24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 13 MART 2011 / SAYI 1303 Kafanızda suçu, suçluyu, adaleti, aileyi, aidiyeti sorgularken durmadan farklı yönlere kaydığınız bir oyun Kutlama. Uzak gibi gözükse de aslında çok içimizden, hele de şiddetin arttığı şu günlerde. ZÜLAL KALKANDELEN Bölünüp yönetilen medya ir hareketi, bir örgütü zayıflatmak istiyorsanız, uygulayacağınız en etkili yöntem o hareketin / örgütün üyeleri arasına nifak sokup bölünmelerini sağlamaktır. Sömürünün sürdürülebilmesi için, zulme karşı çıkan grubun dağıtılarak parçalanması mantığına dayanır. Bunu söyleyerek yeni bir yol keşfetmiş değilim elbette. Herkesin bildiği bir yöntemdir; yıllardır da birçok alanda uygulanır. Bölyönet politikasının dünya çapında en başarılı uygulayıcısı, kuşkusuz Amerika’dır. Vietnam’dan bu yana Amerika’nın ajandasından hiç eksik olmadı bu yöntem. En son Irak’ı parçaladılar; şimdi bazıları Obama geldi Amerika Irak’tan çıkıyor diye sevinedursun, onlar çoktan Irak’ı böldü ve yönetiyor. Bölyönet yönteminin Türkiye’deki en etkin örneği ise, sendikacılık alanında görülür. Çalışanların, işçilerin haklarını korumak amacıyla kurulan sendikalar, bir türlü bir araya gelemez bizim ülkemizde. Farklı işkollarında kurulsalar da temel amaçları emekçileri korumaktır. Ama her yıl hükümetle pazarlıklar sürerken bir bakarsınız yine yan yana değiller. Birisi gitmiş patronun dizinin dibine tünemiş, onun iki dudağının arasından çıkacak lafa bağlamış kaderini. Emekçinin hakkını korur görünürken, gerçekte devlet eliyle kurdurulan ve asıl işlevi sınıfsal birliği bölmek olan sarı sendikadır o. Sendikacılığı baltalama işindeki başarı, Türkiye’de bazılarına ciddi bir esin kaynağı yaratmış durumda. Örneğin bunun medyadaki uygulamaları uzun zamandır devam ediyor. Ancak son sekiz yıllık dönem, bu “başarının” zirve yaptığı yıllar oldu. Türk medyasında öteden beri var olan sağsol, dincilaik kamplaşmasına yeni boyutlar eklendi. Artık tartışılan sağ ya da sol görüşün argümanları değil iktidar karşısındaki tavrınız: Ya iktidar yanlısısınız ya darbeci... ş öyle bir aşamaya geldi ki, bundan üç yıl önce (21 Mart 2008) Bu oyundaki her sözcük bir roman konusu S NEM DÖNMEZ B Cumhuriyet Gazetesi mtiyaz Sahibi ve Başyazarı lhan Selçuk, gece yarısı evi basılıp gözaltına alındığında medyadan bütünlüklü bir tepki gelmedi. Oysa 83 yaşındaki gazeteci lhan Selçuk da kanlı bir terör örgütüne üye olmakla suçlanmış, kendi gazetesini bombalattığı iddia edilmişti... O zaman basında bu kan dondurucu iddialara alkış tutanlar oldu. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Soner Yalçın’la ilgili süreçler de aynı şekilde işledi. Kimisi olanlardan kaygı O duyduğunu söyledi, kimisi “Onlar zaten darbeci!” diye yargısız infaza başladı. Ancak son operasyonda Nedim Şener ve Ahmet Şık gözaltına alınınca medyadan toplu bir tepki geldi. O güne kadar basın üzerindeki baskıya Y susanlardan bir kısmı “Yeter artık!” dedi. Hep birlikte basın özgürlüğü için Taksim’de yürüdük. Çok farklı düşünceden medya mensupları bir aradaydı. Ertesi gün gazetelere baktım; gazeteciler kendileri için böyle hayati bir eylemi nasıl yansıtmışlar diye merak ettim. Merkez medya dahil bazısı küçük bazısı büyük görmüştü haberi. ktidar yanlısı Yeni Şafak, Zaman, Bugün, Takvim, Star, Yeni Akit ve Milli Gazete dışında hepsi kapaktan girmişti haberi. Yani bir kısım gazeteci, Türkiye’de basın üzerindeki baskıya karşı gazetecilerin yaptığı ortak eylemi kapaktan verecek kadar önemli bulmamıştı. Amerikan Büyükelçisi’nin bile endişelendiğini açıkladığı durum onları endişelendirmiyor demek ki... Bu yaşananlar, bölyönet yönteminin Türkiye’deki en başarılı uygulamasıdır. s Eğer hür basın istiyorsak, “senin gazetecin / benim gazetecim“ ayrışmasını bir yana bırakıp, işini yapan bir gazetecinin yazdıklarından dolayı hapse atılmamasını hep birlikte savunmak zorundayız. G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com K utlama, Dot Tiyatro’nun yeni sezonunun ilk oyunu. “FestenKutlama” filminden sahneye uyarlanan oyun, sınıflara, bilip susmaya, vicdana, adalete mercek tutuyor. Her Dot oyunu gibi yerinize çivileniyor, elinizi kolunuzu nereye koyacağınızı şaşırıyorsunuz izlerken. Seyirci olmakla jüri olmak arasında gidip gelirken vicdanınızın terazisi durmadan hareket ediyor. Filmini izleyenler için küçük bir not, arada dağlar kadar fark var... Gerisini, oyuncuları Cemil Büyükdöğerli, Rıza Kocaoğlu, Pınar Töre, Şebnem Bozoklu ve Umut Kurt anlatıyor. Film ağır, oyun daha da ağır. Üstüne üstlük burnunuzun dibinde geçiyor tüm öykü. Peki, bunun yükünü omuzlamış karakterler olarak nasıl bir süreçti bu ve nasıl içselleştirdiniz rolünüzü? Umut Kurt: Dot’ta oyun izlemek başka bir hal biraz. Çok tiyatro tiyatro bir şey yapmıyoruz biz. Daha doğrusu tiyatrodan beslenip bir şey yapmıyoruz. Bakış açımızdan, derdimizden, fikrimizden, eleştirimizden besleniyoruz. Bu da öyle bir oyun. Festen’deki rolüm daha ziyade seyircinin özdeşlik kurmasını güçlendiren bir karakter. Çünkü aman bana ne, ne ilgim olabilir ki diyeceğin noktada nasıl da kendini içinde bulabileceğini gösteren biri. Yerimde kim olsa ne yapacağını şaşırır. Şebnem Bozoklu: Oyuncu olarak çalıştığımız her yeni proje içinde birbirinden farklı bir sürü söz barındırıyor. Ancak bu oyunun içinde bir oyuncuyu heyecanlandırıp tırmalayabilecek, yüksek yerden tartışmaya açılabilecek çok fazla söz var. Ben filmi de ilk izlediğimde metni de ilk okuduğumda beni en çok etkileyen bu oldu. Hepsi tek başına ayrı bir oyunun, filmin, romanın konusu olabilecek, birbirine uzak gibi görünen ama aynı potada eriyen sözler var. Bunların içinde ırkçılık, faşizm, suç ortaklığı, bilip susmak gibilerini sayabilirim. Bir oyuncu olarak da, tiyatro grubu olarak da altında ezilebilecek kadar derin ve birbirinden bağımsız dramatik sözcük var oyunun içinde. Hep beraber bunları tartışabilmek, üzerine oynayabilmek, karakterini bu kelimelerin üzerinden var edebilmek büyük bir ayrıcalık. Rıza Kocaoğlu: Bu oyunda farklı bir şey olarak sosyal ve sosyolojik boyutu çok daha önemli bir metin var. O noktada bir sürü şeyi, en çok da aidiyet duygusunu sorgulatan bir etkisi oldu bana. Bir ülkeye, millete, topluluğa ait olmak ve bunu sürdürmek için her şeyi göze alan bir topluluk var aslında Pınar Töre, Umut Kurt, Şebnem Bozoklu, Rıza Kocaoğlu ve Cemil Büyükdöğerli oyunda. Ait olduğu yer güvenli ve onun devamı için de akan kanı görmezden geliyorlar. Tüm bu aidiyetlerden kurtulduğun zaman gerçek insan, özgür insan olabileceğini düşünüyorum. Seyirci olsam da vicdanım beni bir çeşit jürilik yapmaya zorladı ve bu süreçte terazinin kefeleri durmadan yer değiştirdi. Peki size ne yaşattı bu? Pınar Töre: Amacımız size, bu yargıyı, süreci düşündürmek. Biz zaten bunun muhakemesini yaptık, bu durumdan son derece rahatsız olduğumuz için buna dair bir sözümüz ve yargımız olduğu için bu oyunu yapıyoruz. R. Kocaoğlu: Bu sadece bir aile ya da baba oğul ilişkisinin dramatik yapısı değil. Aslında bu sınıfsal bir tartışma, çok ciddi bir modern kapitalizm eleştirisi var. Tüm bunların kapitalizmin en demokratik işleyen hali olan skandinav ülkelerinde olması, bu sistemin gelebileceği en güzel, en düzenli halinden çıkan sonucun bu olması etkiliyor insanı. Düzeni sürdürebilmek için her şeyi görmezden gelen bir sınıf var. Cemil Büyükdöğerli: Bir toplumda birinin cesaret edip bir pisliği ortaya çıkarması ya da bir şeyi değiştirmek için harekete geçmesi, kendisine inanan insanlar olmadıkça aptallıktan öteye geçemiyor. Ama bunu sürdürme cesareti devam ettiğinde düzeni değiştirebiliyor. O yüzden metin, kurulu düzeni ailenin içinden eleştiriyor. Bir yere aidiyetimizi sorgulayamayacak derecede ait oluruz bazen. Bir meclisin, arkadaş grubunun içinden gitmek kolay. Ama ailenden çıkıp gidemezsin. Peki, bu metnin bize çok uzak olmasından korkmadınız mı? Ş. Bozoklu: Bu filmi izlememizden ve teksi okuduğumuz günden 20 gün önce bir sürü kız çocuğuna tecavüz edildi ve bütün şehir sustu. Bazı arkadaşlarım “bize çok uzak değil mi bu hikâye” diye soruyorlar. Bu hikâye bence bize çok yakın, biraz fazla yakın hatta... Bu bir metafor da... Yani birileri birilerine çeşitli şekillerde tecavüz ediyor çünkü hayatta. R. Kocaoğlu: Bunlar dünyanın en modern şeylerini giyip, en düzgün şekilde çatal bıçak tutup, en güzel tabaklarda yiyorlar ama içlerindeki başka renkten bir adamı içselleştiremeyecek kadar da ırkçılar. Hepsinin içindeki başka bir hayvanı görüyoruz yani. Hep bir av, bir kan var. Avcı kıyafetlerinin üzerine giyilmiş o takım elbiseler, papyonlar... G C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear