Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 2 atar damar Melİs Alphan Bu nasıl çocuk sevgisi? Nüfusumuzun üçte biri çocuk. Buna rağmen, medyanın çocuklara hak sahibi bireyler olarak yaklaştığını pek söyleyemeyiz. Öyle olsaydı, çocuklar haberler aracılığıyla tekrar ve tekrar hak ihlaline uğramazdı. Çocuğun medyada neden daha doğru şekilde yer almadığı sorusunu sorarken dönüp topluma da bakmalıyız. Çünkü medya çalışanları da bu toplumdan çıkıyor. Toplum çocuklara dair riyakâr tutum içinde. Bu ülkede milyonlarca çocuk işçi var; binlerce çocuk istismar ediliyor, şiddet görüyor; binlercesi ilkokula devam etmiyor, yeterli beslenemiyor. Madem çocukları bu kadar çok seviyoruz, o zaman neden buna göz yumuyoruz? Cinsel istismara uğrayan çocuk dahi olsa, toplum çocuğu suçlayan bir bakış takınıyor. Bu anlamda, çocuk ve kadın bu ataerkil toplumda aynı “kaderi” paylaşıyor: Suçlanan, karalanan, etiketlenen ve dışlanan olarak. Daha özenli bir medya, toplumun çocuğa bakışını düzeltebilecek güce sahipse de genelde çocukların uğradığı haksızlıkları ancak toplumsal bir infial olduktan sonra ele alıyor. Her gün çocuk istismarı haberi aldığımız ülkenin televizyonlarında bu sorunun gerçek anlamda tartışıldığına tanık olamıyoruz. Ancak rakam büyükse (misal, onlarca çocuk aynı anda istismara uğradıysa) çocuk istismarı konusu enine boyuna tartışılmaya başlanıyor. Bazı tabulara dokunan yanıyor Geçen yıl bu riyakârlığı ortaya koymak için bir yazı yazdım. Murat Başoğlu ve yeğeninin ilişkisi toplumun her kesiminde konuşuldu. Basın her gün sayfalarca haber yaptı. Toplumun kanayan yarası ensest hiçbir zaman konuşulmazken, konu magazinel bir figür olduğunda millet susmak bilmedi. Bunun üzerine Türkiye’de ensest oranının ne kadar yüksek olduğuna dair bir yazı yazdım. Herkes rakama takıldı ama bu aşırı, “Bizde hayatta olmaz” tepkisi bile riyakârlığımızı kanıtlar nitelikteydi. Hani sanki “Yüzde 10” desek sorun olmayacaktı! O dönem o kadar çok yıprandım ki, medyanın neden toplumdan çok uzağa düşmediğini de anladım diyebilirim. Bazı tabular öylesine tehlikeli ki, dokunan yanıyor. Ama iyi ki yazmışım o yazıyı diyorum. Çünkü üzerine onlarca makale yazıldı; bir mevzunun en fazla 3 gün konuşulduğu ülkede konu 1 buçuk ay gündemde kaldı ve ensesti gerçek anlamda konuşmaya başladık. Ben burada medyanın ve bir gazeteci olarak kendi gücümün farkına vardım. Medya, eğer gücünü doğru kullanırsa toplumu tartıştırabilir ve tartıştıkça doğru yolu bulma şansımız artar. Gazeteci hâkim, savcı ağzıyla konuşmaz Çocuk haberciliği çocuk haklarını ve buna dair sözleşmeleri de bilmeyi gerektiriyor. Ancak bu sayede gazeteci, yargının yanlışlarını görebilir. Medya eğer bekçi köpeği ise, doğru olan polis, savcı veya hâkim ağzıyla değil, onları denetleyen bir yerden konuşmasıdır. Geçtiğimiz ay S.Ç., “15 yaşında 100 kez hırsızlıktan tutuklandı!” başlığıyla haber olmuştu. Medya çocuğu hemen suçlu ilan etse de çocuklar suçlu değildir, suça itilir. “Bir çocuk neden 100 tane hırsızlık olayına karışır?” sorusunu sorduktan sonra işin içine girince görürsünüz ki, Türkiye’de adalet sistemine giren bir çocuk bir daha çıkamıyor! Çocuk koruma mekanizması çalıştırılmıyor, koruyucu ve destekleyici tedbirler alınmıyor. Bunlar yapılmadığı için binlerce çocuk, ayrı ayrı karıştıkları suçlardan ömürlerini hapiste geçirecek kadar ceza alıyor. Gazeteci sadece sonuca değil, nedenlere de bakmalı. Nedenleri irdelediğinde çocuğu hemen suçlu ilan etmek yerine, onu bu duruma düşüren asıl başka suçlular olduğunu görecektir. Çocuklar yetişkinlerin sahip olduğu tüm haklara sahiptir. Medya sadece bunu aklında tutsa yeter aslında. 6 MAYIS 2018, PAZAR Her şey Mİrgün Cabas Aşk, kıskançlık ve sevişmenin güdüklüğü... İnsan böyle kaybetti en büyük eğlencesini Hayatta başa çıkamadığımız şeyler var. Bunlar yüzünden hem çevremizle hem de kendimizle mücadele ediyoruz: Hırs, iştah, zaaflar, bağımlılıklar, kıskançlık... Kıskançlık! Çoğumuz için kıskançlık, tutkunun kaçınılmaz bir sonucu. Gerçekten mi? Kıskançlık aşk ilişkisinin doğal, engellenemez, bölünmez bir sonucu mu? Aşkın yan ürünü mü? Yoksa tutkudan bağımsız, sahiplenmenin, ilişki kurduklarımızı mülk edinmenin meşru adı mı? Aldatmanın yol açtığı, bazen içinde aldatmanın bile olmadığı trajediler bunun eseri. Kıskançlık yüzünden işlenen cinayetler... Tamamını sürekli ele geçiremediğin bir şeyden topyekün vazgeçmeyi göze almak... Kendin vazgeçerken, başka kimseye de yar etmemek... Ya benimsin, ya kara toprağın... Kıskançlık kavgaları, kıskançlık cinayetleri, kıskançlığın dağıttığı ilişkiler kimse için yeni değil. Ama yeni olmaması, konunun katlanıp kenara kaldırıldığı anlamına gelmiyor. Kıskançlık farklı ekollerden davranış bilimcilerin, kökenini bulmak, yerine oturtmak için hâlâ uğraştıkları bir konu. Bu konudaki yaygın “yerli” yaklaşımlardan biri insanın tıpkı “düşünen bir hayvan” olduğu gibi, “kıskanan bir hayvan” olduğu. Neden? Çünkü insana kıskanmak yakışır! Çünkü domuzlar kıskanmaz ve bu yüzden mekruhturlar... Ayrıca hayvanlar ve genetik olarak en yakınımız maymunlar bile kıskanırken, canlıların en şereflisi olan insan, nasıl kıskanmaz? Eşitlik bitti, eğlence de bitti Kıskanmaktan, kıskanılana geçelim şimdi de...“Doğanın çağrısına” uyanlara... Baştan çıkanlara... Eş bulma, aile kurma ve bu aileyi sürdürme eğilimi de insan doğasının bir parçasıyken, doğa nasıl oluyor da insanlara iki zıt yönde çağrıda bulunuyor? Doğa gerçekten de erkeğe, bahardaki kavak ağaçları gibi “tohumunu her yere saç” mı diyor? Yoksa doğanın sadakatsizlik çağrısı, sadece zayıf iradelilerin işittiği, aslında peşine takılınamayacak kadar insanoğlundan uzaklaşmış olması beklenen zayıf bir ıslık mı? Kimilerine göre evet. Çünkü onlara göre sosyal evrim bunu gerektiriyor. İnsan davranışlarını, insanın köklerine bakarak açıklamaya çalışanlara ve sosyal evrime daha az kulak verenlere göre ise hayır. Bu yaklaşım, insanoğlunun çok temel bir kırılma noktasından sonra günümüzün davranış biçimini benimsediğini savunuyor. Buna göre insanlık, “on bin yıl önce başlamış sarsıcı kültürel kaymala rın, türümüzün cinselliğinin gerçek doğasını karartmaya çalışan kampanyaların kurbanı”. İnsanoğlu cinsel açıdan tarihinin en tatminsiz dönemini yaşıyor çünkü kendi kendini köşeye sıkıştırmış durumda. Bugün kadınlar ve erkekler için tatmin edici bir cinsel yaşamın önündeki en büyük engeller olan evlilik ve aile, insanlıkla birlikte ortaya çıktı ama her ikisi de bugünkü halini, tarım toplumuna geçtikten sonra aldı. İnsanoğlunun “en büyük eğlencesini”, on bin yıl önce yerleşik düzene geçerken kaybettiğine inanan bu görüşe göre, doğada bulduklarını toplayarak ve avlanarak yaşamını sürdüren göçebe insan gruplarında kadın ve erkeğin toplumsal ve ekonomik sorumlulukları denkti. Bu da kadının erkekle aynı hak ve sorumluluklara sahip olduğu, çok kadınlı çok erkekli çok eşli, herkesin herkesin çocuğunu sahiplendiği geniş bir aile modeli anlamına geliyordu. Ortada bir aile vardı ama bugünkü aileyle ilgisi yoktu. Tarım toplumuna geçiş, kadının sosyal yapıdaki önemini azalttı ve tıpkı toprak gibi erkeğin mallarından biri haline getirdi. Hayat bir yanıyla kolaylaştı, yiyecek bollaştı. Yiyeceğin güçlükle elde edildiği, stoklanamadığı, doyma güvencesinin olmadığı insan topluluklarının davranışları da değişti... O ekonomik koşullar bugünkü aile yapısına yol açtı. Ama davranışlar kültürel nedenlerle değişmeye zorlanırken, temel güdüler aslında o kadar da değişmedi. İnsanoğlu son 10 bin yılda fizyolojik olarak kayda değer bir evrim yaşamadığı gibi, cinselliğe dair güdüleri de aslında evrilmedi. Konumuz da zaten bu. Evrimciler, kadının kendisine ve çocuklarına en iyi bakacak erkeğin peşinde olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu görüşe göre erkek de soyunun devamını sağlayacak yumurtaların ve soyun karışmamasını sağlayacak sadakatin karşılığında kadına koruma veriyor. Oysa evlilik ve aile kavramına geniş anlamıyla bakanlar, bu yapıların tarih öncesindeki varlıklarını reddetmemekle birlikte bugün anladığımız çekirdek aileyle ilgisinin olmadığını vurgulu yor. Zira insan, tıpkı gen havuzunu paylaştığı başka bazı primat lar gibi sadece üremek için değil, sosyalleşmek, güven ilişkisi kurmak, oyun ve zevk almak için de cinsel ilişkiye giren bir canlı türü. Antropologların modern insanın cinsel mutsuz luğunu açıklamak için dünyanın dört bir yanından bulup çıkardığı, bizimkinden farklı her toplum modeline karşılık, bunları görmezden gelip yok saymak için mücadele eden muhafazakar bir kurum ya da araştırmacı var. Ama net bir şekilde görünen o ki, Asya’dan Güney Amerika’ya, Afrika’dan kutuplara kadar yayılmış insan grupları arasında aile olmayı ve cinselliği bizim gibi yaşamayan ve toplumsal tansiyonun çok daha düşük olduğu insan grupları geçmişte de vardı, şimdi de var. Başka türlü olsaydı? “Çok sayıda kadınla çocuğu hapseden ve kadın cinselliğini çok sıkı şekilde kontrol edilen bir metaya çeviren ekonomik bağımlılık olmasaydı, bu durum Batı toplumlarındaki kıskançlık deneyimini ve sıklığını nasıl etkilerdi? Tıpkı en yakın primat kuzenlerimizde ve pek çok kültürde olduğu gibi, ekonomik anlamda güven ile suçlu hissetmeden yaşanan cinsel arkadaşlıklar bütün kadın ve erkeklere açık olsaydı? Ya kadınlar kötü bir ilişkinin, çocuklarını ve kendilerini savunmasız, her türlü yokluğa açık bırakacağını düşünmek zorunda kalmasalardı? Ya hiçbirimiz gerçek aşkın obsesif ve sahiplenici olduğunu dinleyerek büyümek zorunda kalmasaydık? Bir başka deyişle ya seks, aşk ve ekonomik güvenlik, tıpkı atalarımız için olduğu gibi bizim için de kolaylıkla ulaşılabilir olsaydı, ne olurdu? Kıskançlıktan korku çıkarılsa, geriye ne kalır?” Yazıda yer alan bilgiler ve alıntılar: Christopher RyanCacilda Jetha, “Cinselliğin Şafağı Nasıl Eşleşir, Nasıl Baştan Çıkarız ve Bu Modern İlişkilerde Ne Anlama Gelir?”, Okuyanus, 2017 (İkinci baskı) İnternetin ‘sanal çöpçatan’ sitelerinde gerçekten neler oluyor? Siber âlem Seks etrafında köşe kapmaca! “İnternette tanıştı, cinayete kurban gitti!”, “Sanal sevgilisi dolandırıcı çıktı!” gibi haberlerle gazetelere konu olsa da “flört/dating” siteleri günümüz toplumunun vazgeçilmez unsuru. İnternet üzerinden hızlı, kolay ve genellikle bedava olarak insanları tanıştıran bu “çöpçatan” siteler, başta sosyalleşmeye vakti olmayan ofis çalışanları olmak üzere; heyecan arayanların, arkadaş çevresi ya da özgüven eksikliği yaşayanların ve ille “mucize aşk” peşinde koşanların umut kapısı... Tabii teoride!.. Peki ya pratikte durum nasıl? Bu sorunun cevabını almak için popüler bir “dating sitesine” dört farklı kadın kimliğiyle girdik. Ve kendimizi ilginç bir dünyada bulduk! “Merhaba, yatalım mı?” İlk gün yarattığımız karakter; güzel, okumuş, akıllı, 23 yaşında bir genç kız olan Duygu’ydu. Yüzü net görünen, esmer ve minyon bir kız fotoğrafı seçmiştik Duygu için. Daha profil yeni oluşmuştu ki beğeniler yağmaya başladı! Dört saat içinde 700 kadar erkekten mesaj geldi! Seçip okuduğumuz 100 kadar mesajın ezici çoğunluğu “Selam, naber”den ibaretti. Az bir kısmı, kızımızın sayfasını incelemiş ve onun hobilerinden konu açmaya çalışmıştı. Üçdört mesaj ise direkt “Benimle yatar mısın?” gibi bir taciz cümlesi içeriyordu ve bunlar fotoğrafı olmayan, “sanal” karakterlerden geliyordu. Aynı kişiler, diğer kızlarımıza da az sonra aynı cümleyi yazacaktı! Bikini ve reyting İkinci gün bikinili, “davetkâr” fotoğrafları olan, ayna karşısında “selfie” çeken bir sosyetik güzel olarak girdik siteye! Bu kez isim yerine “Kokoş” takma adını kullanıyorduk ve Duygu’nun aksine, “günübirlik ilişkilere” de açık olduğumuzu belirtiyorduk. Yine dört saatte bu kez 1000’li rakamlara çıkıyordu “beğeni” sayımız ve yine “şirinlik” dolu mesajlar havada uçuşuyordu! Bikinili fotoğraftan dolayı artık sadece sanal “tacizciler” değil, kimliği açık erkekler de Kokoş’a “hemen sevişme” öneriyorlardı ve biz derhal “hesabı kapat” düğmesine basıyorduk! Üçüncü gün tesettürlü Beyza oluverdik! Bu kez beğeni sayımız 300’lerde kalmış, “Selamünaleyküm”lü mesajlar alır olmuştuk. Sayfasında “günübirlik ilişki” aradığını belirten erkekler, Beyza’ya ne kadar ciddi niyetli olduklarını anlatıyorlardı. Belirtmeye gerek yok sanırız; aynı “sanal” karakterlerden Beyza’ya da taciz mesajları eksik olmadı! Son gün sadece “çakıl taşı” fotoğrafı koyarak ve hakkında hiçbir bilgi vermeden, Simla’yı yarattık! Yaşı 24 ve adı Simla diye olsa gerek, çakıl taşı fotoğrafı 600 beğeni ve yine yüzlerce mesaj aldı! “Kesin taş gibi hatunsundur” gibi esprilerle (!) dolu bu mesajlar, artık “dating sitesinden” çıkma vaktimizin geldiğini gösteriyordu. Kadınlar gizli, erkekler rahat Bu dört günlük mesaide ‘tanıştığımız’ insanlar, amacı karşı cinsle temas kurma olan basit bir sitede bile işlerin nasıl çetrefil hale geldiğini anlatıyordu aslında. Öncelikle erkekler, evet; fotoğraflarını, hobilerini, ne istediklerini açıkça paylaşıyorlardı. Bu manada nettiler. Ama çoğunun önceliği, “kaçamak seks”ti. Flört sitesinden “ciddi ilişki” çıkacağına inanmıyorlar ama bir şekilde kadınları etkileyip “ağa düşürme”nin yolunu arıyorlardı. Elbette kadınlar bunun farkındaydı. Dolayısıyla birçoğu “kolay lokma” olmamak için net fotoğraf bile koymuyor; renkli bir göz, bir tutam saç teli gibi detaylarla kendilerini sadece ‘temsil ediyorlar’dı! Hatta bir kısmı, “iş yerinden tanıyan çıkar” diye tıpkı bizim yaptığımız gibi manzara ve kedi fotoğrafıyla kendilerini tamamen gizliyorlardı. Ve başıma bela alırım korkusuyla, niyeti o bile olsa “seks partneri” arar durumuna düşmekten ölesiye sakınıyorlardı. Sonuçta ilgi duyulan cinsle yakınlaşmak için üye olunan “dating sitesi”; müphem bir kaçıp kovalamacaya, asıl niyetin gizlendiği bir saklambaca ve sonunda “kaderde ne varsa” onun karşınıza çıktığı bir körebe oyununa dönüşüyordu. memetcan demİRay C MY B