Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 6 EYLÜL 2020 Nişantaşı’nda bir direniş türküsü Ünsal Oskay was here (2)* K antin çok soğuktu. Habire pis pis karbonatlı bulanık çay içiyor; ısınmaya çalışıyordum. Yine tektim! Ertesi akşamların birinde, önce yanıma ufak tefek bir kız geldi. Dostça bir şey ŞAFAK ÖZLEM ler söyledi ve gitti. Birkaç dakika sonra, “alnında yıldızlı beresi”yle başka bir arkadaş geldi, onunla da şahane, su gibi konuştuk. (Ve bu bir ömür sürdü, ama bunun bir önemi yok sanırım.) Artık okula gitmek için sebeplerim vardı. “Direnme birliği” içindeydik. Marmara Üniversitesi Nişantaşı kampusunda. Okulumuza sahip çıkıyorduk. Çok güzel çocuklardık. Karbonatlı çay gecelerinden birinde, dünyanın en büyük bilgesi, bizim HOCA MIZ, Ünsal Hoca, o dönemki dekanımız, Vespa motosikletiyle tırıttır gelip bahçenin ortasında durdu. Sahip çıktı bize. Yabana atmayın, sahip çıkılmak çok önemlidir. Ve okulumuzu kurtardık. (O zamanlar.) O sefil binanın solundan aşağı inildi mi, ağaçların serinlettiği bir gölgelik alan karşılardı bizi... Sonra merdivenler başlardı. Canım merdivenler. O güzel çocukların dört yıllarca oturduğu, nice dertlere karılıp, nice mutluluklara karıştığı merdivenler... Ucuz ve lezzetli yemeğin çıkacağı öğle saatini beklediğimiz merdivenler... Her ne çıkarsa çıksın, Ünsal Hocamızla aynı tabağa kaşık sallamak vardı o beklemelerin sonunda. HHH Bundan iki yıl önce Hürriyet gazetesinde bir haber çıkmış: “Yıkılmak İstemeyen Okullar Olalım” diye. Haberde ağabeyim, arkadaşım Uraz Aydın da konuşuyor: “Ünsal Oskay, okul geleneğinin oluşmasını, bir ‘ekol’ sayılmasını sağlayan kişidir.” Ve ekliyor: “Öğrencilerini eleştirel bir zihniyetle yetiştirdi.” Uraz, bizim o okuldaki en sağlam ve en güzel dayanaklarımızdan biriydi. O dönem o işgalimiz işe yaradı. “Hasarlı” ilan edilen bina boşaltıldı. 401, 203, Nuri İnuğur’un canımızdan can aldığı sınıflar filan hep yoklara karıştı. İşte o sıralar ciğerimiz merdivenlerin önündeki boş alan, karbonat ve fanzin ve afiş kokulu kantin, çadırlara ve prefabrik cüce barınaklara evrildi. O güzel çocuklar, işte o “koşul”larda mezun oldular. O işgal günlerinde birbirinin omzuna omuz olanlar, yani benim arkadaşlarım, şimdi her ne kadar “kendi dalgınlıklarına kaçmış olsalar da mürekkep balığı gibi”, bir ötekinin sırtından ellerini hiç çekmediler. Çekmeyecekler, deniz minaresi kabuğumuzda capcanlıyız hâlâ. Okulumuzun arazisine AVM mi yapacaklarmış AVAM bir biçimde? O zaman fotoğrafa bakınız: ÜNSAL OSKAY WAS HERE * Ünsal Oskay buradaydı ÖZLEM SÖKMEN Zonguldak 1924’te Cumhuriyetin ilk şehri olur. O yıllarda sanayileşme için ana unsur kabul edilen madenlerin bölgede olmasının, bu madenlerin faaliyete geçmesiyle yerli ve yabancı sermaye girişinin başlamasının buna etkisi olduğu bilinir. Yoğun emek isteyen yeraltındaki kömürü çıkarma işinde 1350 yaş arası erkekler askerlikten muaf tutularak çalıştırılır. Özlem Sökmen ve kızı Arya. Şehrim neden ‘ve Zonguldak’ diye anıldı? Hüzün ve İçinde hüzün barındıran umutlu bir yazı yazacağım... Hüzün... Her gelen yeni yıl gibi 2020’yi de heyecan ve sevinçle karşılamıştık. Başlangıç her zaman umuduyla gelir. Ancak 2020’nin bizler için hiç Zonguldak’taki Filyos Kalesi... de güzel planları yokmuş. Ardı ardına gelen depremler, çığ, şehitler, kazalar derken ço ğumuzun ismini ilk defa duyduğu virüs sal gını. Bilim insanlarına göre yıllar içinde ka rasal ve sulak alanlarımızı kirleterek, kor kunç bir yapılaşma ile doğayı ormansızlaştı rarak, madencilik faaliyetleriyle canlı popü lasyonlarına zarar verip, onları yok ederek olacakları hazırlamıştık aslında. Ve sonra kimimiz daha az, kimimiz çok ama hepimiz korkarak evlerimize çekilip günbegün gidişatı izlemeye başladık. Karadeniz’in güzeli Zonguldak’ta be lediye anonslarından “Sokağa çıkma yın” çağrıları almaya başlamıştık ki bir gün içimiz cız ederek şehrimizin ismini duyduk... “30 büyükşehir ve Zonguldak.” umut PEKI, AMA NEDEN? 1960’lı 1970’li yıllar Zonguldak’ın altın çağı. Yaklaşık 50 bin işçiye istihdam yaratan, Türkiye’nin her tarafından işçilerin geldiği bir kent, büyür, ülke için önemi artar. Benim 80’li yıllar itibarıyla tanıdığım şehrimin o yıllarını babam ve amcalarımdan dinlerim. Farklı kültürlerden gelen insanlar barış, kardeşlik ortamı yaratırlar şehirde. Sosyal aktiviteleri, halkevindeki tiyatro gösterileri, yazlık sinemaları ile örnek olur. Karaelmas dergisinde dönemin ünlü edebiyatçıları yazar. Türkiye’nin ilk tenis kortu açılır, tenis turnuvaları düzenlenir. Futbol takımları kurulur, güreş karşılaşmaları yapılır. Kısacası yalnız sanayi değil, kültürel, sosyal yapı da gelişir. Ancak bu güzel günler uzun sürmez yazık ki. 80’li yıllarda özelleştirmelerin önünün açılmasıyla üretim bilinçli olarak düşürülür, işletmeler zarar ettirilir. Yeterli verim alınamadığı gerekçesiyle ocaklar yavaş yavaş kapatılır. İşçi ücretleri düşürülür. Kent göç vermeye başlarken ekonomik gerileme de beraberinde gelir. Ve 1991 Büyük Madenci Yürüyüşü... “Ölüm olsa sonumuz, Ankara’dır yolumuz.” 100 bin işçi Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyerek, gelmiş geçmiş en büyük işçi eylemini gerçekleştirir. İktidarı sarsan, istifa noktasına getiren bu eylem sonucunda, şehrimin pek çok insanının tabir ettiği şekliyle “Zonguldak’ın üstü çizilir”. Yerin kilometrelerce altında ölümle burun buruna, canını dişine takarak, bir avuç kömüre ömrünü vererek çalışan, hastalanan, ciğerlerini tüketen madenci unutulur. Ülke kalkınması adına beş bine yakın şehit veren Zonguldak Zonguldak’ın Alaplı ilçesinde yeşilin her tonunun bulunduğu yaylalar ve Türkiye’nin 105’inci “Tabiat Anıtı” olarak tescillenen Gümeli Ormanı, bin yıllık porsuk ağaçlarıyla ziyaretçilerini cezbediyor. Dünyanın en yaşlı 5’inci ağacı kabul edilen porsuk kara listeye alınır. ağacının 4117. yaşı geçen ay pasta kesilerek kutlandı. Ya sonra? Bir kenara iti len şehrimde, hiçbir alter natif sanayi düşünülmeden, istihdam sağlama adı altında, ilki 1948’de kurulan termik santrallara yenileri eklenir. Zaman içinde doğanın akci ğerleri ormanlar katledilerek sayıları artırılır. Kömür itha linin denizyoluyla kolay ya pılmasıdır bu tercihin sebe bi. Şu an Çatalağzı bölgesinde 1.5 km. alan içinde 7 tane termik santral ünitesi var. Ve Çaycuma ilçesinin Filyos beldesinde, “Karadeniz’in efesi” olarak adlandırılan Tieion antik kenti. etrafında kırgın, ışığı sönmüş şili bağrına basıyor. Kıyı şeridi boyunca sıra gözleriyle umutsuz bakan, soluk benizli insan lanan inci gibi koyları selamlıyor. Kapuz dün lar var. Verimini yitirmiş topraklar, ektiğinden yanın en güzel kumu, serin suyu ve dev dal ürün alamayan mutsuz köylüler var. Maden galarıyla Karadeniz’le buluşturuyor. Şehrimi den emekli olabilmiş ama tükenmiş solukla şimdi yeniden keşfediyorum. Güzel havalar rıyla ölümü bekleyen yaşlılar var. Mavinin her da her fırsatta Filyos sahiline gidiyoruz. Kıyı tonuyla insanı mest eden o asi Karadeniz’in da bir balık lokantasında oturup güneşi batırı gökyüzünü kucakladığı yerden geçen gri bir yoruz. Filyos’a gidip Karadeniz’in Efes’i Ti duman var. Koyu renk isi, pusu göstermez, eion Antik Kenti’ni görmeden olmaz elbet burada beyaz giyemeyen insanlar var. Şehir te. Türkiye’nin gezi alanı en büyük Gökgöl de Türkiye’nin ilk göğüs hastalıkları hastane Mağarası her seferinde büyülüyor. Alaplı’da si, bir de çocuk onkoloji hastanesi var. Bu şe ki dünyanın en yaşlı porsuk ağacının gölgesin hirde baştan yenik başlayan hayatlar var. Bü de çömelip onun 4116 yıllık anılarını dinleme tün bu tabloya bir de salgın eklenince... “Ve li mutlaka. 2016’da açılan, Zonguldak’ın sim Zonguldak.” gesi olabilecek maden müzesi Orhan Veli’nin ORGANIK ÇOCUKLUK dizeleriyle karşılıyor bizi. Umut... Ben lise bitimiyle ayrıldığım şehrime Siyah akar Zonguldak’ın deresi yıllar sonra geri dönebilen azınlık içindeyim. Kı Yüz karası değil, kömür karası zımı apartmanlar arasına hapsetmek istemedim. Böyle kazanılır ekmek parası Kendi çocukluğumu sunmak istedim ona; doğa nın kucağında olsun, meyveleri dalından yesin, Daha görkemlisini görmediğim denize inen toprakta büyüsün, özgürce koşup oynasın, üstü yüksek yamaçlarından incinmiş biricik şehri başı çamur olsun. Sentetik değil, organik bir ço me bakıyorum. Yaralarını sarabiliriz, saraca cukluk yani. İyi ki gelmişiz... Ben zaten doğdu ğız. Sadece iyi bir kentli değil aynı zamanda ğum topraklardayım, en sevdiğim şehirdeyim. iyi bir yurttaş ve iyi bir insan olarak yapacağız Eşim bir Akdenizli. O da Zonguldak’ın çok özel bunu. Çünkü bu şehre borçluyuz. Varlık için bir şehir olduğunu düşünüyor. Kızım anneanne de yokluk çektirilen Karaelmas diyarında ma sinin bahçesinde, benim çocukken çıktığım ki denin bir lanet değil, bir lütuf olduğunu bir kez raz ağacından kiraz yiyor. Daha ne isteyeyim? daha hissederek söylemeliyiz. Bir düş kırıklı Zonguldak her şeye rağmen eşsiz doğasını ğını aşıp gerçekleşen bir rüyanın parçası olabi önümüze seriyor. Denizi kucaklıyor bizi, ye liriz. Ve Zonguldak, başarabiliriz. Charlie Hebdo’ya saldırı davası geçen hafta Paris’te başladı. Davada 14 sanık yargılanıyor. Fransız istihbarat bi STATİK ENERJİ rimlerine göre, Paris’te yar gılanan 14 sanıktan üçü Suri ye ve Irak’ta hayatını kaybet miş olabilir ancak bu sanıklar hakkındaki uluslararası yakalama kararı hâlâ geçerli. ÖZGE MUMCU AYBARS Baş sanık ise Türkiye kö kenli Fransız vatandaşı Ali Rıza Polat. 35 yaşındaki Po lat hakkında müebbet hapis isteniyor. Savcılığın ha zırladığı iddianameye göre Polat, katliamın hazır lık aşamasının her adımında önemli ve kilit rol oy nadı ve silahları da temin etti. Polat, 2015 yılın da Suriye’ye kaçmak isterken yakalandı. Polat’ın Ağustos 2014’ün başında Belçika’nın Charle roi şehrinden Paris’e silah taşıdığı iddia ediliyor. Polat’ın, soruşturmayı yürüten yetkililere böyle bir seyahat yapmadığını ama saldırganlara araç alımı satımı ve finansman konusunda yardım ettiğini söy lediği bildiriliyor. Yetkililer bu satışla silahlar için de mali kaynak sağlandığını ifade ediyor. İddiana meye göre, Belçika’da diğer bir Türk kökenli sanık olan Metin Karasular’ın evinde de saldırıda kullanı Fransa’da radikal İslamcı saldırılara ilişkin en büyük yargılama Charlie Hebdo davası lan silahlarla ilgili bir liste bulundu. Saldırganlar, 7 Ocak 2015 tarihinde (Radi kal İslamcı Cherif ve Said Kuaşi kardeşler) Charlie Hebdo’nun Paris’te bulunan binasında 12 kişiyi öldürmüştü. Katliamın nedeni ise Hazreti Muhammed’in karikatürüne kapakta yer vermek olarak belirtilmişti. Cherif ve Said Kuaşi kardeşler, Paris’te bir polis kovalamacasının ardından özel komando ekipleri tarafından öldürülmüştü. KATLIAMIN SEBEBI KARIKATÜRDÜ Haberlere yansıyan bilgilere göre, Fransa’da davaya ilgi büyük ve kamuoyu olayın arka planını merak ediyor. Ve de Charlie Hebdo’ya yönelik saldırının arkasında El Kaide’nin Yemen ayağı ile IŞİD’in olduğu tahmin ediliyor. Ömür boyu hapis istemiyle yargılanan ve öldüğü tahmin edilen Muhammed Belhouchine’e yönelik yargılama ise daha çok sembolik çünkü Belhouchine, Paris’te 8 ve 9 Ocak 2015’teki saldırıları düzenleyen Coulibaly’nin radikalleşmesinden sorumlu tutuluyor. Belhouchine’in Coulibaly’nin IŞİD ile bağlantı kurmasını sağladığı da iddialar arasında. Amedy Coulibaly, Paris’te silahsız bir polisi öldürmüş, bir Yahudi marketindeki rehin alma olayında da dört kişiyi vurarak öldürmüştü. Coulibaly akabinde polisle çıkan çatışmada hayatını kaybetmişti. Diğer sanıkların çoğu da te rör örgütü üyeliği suçlamasıyla yargılanıyor ve haklarında 20 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Dava, Fransa’da radikal İslamcı saldırılar konusunda şimdiye kadar görülen en büyük dava... Charlie Hebdo binasında öldürülenler, karikatüristler Cabu (Jean Cabut), Stéphane (Charb) Charbonnier, Philippe Honoré, Georges Wolinski, Bernard (Tignous) Verlhac, köşe yazarı psikanalist Elsa Cayat, ekonomist ve editör Bernard Maris, organizatör Michel Renaud, redaktör Moustapha Ourrad, polis memuru Ahmed Merabet, Charb’ın koruması Franck Brinsolaro ve teknik bakım için binadan bulunan Frédéric Boisseau idi. 2015 IŞİD’in hem Avrupa’da hem de Türkiye’de eylemlerini hızlandırdığı bir yıldı. Suriye’de de güç kazandığı bir yıl. Türkiye’de 7 Haziran 2015’ten itibaren başlayan 15 Temmuz 2016’da biten bir dönemi de IŞİD’in belirlediği söylenebilir. Biz bu dönemin arka planını kim bilir ne zaman öğrenebileceğiz?