25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur İşbirliği iyidir Çocuk okutan herkesin bildiği bir gerçek: Okulaile ilişkileri çocuğun gelişimini ve öğrenmesini etkiler. Okulaile ortaklığı, öğretmenana baba işbirliği çocuğun eğitiminde önemlidir. Ne var ki, bu işbirliğini kurmak sanıldığı kadar kolay değildir. Genellikle gerisinde bir güç (iktidar) çatışması vardır. Okul ve öğretmen “eğitim bizden sorulur” havasındadır, aile ve ana baba “çocuğumuzu en iyi biz tanırız” iddiasındadır. Ne olursa olsun, okulaile işbirliği konusunda yapılan araştırmalar iki tarafın birlikte çalışmasının çocuklar için son derece yararlı olduğunu göstermekte. Ancak dar bir okul başarısı (testler, notlar vb.) anlayışıyla bunu kavrayamayız. Okul başarısı kavramı daha geniş bir yelpazeye yayılır: Bilişsel öğrenmeye eşlik eden toplumsal ve duygusal öğrenme, sorumlu davranış, kendini yönetme, farkındalık, ilişki ve iletişim becerisi, aktif katılım, yaratıcılık, girişimcilik bu bağlamda sayılabilir. Okul öğretmez, geliştirir Kısacası, hep vurguladığımız gibi, okul başarısı akademik başarıyla sınırlı değildir. Okulun görevi de sadece akademik beceri kazandırmak değildir. Okulun asıl görevi öğretmek değil, geliştirmektir. Okulun gelişimsel bir bakış açısına sahip olması, bunu aileye de kazandırması önemlidir. Okulaile işbirliğinin çocuğun bütün alanlardaki gelişiminde ne kadar önemli olduğunu vurgulamakta yarar var. Ancak bu ilişkinin çok boyutlu olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Burada ailenin ve okulun rolleri, beklentileri, bakış açıları, önyargıları söz konusu. Sanatta işbirliği (Kaynak MyCityWeb) Tabii yanıtlanması gereken sorular var: Ai le çocuk gelişimini ne kadar biliyor, çocuğunu ne kadar izliyor? Okul, çocuğu ve çevresini ne kadar tanıyor? Ailenin ve okulun beklentileri uyuşuyor mu yoksa çatışıyor mu? Okulaile işbirliği gerçek mi, göstermelik mi? Aralarında ortak bir dil var mı, birbirlerini anlıyorlar mı? Okulun işleyişi hakkında ortak kararlar alınabiliyor mu, güç çatışması çözülebiliyor mu?.. Bu arada, evin huzurlu, okulun güvenli bir yer olması gerektiğini söylemeye gerek bile yok. Anababa eğitimi İletişim olanaklarının bu kadar geliştiği bir çağda okul ile ailenin birbirine uzak düşmesi kabul edilemez. Eğer iki taraf da “çocuğun” (her öğrencinin arkasında bir çocuk vardır) gelişimini ve başarısını düşünüyorsa işbirliği yapmaları kaçınılmaz. Bunun yolunu da birlikte arayıp bulmaları gerekir. Çok eskiden öğretmenlerin ev ziyaretleri, ailelerin öğretmen ziyaretleri olurdu. (Okul yöneticileri gece yarısı kahvehaneleri dolaşır, hormonlarının saldırısıyla ne yapacağını şaşırmış delikanlıları toplayıp evlerine teslim ederlerdi.) Bu ziyaretler şikâyet ya da eleştiri için değil birbirini tanımak, güven geliştirmek için yapılırdı. Buna modası geçmiş bir yöntem olarak bakılmamalı, ilgili literatürde hâlâ öneriliyor. Önerilen yöntemlerden biri de, ana baba ya da aile eğitimi. Burada amaç ana babaya akıl vermek değil –itici olduğunuzda ilişki biter, ana babalık rolünü güçlendirmek, zihinlerde yeni ufuklar açmak, ana babayı evde ve okulda aktif katılımcı yapmak. Yani kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı, yakın ve sıcak bir ilişki ve işbirliği. Söz çocuğun! Unutulmaması gereken nokta şu: Okul/aile/öğrenci üçgeninde en önemli köşe çocuğunki. O zaman “çocukların sesi”ne bir kez daha kulak vermekte yarar var. Aşağıya aldığım söz 12 yaşında bir çocuğa ait, dikkatinizi çekerim: “Bazı ana babalar ya da büyük ana babalar okula gittikleri yıllarda teknolojiye ya da benzer olanaklara sahip değillerdi. Bu nedenle, haftada bir kez okula gelmeleri ve müfredattaki yeni öğretim yöntemlerini çocuklarıyla birlikte öğrenmeleri gerektiğini düşünüyorum” (Christie, 12 yaş). Okulaile işbirliği bundan daha güzel anlatılabilir mi? 21 OCAK 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar Hİlal Bebek Kötü tohumlarından bihaber insan, antikor üretemeyen kan gibidir Kötü olabilme cesareti Hiç öyle dürüst, ahlaklı, adil gibi etiketlerimize güvenmeyelim bence... Ne kadar sınandık ki daha? Kaç defa deli gibi arzuladığımız bir şeyle çelişti erdemlerimiz? Kaç kere o çok korktuğumuz her neyse onunla sınandı değerlerimiz? Kaç kere en güçlü olduk, iki seçenek arasında kaldık ya da hiç bedel ödemeyeceğimiz gizli fırsatlar yakaladık? İşin içine büyük korkular, menfaat, konfor, çıkar, güç gibi meseleler girince tüm erdemlerimizde çuvallayabiliriz. Kim bilir belki de hepimiz belli sınırlar içinde insan kalabiliriz. Belki belli bir eşiğe kadar sabırlı, belli bir eşiğe kadar adil, belli bir eşikten önce ve sonrasında ise meçhul biriyiz. Gözümüzü döndüren bir haz, aklımızı çıkaracak bir korkuyla karşılaşmadıksa; Zaferlerimiz ve ahlakımız, sınanmadık diyedir belki de daha. Malum her şeyin satılabildiği ve satın alınabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Erdemler de nasibini alıyor elbette bu tüketim kültüründen... Bütün güzel kokacak çiçeklere ve tüm iyi gözükecek erdemlere “sahip olmak” istiyoruz. ‘Erdem’ kılığında putlar İş, “olmak”tan sahip olmaya salınınca, erdemler de erdem olmaktan imaj olmaya doğru evriliyor. Erdem putları devşiriyoruz bu evrimden. Samimi gözükmek için poz verebiliyor, dürüst gözükmek için yalan söyleyebiliyoruz. Ahlaklı değil ahlakçı, dindar değil dinci, sevgi dolu değil histerik, adil değil katı ve yardımsever değil pazarlamacı oluveriyoruz. Görünerek var olma ikliminde varoluşumuz, erdemli olmaktan ziyade “erdemlere sahiplik” eksenine doğru kayma yaşıyor. Sahip olunan diğer bütün şeyler gibi erdemlerimizi de kullanılan, araç edilen ve sömürülen bir malzemeye dönüşürken buluyoruz. “Erdemlerinizi öldürün” derken Nietzsche, erdem kılığına giren putlarımızdan bahsetmiş olabilir mi acaba? Puta dönüşen her şey, temsil ettiği şeyin kendisi de dahil olmak üzere öğütmeye, imha etmeye ve savunduğu şeyden zıtlık damıtmaya muktedir oluyor. Kötülük içinde ahlaklılık Bakın çevrenize, dünyaya! Dürüst gözükmek için yapılan sahtekârlıklar, güven kazanmak için çevrilen dolaplar, temize çıkmak için kirlenmiş eller bul mamak işten bile değil. Ruhumuzun kabukları güzelleşirken damarları boşalıyor... Erdemlerimiz koşula, menfaata, kişilere göre yeniden şekil alabiliyorsa... Şartlara göre daha toleranslı, affedici ya da daha “delikanlı” hale gelebiliyorsak... O halde erdemlerimiz, yüceltilmiş bencil arzular, kutsal kılığına girmiş nefsaniyetler değil de nedir ki?.. Korkularımız var. Vebadan uzak durmak istercesine kaçıyoruz bazen gerçeklerden. Ko nuşmaktan, renk vermekten ve çaptan düşmekten ya da ötekileştirilmekten korkuyoruz. Kendimizle yüzleşmeme isteği, güzel vitrinlerde gözükme çabası ve elini balçığa değdirmek istemeyen bi rinin titizliği ile “steril kalmak” isterken sessiz kalabiliyoruz. Kimi zaman gürültülü ve histerik bir şefkat, kimi zamansa sessiz bir acımasızlığımız var. Susunca iz bırakmıyoruz. Silahı doğrultup kurşunu sıkan kişi olmadıkça ortak sayılmıyoruz sanki suçlara. Bir aşılanabilsek “kötü” olmaya! Bir aşılanabilsek bazen “kınanan” olmaya... Belki o “kötülük” içinde daha ahlaklı olabileceğiz. Nietzsche’nin dediği, “mış gibi erdemlerimizi” öldürüp gerçek olanlarına kavuşabileceğiz. Ve kutsal kitabın dediği gibi, “kınayanların kınamasından korkmayacağız”. “Kötü” olmamak için susup, “kötü” olmamak için kötü oluyoruz. Hakperest oldum sanarken fikirperest olup yollarımızı şaşırıyoruz. Birileri, elbette ki birilerine “iyi” diyecek, birilerine “kötü”. Birileri, zalim olacak birileri mazlum. Ve birileri inkârcı olacak, birileri bozguncu. Sadece iyiden ibaret değilsin Hepimizin içinde her iklimin tohumundan var. Hepimizin şeytanı, kötüsü, iyisi, meleği var... İnsanın kendi sınırlarını, kutuplarını, potansiyel uç noktalarını bilmesi önemli. Zorlanabileceği eşikleri, pes edeceği köşeleri, kıvırtacağı durumları görebilmesi önemli.. Şeytanlarının huyunu suyunu, nerede tepesine bineceğini kestirmesi önemli... Kötü parçalarını tanımayan, ona karşı panzehir üretme şansından mahrum kalır. Sadece “iyi” yönleri ile temas halinde olan ve salt ondan ibaret olduğunu hissetme arzusuyla kötü tohumlarından bihaber yaşayan insan, düşman hücrelere antikor üretemeyen kan gibidir. Zihnimiz çok usta. Bir rasyonel bulur, bir gerekçeye sarılır, bir kör noktayı yakalar. “Kötü olma hakları”, “zarar verme ehliyetleri”, “muaf olma gerekçeleri” ve “suçlu hissetmemek üzere günah keçileri” sunar bize. Dışı öyle, içi böyle, kendinden bihaber yaşamamak dileğiyle. Bazen “kötü kadın”, bazen “hain adam” olabilmek dileğiyle!.. Bir Resim Bin Kelime Murat Bergi 21 Ocak 2018 SAYI: 3 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa Uygulama İLKNUR FİLİZ Yazar İlüstrasyonları CAN GÜVEn Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear