22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

SAYFA 4 6 MAYIS 2018, PAZAR Göksel Aymaz Marx 200 yaşında Hiçbir ölü bu kadar canlı olmadı! 1960’ların başı. New York’un yoksul Bronx semtinde yaşayan üniversite öğrencisi Marshall’ın babası, ABD teks Marx’ın dünyası öyle bir dünyadır ki, insan oraya adım atıp yeryüzündeki yaşayışı oradan izlediğinde tulup gitmemesi için, insanlığın yanlış tarihini gelecek kuşaklara bildirmek için Marx hayatta kalır. til sanayiinin çeşitli kollarında yıllar gözleri açılıveriyor. İnsan soyunun hem kaderinin hem de ca çalışıp uğraş vermiş, ayak uydurama yanlış tarihinin ötesinde, akıl için, irade için dığı kapitalist ahlâk yüzünden işleri hiç bir kale kurmak, Marx’ın hem birey hem de bir zaman yolunda gitmemiş ve piyasa aile hayatında, bildiğimiz ve bilmediğimiz nın acımasız koşullarında bir yığın so Marx’ın ailesiyle bir yığın acıya, bir yığın çileye mal olmuş run yaşarken 48 yaşında kalp krizinden birlikte Ghan Zen tur. Ütopik uçarılıklara kapılmadan, bilebil ölmüştür. Genç Marshall, babasının in Mon tarafından menin meşakkatini yaşamıştır. Avuntu de tikamını almak istemektedir bu sistem yapılmış suluboya ğil, bilgi vermiştir. Mesela... Büyük anar den ama ne yapması gerektiğini bilemez. tablosu. şist Bakunin, bir dostunun aracılığıyla Das Tam o sıra, bir kitapçıda, Marx’ın 1844 Kapital’in Rusçaya çevrilmesini sipariş al Elyazmaları’nı keşfeder. Dipteki raflarda, mıştır. Ama kısa süre sonra üzerine ne be karanlık bir köşede. Önce sayfalarını geli lalı bir iş aldığını anlar. “Böyle saçma işler şigüzel karıştırır; başından son sayfasına, le ne uğraşıyorsun” diyen, devletsiz toplu ortasından rastgele başka bir kısmına göz ma bir an evvel erişme gayesindeki acele gezdirir. “Birden kendimi terden sırılsık ci ve sabırsız arkadaşlarının sözüne uymak lam kesilmiş halde buldum” diye anlatı kolayına gelir ve işi bırakır. Oysa Marx, bu yor yaşlı Marshall, “sanki durduğum yer “saçma işi” tamamlamak için ölene dek ça de eriyordum, gözlerimden yaşlar boşanı lışmıştı. İnsanlığın yığınla sorunu vardı, yor, aynı anda hem kavruluyor hem üşü ürkütücü bir saygısızlıkla bunların hepsi yordum. Ön tarafa doğru atılarak, ‘Bu ne birden saldırmadı Marx. İnsanın sadece kitabı istiyorum!’ diye bağırdım.” karşısına çıkan sorunlarla uğraşabileceğini, İntikamını nasıl alacağı belliydi ar biliyordu. Neslimizin binlerce yılda birik tık. Hemen bu kitaptan 20 tane alıp yakın tirdiği sorun yığınını, yazı masasının üstün çevresine dağıtır. Böyle bir seçeneğin in de bir çırpıda çözüvermeye hiç girişmedi. tikamdan daha iyi olduğunu söyleyenler Ama masası da hiç boş kalmadı. olur kendisine. “Oysa” diyor yaşlı Marshall, “İntikamdan daha güzel bir şey de Özel bir insani deneyim ğil, aslında bence en güzel intikamdı bu.” Marx, gerçekten masa başında ölmüştü. Kelimeleri hâlâ zihinlerde Uzun zamandır ağır hastaydı, buna rağmen, eve kapanmış, “Bitirdiğimde dışarıda bu Amerikalı toplumbilimci Marshall Berman, Marksizmi teorik, politik, sosyolo Karl jik boyutlarıyla filan değil, özel bir insani deneyim olarak kendi kişisel tarihindeki yeriyle ele aldığı “Marksizmle Maceram” kitabında anlatıyor bunu. Romantik ve dokunaklı bir hikâye. Fakat hakikatli de. Çünkü güzel olan her şeyi mah veden kapitalizmden alınmış ve alınacak en güzel intikam, Marx’ın kelimeleridir. Bu kelimeler zihin lerde yaşayıp dolaştıkça kapitalizm rezil rüsvadır. Ve