Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
DENİZ ÜLKÜTEKİN Olimpiyatın güldürmeyen ekonomisi Neden insanlar şehirlerine olimpiyat gelsin ister hiç düşündünüz mü? Elbette kimisi ekonomik, kimisi manevi sebeplerden. Londra 2012 başlarken bu isteklerin ne kadarının gerçekleşebildiğini araştırdık. Ekonomi ve güvenlikte iç karartıcı bir tabloyla karşılaştık. limpiyat düzenlemek hemen her şehir için bir hayal. Elbette geçerli sebepler var. Bunlardan en önemlisi, olimpiyat size küresel güç haritasında yer edinme şansı verir. Mesela 1 milyonluk nüfusu ve pek de hareketli olmayan sosyal yaşamıyla 1988 Kış Olimpiyatları’nı düzenleyen Calgary’nin edindiği marka başarısı hâlâ dillerdedir. Bu önemli bir kriter ama her zaman geçerli olduğu da söylenemez. 1996’da yaz olimpiyatlarına ev sahipliği yapmak, ABD’nin doğu kıyısı şehri Atlanta için büyük bir fırsat olarak görülüyordu. Ancak organizasyon o kadar başarısızdı ki, ne beklenen turistler Atlanta’yı doldurdu ne de bahsedilen büyük ekonomik canlılık yaşandı. Olimpiyatın değiştirdiği şehirler başlığında konuşacaksak Barcelona’dan bahsetmeliyiz. Şimdilerde Mexico City’de görebileceğiniz gecekonduların hâkim olduğu bu Akdeniz şehrini Avrupa’nın en cazibelilerinden biri haline getirmek 1992 Barcelona Olimpiyatları sayesinde olmuştu. Ancak bu olimpiyatla birlikte kent belediyelerinin asli görevleri olan kentsel dönüşümü büyük ekonomik gelir beklenen organizasyonlara endeksleme dönemine girmiş oluyorduk. “Olimpiyatı alalım da belediye yol yapsın.” Sırf olimpiyat değil, dünya çapında ilgi çeken spor organizasyonları, festival ya da fuarlar yapıldıkları şehri, çevrelerini ve ülkeyi büyük bir heyecana sürükler. Oldukça doğal, insanlar izleyeceklerinden heyecanlanır, kimileri işleri açılacağı için sevinir kimileri de şehriyle gurur duyar. Tüm bu açılardan Londra’ya baktığımızda ne görüyoruz. Elbette muazzam spor rekabetleri, buna şüphe yok. Ancak işin arka planına bir göz attığımızda yine muazzam bir bütçe açığıyla karşılaşıyoruz. 2005’te oylama bitip, meşalenin yedi yıl sonra Londra’ya gideceği açıklandığında, adaylık komitesinin raporunda, toplam maliyetin O 2.4 milyar pound olacağı ve organizasyondan kentiçi bütün sektörlerin faydalanacağı yazıyordu. Ancak bu rakam iki yıl içinde 9.3 milyar pound’a fırladı. Ulusal Denetleme Ofisi, kamu sektörü harcamalarının üç katına çıktığını buna karşın özel sektör katkısının yüzde iki azaldığını raporluyordu. Bütçenin Londra’nın başını ağrıtacağı o günden belli olmuştu. Ancak kimse de böylesini beklemiyordu. Oyunlardan üç ay önce Kamu Harcamaları Komitesi, toplam harcamaların 11 milyar pound civarında olduğunu açıkladı. Ancak Sky Sports kanalının toplu taşımaya yapılan ekstra iyileştirme harcamalarını da katarak yaptığı bir araştırma gerçek harcamanın 24 milyar poundu aştığını söylüyordu. Elbette Amsterdam 1928’in 1.183 miyon dolarıyla karşılaştırılamaz. Üstelik dönemin Amsterdam Belediyesi o kadar hesaplı davranmış ki oyunlar sonunda sadece 18 bin dolarlık bir kayıp yaşamışlar. Aslında ekonomik canlılıktansa bu işten en az zararla çıkmak belediyelerin başlıca hedefiymiş. Londra ikinci kez olimpiyatlara ev sahipliği yaptığı 1948’de 29 bin pound kâr etmeyi bile başarmış. Yapılan toplam harcamaysa 742 bin pound olarak açıklanmış. 1972’de Filistin Kurtuluş Ordusu’nun kana buladığı Münih’teyse artık çok başka rakamlar konuşuluyordu. Almanlara çıkan toplam fatura 611 bin dolarla bir önceki Mexico City’nin dört katıydı ve artık gider kalemlerini önemli bir açık daha bekliyordu; güvenlik önlemleri! Seul 1988’de 4 milyon dolara yakın harcamasıyla fazlaca dikkat çekmişti. Dört yıl sonraysa Barcelona sırf olimpik tesisler için 1.4 milyar dolar harcamıştı. Ancak yerel belediye organizasyonla bağlantılı, demiryolu, otoyol, kentsel dönüşüm ve telekomünikasyon gibi projeler için 5 milyon doları daha kasasından çıkardı. Böylece Katalanların olimpiyat için yaptığı harcama 7 milyar doları buluyordu. Barcelona 1992 Atlanta 1996’da olimpiyatı düzenlerken bütçeyi fazlaca aşmıştı ama bu pek onların suçu değildi. Atlanta seçildiği sırada demirperde henüz yıkılmamış, Balkanlardaki karışıklık da sonlanmamıştı. Olaylar sona erdiğinde olimpiyata katılan ülke sayısı baştakinden çok fazlaydı artık. Sydney 2000 ve Atina 2004 arasındaki farkları söylemek biraz zor, çünkü Avro’nun piyasalara girmesi iki organizasyon arasında karşılaştırma yapmayı zorlaştırıyor. Öte yandan şunu söyleyebiliriz: Atina'da güvenlik için Sydney’in üç katı kadar harcanmış. Üstelik Yunanistan bütçelerle ilgili resmi rakamları açıklamaya pek yanaşmamış. Açıklasa da onlara inanmak zor olabilir. Sonuçta inşaatı oyunların açılış gösterisi sırasında tamamlanan stat çatısını hatırlayanlar çoktur. Bağımsız bir çalışmaysa yaklaşık 15 milyon Avro’yu bulan tesis inşaatını kamu harcamalarından kesinti yaparak telafi etmeye yanaşmayan zamanın sosyalist hükümetinin ülkenin bugün içinde bulunduğu ekonomik krizde birinci faktör olduğunu söylüyor. POLİS ŞEHRİ LONDRA Atlanta 1996 Bu rakamlara karşılık size olimpiyatın geri dönüşünün hemen değil birkaç yıllık bir ivmesi olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Size artarak gelecek turistlerden, yeni spor tesislerinin yarattığı iş kollarından, sponsorlardan, televizyon gelirlerinden, uluslarası saygınlıktan bahsedebilirler. Bunlara inanmadan önce bir dakika durun. Eğer olimpiyatların uzun vadeli bir geri dönüşü varsa, neden şu an Yunanistan’da yaşanan ekonomik kriz sırasında kimse birkaç yıl önce düzenlenen olimpiyatın yarattığı artı ivmelerden bahsetmiyor? Saf ekonomistlerle, işadamları ve politikacıların en çok ayrıştığı nokta bu. Ticari bir ivmenin, örneğin olimpiyatın Sydney 2000 ilerleyen yıllarda ekonomide yaratacağı pozitif değerler geçerliliğine inanmak ya da inanmamak. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi olimpiyatın getireceği faydaları düşünerek taşın altına elini koyanlar için ekonomik rakamlar rahatsız edici detaylar gibi görünebilir. Ancak okuduğumuz rakamlar olimpiyatın pek kimselere saadet getirmediğini gösteriyor. Peki tüm bunlara karşın insanlar neden evlerinin önüne olimpiyat gelsin ister? Kimisi bu belli belirsiz ekonomik faydalarını düşünerek, kimisi de sırf o heyecanı, birlikteliği ve bir aya yakın sürecek sportif coşkuyu yaşamak için. Ancak 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nda yaşanacak hisler coşkudan daha çok telaş ve gerginlik olacak gibi. Olimpiyatlar öncesi neredeyse sporculardan daha çok çalışan ve hemen tüm ağır silahlarla tatbikat yapan Britanya Ordusu şehirin birçok yerini güdümlü füzeler, savaş jetleri, saldırı gemileri ve alevli silahlarla döşedi. Bu da tabii Londralıları fazlasıyla rahatsız ediyor. Üstelik “sonicgun” gibi yeni kalabalık kontrol ekipmanları da Londra’da hazır olacak. Çok yüksek sesli bir hoparlör olan bu silah protestocuların seslerini duyulmaz hale getirmek ya da onları geri püskürtmek için kullanılabiliyor. Savunma yetkilileri bunun daha çok hoparlör yönüyle Times Nehri'ndeki güvenlik iletişimi için kullanılacağını söylüyor. Ancak aynı yetkililer, oyunlardan kısa süre öncesine kadar Olimpiyat Köyü çevresindeki binaların üzerine füze yerleştirme hazırlığındaydılar. Son olarak çevreciler de 1984’te Merkez Hindistan’da binlerce kişinin endüstri santralından yayılan gazla öldüğü faciada ihmali bulunan Dow Chemical’ın 2012’nin sponsoru olmasını eleştiriyor. Böyle bir ortamda spor coşkusu yaşamak isteyene 2012 olimpiyatları hayırlı olsun... denizulk@gmail.com ADNAN BİNYAZAR Kirlenen adalet binyazar@gmail.com cumdergi@cumhuriyet.com.tr twitter.com/cumdergi C M Y B C MY B ir iktidar, toplumda kin yaratmanın değil, kinin kökünü kurutmanın sorumluluğunu taşımalıdır. Bu da ancak adalet terazisinin ibresi yerinden oynatılmazsa gerçekleşir. Bir ülkede katiller elini kolunu sallayarak geziyor; bilim adamları, dünyada barışın simgesi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün komutanları, yazarlar, sanatçılar, gazeteciler, özgürlük yolunda düşüncelerini meydanlara taşıyan sendikacılar, “her biri cihan parçası” gençler hapislerde çürütülüyorsa, o ülkede adalet kirlenmiş demektir, bu kirliliği arındırmak yılları alır. Üç kişinin katili bir gecede düzenlenip hemen onaylanan bir yasayla tahliye ediliyor, o kişi, ertesi gün, katlini meşru kılarcasına, “O günün şartlarında öyle gerekiyordu, öyle bir mücadele verdim,” diyebiliyor... Sözlerine şunu da ekliyor: “Sayın Erdoğan’dan böyle bir beklentimiz vardı. Sözünde durdu, sağ olsun. Kendisine buradan teşekkürlerimi iletiyorum.” Hukuk devletinde böyle bir teşekkür, Başbakan durumundaki bir kişiye en büyük hakarettir. Suçlular özgürlüklerine kavuşturulurken, ülkeyi aydınlığa erdirmeyi kutsal görev sayanların başının üstünde çağ sapkını Demokles’lerin sivri uçlu kılıçları sallandırılıyor. Din perdesi altında her gün bir adım daha B bilgisizliğin batağına sürüklenen halkın bu boşluğundan yararlanılarak, en başta bilgi devrimcisi Atatürk, ülkeyi geliştirme yolunda savaşım verenlere karşı halkın arasına kin tohumları serpiliyor. Öyle bir duygudur ki kin, Macbeth’in deyimiyle “kafanın içini binlerce akrep doldurur”; onu intikam duygusuyla katil olmaya sürükleyen karısı Lady Macbeth’e de, “Çocuk büyüttüm; insanın meme verdiği yavruya sevgisi ne kadar sevecenlikle doludur biliyorum. Ama sizin bu iş için içtiğiniz ant gibi bir ant içmiş olsaydım, daha dişleri çıkmamış ağzından mememin başını çeker de onun beynini dağıtırdım!” dedirtir. Kin duygusuyla, Kurtuluş Savaşı kazanarak laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar karalanıyor. Terör aldı başını gidiyor. Hiç uğruna insanlar ölüyor. Tören düzenlenip boş nutuklar atıldıktan sonra şehidin de onun ardında bıraktıklarının da adını bile anan olmuyor. Batıdan doğuya halk açlıktan kırılıyor. Sağlık sorunları cadı kazanına döndü. Cana kıymalar, tecavüzler aldı başını gidiyor. Her gün günışığına daha gözünü açmadan yüzlerce bebek can veriyor... Öte yandan, doğurgan bir mal gibi algılanan kadına “Üçle yetinme, beş doğur!” diye buyruklar yağdırılıyor. Doğursun da, nasıl bir dünyaya?.. Shakespeare, Macbeth’indeki İskoçya soylusu Rosse, karmaşalarla yaşanmaz hale gelen kin ortamını şu sözlerle dile getiriyor: “Ah, zavallı ülkem! Kendini tanımaktan adeta korkuyor. Ona anamız değil ancak mezarımız denir: Orada her şeyden habersiz olanlardan başka gülümseyen yok; ahlar, iniltiler, göğü yırtan ağlayışlar sürüp gidiyor, duyan yok! Fark edilmiyor bile. Büyük üzüntüler günlük kaygılar olmuş; ölüm çanı çalarken kime diye soran pek olmuyor; iyi insanların ömrü başlarındaki çiçeklerden önce geçiyor, çiçekler solmadan onlar göçüp gidiyor.” Sözün özü; Tanrı duygusunu içinin sesi eyleyen Yunus gibi bir ozan, yedi yüzyıldır “Düşmanımız kindir bizim” desin, ardından Mustafa Kemal, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini dünya barış tarihine altın harflerle yazdırsın; günümüzde biri çıksın, iktidarını bütün dinlerin yasakladığı kin üzerine kursun!.. Güzel halkım, tarih boyunca ne acılara katlandın; gel, biz yine de Çankırılı Kadrî’nin sözünü tutalım: Kıl bu sözlerimi guşuna perçin (guş: kulak) Sakın bir kimseye hiç eyleme kin... İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74 / 75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın