23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 ARALIK 2012 / SAYI 1395 9 İstanbul’da kadın olmak, binbir türlü farklılığı içinde barındıran bir durum. Ancak belli ekonomik ya da sosyal şartlar bir araya gelince, çok özel sanılan ya da başıma nasıl geldi denilecek durumlardan bile benzer yaşam hikâyeleri çıkabiliyor. İşte Mavi Kalem Derneği’ne gelen Balat ve Fatihli kadınlar da bu dertlerine, hem profesyonel çözüm arama hem de orada dertleşme şansı buluyor. Bir toplantılarında bizi de aralarına kabul ettiler ve ne hikâyeler anlattılar. Bu yazıda okuyacaklarınız onların hayatından sadece küçük bir kesit. Fotoğraflar: UĞUR DEMİR Psk. Dilara Baycılı: Mavi Kalem Derneği’nde kadınlarla bugüne kadar yaptığımız çalışmalar bize bölgenin psikolojik danışmanlığa ihtiyacı olduğunu göstermişti. Proje boyunca 480 kadına danışmanlık verildi. Görüşmelerde kadınların farkındalıklarının arttığı, sorunları ile baş etme yöntemleri geliştirdikleri gözlemlenmiştir. Psk. Özge Tuğçe Güdül (sağdan 2): Kadınlar için Psikolojik Danışmanlık Projesi yaklaşık 10 aydır sürüyor. FenerBalat Bölgesi’ndeki kadınlar zamanlarının çoğunu evleri, çocukları ve eşleri için harcayan ve kendilerini geri planda tutan kadınlardır. Toplantılarda İletişim, Çatışma Yönetimi, Stresle Başa Çıkma, Kendine Güven, Kadın Cinsel Sağlığı, Menopoz ve Kadın Psikolojisi gibi konuları konuştuk. Psk. Duygu Bilgin (sağdan 3): Psikolojik danışmanlık projesinde FenerBalat bölgesindeki kadınlara psikolojik destek vermeye çalıştık. Bu projenin kadınlar üzerindeki olumlu etkilerini de gördük. En başta farkındalıkları arttı ve kendilerini daha iyi hissetmeye başladılar. Psk. Karel Bensusan (sağdan1): Mavi Kalem Derneği’nin Fener Kadın Danışma Noktası’nda yürüttüğümüz Hollanda Konsolosluğu MATRA Programı destekli Psikolojik Danışmanlık Projesi çok yönlü bir çalışma. Bir yandan, bireysel danışmanlık hizmeti verirken, paralel olarak grup toplantıları ve sosyal aktiviteler gerçekleştiriyoruz. Psikolojik desteğe paralel kadınların istedikleri herhangi bir konuda danışacakları bir yer olması ve sosyal aktivitelerle şehrin farklı yerlerinde sosyalleşmenin gerçekleşmesi, projeyi sadece danışmanın odasında gerçekleşen bir çalışma olmaktan da çıkarıyor, farklı boyutlar katıyor. G beklemiş. Bir saat sonra bakıyorum, bambaşka biri gelmiş. ‘Oğlum nedir bu halin?’ diyorum, ‘Anne işte bazen damarım tutuyor’ diyor.” Tüm bu yaşananların sonunda her zaman ayakta durmak mümkün değil tabii, hem Duru Yaman hem de Selma İstamoğlu intihar girişiminde bulunmuş. Yaman eşiyle yaptığı kavganın ardından kendini camdan atmaya çalışmış, sinirden yüz felci geçirmiş. Selma hanımınkiyse üzücü bir hikâye. “Eşimle odun taşıyorduk, koca bir kalas yüzüme geldi. Korkunç bir surat oldu. ‘Ne yaptın bana’ diye bağırdım. Hemen köprünün başına gittim. Çıktım köprüye, intihar edenler nasıl yapıyor, diye düşünüyorum. Baktım bir çift geliyor. ‘Gitsenize intihar edeceğim’ diye düşünürken, yanıma gelip ‘Sakın öyle bir şey düşünme’ dediler. Kadın meğer psikologmuş. Konuştu ama takmadım, tam ayağımı kaldırcam, ikisi tuttu beni o arada yüzümü çevirdim kadın suratımı görünce bir çığlık attı. Sonra çantasından bir ilaç çıkardı, bunu her gün sür, geçer dedi. Ağlaya ağlaya döndüm eve. Gerçekten de iyi geldi. Bir şeyim kalmadı.” Balat çevresinde kadınların yaşamı üç aşağı beş yukarı böyle. Elbette genelleme yapmak pek doğru değil ama ortak dertler, benzer hayatlar da sanki biraz buna işaret ediyor. Bir ortak payda da insana her şeye rağmen hissi yaşatan cinsten. Bu sohbetin fazlaca dramatik bir şekilde geçtiğini düşünebilirsiniz, haklı olarak. Oysa hiç de öyle olmadı. Kadınların dernekte öğrendikleri mi, alışkanlıkları mı ya da dirayetleri mi bilinmez, dertlerini paylaşırken çoğu zaman güldüler. Hüzünlü havayı dağıttılar. Ancak iki yıl boyunca kadınları bir araya getiren bu projenin geleceği belirsiz, ilerleyen günlerde devam etmesi yeni fon bulunmasına bağlı... G denizulk@gmail.com Buralarda hayata tutunmak daha bir zor alat ve Fatih civarında oturan kadınların ulaşabildikleri bir dernek, Mavi Kalem. Burada her hafta kadınlara yönelik bireysel ve grup danışmanlığı hizmeti veriliyor. Bu günlerin birinde biz de derneğe misafir olduk. Gelin onlarla tanışalım... Selma İstamoğlu Fatih’te yaşıyor, eşi çalışmıyor ve ailenin geçimini tek başına, merdiven silerek sağlıyor. Panik atak hastası. Oğluyla yaşadığı sorunlar hastalığını tetikliyor. Bu sorunlar ne mi? “Bizim çevrede uyuşturucuyla iç içe olan çok genç var. Oğlum da neredeyse hapse düşecekti.” Duru Yaman da oğlundan dertli, eşinden boşanmak için dava açmış ve aile içinde yaşananlar 13 yaşındaki oğlunu fazlasıyla etkilemiş. “Bana vuruyor, kardeşine vuruyor, DENİZ küfür ediyor, çok ÜLKÜTEKİN çekiyorum” diye anlatıyor yaşadıklarını. Eşinden ayrılmak istemesinin sebebine gelince; aldatma. Ancak bu sıradan bir aldatma olayına benzemiyor. Yaman’ı kardeşinin eşiyle aldatmış kocası, yani yengesiyle. Üstelik onun ve kardeşinin çocukları da bu olaya şahit olmuş. 13 yaşındaki oğlu da gördüklerinden sonra babasına tepki gösteremediği için Yaman ve kardeşleri üzerinde şiddet uygulamaya başlamış. Emel Kaçan da benzer bir aldatma olayından mustarip. Aslında onun derneğe gelmesi bile ayrı bir hikâye. “Eşimden izinsiz komşuya bile gidemem” diyor. Ona böylesi baskı uygulayan kocası, yedi yıl boyunca başka bir kadınla ilişki yaşamış üstelik. Ta ki şeker hastası olup, birlikte yaşadığı kadın onu terk edene kadar... Kocalar ayrı, çocuklar ayrı bir dert kadınlar için. Yeniden Kaçan’ı dinleyelim: “Küçük kızım gezmeyi çok sever, babası da kızıyor, o da inatla çıkıyor. Ama artık psikolojisi bozuldu. Kaç defa psikoloğa götürdüm, ama doktorun verdiği hapları bile içmiyor.” Kaçan noktayı koyar koymaz, Selma İstamoğlu alıyor lafı, “Büyük oğlum” diye başlıyor derin bir nefes alıp, “Bir keresinde arkadaşlarıyla çıktığında babası çaydanlığı sobanın üzerinden alıp üzerine fırlattı.” Büyük oğlunun yaşadığı tek şiddet olayı değil bu, B “Çok dayak yedi, çırılçıplak soyup hortumla döverdi, ancak diğer ikisini dövdürtmedim.” Aile içinde yaşananlar kötü elbette ama bir de çevre etkisi var. Fatih ve Balat çevresini daha muhafazakâr yerler olarak biliriz ama Mukaddes Peker aslında pek de öyle olmadığını söylüyor, “Fatih’te kitle, sokaktan sokağa çok değişiyor. Balat’a gelince insanların ekonomik özgürlüğü yok, tek göz odada oturan birçok aile var. Annebabayla iletişim kopuksa, çocuk da sokağa gidiyor.” Selma Hanım çocuğunun nasıl bir belaya bulaştığını kendi gözleriyle görmüş. “Oğlum dışardaydı. Küçük bir çocuk yanına geldi. Ben de camdan bakıyorum. ‘Bu çocukla ne işi var’ dedim kendi kendime. Sonra ikisi birden apartmana girdi. Beş Mavi Kalem ekibi dakika sonra öbür çocuk çıktı gitti. Benimki de ortada yok. Beni de aldı bir vesvese. Eşime anlattım. Akşam odunluğa indik aradık. Bulamadık, eşim ikinci gün tekrar indi, sonra çıktı, ‘Çabuk perdeleri kapat’ dedi. Akın’ı çağırdı. Yumruğunu masaya vurdu, dedim ki herhalde çocuğu öldürecek. ‘Diğerlerini al terasa çık’ dedi. Ölürüm de gitmem dedim. Bir çuval eroin, bir tomar da para var. Eşim ‘Çabuk kimden aldıysan bunu çağır gelsin’ dedi. İki çocuk geldi, Akın ‘Alın bunları, babam beni öldürecek’ dedi. ‘Siz yandınız’ dediler. Çocuğu on gün sokağa salmadık. Evden de çıktık izimizi kaybettirdik. Şimdi askerden dönecek, inanın korkuyorum.” Benzer olay Duru Yaman’ın oğlu Kemal’in de başına gelmiş. Okuldan dönerken bir arabadan çıkan adam şu sarı paketi karşıdaki amcaya verir misin, demiş. Ceketinin içinden de silah dayamış. Mecburen paketi vermiş. Adam da karşılığında cep telefonu hediye etmiş. Kemal de “arkadaşımla değiş tokuş yaptık” demiş, ama sonradan itiraf etmiş. Yaman’ın büyük oğlunun ruh halini tarif edişi aslında çocukların yaşadığı travmayı oldukça iyi özetliyor. “Eşimden bile bu kadar dayak yemedim, kardeşim görüyor bazen her yerim mosmor olmuş. Ama anne yüreği yine, zaten babasına da gitmek istemiyor. Bazen de o kadar iyi oluyor ki, geçen gün hastaydım bütün gece uyumamış başımda PROFİTEROL Tatlı toplar acı anlar stanbullu Luka Zigoris’in mirası İnci pastanesi tarihe karıştı. Top top tatlı profiterolü ile ün yapan pastanenin hoyratça boşaltılışı acı bir an olarak hafızalara kazındı. Aslında tarihe karışan İstanbul’un çoktandır yok olduğunu idrak edemediğimiz geçmişiydi, insanıydı. İstanbul’u var eden çokkültürlü geçmişin yok oluşu yeni değil. İstanbul’dan gitmek zorunda kalan nice Zigoris var. Luka Zigoris gibi kenti şekillendirmiş tarihi mekânların yaratıcıları artık aramızda yok. Onlardan hatıra kalan mekânların pek azı yaşayabiliyor, çoğu niteliklerini kaybediyor. Hızla değişen, dönüşen kentte kurumsallaşmış eski mekânları yaşatmak mümkün olamıyor. Patronu Luka’nın ölümünden sonra 1960 yılında pastaneyi devralan Musa Ateş 12 yaşından beri ustasının yanında çalışıyordu. İnci pastanesi varoluşunu “profiterol”e borçlu. Önceleri atölyesinde diğer pastanelere profiterol yapan Zigoris, tatlıya olan talebi görünce eskiden Atatürk’ün gömlekçisi olarak bilinen dükkânı kiralayarak 1944 yılında kendi işini kurmuş. Burada bir noktaya parmak basmak gerekiyor. İnci pastanesi iddia edildiği gibi asla profiterol tatlısının mucidi değildi, Fransız kökenli tatlıyı İstanbul’da ilk sunan yerlerden biriydi. Ancak yaptığı tatlının da İ özgün profiterol ile pek alakası yoktu, hatta gastronomik açıdan bakılırsa kötü bir taklidi gibiydi. Ancak gene de kendine göre meraklı bir müşteri kitlesi vardı ve bir anlamda İnci pastanesi usulü farklı bir profiterolün yaratıcısı gibi olmuştu. Profiterol, bize Batılılaşma ile giren lezzetlerden. Fransız mutfağının etkisiyle klasik şuruplu veya AYLİN sütlü tatlıların yerine ÖNEY TAN yapılabilecek tatlıların yaygınlaştığını, özellikle ev hanımlarına yönelik tatlıpasta kitaplarında boy gösterdiğini görüyoruz. 1928’de açılan Kız Enstitüleri asri Cumhuriyet’e yaraşır modern ev hanımları yetiştirmeyi amaçlıyordu. Kadınlar artık biçki, dikiş, şapka yapma, genel kültür ve adabı muaşeret dersleri yanı sıra pastacılık kursları da alıyordu. Beyoğlu pastanelerinin iftiharı alafranga modern lezzetler evlerde de yapılabilecekti. Bu derslerin tedrisatında profiterolün temel hamuru olan Fransız “Pâtes a Choux” da yer alıyordu. “Şu” olarak okunan “Choux” kelimesi Fransızca lahana anlamına geliyor. Lahana gibi yuvarlak ve kabarık, puf gibi kabaran hamura bu isim yakıştırılmış. Choux hamuru Türkçeye geçerken kelime olarak bir dizi yanlış anlamaya sebep olarak etimolojik açıdan zincirleme kazaya uğramış. Besbelli kimsenin dili lahana hamuru demeye varmamış, “Choux” hamuru, Türkçe okunduğu gibi “Şu hamuru” olarak yazılmış. Kitaplar böyle basılmış, el yazısıyla intizamlı tutulan defterlere bu şekilde not alınmış. Pek anlam ifade etmeyen “Şu” zamanla bazı kayıtlarda “Su” hamuru olarak Bu tarifte profiterollerin içine “crème Anglaise” olarak bilinen pastacı kreması da yapabilir, hatta işin kolayına kaçarak hazır poşette satılan dolgu kreması da kullanabilirsiniz. Bitter acı geliyorsa sütlü çikolata da bu tarife uygun olabilir. Hamuru: 250 ml su, 125 gr. tereyağı, 125 gr. un, 2 çorba kaşığı şeker, 4 yumurta, bir tutam tuz. Kreması: 300 ml. süt kreması, 75 gr. pudra şeker, 1 paket vanilya Sosu: 200 gr bitter çikolata, ½ çay fincanı su, ½ çay fincanı krema Su, yağ, şeker ve tuzu birlikte kaynatın. Unu bir seferde ilave edin. Hızla karıştırın. Hamur pürtüksüz hale gelince ateşten alın. Biraz ılınınca hızla karıştırarak teker teker yumurtaları ekleyin. Fırın tepsisine yağlı kâğıt yayın, hamuru sıkma şırıngasıyla sıkarak veya tatlı kaşığıyla aralıklı olarak top top tepsiye dizin. Önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında 3035 dakika kadar, nar gibi kızarıp kabarıncaya dek pişirin. Buzdolabında soğuttuğunuz kremayı pudra şekeri ve vanilya ile iyice çırpın. Soğuyan hamur toplarını bir kenarından hafifçe kesin. Sıkma şırıngası ile içine kremayı sıkın. Çikolatayı ufak parçalara bölerek ateşe dayanıklı bir kap içine koyun, suyu da ekleyerek ufak bir kapta kaynatacağınız suyun üstüne oturtun. Çikolatayı kaynar kaynar su buğusuna tutarak eritin. Karıştırıp pürüzsüz hale getirin, kremayı ekleyin ve tekrar karıştırın. Bekletmeden üzerine ılık çikolata sosunu dökerek servis yapın. G geçmeye başlamış. İşte bu yeni kelime profiterol hamurunun yapımına anlam olarak tam oturmuş. Zira yapımı çok kolay olan hamur öncelikle su kaynatılarak yapılıyor. Tereyağı ve su kaynatılıyor, un içine boca edilip karıştırılıyor, sonra hamura teker teker yumurtalar yediriliyor. Kaşık kaşık top gibi fırın tepsisine dizip pişirilince, Brüksel lahanası gibi pofuduk hamurlar hop diye hazır oluyor. Birisinin tarifi okuyup yakıştırması mıdır, dizgide harflerin karışması mıdır, bir şekilde “şu hamuru” olmuş “su hamuru”. Lahanadan su hamuruna uzanan değişimi ilk keşfettiğimde epey eğlenmiştim ama daha da eğlencelisini Artun Ünsal not etmiş. Gene kayıtlarda geçen İstifade Tatlısı veya İstifadeli Tatlı vardır. Ünsal, “Benim Lokantalarım” kitabında bunun Fransızca kâr etmek anlamına gelen “profit” kelimesinden yola çıkarak yakıştırıldığını söylüyor. Aynı zamanda küçük hediye, bahşiş anlamına gelen “profit” sözcüğü bir anlamda tatlı bir rüşvet gibi olan çikolatalı lezzete adını vermiş, bundan istifade eden bizim uydurukçular profiterolü istifade tatlısı olarak tercüme edivermişler. G aylinoneytan@yahoo.com C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear