25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 TUĞRUL ERYILMAZ (Kayıp Şehir’in danışmanı elevizyoncular genellikle modalarla hareket ediyor çünkü moda olan reyting getiriyor. Dönem dizilerinden sokağa kayma var diyorsunuz, ama bu sezon “sokak” dizilerinden çok daha fazla dönem dizisi izleyeceğiz yine. “Kayıp Şehir” darbe rejiminin izlerini sildiğini, askeri vesayet rejiminin bittiğini, ekonomik gelişmenin parlak olduğunu söyleyen Türkiye’nin 2000’li yıllarına bakıyor. Bırakın burjuvaziyi orta halli ailelerin bile hiç geçmediği, bilmediği insan ve mekânları anlatma çabasında. Üstelik bu insanları “ucube” gibi göstermiyor. Umutla çaresizliğin, aşkla kötülüğün, ötekinin ötekisinin hikâyelerini duygu sömürüsüne başvurmadan anlatıyor. Bir tür 2010’lu yılların neorealizmi. Hayatla sanal bağ kurmayan herkesin bayılacağı bir dizi. Dizilerden, filmlerden bireyler kendi algılarına göre etkilenirler. Eğer izleyici başka hayatların farkına varırsa ne mutlu bize. Dizinin senaryosunu Yıldırım Türker yönetiminde bir ekip yazıyor ve onun (haddimiz olmayarak bizlerin de) beslendiği yer gerçek hayat. Tabii mazlumların yanından bakmaya çabalayarak. 16 EYLÜL 2012 / SAYI 1382 MURAT UYURKULAK (Kayıp Şehir’in senaristi) Bir hikâyeyi farklı kılan, neyi anlattığınızdan ziyade, nasıl anlattığınız oluyor genellikle. Memlekette inşa edilmiş dramatik yapının ve hikâye birikiminin üzerine naçizane koymaya çalıştığımız şey, o sokaklarda, insanların göz hizasında durarak anlatma gayreti. Bugünün hikâyelerini anlama, o hikâyeleri teşekkül ettiren dili kullanma gayreti. Çıkış yolu göstermiyoruz, ders vermiyoruz, suiistimal etmiyoruz. Resmigayriresmi muktedirlerin karşısında ayakta kalmaya çalışan, ona çabalarken şahsiyetleri aşınan, ruhları zedelenen insanlar bizim karakterlerimiz. Klişe tabiriyle, bizden birileri. Bu gibi mesailerin neticesi Türkiye’deki dizi algısını kırar mı bilemem. Sonuçta bir denge ve algı düzlemi kurulmuş, o dengenindüzlemin üzerine de hatırı sayılır bir ekonomi inşa edilmiş. Algının nasıl ve nereye kadar kırılacağına, bir değişim olup olmayacağına, o ekonominin iplerini elinde tutanlar karar verecektir. Yine de insanlara değen parlak ve iyi hikâyeler anlatabilirseniz, bu tür kararların alındığı odalara gıyaben sızmanız mümkün olabilir. T Kayıp Şehir Yüzünü sokağa dönen diziler Kayıp Şehir, İstanbul'a göçen bir aile üzerinden arka sokakların insanlarını anlatıyor bize; travestileri, siyahları, işçileri... Şubat, fantastik bir dille “yeraltı”nın yaşamını seriyor gözler önüne. Ağır Roman Yeni Dünya, kentsel dönüşümle mücadele eden bir mahallenin hikâyesini gösteriyor. Hepsi sokaktan besleniyor. Kim bilir, her gün yanından gelip geçtiğimiz ama görmezden geldiğimiz insanların ekrandan da olsa gözlerine bakınca onları az da olsa anlamaya çalışır, kendimizle “yüzleşir”iz belki. İyi seyirler... NESRİN CAVADZADE (Ağır Roman Yeni Dünya dizisinin oyuncusu) Kara Leyla nasıl bir karakter? Tutkulu, aşk için her şeyi yapabilecek, ruhen çok kuvvetli, mücadeleci. Sevdiği adamın hapisten çıkışını beş yıl bekleyebilecek kadar sabırlı ama kafası attı mı her şeyi darma duman edebilecek kadar vahşi. Referanslardan pek hoşlanmam, ama senarist ve yapımcılarımızla rol hakkında konuşurken Carmen sık sık ağzımızdan çıktı. Leyla, Carmen'e göre çok daha sadık ama ruhun zapt edilemeyişi ve çılgınlığı çok benziyor. Ne kadar tanıyorsunuz siz bu karakteri? Onu gerçek yaşamdan ziyade romanlardan, şiirlerden, bazı 1960 yılları İtalyan yapımı filmlerden tanıyorum. Bu kadın biraz Lorca’nın şiirleri, biraz İtalyan Usulü Evlilik’teki Sophia Loren, biraz Almadovar’ın renkleri gibi... Bugüne kadar altı uzun metraj filmde çalıştım, ama hiç rolüme bu kadar acı çekerek hazırlanmadım. Leyla ile ilgili ilerleyen bölümlerde bazı sürprizler var. Bunları hakkıyla yapabilmek için üç buçuk aydır ders alıyorum, yıl boyunca alacağım. ESRA AÇIKGÖZ ONUR ÜNLÜ (Şubat’ın senaristi Diğer yapımcıların kafasından ne geçtiğini bilemem fakat biz “Onlar dönem dizisi yapıyor biz de sokağa dönelim” gibi bir şey düşünmüyoruz. Elimizde birtakım projeler oluyor, onlar içinden canımızın en çok istediğini yapmaya çalışıyoruz. Ayrıca biz, bir yapım şirketi olarak pek televizyoncu da sayılmayız. Yapmak istediklerimizi tasarlarken kendi paşa gönlümüzden başka umursadığımız bir şey yok açıkçası. Tutarsa tutuyor, tutmazsa canımız sağ oluyor… Bu projenin fikri uzun yıllar öncesine dayanıyor. Oyuncu arkadaşım Emin Gürsoy’un tasarladığı bir şeydi. Birlikte geliştirdik. Meral Okay’ın da projenin gelişim sürecinde payı olmuştu. Aradan yıllar geçti. Funda Alp senaryoyu ele aldı ve yeniden yazmaya başladı. Önceleri buna “Büyük iş, büyük iş” diyorlardı. Henüz vakti gelmemişti kanallara göre… Umarım artık doğru vakitteyizdir… Senaryo için en çok hayal gücümüzden besleniyoruz. Sonra gözlemlerimizden. Yani her zaman beslendiğimiz şeylerden. Fakat bunlarla birlikte Notredame’ın Kamburu’ndan Kinkong’a, meşhur Güzel ve Çirkin masalına kadar esinlendiğimiz hikâyeler ve filmler var tabii. Bir de elbette bizzat sokağın kendisine bakmaya çalışıyoruz… Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemem fakat Şubat tam manasıyla “ötekiler”i anlatan bir dizi değil. Elbette sokakta yaşayan gerçek insanlardan da izler var fakat karakterlerimizin tamamına yakını yüzde yüz kurmaca. Mümkün olduğu kadar masalsı bir hava içinde ilerlesin istiyoruz hikâyemiz. Projemizin fantastik tarafı, gerçek dediğimiz tarafından çok daha baskın. “Yüzleşme” meselesine gelince: Televizyon, hiç kimsenin hiçbir şeyle yüzleşmesini sağlamaz / sağlayamaz. Doğası, bunun böyle olmaması üzerine kurulmuştur. Televizyon bir eğlence aracıdır. En kanlı haberlerin bile büyük tantanayla, bağıra çağıra verilmesinin başka ne mantığı olabilir? “Yüzleşme” gerçek bir şeyin karşısında yaşanır; oysa bir şey gerçek olsa, televizyonda ne işi var? Yeraltını hemen hiç bilmiyorum. Sokağı herkes kadar bilirim. Fakat yaratmak istediğimiz evreni tamamıyla biliyorum. Çünkü o bizim kafamızın içinde. Sanıldığının aksine, sinemanın temel sorunu gerçekçilik sorunu değildir, inandırıcılık sorunudur. Biz kurduğumuz evrenin gerçekten çalıştığına seyirciyi inandırabilirsek başarmışız demektir. İnandıramazsak da diziyi yayından kaldırırlar. METİN BALEKOĞLU (Ağır Roman Yeni Dünya dizisinin yönetmeni) Türkiye’nin son yıllardaki toplumsal değişiminin yükünü büyük şehirler taşıyor. Özellikle İstanbul; sıradan bir şehir değil, binyılların yükünü taşıyor. Şairin deyişiyle “bin kocadan arda kalan bakire dul”. Sokaklarından yüzlerce yıldır yetmiş iki milletten insan geldi geçti, geçiyor. Birbirinin üzerine binen o farklı yaşantılar İstanbul’un mahallelerinde benzersiz hikâyeler oluşturuyor. Ağır Roman Yeni Dünya da İstanbul’un tarihi mahallelerinden birinde geçiyor. Balat’ın her taşında yüzyılların izi, birikimi var. Hâlâ o eski zamanların atmosferini yaşatıyor. Binalar farklı zamanlarda yapılmış, yıkılmış, yanmış, yeniden yapılmış. Musevi, Ermeni, Rum ve Türk nüfus yıllarca beraber yaşamış. Günümüzde de farklı bir çeşitlilik; birbirini izleyen göçlerin yarattığı hareketli, renkli bir insan dokusu var. Ama, evet, karanlık tarafı da var. Balat İstanbul’un bilinçaltı gibi, o yüzden hikâyemiz için çok uygun. Hikâyemiz, hem dünyanın herhangi metropolünde görebileceğimiz bir yaşam kavgasını anlatacak hem de İstanbul’un çokkültürlülüğünü. İnsanların arkasını dönüp gittiği bu yerler bir süredir müthiş ilgi çekiyor. Çünkü şehir büyüyüp metropol haline gelirken sınırlarını sadece genişletmiyor. Bazen içeriye doğru geliyor. Eski mahalleler modern yerleşimlerle yer değiştiriyor. O zamana dek bu semtlerin kahrını çekmiş cefakâr sakinleri, dönüşümün maddi yükünü taşıyamadıkları için kentin dış mahallelerine itiliyor. Bu kaçınılmaz bir değişim, ama insanları hiçe sayan bir yıkım da. Dönüşüm projeleri, mimari kadar toplumsal dokuyu da gözetmeli ama çoğu zaman azgın bir rant iştahı insanların üstünden geçip gidiyor. Ağır Roman Yeni Dünya bu değişimle başa çıkmaya çalışanları anlatıyor. Ama bunu kaybolan bir dünyanın arkasından ağlayarak değil, insanların, kendilerini ezmek isteyen bir dönüşümün karşısındaki kanlı canlı, hayat dolu mücadelelerini anlatarak yapıyor. Çıkış noktası, Metin Kaçan’ın Ağır Roman kitabı. Ama olaylar, Ağır Roman’ın kırk yıl sonrasında geçiyor. Karakterler geçmişlerini de beraberlerinde getiriyorlar, ama bugünün dünyasını araştırıp farklı kesimden insanların hikâyelerini de dinledik. “Öteki” dediklerinizi uzaklarda bir gölge gibi değil, teniyle, canıyla, duygusuyla bir varlık olarak anlatabilir, her insanın bir duruma, bir zamana, göre “öteki” olabilme potansiyeli taşıdığını hatırlatırsanız hem izlettirmeyi başarır hem de doğru iş yapmış olursunuz. Bunu hedefliyoruz. Seyirci, karakterlerimizi yabancı görmeyecek tersine aşklarını, hüzünlerini, umutlarını, hayallerini paylaşacak. İnsanları etnik kökenleri, kültürleri, inançları ya da cinsiyetleri yüzünden kalıplar içinde düşünürseniz yanılırsınız. “Öteki” dediğiniz bir kişi değildir, bir şablondur. Bizim hikâyemizde şablonlar değil insanlar; hüzünlü, neşeli ve gelgitli, maceralı, mücadeleleri var. Zenginliğin, şatafatlı hayatların izleyicinin sevdiği unsurlar olduğuna inanılır. Doğruluk payı var, ama bu inançla yapılan bir sürü havuzluköşklükscip dizisi çöp oldu. Bunlar izleyiciyi ekrana çekebilir, ama orada tutmak başka bir iş. Bizim işimiz, sıradan denilen insanların hayatlarındaki ışıkları parlatmak, renkleri yakalamak. Dizi, eğer iyi yapılmış, hikâyesini doğru anlatıyor, hikâye izleyicinin kalbine değiyor, oyuncusuyla, yönetmeniyle, ışıkçısıyla çalışanlarını heyecanlandırarak kendisine bağlıyorsa tutar. Ağır Roman Yeni Dünya da böyle bir iş. Ağır Roman Yeni Dünya Şubat C M Y B C MY B Bu dizi İstanbul gibi büyükşehirlerde bir süredir yaşanan bir yıkımı, kentsel dönüşüm projelerinin hedefindeki bir mahalleyi anlatıyor. Tanıyor musunuz bu insanları? Kentsel dönüşümün bir diğer adı rantsal dönüşüm. Eğer bu oluşumların ardında yatan niyetin “şehri güzelleştirmek” olduğunu düşünürsek fazlaca safdillik yapmış oluruz. Bu işin ardında büyük kâr odakları var ki dizimiz de tam bunu anlatıyor. Bir şehir bir tarihtir aynı zamanda. Dünyanın önde gelen metropollerine, Paris’e, Londra’ya, St. Petersburg’a tarihlerini ve şehrin ruhunu muhafaza edebildikleri için hayranlık duyuyoruz. İstanbul da dünyanın en büyülü şehirlerinden. Sadece meta olarak görülmemeli bu yüzden, onun büyüsünü korumak hepimiz için önemli olmalı. Sizin için sokağın anlamı nedir? Sokak canlılık, yaşamın aktığı yer, şehrin ruhunun özü ve meydan okuma alanıdır benim için. O yüzden “binlerce kişi sokağa döküldü” lafını çok seviyorum. Bir şeyler fazlasıyla ters gittiğinde dünyanın bütün halkları çareyi sokağa çıkmakta ve seslerini yükseltmekte bulur. Türkiye’de de geçmişte ve bugün sokak çok canlı karşı çıkmalara şahit olmuş bir alan. Bu yüzden bu şehrin sokaklarını seviyorum.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear