bunaltırsın ve kaçırırsın. Hiç sesi çıkmadı ve beni haklı buldu, dedi.” Şimdi 56 yıllık bir aradan sonra Ankara Devlet Operası, librettosu Selahattin Batu’nun (19051973) yazdığı Kerem’i bazılarına göre Saygun’un “kemiklerini sızlatarak”, kimilerine ve bana göre de “yapıtı dinlenebilir ve izlenebilir kılarak” yeniden sahneliyor. Rejisör Mehmet Ergüven, yapıtı, bazı ara müziklerini, bir koro partisini ve bir kişiliğin müzikal tiradını çıkartarak 35 dakikalık bir kısaltmayla üç perdeden iki perdeye ve toplam 2 saat 35 dakikadan iki saate indirmiş. Çok da iyi yapmış, zira opera olarak, sahne üstü pek gözetilmeden, mesajı daha çok müzikle vermeyi amaçlayan bir yapıt bu. Ergüven kısaltmalarla izleyicinin yoğunlaşmasının dağılmasını önlemiş sadece, yapıtın özü hiç zedelenmemiş, mesajı hiç yara almamış. Nitekim, kitapta yayımlanan librettoda çıkarılan yerler işaretli, durum apaçık ortada! Yapıtın “dört saatten ikiye indirildiğini savunanlar”, rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar”dan herhalde... mal, kolay taşınabilir dekor ögeleri... Ergüven’in yaklaşımını sahne tasarımcısı Nihat Kahraman başarıyla yaşama geçirmiş. Suyun dinleyici tarafından gözle algılanmasını sağlayan aynalı havuzcuk, kopuzbağlama geleneğinin yansıtılması, ozanlar yarışmasının sergilenmesi için düşünülen çerçevesaz ile Aslı’nın aynı anlayıştaki gergefi, genel düşüncenin yansıtılmasındaki başarılı uygulamalar olarak gözüküyor. İzmir’den Sevtaç Demirer’in giysi tasarımı da “Opera görkemdir” düşüncesinde olanların zayıf bulacağı ama, yapıtın mesajı, rejisörün yorumuyla örtüşen yalınlıkta. Demirer, “geleneksel” yaklaşımla günümüz çizgilerini dengeli biçimde kaynaştırarak, “saf, temiz bir halk”ı yansıtırken, yöneticilerin farklılığını yalın çizgilerle, karabasan sahnesinde ise günümüz “aykırılıkları”nı abartarak vurgulamış. Böylece “karşıtlık” ortaya çıkarılarak bir bakıma diyalektik bir yaklaşım sergilenmiş. Aslı’nın ilk perdedeki saç modelini önererek yapıtla ilişkisini güçlendirmiş. Mehmet Ergüven’in, Saygun’un “mistik” mesajını ortaya çıkaran konuyu ele alış yaklaşımı başarılı ama bazı sahnelerdeki “aşırılıklar” izleyiciyi de rahatsız edici nitelikte. Örneğin Kerem’in karabasanı sahnesinde “sadomazoşist” görüntüler, kadınlararası eşcinselliği çağrıştıran “lezbien” sunumlar bence gereksiz. Buradaki karşıtlık vurgulaması, cinsellik içeren edimlere girilmeden sadece giysilerle sınırlı tutulabilirdi. SESLERİN BAŞARISI Yapıtı iki kastın oyuncularını da görüp dinleyebilmek amacıyla ilk iki temsilde izledim. Kerem’de ilk gece Ünüşan Kuloğlu, Avrupa’daki Wagner yapıtlarında elde ettiği başarıları görmezden gelerek hakkında “Türkiye’de ne yapmış ki?” diye tezviratta bulunanlara, takma isimle sağa sola ileti gönderenlere, CSO’daki Walküre seslendirmesinden sonra bir “canlı yanıt” daha verdi. Volümü, düzgün entonasyonu, yapıtın özünü yansıtan yorumu, işin içine ruhunu katışıyla seçkinleşti ve fazla kilosuna rağmen sahnedeki teatral duruşuyla da role yakıştı. İkinci gece Metin Turan ihmal edilmemesi gereken bir tenor olduğunu kanıtladı, ancak teatral olarak kendini fazla gösteremedi. Aslı’da soprano Selva Erdener ilk geceki yoÜnüşan Kuloğlu rumu ve “çok doSelva Erdener Kerem’de... ğal” görünen sahnesiyle mükemmeldi. Evin İlyasoğlu’nun “kır çiçeği” benzetmesini hak etti. Selva Erdener’in Türkçe sözlü şarkılarda, gerek deyiş, gerek ses rengi olarak daha iyi sonuç verdiğine bir kez daha tanık olduk. İkinci gece Sayra Seyhan Ge çim de partilerini, reçitatiflerini pırıl pırıl söylerken, Türkçe vurgular konusunda daha duyarlı olması gerektiğini düşündüm. Sürekli İtalyanca söylemenin getirdiği alışkanlıkla oluşan yuvarlamalar, Türkçede bazı anlaşılmazlıklara yolaçabiliyor. Hükümdar’da iki iyi bas sesi izledik. İlk gece Sabri Karabudak, ikinci gece Tuncay Kurdoğlu, rolün hakkını verdiler. Karabudak, daha akademik tarzıyla dikkati çekerken, Kurdoğlu, sahneyi dolduran fiziği ve yüzüne eklediği Orta Asya bıyığıyla görüntüsünü “Hakan” tiplemesine daha yaklaştırmıştı. Hanım Sultan’da hayâl kırıklığım Sim Tokyürek’i izleyip dinleyememek oldu. Provalar sırasında kulağıma gelen, rejisörün ilk gece için tercihinin Sim Tokyürek olduğuydu. Sanat Kurulu ise daha kıdemli mezzosoprano Şebnem Algın’ı uygun görmüş, prömiyer ve gala tek gecede birleştirilince de, Tokyürek sanırım tepkisini ortaya koymak için hastalanıp rapor almıştı. Şebnem Algın’ı, çok yakışan yeşil giysisi içinde, yer yer orkestranın bastırdığı koyu sesiyle izledik. İhtiyar’da da basbariton Mithat Karakelle, yoğun vibratolu yorumuyla değişik bir “sis tiplemesi” çizdi. İkinci Hükümdar’da bariton Özgür Savaş Gençtürk ile basbariton Cem Beran Sertkaya görevlerini aksamadan yerine getirdiler. Deniz Çığ’ın, baleciler yerine koristleri yani halkı kullanarak hazırladığı danslar, yapıtın özüne çok uygundu. Dolayısıyla bale, operanın içinde yama gibi durmadı, bütünleşti. Fuat Gök’ün ışık çalışması da rejisörün istediği havayı yansıtır nitelikteydi. İYİ MÜZİKİYİ KORO İzmir Operası şeflerinden Winfried Müller’in hazırlayıp yönettiği orkestra ile Gökçen Koray Mustafa Erdoğan ikilisinin hazırladığı koro mükemmeldi. Yeterli ve nitelikli emek verildiğinde, iyiye ulaşılabildiğinin örneğiydi bu çalışma. Saygun’un içinde halk ve makamsal müziklerin birlikte hissedildiği, uzun havaların, bozlakların algılandığı yapıtını, “gözü kapalı” dinlenebilir, mistik özellikleri ruhlarda hissedilebilir mükemmellikte seslendirdiler. Türkçe metnin üstyazı olarak akıtılması, prozodi sorunları nedeniyle anlaşılmazlıkların gözle aşılmasını sağladı. Ama akan yazılarla, sözler arasındaki değişiklikler dikkatten kaçmıyordu. İyi telaffuz edilebilsin diye değiştirilen “mâh” yerine “gül”, “ama” yerine “lâkin” gibi değişiklikler akan metne yansımadığı gibi yazım hataları da vardı. Ama yazım hatalarının daha çoğu kitapçıktaydı. Gerek sunum, gerekse içerik olarak uygun ve dolu olan kitapçıktaki yazılarda kimi özel isimlerin küçük yazılması, olur olmaz yerde büyük harf kullanılması başta olmak üzere o kadar çok “imlâ” ve noktalama hatası var ki, adeta yazıların dizildikten sonra hiç düzelti yapılmadığı izlenimi doğuyor. Bu eksikliklerin süratle giderilmesi gerek. Kısacası Ankara Operası’na bir “düzeltmen” gerek. Saygun yaşamında “Eserlerimi dinledikçe anlayacaklar beni” demişti. Gerçekten de öyle oluyor, hem biz, hem Avrupa giderek daha iyi anlıyor Saygun’u ve müziğini... Kerem de, güzel sunumuyla yeni bir adım daha bu yolda... Ey halkım, izleyin Kerem’i, bulun kendinizi... DOZUNDA MİNİMALİZM Gelelim, Kerem’in sahneleniş biçimine... Ergüven, yapıtı anlattığı döneme uygun şalvarlı, poturlu, çarıklı, çokça renkli giysilerle ve taştoprakorman ortamında ele almak yerine, günümüze uygun “dozunda bir minimalizm”le ele almış. Yalın ve bembeyaz, çerçevesi değişmeyen bir sahne ortamı, librettoda duruluğu simgeleyen ve sıklıkla kullanılmış olan “su”yun sahneye taşınıp canlı olarak kullanıldığı bir küçük platformhavuzcuk, sahnesine göre mini 18