25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

SAYFA 8 28 OCAK 2018, PAZAR Derinlik Emre Tansu Keten Ne ürettiğinizin önemi yok. Sadece iktidarın yanında yer alarak yerli ve milli olabilirsiniz Kültürel iktidar torbası AKP’nin bir süredir kullanıma soktuğu “yerli ve milli” ile “bu millete yabancı” ikilik söylemi, geçen hafta başlayan Afrin operasyonunun yorumlanma çerçevesini de sımsıkı şekilde belirledi. Burak Özçivit’ten İbrahim Tatlıses’e, Hande Yener’den Pınar Altuğ’a birçok ünlü hızla operasyona destek açıklaması yaparken “savaşa hayır” şeklinde bir tweet atan Ceylan Ertem binlerce hakaret ve tehditle dolu cevabın ardından hesabını kapatmak zorunda kaldı. Siyasi içeriği bir yana, bu operasyon, yerli ve milli kampta olunduğunun vurgulanması veya o kampa adım atılması konusunda çetrefilli olmayan bir alan açtı ünlülerimiz için. Bilindiği gibi, AKP’nin ünlüleri yanına çekme merakı özellikle Gezi Direnişi’nden sonra ortaya çıktı. Yüzlerce ünlünün direnişe katılmasının yarattığı etkinin farkına varan iktidar o tarihten itibaren kültürel iktidar meselesini sürekli gündemde tuttu. Mizahla direnen gençliğin karşısına Hacamat, Misvak gibi dergiler çıkardı. Ot’un, Kafa’nın popülaritesini Cins ve Lacivert’le, #Tarih’in ağırlığını Derin Tarih’le, “seküler” dizilerin reytingini Diriliş Ertuğrul’la (ve reyting sistemini değiştirerek) dengelemeye çalıştı. Erdoğan’ın dediği gibi her alanda iktidar olmuşlardı, ancak kültürel alandaki hegemonyayı henüz tersine çevirememişlerdi. Tarihin yeniden yazılması O günden bugüne harıl harıl çalışan iktidarın “kültür savaşçıları” bu kültürel iktidar söyleminin içini doldurmak için tonla yazı kaleme aldı, konferanslar düzenledi, raporlar hazırladı. Bu kesime göre, Türkiye’nin kültürel alanına köşeleri önceden tutmuş, eserlerinin niteliğiyle değil ilişkileriyle bir yerlere gelmiş, kendi milletinden nefret eden ve yüzünü her daim batıya dönen elit kesim hâkimdi. Hem solcu, hem liberal, hem de burjuva olan bu “beyaz Türkler” Batılı yazarların uçuk fikirlerini basarak milletimizin kafasını karıştırıyor, ahlakımıza uymayan filmler çekiyor, gazetelerinde Batı’nın yaşam tarzını empoze ediyor, popüler dizilerde solcuları hep iyi, sağcıları hep kötü gösteriyordu. Bu kültürel iktidar torbasının karşısına en az bu torbaya atılanlar kadar birbiriyle alakasız unsurların yekvücut olarak kurgulandığı “yerli ve milli” torbası konuluyordu. Bu torba içinde kökü bu topraklarda, mayası bu milletten bir kültürel blok kurgulanıyordu. Dizilerle Osmanlı tarihinin kurgulanması gibi, siyasi iktidarın güncel ihtiyaçları doğrultusunda bütün kültürel alanın tarihi yeniden yazılıyordu. Böylece ülkede bütün kurumları ele geçiren iktidar için hem bir düşman imgesi yaratılıyor, hem de yapay bir kamplaştırma marifetiyle mağdurluk söylemi devam ettirilebiliyordu. Yerli ve milli olmanın kolaylığı Ancak mevcut kültürel hayat tabii ki bu söylemin kalıplarına sığmıyor. Öncelikle söylemek gerekir ki, İslamcı sanatçıların –genel olarak başarılı olamamasının sebebi “suyun başını tutanların” ortaya çıkardığı engeller değil. Aksine iktidara yakın isimlerin ekonomik ve sosyal sermayesi elit denilen kesimle kıyaslanamayacak derecede yüksek. Arkalarında koskoca iktidar var. Üstelik bu iktidar kendi sanatçılarını desteklemekle kalmayıp, karşı tarafın dergilerini kapattıran, oyunlarını yasaklayan, filmlerini sansürleyen bir iktidar. Başarısızlığın sebebi, Ün sal Oskay’ın vurgularıyla söylersek, iyi bir sanat eseri için gereken verili olanı değiştirme arzusundan, “başka bir dünya düşü”nden mahrum olmaları; geçmişe özlemci, siyasi iktidarın dar çıkarlarını takip etmeye mahkum ve akla inancı olmayan bir üretim faaliyetine teşne olmaları. Hal böyle olunca, kültürel alanı siyasi bir araç olarak işe koşmaktan başka bir şey kalmıyor elde. Nitelikli eserler üreterek görünür olma değil, polisiye yöntemlerle karşı tarafı susturma gayreti öne çıkıyor. Bu da kültürel alanı zenginleştirmek değil çölleştirmek anlamına geliyor. Kültür politikasının tamamen siyasi akla dayandırıldığı böyle bir ortamda, yerli ve milli olmak için, iktidarın arzuladığı “Asım’ın nesli”ne uygun, şeklen de olsa, bu ülkenin otantik değerlerine vurgu yapan eserler üretmeye gerek kalmıyor. Sadece iktidarın yanında olmak sizi bir anda yerli ve milli yapabiliyor. Biraz düşünelim, Şafak Sezer’in Kutsal Damacana’sı mı, Hande Yener’in şarkıları mı, Semih Kaplanoğlu’nun filmleri mi, İzzet Yasar’ın öykü ve şiirleri mi AKP’nin istediği nesle hitap ediyor? Ece Erken, Esra Erol, Zerrin Özer mi kültürel iktidara karşı milletin öz değerleri için savaşıyor? Aslında mesele oldukça basit. Ne ürettiğinizin bir önemi yok. Sadece AKP’nin yanında yer alarak yerli ve milli bir sanatçı olabilir, iktidarın devasa desteğine kavuşabilirsiniz. Yıllardır muhafazakâr çevreler tarafından eleştirilen Esra Erol’un evlilik programının, bizzat AKP’nin yönettiği bir kanalda senelerce yayımlanabilmesinin nedeni, bu kanalda yapılan propagandanın etkili olması için reyting kaygısı değil mi? Dolayısıyla iktidar, kendi seçmen kitlesinin de popüler kültürle iç içe olduğunun farkında ve içeriğine bakmaksızın yanında olan popüler kültür üreticilerini yerli ve milli olarak kutsayabiliyor. MÜJDE YAZICI ERGİN Yıllarca siyasi duruş belirtmemiş isimlere bazı paylaşımları nedeniyle basınç uygulanıyor İzlenim Sosyal medyada paylaşım savaşı Evinin salonunda oturmuş meyve soyup çerez yiyen, dantelli örtülerin üçgenlerinin ardındaki dev tüplü televizyonlarına bakan; henüz teknolojiyle bugünkü imtihana girmemiş Türk halkına tüm dünyaya olduğu gibi ilk kez naklen savaş izlettirilmişti. Yıl 1991... 80’lerden daha yeni sıyrılmış Türkiye’nin özel kanalı Star TV, Amerikan uçaklarının Irak ve Kuveyt’i bombalamasını gösteriyor, bizler de gece görüşünden bu insan avını izliyorduk. Aşikâr ki konu, halkın haber alma özgürlüğünü gözetmekten çok; halkın fikirlerini belirli bir yöne sabitlemeye çalışmaktı. İnsanlar iyice üzülsün diye Türkiye’de Peter Gabriel’in ‘The Feeling Begins’ şarkısıyla verilen savaş görüntüleri, medyanın etki gücünün en ‘canlı’ örneği olduğu kadar, medyanın teslimiyetinin ve ahlak anlayışındaki değişimin de önemli bir göstergesi olmuştu. Hatta Ignacia Ramonet’in ‘Medyanın Zorbalığı’nda geçen şu paragraf, dünya tarihinde ilk kez naklen savaş yayımlayan medyanın aslında nerede durduğunu çok iyi anlatıyor: “Körfez Savaşı sırasında yapılan en ünlü düzmece röportaj şuy du: Genç bir Kuveytli hemşire, iki gözü iki çeşme, Irak as kerlerinin Kuveyt kenti hastanesinin bebek bakım bölümüne barbarlar gibi daldıklarını, kuvözler içinde yatan bebekleri çıkarıp yerlere atarak ölmelerine neden olduklarını, sonra da kuvözleri alıp gittiklerini anlatıyordu. Anlatılanların hepsi yalandı: “Hemşire”, Kuveyt’in Washington büyükelçisinin kızıydı ve Amerika’da öğrenim görüyordu; kuvöz öyküsüne gelince, en ince ayrıntısına kadar Mike Deaver adında biri (bu kişi başkan Ronald Reagan’ın eski basın danışmanlarından biriydi) ve Amerikan halkla ilişkiler şirketi Hill and Knowlton tarafından uydurulmuştu, ödemeyi yapan da Kuveyt Emirliği’ydi.” Medya, her dönem insanların zihnini istediği şekilde hamur gibi yoğurmaya hazırdır. Teknolojiyle birlikte çığ gibi büyüyen gücü; Körfez Savaşı’nı canlı yayımladıktan 27 yıl sonra bugün, magazin programlarında Türk askerleri için destek mesajı atmayan ünlüleri tek tek hedef gösteren bir düzeyde kullanılır oldu. Suskun kalanlara ‘basınç’ Birkaç haber önce kimin kimle yakalandığını, hangi filmin gişesinin ne olduğunu konuşup ardından konuyu Afrin’e getiren magazin programında, “Aslında şu isim sosyal medyada çok aktif, bu konuda neden paylaşım yapmıyor, hayret birşey!?” şeklinde müzisyenler, oyuncular, sanatçılar üzerinde olumsuz bir algı yaratılıyor. Çeşitli haber kanallarında her gece yayımlanan tartışma programları da farklı konularda aynı amaca hizmet ediyor olabilir fakat bu platformlarda en azından linç girişimlerini veya insanları açıkça hedef göstermeyi bu seviyelerde yapamazsınız. Buradaki en büyük tehlike, popüler isimlerin, haklarında magazin haberi yapıyoruz kisvesi altında sosyal medya paylaşımları üzerinden ayıplanarak hedef gösterilmeleri... Önceden magazine siyaset bulaştırmayan, her türlü siyasi konuyu es geçen, keyfimize bakalımcı magazin basını, şu anki zamanın ruhuna uyarak bazı şöh ret isimlerin listesini çıkarıp insanları taşlamaya başladı. Bundan bir adım sonrasını insan gerçekten merak etmiyor. Zamanın ruhu demişken, mesela “samanı bile neden yurtdışından alıyoruz” veya “hayvan hakları yasası” gibi konularda tavır almadı diye asla hedef gösterilmeyen isimler neden konu “popüler” olunca magazinin ağına düştü? Yıllarca siyasi herhangi bir duruş belirtmemiş isimlere günümüz Türkiye’sinde paylaşımları nedeniyle artık basınç uygulanıyor. Hal böyle olunca da “bazı işlerimize zeval gelmesin çevresi”, sosyal medya hesaplarından savaş güzellemesi yapıyor ve bunu yapmayanlar duyarsızlıkla suçlanıyor. İnsanlık eşiğimiz aşınıyor Bütün bu öforik tepkilerin, savaş paylaşım coşkusunun kafatasçı, ırkçı, milliyetçi zihniyete hizmet ettiği bir gerçek, fakat iki saniyede ‘like’ basıp geçtiğimiz bu sosyal medya paylaşımlarının ardındaki daha üzücü gerçek ise şu: Sosyal medya paylaşımları ve ünlüler üzerinden başlatılan karalama kampanyası savaşa baktırırken bir yandan insanlık eşiğimizi aşındırıyor, olup biteni örtüyor. Bir görseli ‘keyfi’ olarak beğeniyoruz veya beğenmiyoruz, ‘keyfi’ olarak paylaşıyoruz veya paylaşmıyoruz ama bütün bu olup bitenin ardında masumların başına gelenleri görmüyoruz. The Rolling Stones’un bir şarkısında söylediği gibi aslında: “Savaş, çocuklar, bir kurşun uzaklıkta, sadece bir kurşun uzaklıkta..!” C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear