Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 5 HAZİRAN 2011 / SAYI 1315 Türkiye’de herkes suçlu doğar! ünlerden cumartesi. Güneş sıcak sıcak bakıyor. Bense karanlık, soğuk bir holdeyim. İnsanların en çok uzak durdukları devlet dairelerinin birinde, adliyede. Polisler ve “getirilen”lerin arasında. Cuma akşamı Osmanbey’deki GBT taramasına takılan arkadaşımı bekliyorum. Bir davada ifade vermesi gerektiği halde vermemenin “ceza”sını akşamı nezarette geçirerek çekmiş yüzüyle gelecek birazdan. İfadesini verecek ve bitecek. En azından öyle sanıyorum... Yanıma iki polis ve bir kadın oturuyor. Elleri kelepçeli kadının. 35 yaşında, üç çocuk annesi. Suçunu sormuyorum, ama dört ay cezaevinde yattığına bakılırsa, hırsızlık olmalı. Mahkemede olma sebebi mi? “Dört aylık cezamı çekince cezaevi kapısında polisi bekledim. Onlar almalıymış beni, suçumu çektiğimin, bir işlemle kayıtlara geçmesi gerekiyormuş. Gece geldiler. O saatte işlem yapamayacakları için de doğru karakola götürdüler, nezarete”. Sabah da kelepçeyle adliyeye... “Devlet bizi mağdur etmek için her şeyi yapıyor” diyor, kızgın, “Neyse dört ay yatmışım, iki saat daha beklerim.” O bekler de, üç çocuğuyla eşi sabırsız. Dört ay, bir gün ve 12 saat sonra kavuşuyor onlara, ama sonuçta buna da şükür! Benim arkadaşım mı? Henüz şükredecek durumumuz yok; Şişli Adliyesi’nden Beşiktaş’a yollanıyor. Haliyle ben de. Kapı önünde bir ben ve arkadaşım, bir de 21’inde bir kızın ailesi, bekliyoruz. Saat 11.00. Saat 13.00, 14.00... Ses yok. Bekleyiş nedenimizin üç kişilik heyetin oluşturulamaması olduğunu polis memurunun yakınmalarından öğreniyorum; “Başka adliyelere de insan götürüyoruz, hiç böylesini görmedim. Saatlerdir bekliyoruz. Tabii, kimse cesaret edemiyor, savcıyı, hâkimi arayıp çağırmaya. Gelirlerse, ifadesini alıp salarlar. Zaten kâğıtta öyle yazıyor”. Saat 16.00’da heyet oluşmadığı için ifade işinin pazartesiye kalacağı, o zamana kadar cezaevinde tutulacakları haberi geliyor! Şaşkınlık ve öfke sonucunda işte bu haber çıkıyor. Bu sırada arkadaşımın pazartesi cezaevinde unutulduğunu, sıkıştırmalarımızla adliyeye getirildiğini, heyete değil sadece bir hakime ifade verip bırakıldığını, bir hafta sonra, ifadesi kayıtlara geçmediği için köyünün jandarma komutanlığında yine aynı dava yüzünden arama emri çıkarılmak üzere olduğunu, yine mahkemeye çıktığını, ESRA ifadesi alınıp bırakıldığını anlatmıyorum AÇIKGÖZ bile! Ama buna da şükür! Yayınlanmamış kitabı yüzünden tutuklanan Ahmet Şık’ı düşününce... Sadece o mu? Adalet Bakanlığı’nın 30 Nisan’daki istatistiklerine göre, 31 bin 718 erkek, 1433 kadın, 1808 çocuk olmak üzere 34.959 tutuklu, 18.837 hükmen tutuklu bulunuyor! İletişim Yayınları’ndan çıkan “Parçalanmış Adalet Türkiye’de Özel Ceza Yargısı” kitabının derleyeni avukat Haluk İnanıcı yargı sistemini, mağdurları ise yaşadıklarını anlatıyor. Mahkemeye çıkan herkes aylarca cezaevinde tutuluyor. Bu öyle keyfi bir uygulama ki, “delil olmasa da suç işleme şüphesi var” ibaresiyle tutuklama yapılıyor. Bu çarpıklık hukukun yok sayılması yüzünden mi, yasaların kendisinden mi kaynaklanıyor? İkisinden de... Yasamızda tutuklama konusunda problemler var, AİHM içtihatlarındaki makul tutuklanma süresinin sınırlarını aşmaya izin veriyor. Ancak daha önemlisi, yargıç ve savcıların yargılama kültürü. Bu hep göz ardı ediliyor ama mahkemeye çıkan sanığın peşinen suçlu kabul edildiği ve cezanın da peşinen verildiği bir yargılama kültürü, Cumhuriyetin kuruluşundan beri sürüyor. “Tutuklama istisnadır, aslolan masumiyet karinesidir” dense de uygulama aksi yönde. AİHM içtihatlarında, “Tutuklama kararı verdiysen, her uzadığı periyotta tutuklama gerekçesinin daha ciddi nedenlerini bulmak zorundasın” deniyor. Bizde bu hiç uygulanmıyor. Hem sanığın kaçmamasından devlet sorumludur. O bunu yapmaktan acizse bu yargının değil, devletin meselesidir. Yargılama kültürü, en çok siyasi davalarda işliyor. Tayyip Erdoğan’ın katıldığı Roman Çalıştay’ında “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız” pankartı açan üniversite öğrencileri Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer 14 aydır cezaevinde. 15 yıla kadar hapis isteniyor. Savcı, eylemin, anayasal hak olan düşünceyi açıklama özgürlüğü sınırları içinde olduğunu belirttiği halde mahkeme “kuvvetli suç şüphesi” gerekçesiyle tahliye talebini reddetti... Artık ne “terör”ün sınırları belli, ne de “terörist”in kimliği... 19. yy’da siyasi suç kavramı ortaya çıktı. Aslında Fransız İhtilali’nde ayaklanan halk ve burjuvalar derebeylere, rejime karşı suç işledi. Ne zaman ki, iktidar değişimi tamamlandı, siyasi suç tehlike olarak görülüp hasır altı edildi. 1970 öncesinde ırkçılar, komünistler, irticacılar, bölücüler diye tanımlanırdı, suçlular. 12 Mart’ta “anarşist” oldular. O da sempatik gelmeye başlayınca, terk edildi. Nihayet uluslararası kamuoyunun da arayışıyla “terörist” kavramı icat edildi. Bu hukuki bir kavram değil! Haliyle içine istediklerini sokuyorlar. Silahlı şiddet örgütünü içermesi gereken “terör” suçu, bunlara yardım ve yataklık edenlere, G Türkiye adalet sistemi, insan yutan bir canavara dönüştü. Hâkim karşısına çıkan herkes cezaevine yollanıyor, delillere bakılarak değil, “suçlu olma şüphesi” uyandırdığı için yüzlerce insan cezaevlerinde yargılanmayı bekliyor. Yargılama kültürünü değiştirmek için topyekun zihniyet destek verenlere, sempati duyanlara, o da yetmedi “terörist”lerle değişimi gerekiyor, alınacak çok yol var, ancak sorun acil... Adil aynı kelimeleri, kavramları kullananlara kadar genişledi. Bu; yargılanma için yasalarda yapılacak değişiklik yeterli olur mu? istisnai bir yargılama sistemi olarak kurulmuş Terörle Mücadele ve Özel Ceza Mahkemeleri’nin birden herkesin Tek başına yasalarla mümkün değil ancak yasal değişiklik ilişkilendirilebileceği bir yelpazeye uzanması demek. zorunlu. Yüksek yargıdaki kastın çözülmesi için adım atıldı ama Sistemin sürekli kendi düşmanını yarattığı, hatta bundan iktidar bunu kötüye kullandı. Bunu engellemek için, yargıç ve beslenerek büyüdüğü düşünülürse, sonumuz hayırlı değil... savcılar bağımsız meslek örgütünü, sendikasını kurmalı. Konuşma hakkı bile yok. İktidar devlete bağlı meslek örgütleri Demokrasi için en tehlikelisi, herhangi birini “terörist” diye oluşturmak istiyor. Bu büyük bir tehlike. Onlar konuşabilirse, içeri atmaya izin veren Ceza Kanunu’nun 220/7, Terörle iktidar yargıyı nasıl baskı altına alıyor, anlayabiliriz. Mücadele Kanunu’nun 7. maddesi. Biriyle yemek yediğiniz için Geçenlerde bir akademisyen, pek çok “terörist” diye yargılanabiliyorsunuz. Terörle davanın savcı isteğiyle değil, polislerin kendince Mücadele Kanunu, adil yargılanma hakkı topladıkları delilleri savcıya götürüp dava açısından kepazelik. Parçalanmış Adalet açılmasını istemesiyle gerçekleştiğini söylemişti... kitabında Ercan Kanar, illegal bir polis literatürü oluşturulduğunu, polis ve adli teşkilatın delil değil, Türkiye’nin gerçeği bu. Vali ve emniyet niyet okumayla yapıldığını anlatıyor. Oysa, yeni müdürüne bağlı, dolayısıyla hükümetin istediği Türk Ceza Kanunu’nun gerekçesinde, zaman müdahale edebileceği bir adli kolluk var. cezalandırmak için değil, hak ve özgürlükleri Savcıya bağlı, bağımsız adli kolluk olmadan nasıl güvence altına almak için çıktığı yazıyor. adil soruşturma yapılabilir? Adli Tıp da bağımsız Bir ceza kanunu, insanların hak ve olmalı. Bakana bağlı kurumun raporu insanın yatıp özgürlüklerini nasıl güvence altına alabilir ki? yatmayacağına karar veriyor. Her üniversitenin Haluk İnanıcı başında profesör olan adli tıp kürsüsü var, ondan İnsan suçlusuçsuz diye nitelendirilemez. yararlanılabilir. AB direktiflerine göre, 8001200 Bir insanın suç olan fiili vardır ya da yoktur. euro altında geliri olanların adli yardımdan yararlanma hakkı var. Birine komple suçlu olarak bakmak engizisyon döneminin Türkiye’de parası olmayan hak arayamıyor. Adli müzaheret uygulamasıdır. Savcı görevinin önce karşısındaki insanın vatandaşlık hakkı olmalı ve AB’deki sistem uygulanmalı. Avukat haklarını korumak, suç olan fiillerini hak ve özgürlüklerinden hizmetinden yani savunmadan alınan KDV kaldırılmalı. titizce ayırıp, o fiili yargılamak olduğunu anlamalı. Ancak savcılar Kitapta, “Tüm DGM kararları ‘ayıp’lıdır. Devlet bu dönemde sanığın bütün fiillerini suçunun delili olarak algılıyor. Bir hak yargılanan tüm sanık/hükümlülerden özür dilemeli” diyorsunuz. kullanımı delil olarak görülüyor. Türkan Saylan’ın ya da KCK DGM 2004’te kaldırıldı, ancak özel ceza mahkemeleri onu davasındaki belediye başkanlarının evinin aranması, vatandaşın aratmıyor. Bu ayıp şimdi daha da büyüdü, “Pardon”ların sayısı da bilgi alma hakkına cevap veren, ifade özgürlüğünü kullanan çoğalıyor... Daha da kötüsü, eskiden hukukçular, sivil toplum gazetecilerin tutuklanması gibi kepazeliklerin nedeni bu. Vatandaş sanık olduğu anda suçlu damgasını yiyince ortaya örgütleri DGM’lere karşı protestolar yapardı, şimdi sessizlik var... pek çok hak ihlali çıkıyor. En çok ihlal edilen sanık hakkı ne? İzmir Barosu’nun “Terörle mücadele kanununun, özel ceza mahkemelerinin geleceğimiz için büyük tehlike” olduğunu Savunma hakkı! Birkaç gün önce, bir hâkim mahkemede vurgulayan deklarasyonunu Türkiye Barolar Birliği ve 57 baro avukata diyor ki, “Savcı ile avukat eşit değildir. Burası Amerika başkanı imzaladı. Ancak davalar kafaları karıştırıyor. Adı ister değil”. İşte Türkiye’deki yargılama kültürü: savunmaya gerek yok, darbeci, ister general, ister KCK davasındaki gibi belediye zaten cezası belli! Oysa ceza mahkemesi kanunumuz diyor ki, başkanı olsun, herkesin adil yargılanması gerekiyor. Bunu herkes savunma ithamla başlar! Ancak avukatlar cambazlık yaparak, için istemedikçe, bu sistem kendini sürdürür. G 100 metre engelli koşarak savunma yapabiliyor. CADI AVINA SON! HÜSEYİN ADALET BEKLİYOR üyesi olma şüphesiyle’ tutuklanıp cezaevine konuldu. Bundan sonrası belli; damat “Herkesin muhakkak anlatacak bir hikâyesi vardır” diye başlıyor konuşmaya 1.5 yıldır Metris’te, gelinse damadın peşinde! tutuklu yargılanan ODTÜ öğrencisi Hüseyin Edemir’in nişanlısı Sevgi Gögülter, “Benim de Tutuklanmasını, nişanımıza saatler kala öğrendim. Ne var. Hani anlar vardır, belleğimizde derin izler bırakır, unutulması olduğunu, niye bunu yaşadığımızı bilmeden bana asırlar gibi gelen imkânsızdır. Ben de Hüseyin’le tanıştığımız günü hiç unutamıyorum. bekleyiş başladı. Sevdiğim kelepçeli elleriyle bana sarıldı ve umut, 2005’in Temmuzu’ydu. Bir tanıdığımızın düğününde tanışmıştık. özgürlük türküleri fısıldadı. Belli, kış çetin geçecekti! Hüseyin, sosyal eşitsizliğin yoğun yaşandığı Ardahan’da doğdu. Altı Sonrasında mı? Umutların ve özgürlüklerin bir sonraki çocuklu bir ailenin üniversite okuyan tek çocuğuydu! Zeki biridir”. mahkemeye ertelendiği, her an her şey olabileceği için diken Lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladı Hüseyin, ODTÜHumboldt üzerinde bekleyişler... Davanın hangi yönünü anlatsam ki... Her Üniversitesi’nin ortaklaşa yürüttüğü sosyal bilimler yüksek lisans duruşma günü özgürlük umudumuzun, hâkimler için klişeleşmiş, programına tam burslu kabul edildi. Programın ilk yılı Ankara’da, ‘Yaz kızım! Tutukluluk halinin devamına…’ sözüyle parçalandığını ikincisi Berlin’deydi. Tutuklanmasa programı bitirip, akademisyen mı? 2001’deki bir polis operasyonunda bulunan devrimci bir olmak için kolları sıvayacak ve 3 Temmuz’da evlenecekti! örgüte ait belgelerde adı geçtiği gerekçesiyle hakkında 2005’te Sözü Gögülter’e bırakalım: soruşturma başlatılmış Hüseyin’in, 2009’da yakalama kararı “2006 Ocakı’nda ailelerimizin taktığı yüzükle birbirimize söz çıkarılmış. Yurtdışından gelen 1999 tarihli belgelerde örgüte verdik. Hayaller iyi günün üzerine kuruluyor; kötü günde söz verilse ‘özgeçmişini göndermiş’ görünüyor. Aslında böyle bir belgenin de, cesur olunamıyor. Oysa sır; kötü günde de sevdiğinin yanında varlığı da meçhul. Eğer varsa neden on yıl sonra ortaya çıkıyor? olabilmekte! Üniversite sınavıma birlikte gittik, bana “Sana ihtiyacı İddianamede belirtilen belgelerin ele geçme tarihinden olan çocuklar için yap!” dedi. Öğretmenliği kazandım. O, beni tutuklanana kadar herhangi bir örgütle bağlantısını ortaya koyacak hastane önünde bekledi, bense onu cezaevi önünde bekliyorum! delilin olmadığı, bir illegal eylemde bulunmadığı, çok başarılı bir Okullarımız bitiyordu, nişan ve düğün günlerimizi kararlaştırdık: öğrenci olduğu için beraat etmesi gerektiğini 8 Mart’taki Şubat 2010’da nişan, 3 Temmuz 2011’de de düğün! Yani duruşmada bizzat savcı dile getirdi. Ancak özgür bırakılmadı... hayatımızın iki yılı planlanmıştı! Nişan kıyafetlerimizi aldık; ama onun Umudumuz 23 Haziran’daki duruşmada adaletin artık tecelli kravatı, benim ayakkabım eksikti. Kravat almaya giderken, Edemir, nişanlısı ve ailesiyle... etmesi. Eder mi? G polisin GBT’sine bakmasıyla 31 Ocak’ta gözaltına alındı, ‘örgüt C MY B C MY B Ben, Nejat Ağırnaslı. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde yükseklisans yapıyorum. 1 Mayıs öncesinde evim basıldı. Saat sabah üçtü, evde birkaç arkadaşımla oturuyordum. Birkaç gün önce Boğaziçi’nde öğrenci olan iki arkadaşımın daha evi basılmıştı. Onlara kimi, neyi aradıklarını söylememişler. Bizde, doğrudan beni sordular. Malum suçlama, terör örgütü üyeliği. Deliller mi? Bilgisayarlarımızı aldılar. Makalelerimizi aldılar. “Sos 11” gibi ders kodlarının yazılı olduğu ders programımıza örgütsel doküman muamelesi yaptılar. Çeviri yaparak geçiniyorum, Tutankamun’la ilgili çeviri yapıyordum, onun mezar krokisinin eylem planı olduğunu söylediler. Bir sürü saçmalık... Önce Vatan’daki terörle mücadeleye, sonra açıklama yapılmadan, kelepçelerle uçağa bindirilip, Diyarbakır’a götürüldüm. Orada “sohbet”e aldılar: “Annenbaban kim?”, “Nesin?”, “Senin de olayın var koçum”, “Senin için sosyalist diyorlar, çok kıyak bir adammışsın”... ha, bir de “Kapitalizm nedir” diye sordular, komikti. Diyarbakır’da iki gün sonra avukatımı görebildim, dört gün sonra mahkemeye çıkarıldım. Savcı “Bir gizli tanık senin terör örgütü üyesi olduğunu söylüyor” dedi. Önce KongraGel üyesi olduğumu söylediler, sonra KCK davasından yargıladılar. Bir yandan da “Sen Türkiye sol hareketinde de yer alıyorsun, kafan karışık galiba” deyip, “mensubu olduğumu iddia ettikleri beşaltı örgüt saydılar.” Ben komünistim, bunu hiçbir zaman gizlemedim. Tutuklandığımda ilk kampanyayı başlatan ailem de bunu vurguladı, dedem TİP senatörüydü, annebabam 68’li. Savcının elinde hayali tanık dışında delil olmayınca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım. Kuşkusuz bunda Türk ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi olmamın, Boğaziçili arkadaşlarımın dünya ve Türkiye basınında haberler çıkarıp, kampanyalar yapmasının etkisi var. Sanırım bu davadan 23 bin kişi yargılanıyor, onlar Kürt olunca, bir de anadillerinde savunma yapmak isteyince otomatikman tutuklandı. Bu da Türkiye’deki kamuoyunun elitistliğini, ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Sistem artık çökmek üzere. İktidarın bu kadar saldırganlaşmasının nedeni de bu. Doğu’da insanların yerel yönetimler de dahil her türlü iktidara karşı olduğu, halk inisiyatiflerinin söz sahibi olduğu modeller yaratılması da iktidarı iyice sıkıştırıyor. O yüzden herkese saldırıyor, Hanefi Avcı’yı Ahmet Şık’la aynı davada yargılıyor. Boğaziçi’nde “Cadı Avı”na son diye bir kampanya başlattık. İktidarı sorgulayıp, hayatın her alanındaki hiyerarşik yapıların alternatifi üzerine tartışmalar yapacak, sivil itaatsizlik yapacağız, suçluyuz! G