bu kelimeler yaşıyor. Bu yıl, 5 Mayıs 1818’de doğmuş olan Karl Marx’ın iki yüzüncü doğum yıldönümü. Doğumu nun iki yüzüncü yılında Marx’ın kelimeleri tüm canlılığıyla zihinlerdeki gezintisine devam ediyor. Oysa tarihin geçici efendileri pek çok kez öldürmek istemiştir onu. Ama tarih Marx’ı öldürmedi, öldür müyor. Hiçbir ölü bu kadar canlı olmamıştı. Marx’ın düşünce dünyasında yıkılmaz bir dev olarak durabilmesinin nedeni, diğer düşünürlerin cüce olmalarından değil, Marx’ın, başka düşünürler gibi yaşadığımız gerçekliğin uzağından geçip gide nunla ilgilenecek bir dünya bulacak mıyım, MarxFamilyWatercolor Painting Fine Art Portrait Literature bilmiyorum” dediği büyük eseri üzerin de çalışmayı sürdürüyordu. 1883 Mart’ının cek yerde, adımlarını adımlarımıza uydurmasından 14’ünde Engels, ikindi üzeri ziyaretine gel dır. “Gerçekliğin kendisi Marksçıdır” derken Sartre bunu kast ediyordu, bu yüzden ölmüyor. Yunan mitolojisindeki Poseidon ile Gaia’nın, yani Yer’in oğlu Antaios gibidir o da. Antaios, bütün gücünü an diğinde ev halkını iki gözü iki çeşme buldu. Bir kanama geçirmişti arkadaşı. Görmek için yukarı çıktı. Çalışma odasında buldu, yarı uyur yarı uyanık gibi. Yatağından kalkmış, gelmiş oturmuştu masasına. nesi topraktan alırmış; annesi ona hep yeniden güç verdiği için ayakları yere bastığı sürece onu yenmek mümkün olmazmış. Marx’ı da yıkabilmek için Nabzını yokladı, kalbini dinledi. İkisi de durmuştu. Marx’ın dünyası öyle bir dünyadır ki, insan oraya adım atıp yeryüzündeki yaşayışı oradan izlediğinde yerden havalanmak, yani gerçeklikten kopmak gerekiyor. Belki ancak böyle bir kopuşla kavramlar dünyasında yenilmiş gibi görünebilir; postmodern düşüncenin retoriğe dönmüş soyut diliyle ba gözleri açılıveriyor. Marx’ın yazdıkları karşısında, tıpkı bilimin karşısında olduğumuz gibi, gözlerimiz her şeyi görebilecek şekilde apaçıktır. Marx, kendisiyle tanışmış olana, genç Marshall’a yaptığı gibi, şardığını zannettiği şey de buydu mesela. Ama bizzat Marx’ın dediği gibi, kavramlar dünyasında kazanılan zaferler nesneler dünyasında geçerli değil; özel bir insani deneyim yaşatıyor; sıradan hayattan son derece farklı, son derece keyifli, özgürleştirici, heyecan verici, öte yandan aynı derecede huzursuz, kavramlar dünyasındaki altüst oluşla nesneler dün korkunç ve tehlikeli bir deneyim! yasını değiştirmiş olmazsınız. O yüzden, mitolojik kahramanlar gibi, ölenler ölür, Marx hayatta kalır. Her şey yaşanır, herkes ölür ama yaşananların unu Marx, yaşanan kötü dünyanın çirkefinden kendi erdemini yaratmak isteyenler için bir fırsattır. Doğum günü kutlu olsun. Marx, popüler kültüre sığmaz “Marx’ın ruhunun derinliklerinde kendi ruhumuzun gıdasını bulabiliriz.”   Marshall Berman 5 Mayıs 1818 tarihinde Prusya’nın Trier kentinde doğan Marx’ın doğum günü, trafik lambalarına figür olarak koyulmasıyla ya da hediyelik 0 Euroların üzerine fotoğraflarının basılmasıyla kutlanıyor! Özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra yeniden keşfedilmesiyle o, Batı’da bir popüler kültür ikonu haline getirilmeye çalışılıyor aslında. Bunu son senelerde çoğalan biyografilerinde de görebiliyoruz: “Kendi çocuklarına dahi bakabilmekten yoksun, alemci, haz düşkünü bir dâhi...” “Modernizmin haşarı çocuğu.” Dünyanın üçte birini şöyle ya da böyle etkilemiş bir düşünceyi yaratmış olmasını bir kenara bıraksak da Marx’ın yaşamı bu anlatıya sığmaz. Üzerine düşündüğü, yazdığı birçok şeyin bugün de yakıcı sorunlar olarak insanlığın önünde durması onun bir popüler kültür ikonu haline gelmesini engelliyor. Bütün bu tantananın sonrasında yine karşımıza çıkan “Marx haklı mıydı?” sorusu oluyor. Devrimci düşünce, yaşam Hukuk eğitimi almak için gittiği Berlin’de felsefeye yönelmesi ve Genç Hegelciler arasına katılması, Marx’ın zaman içerisinde birçok durağa uğrayan düşünsel serüveninin başlangıcı olur. Din eleştirisinin baskın olduğu bu ilk dönem, gitgide genel bir toplum eleştirisine doğru yönelir. İnsan ile doğa, insan ile insan arasındaki yabancılaşma kafasını meşgul ederken, o döneme kadarki felsefenin sadece yorumlamayla sınırlı yapısı Marx’a yetmez ve aslolanın dünyayı değiştirmek olduğunu ileri sürer. Alman felsefesinden ve Fransız radikal siyase tinden etkilenen Marx, Engels’in de yardımıyla derinlemesine okuma fırsatı bulduğu İngiliz ekonomi politiğini de işe katınca, Avrupa’nın bu üç düşünsel kaynağından devrimci bir teori yaratır. Kendisinden önce dünyayı değiştirme derdine düşmüş ütopyacı sosyalistlerin aksine, sosyalizmin yüksek bir zekânın ürünü olarak değil, proletaryanın kaçınılmaz mücadelesi sonucunda kurulabileceğini söyler. Bu süreçte kendilerini sadece yazmakla sınırlamayan Marx ve Engels, aktif olarak işçi örgütlenmelerinde yer alır; bu örgütler içerisindeki politik saflaşmalarda belirleyici olurlar. 1848’de kaleme aldıkları ve Eric Hobsbawn’ın sözleriyle “ütopyacı özgüvenin, ahlâki tutkunun, tutarlı analizin ve bilhassa karanlık edebi belagatin karşı konulmaz karışımı” olan Komünist Manifesto, basıldığı dönem beklenen etkiyi yaratmasa da, dünya tarihini beklenenin ötesinde etkileyecek bir metindir.  Yine aynı yıl başlayıp Avrupa’yı saran devrimler, ikilinin ülkelerindeki devrime müdahale etmek amacıyla Almanya’ya gitmesine neden olur. Ancak bu devrimlerin yenilmesiyle birlikte, uzun bir teorik çalışma dönemi olan Londra günleri başlar. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle Engels aile şirketinde çalışmaya dönerken, Marx (Engels’in maddi yardımları sayesinde) kapitalizm üzerine ayrıntılı bir çalışmaya girişir. Birkaç yıl süreceğini tahmin ettikleri bu zoraki iş bölümü yirmi yıl boyunca devam eder. Bu çalışma döneminin çıktısı Kapital’dir. Egemen ekonomik sistemin öz ve biçimini, yani gerçek ilişkiler ile görünüşü ayrıştı ran, sermayenin işleyiş yapısını tüm berraklığıyla ortaya koyan Kapital, neden özel mülkiyet ve piyasa ilişkilerinin komünal bir ekonomiye yerini bırakması gerektiğini açıklarken, bir buçuk asır sonra dahi kolayca çürütülemeyecek bir bilimsel yöntem ortaya koyar. Anlatılan bir hikâyedir: Birinci Dünya Savaşı öncesinde Bavyeralı işçiler, öldüklerinde Komünist Manifesto ile gömülmek isterler. Vefatlarının ardından papaz ve hekimlerin yanlarına gizlice İncil iliştirmelerini engellemek için ailelerini sıkı sıkıya tembihlerler. İşçilerin bu talebinin nedeni, Manifesto’yu bir kutsal kitap gibi görmeleri değil, ruhlarının gıdalarını, Marx’ın ruhunun derinliklerinde bulmalarıdır muhakkak. Yaşadıklarının, acılarının, öfkelerinin ve umutlarının bu kitapta karşılarına çıkmasıdır. 200. yaşında, Marx bizimle konuşmaya devam ediyor: Çünkü anlatılan bizim hikâyemizdir. EMRE TANSU KETEN Halkın ‘afyon’u ne iştir? Marx elbette ateistti. Ama “antiteist” değildi. Dinin siyasi baskıyla ittifak içinde olduğu durumlarda belirgin bir karşı tavır sergiler. Ancak genelde dine yaklaşımı, reddiyeci ve yargılayıcı olmaktan ziyade anlama çabasında sosyolojik bir bakış arz eder. Bu en çok çağdaşı Feuerbach’la din konusundaki tartışmasında ve ona yönelik eleştirisinde kendini gösterir. “Hristiyanlığın Özü” yazarı, materyalist filozof Ludwig Feuerbach din söz konusu olduğunda çok daha saldırgandır. Marx ise kapitalizmi yıkmadan dinle uğraşıp onu alaşağı etmeye kalkmanın bir “gölge boksu” yapmaktan öteye gitmeyeceğini düşünür. Bunun ötesinde Marx’ın din üzerine önyargıdan uzak, nesnel ve analitik bir eleştirellikle yazdıkları, daha da öte, yaptığı unutulmaz tanımlar, değme “dinbilir”i dahi solda sıfır bırakacak bir “içtenlik” taşır. Karl Marx ve Friedrich Engels “Ezilmiş yaratığın iniltisi” demiştir din için... “Kalpsiz bir dünyanın kalbi” demiştir. “Tersine çevrilmiş bir dünyanın genel kuramı, onun ansiklopedik özeti, coşkusu, ahlaki yaptırımı, tesellinin ve haklılaştırmanın evrensel temeli” demiştir. Daha da çarpıcı çerçevede, “insani özün düşsel dışavurumu” demiştir. Ve elbette herkes tarafından bilinip ağızlara sakız edilmiş mahiyette “halkın afyonu” demiştir ki din üzerine hiçbir tanım, bu kadar bilinir, tekrarlanır ve popüler olmamıştır. Lâkin yine hiçbir tanım, aynı ölçüde de inceliksiz ve üstünkörü bir değerlendirmeye uğratılır da olmamıştır. Din, ‘ağrı kesici’dir Marx, dine “halkın afyonu” dediği noktada ideolojik bir itki ile hareket etmez; yukarıda belirttiğimiz gibi, sosyolojik bir hassasiyet içindedir. Yaşanmakta olan eşitsiz, adaletsiz, acımasız hayatın sefalet, perişanlık ve çaresizlik içinde inim inim inlettiği yoksul kitlelere dayanma gücü veren bir “müsekkin” (sakinleştirici/ağrı kesici) olarak anlam yüklemiştir “afyon”a o... Tabii ki dinin, mülkiyeti, sömürüyü, sınıf çelişkilerini gizleyen, insanların içinde bulundukları korkunç koşulları, maruz kaldıkları kötülüklerin fark edilmesini engelleyen (“yanlış bilinç”), egemenler ve ezenlerden yana bir işlevle yüklü olduğunu vurgular. Fakat o, yakın dostu, mücadele yoldaşı Engels’le birlikte, dinin modern (endüstriyelkapitalist) dünya öncesi eski ve orta çağlarda yeri geldiğinde halk kitlelerinin gözü kara isyanlarında ve ölümüne ihtilalci kalkışmalarında itici güç olduğunu da görmezden gelmemiştir. Sözün özü Marx, dini önemsemiş, ciddiye almış, üzerine uzun uzadıya kafa yormuştur. Bugün din sosyolojisinin de din antropolojisinin de Marx’ın bu düşünce zenginliği bir kenara bırakılarak ne yürütülmesi ne de başlatılması mümkündür. Ayrıca o, endüstriyelkapitalist dünya düzeninde geleneksel dinlerin hali pür melâlini de geçerli şekilde öngörme yetkinliği sergiler. En olgun ve abide eseri Kapital’de “piyasa”nın kendisini “dinsel bir sistem” olarak değerlendirmiştir. O kadar haklıdır ki işte bugün inandığı, bildiği, taşıyıcısıtemsilcisi olduğu dini, kapitalist ekonomipolitiğin mabedi olan “Pazar”a sürmekte hiç mi hiç tereddüt etmeyen “dinbazlar”dan da geçilmiyor ortalıkta! Tanrı inancını malmülk ve paraya inanca (“meta fetişizmi”ne) kurban edenlerden!.. Dolayısıyla günümüz dünyasında dinin ne olduğunu ve de dine ne olduğunu anlama yolunda hiç kimse ihmal edemez Marx’ı... Sadece sosyologlar, antropologlar, sosyal bilimciler değil, kadılarmüftüler, hacılarhocalar, âlimler de!.. Yani sadece Kuran’ı okuyarak ilahiyatçı bile olunamaz bugün. Kapital’i de okumak lazım!.. Tayfun Atay C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear