23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 ARALIK 2012 / SAYI 1395 5 Şebnem Dönmez uzun bir aradan sonra Kuzey Güney'deki Melda rolüyle ekranlarda. Dönmez, bir görünüp bir kaybolmasını “Görünürlüğü sürekli kılma zorunluluğunu istemiyorum. Ürettiğimden zevk almam gerekli” diye açıklıyor. Fırsat buldukça yeni yerler tanıyor çünkü yollarda olmayı seviyor. Bu gidiş halinin insanı zinde tuttuğunu düşünüyor. Elbette bir kırıklık da var onda. Bizimkisi kontrollü özgürlük, normal olmaya çalışıyoruz. Şimdi aklımda hep o var, onu beyazperdeye taşımak istiyorum. “Normal olmaya çalışmak” dediniz? İstediğimizi yapabilmek ve özgür olmak için vazgeçmeyi bilmek gerekli, vazgeçmek ise kolay değil. Çünkü hep pozisyonumuzu koruyoruz, maddi manevi standartları korumanın derdindeyiz. İşte asıl sistemin kullandığı kontrol yöntemi de bu. Zaten geçmiş ve gelecek benim için ölü, şimdi yaşıyor. Şimdiyi yaşayabilen insanlar azdır, çünkü hep hedef koyarak ve planlanarak yaşatıldık, bize böyle öğretildi. Bunu kırmayı denemek yeni hayatın kapılarını bize açabilir. G Bizimkisi “kontrollü özgürlük” ALİ DENİZ USLU Bir görünür oluyorsunuz bir gidiyorsunuz. Bazen uzun oluyor gidişleriniz, şimdi yeniden Kuzey Güney’le ekranlardasınız. Sıkılıyor musunuz? Tavır olsun diye değil ama duramıyorum, hareket halindeyim. Ayrıca her sezon görünür olmak istemiyorum. Görünürlüğü sürekli kılma zorunluluğunu istemiyorum. Ürettiğinden zevk almak gerekli. Bir de başkalarının benim hakkımda ne düşündükleriyle ilgili kafa yormayı bıraktım. Fırsat buldukça farklı ülkelerde yaşıyorsunuz, soluk almak için mi yapıyorsunuz bu kaçışları? Gittiğim yerin ruhuna göre yaşamayı seviyorum, “oralı” olmak hoşuma gidiyor. Peru’da bir ay kaldım başka biri oldum, sonra Londra’da yalnızca sanat tüketerek yaşadığım bir dört ay oldu. Yeni yerler tanımak özgürleştiriyor. Farklı insanlar tanımak, tanışmak bu tazelenme hissi beni mutlu ediyor. Bu arada ben durmayı da iyi bilirim. Yol yalnızca gitmekte de değil çünkü. Ama bu gidiş hali insanı zinde tutuyor. Kuzey Güney’e katıldınız, çok izlenen ve oturmuş bir projeye sonradan katılmak biraz riskli gibi. Nasıl gelişti olaylar? Kuzey Güney’deki Melda rolü sezon başında planlanmıştı. Dizinin kendimi teslim edebileceğim iyi bir hikâyesi ve iyi bir ekibi var. Melda da iyi ve güçlü bir iş kadını. Hayatı işi, hep meşgul. Bir yandan da gizemli, ne istediği tam belli değil. O da ilerki bölümlerde ipuçlarını vermeye başlayacak. Sunuculuk, tiyatro, dizi, film... Hepsini denediniz, hangisi daha çok kaldı sizde? Oyunculuğu seviyorum, o benim işim, hayatımın büyük kısmı ama üstüne büyük laflar edeceğim bir şey de değil. Artık yazıyorum, sanırım olgunlaşmak yazmakla geldi. Bu arada kendimi bildim bileli yazı yazıyordum zaten o da ayrı. Sonunda bir yazı atölyesine katıldım ve harika insanlarla tanıştım. Bir de kısa film çektim. Nedir hikâyesi? “Adem’in Elması” ismi. Şu an montajı yapılıyor. Bu süreçte istediğimin bu olduğunu da anladım. Film bir kimlik hikâyesi; hayatı boyunca cinsel kimliğini saklayan bir adamın bir gün büyük bir kırılma yaşayarak değişimini anlatmayı deniyorum. Yıllardır bu işi yapıyorum “artık zamanı geldi” demek değil bu ama yönetmenlik beni çekiyor. Bir filmi yönetmek, tüm ekibi kendi hayaline ortak etmek fikri beni çok heyecanlandırıyor. Kısa filmden sinemaya gider mi bu yol? Neden olmasın? Bir hikâyem de var. Hisar’da yaşadığım dönemde sahilde çok yürürdüm ve gözlemlerdim. Banklarda evsizler vardı hep, bir tanesi ayrıydı. Sırtında evini taşıyan adam Hasan, bir düzine köpeğiyle birlikte seferi gibiydi. Tanıştım onunla; sistemin, toplumun dışındaydı. İnsanlardan kaçıyordu, başı belaya da girmişti büyük ihtimalle zamanında ama senden, benden, bizden, hepimizden özgürdü, çünkü sistemin dışındaydı. Fotoğraf: UĞUR DEMİR ZÜLAL KALKANDELEN Sol ve kafa karışıklığı ısa bir süre önce siyaset dünyamızda bir gelişme yaşandı. Eşitlik ve Demokrasi Partisi ve Yeşiller Partisi bir kongre ile birleşerek Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi adını aldı. Bunun ardından partinin kurucuları, art arda röportajlar vererek görüşlerini açıkladı. Murat Belge, Akşam gazetesinde yayımlanan röportajında iktisat profesörü İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol da sağdır” diye özetlenen çizgisine yakın olduğunu anlattı. Küçükömer, siyasi yelpazeye ilişkin tezlerini 1969’da yayımlanan “Düzenin Yabancılaşması” adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatmıştı. Ben de geçen yılın sonunda Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan kitabım İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri”nde “İ Küçükömer’in görüşlerinin eleştirisinden hareketle günümüzdeki rejim tartışmalarına ışık tutmaya çalışmıştım. Bu nedenle konu hakkında bu köşede de yazma gereğini duydum. Bir siyasi akımın/düşüncenin siyasi yelpazedeki yeri değerlendirilirken, temel alınan kriterler var. Toplumsal eşitlik ilkesinden hareketle sermayenin ekonomik ve siyasi tahakkümünü reddederek emekçi sınıfların yararını gözeten, ezilenin haklarını savunan, toplumu özgürleştirme ve çağdaşlaşma amacı güden, ilerici düşüncedir sol. Küçükömer, Osmanlı yapısından gelen merkeziyetçibürokratik gelenekleri solun önündeki temel engel olarak görüyor; toplumsal, ekonomik yapının yanında modern genetik ve etolojik nedenlerden de söz ederek, Türkiye’de sivil toplum kurulamayacağını iddia ediyor. Kurtuluş Savaşı’nın antikapitalist niteliği olmadığı için antiemperyalist de olamayacağını, Türkiye’nin halktan kuruluşunda gerçekleşen devrimler “h uzak laikbürokratlar tarafından yapıldığı için” ilerleme olarak görülemeyeceğini söylüyor. Bunları söylerken sadece yüzde 11’i okuma K yazma bilen, ekonomik olarak tamamen çökmüş, savaşta egemen devletlerce parçalanan bir imparatorlukta verilen bağımsızlık mücadelesini bir anda silip atmakla kalmıyor; padişahlığı, halifeliği sona erdirip cumhuriyeti ilan eden, şeri hukuk yerine medeni hukuku getiren, insanlari kulluktan vatandaslik düzeyine cikaran, sonuçta kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan bir hareketi ilerici görmüyor... Ama Demokrat Parti’yi (DP) daha solda üretim görürken dikkate aldığı kriter, “ü güçlerinin geliştirilmesi ve daha büyük kitlelere mutlak olarak bir şeyler verilmesi.” O zaman burada sormak gerekir? DP, emekçi halk kesimleri için ne yaptı? DP’nin asıl tabanı, işçiyi, emekçiyi sömüren toprak ağaları ve tüccarlar değil miydi? Enflasyonist politikalar aracılığıyla köylüye nakit verilmesi ve tarımın makineleştirmesi söz konusu olsa da, alınan dış borçlarla körüklenen o politikaların zararını sonuçta yine emekçiler çekti. Küçükömer, 1950’de DP’nin iktidara gelişi İkinci Cumhuriyet” döneminin ile başlayan “İ asıl işlevinin, 1. Cumhuriyet’in eğitim, politika, ekonomi alanlarında getirdiklerinin demokratikleştirilmesi olduğunu söylüyor. Her şeyi laikBatıcılar ile dindarDoğucular arasında geçen bir mücadele olarak algılamasının sonucudur bu değerlendirme. Öylesine gözünü karartmış ki bu, emperyalizme karşı olsa da, çok eleştirdiği NATO’ya girilmesi, Batı’ya siyasal ve askeri bağımlılığın artması, Meclis’te kurulan soruşturma komisyonları aracılığı ile basının cendereye alınması bile DP’yi sol diye nitelemesine engel olmamış... Bu anlayışla Küçükömer’in izinden gidenler de 20022011 arasında piyasacıgerici saldırılarını sürdüren AKP’yi desteklediler. Şimdi hâlâ sol sağdır, sağ da sol demelerinin nedeni o. Bu kafa karışıklığı hiç bitmedi. G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear