26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 TEMMUZ 2008 CUMA S iyaset tarihimizdeki en uzun süren yanılgılarından biri, anayasalardan ve kurum yaratmaktan medet ummaktır. Toplum düzeninde yaman sarsıntılar olunca, hukuk fena bocalayınca, devrimler bir “yenilikler çığırı” açınca, belki öncekinden çok farklı bir anayasa yazmak ve bambaşka kurumlar oluşturmak zorunludur. Bizler, nerdeyse 150 yıldır, böyle bir zihniyet, hatta özlem içindeyiz. Siyasal düşüncemizde bir saplantı oldu bu. Çoğumuz, nicedir, hem de yakın geçmişte ve günümüzde, şu yanılgıdan kurtulamıyoruz: Sanıyoruz ki yeni bir anayasa yazarsak, hatta bazı maddeleri değiştirirsek, ortaya yeni bir kurum çıkarırsak, herşey düzelebilir. Temel belgeler ve siyasal biçimler, mucize yaratır gibi bir gaflete kapılmışız. Bir türlü öğrenemiyoruz ki dört başı mamur bir anayasası olan bir ülkede bazen işler A’dan Z’ye kadar bozuktur. Ya da hiç anayasa yazmamış bir başka toplumun siyaseti düzgün, kasası dolgundur belki... Önemli olan, bir anayasanın lafzından çok, iktidar dinamiğinin ruhudur. Aynı bel KP, geleceği ne olursa olsun, şimdiki adıyla ya da başka bir isimle ve değişik elemanlarıyla, nasıl olsa gücünü sürdüreceğini, hatta artıracağını ifade etti geçen pazar (29 Haziran 2008). Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, aynı forumdaki konuşmasında “müjdeler” verdi ele güne. Hazret, Tv’de dedi ki: “Türkiye genelindeki yerel seçimlerde, belediyelerin yüzde 70’i bizim partinin olacak.” Ne mutlu Türkiye’ye! Başkentin 14 yıldır başının tacı olan Sayın Başkan, bir büyük “müjde” daha verdi: “Ankara’nın 16 ilçesinin tümünde belediyeler bizim olacak.” Ne mutlu Ankaralıyım diyene! Seviniyorsunuz, değil mi? Her ilçemiz AKP’nin... Ya da onun talihli varisinin! Böylelikle Ankara bir yeryüzü cen A A BD müzik yaratıcılığında devrimler yapan John Cage isimli bir besteci vardı. Başka hiç kimseninkilere benzemeyen özgün yenilikler yaptı. Bir yandan da ilginç bir entelektüeldi. Bir kere demişti ki: “İnsanlar, yeni düşüncelerden neden korkar, anlayamıyorum. Ben eski ANKARA Talât Halman ANKARA AKKARA Erk ve Erdem geler, aynı kurumlar, değişik uluslarda birbirinden apayrı sonuçlar vermiştir. Bu gerçeği hem Türkiyemizdeki hem başka ülkelerdeki facialardan apaçık görmüş bulunuyoruz. Hükümetler devrilir, bazen onların yerine mükemmel iktidarlar gelir; bazen gitti Gülsüm, geldi Gülsüm; çok daha berbat olanlar da az mı görülmüştür? Bir partinin kapanması veya kapatılması, bizatihi bir çözüm değildir. Darbeler de her zaman kurtuluş sağlamaz. Herhangi bir siyasal düzende erk daima sorunludur; yeter ki o erk, erdemli önderler tarafından doğru dürüst kullanılsın. Dilimize doladığımız “demokrasi”yi iyi güçler, erdemokrasi olarak yönetemiyorsa, sonuç hüsran olacaktır. Her sistem, kavramları, kuralları, değerleri açısından mükemmel görünse de fiiliyatta iflâs edebiliyor. Nasıl ki hakkında iyimserlik duyulan partiler, kendi içinde çökebiliyor. Çoğunlukların bel bağladığı liderler fos çıkıyor bazen... İnançlar ve ideolojiler için de kuşku duymak, sağlıklı bir gerçekçilik ve temkindir. Shakespeare’in “Venedik Taci ri”ndeki gözlemini anımsayalım: “Şeytan isterse kutsal kitabı kendi amacına göre yorumlar.” Niyet kötüyse en olumlu düşünceler, en değerli kurumlar kötüye kullanılabilir kolayca. Son zamanlarda tuhaf bir senato tartışması yaşadık. Yüz elli yıldır süregelen yanılgımız bugün de egemen. Senato, ülkeyi kurtarır ve korur sananlar var. Son seçimlerle bir senatomuz da kurulmuş olsaydı ne değişecekti? Kuvvetli bir olasılıkla senatonun çoğunluğu aynı partinin adamlarından oluşacaktı. Bazen ve kimi yerlerde, bir senato, emniyet süpabı olabilir; millet meclisi yanlış bir yasa çıkarmışsa ona engel olur. Ama, her iki organda aynı partinin ezici çoğunluğu varsa, senato “Başüstüne” diyerek onayı basar. Günün birinde, ülkemizin demokrasi yolundaki umarsız çırpınışları yatışırsa... Belki kâğıt üstünde kalan yasa ve tüzüklerden, yalapşap kurulup berbat çalışan partilerden, kurtarıcı sandığımız kurumlardan vazgeçeceğiz... Ve iyi yönetimin tek çare olduğunu anlayacağız. İki yüzyıldan uzun bir süre önce, büyük düşünür Kant bizim hâlâ keşfedemediğimiz şu gerçeği dile getirmişti: “Bir ulus için yönetim tarzı, devlet biçiminden çok daha önemlidir.” Anayasa, parti kapatılması, yeni parti kurulması, değişik yasalar yazılması, yeni anayasa yaratılması gibi tartışmalar boşuna nefes tüketmektir. Nafile vakit harcıyoruz. Abuk sabuk tartışmalardan ve işlemlerden vazgeçip gerçek kurtuluşa çabuk yönelsek iyi olmaz mı? İktidar ne sayıdır ne biçimdir. Her şeyden önce iyi niyettir, halka iyi hizmettir. “Erk”in temeli erdem, yöntemi iyi yönetim olmalıdır. Örnek Aydın B Ankara’nın Akıbeti netine dönüşecek! AKP, zaten Çankaya Belediye Başkanlığı’nı CHP’nin elinden çekip alamadığına ifrit oluyor. Kendilerine yediremedikleri yenilgiler arasında, elbette İzmit ile İstanbul Kadıköy Belediye Başkanlıkları var. Bu sefer, kazanmak uğruna yapmayacakları yok. Yine keselerin ağzını açıp özellikle yoksul seçmenlerin oylarını birtakım bağışlar ve armağanlar karşılığında elde etmek için, seferber olacaklar. Çankaya’yı kaybetmemek uğruna CHP ile başka sosyal demokratlar ne yapacak acaba? İşbirliği, birliktelik, ittifak mümkün olacak mı? Tek bir aday üzerinde anlaşabilecekler mi? Korkarım, AKP ya da onun klonladığı parti, Çankaya’yı ele geçirecek adeta seçimi kazanmadan. Sol, el uzatmazsa “kanka”ya, elden gidecek Çankaya. gereken düşünceleri allayıp pullayıp günümüzün yaralarına merhem gibi sürmeye, yutturmaya çalışan eski kafalılar, ülkemizin yerinde saymasına sebep oluyor. Devrimler, travma yaratırmış gibilerden safsatalar var. Oysa, asıl “köhne”ler toplumun kanını emiyor kene gibi. ‘Yeni’den Korkmak düşüncelerden korkarım.” O kadar haklıydı ki Cage. Pek çok ülkede ve bizde, apaçık gördüğümüz gibi, ilerlemeye, yaratıcılığa, dört başı mamur yönetime köhne düşünceler engel olmaktadır. Ne yazık ki geçmişte bırakılması ir örnek aydındı Ali Püsküllüoğlu, övünç veren bir aydın. Onyıllar boyunca gürültüsüz patırtısız, şevkle ve zevkle, sessiz sedasız, haysiyetle çalıştı ve yarattı. Nicelerinin böbürlendiği bir ortamda, o daima alçakgönüllü ve yüce gönüllüydü. Ali Püsküllüoğlu, hem sağlam bir şiir ustasıydı hem de Türk dilinin en başarılı uzmanlarından biri. Çağdaş şiirimiz, onun “Uzun Atlar Denizi” (1962) başlıklı kitabıyla zenginleşmişti. Doyum olmaz güzellikte şiirleri vardır: “Ülke”, “Aşktır Geride Kalan”, “Sanı”, daha niceleri... Diyordu ki: “Hep ülkemdir o hep bilir uyusam / Ne zaman uyansam kan ve ölüm gibi aklımda.” Ne yazık ki Püsküllüoğlu’nun değeri bilinmedi yeteri kadar. Bir söyleşisinde, kendine özgü üslubuyla, hafifçe serzenişte bulunmuştu: “Benim şiirim, benim kuşağımın şiiri, herkesi ilgilendirmeyen şiirdir. Benim şiirim sessizliğin, usun ve karanlığın tadının şiiridir.” Dile yaptığı üstün değerli hizmetler çok daha fazla ilgi gördü, özgü kazandı. Ölümünden birkaç yıl önce altı ciltlik görkemli bir set yayımladı: “Türkçe Sözlük”, “Türkçe Deyimler Sözlüğü”, “Öz Türkçe Sözlüğü”, “Türkçedeki Yabancı Sözcükler Sözlüğü”, “Türk Atasözleri Sözlüğü” ve “Yazım Kılavuzu”, altı cilt bir arada. Tek bir kişi, kurumların ve kurulların onyıllar çalışmayla yapabileceğini tek başına başarmıştı. Sessiz, sabırlı, övünmeyen, kavga etmeyen, haysiyetli bir dil üstadı. Ondaki us, hiçbir vakit karanlığa gömülemez, her zaman ışıldayacak. 19
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear