Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
20 ŞUBAT 2011 / SAYI 1300 9 Şeker koması T am karşısında oturuyordum. Biraz önce ünlü yemek yazarı Claudia Roden kolumdan tutmuş, “Aylin, sizin ortak konuşacağınız çok konu olduğuna eminim!” diyerek beni upuzun yemek sofrasının ucunda hayal bile edemeyeceğim bu konuma oturtmuştu. Hayranı olduğum ünlü antropolog Sidney Mintz ve karısı ile baş başa yemek yiyecektim. Bir an donup kaldıktan sonra yavaşça aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Şeker ve Güç kitabınız Türkiye’de de yayımlandı, sık sık referans olarak kullanıyorum. Özellikle mısır şurubu tartışmalarında elimden düşmedi. Tarihten ne kadar çok öğrenmemiz gereken şey olduğunu, kitabınıza her baktığımda yeniden anlıyorum.” Acı acı güldü ve bugün kitaptan hâlâ bahsediliyor olması, şeker ve şekerle ilgili konuların insanların acılarına kaynak olması, insanlık adına ne kadar acı değil mi diye cevap verdi. Kendisine “Acı Şeker” adıyla bu köşede yazdığım yazılarımdan bahsettim. Elbette bol bol mısır şurubu lobilerinden de söz ettik. limonata vb. ürünler de çıkaran bir Tokat firması mısır şurubu kullanmadan ürünlerini tatlandırabiliyor. Ama ne yazık ki pek çok üretici için bu söz konusu bile değil. Bir de ürünlerini mısır şurubundan arındırmak bir yana, hem kendi ürünleri için, hem de piyasaya satmak için bizzat kendi mısır şurubu üreten var. ADNAN B NYAZAR Karakterli bireyler yetiştirmek erli ya da yabancı, şiddet, gerilim, casusluk, dalavere, seks ağırlıklı piyasa romanlarını gençlerin elinde gördükçe içim sızlıyor. Onları, tuzağa düşmüş avlar gibi görüyorum. leriki yaşlarında bu tuzaktan kurtulmaları ise nerdeyse olanaksızdır. Ticaret ehli, sürümü arttırıp çok para kazanmayı düşünür. Rekabet, elbette en iyiyi yapmaya yöneltecektir onu. Onun iyisi ise, kötüyü iyi diye yutturmaktır. Russell Gough’un Karakteriniz Kaderinizdir adlı kitabından aktarılan bu alıntıyla internette karşılaştım. “Doğru ve iyi olanı bilmek ile doğru ve iyi olanı yapmak arasındaki en önemli bağlantı; doğru ve iyi olanı yapacak bir karaktere sahip olmaktır. Eğer karakter gelişmemişse tahsil işe yaramıyor. Unutmayalım; banka hortumlayanlar, devleti soyanlar, rüşvet alanlar, vatanı çıkar uğruna satanlar, maç satanlar, şike yapanlar, teşvik verenler; birilerini hakir görüp aşağılamakla yükseleceklerini sananlar hep tahsilli bireylerdir...” Bu tür olayların anlatıldığı romanları okuyarak beyni örümcek ağına dönmüş adamlar, elbette yaptıkları her kötü şeyi başarı sayacaklardır. Ahlakı karakterle eşanlamlı kullanan Roosevelt de, “Bir insanı ahlak yönünden eğitmeden yalnızca zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmaktır.” Deniz Feneri’nden RTÜK yolsuzluklarına, ellerine olanak geçtiğinde onu kötüye kullananların, toplumun başına ne belalar açtığını her gün gazetelerde okuyoruz. Bu da gösteriyor ki, bir ülkenin kalkınması, ekonomik büyüme nutuklarına değil, karakterli bireylerin yetişmesine bağlıdır. Çok değil, otuzkırk yıl öncesine kadar böyle utanç verici olaylarda belli kişilerin adı geçmezdi. Geçenlerde üniversite öğrencilerinin banka soydukları, kapkaççılık yaptıkları ekranlara da yansıdı. TATLI D YET Amerika Birleşik Devletleri bu duruma çoktan uyandı. ABD’deki obezite sorunu en çok HFSC (High Fructose Corn Syrup) adıyla bilinen mısır şurubu içeren yiyecek ve içeceklerden kaynaklanıyor. Michelle Obama bile kızlarına mısır şurubu içeren gıdaları yasakladığını ilan etti. Bu aslında yeni yönetimin mısır şurubu lobilerine artık yeter dediğinin gayriresmi deklarasyonudur. Ama Amerika’da çok güçlü olan bu sektörü bir anda Y Sidney Mintz ve eşi. kafasını karıştırmak da çok kolay. Etiketlere bakarak hayırlıyla, hayırsızı ayırmak çok zorlaşıyor. NBŞ tebdili kıyafet içinde akla gelmeyecek masum isimlerle yazılabiliyor. Bu durumda onkoloji uzmanı Dr. Yavuz Dizdar’ın dediği çok önemli. Tüm bir gıda endüstrisi töhmet altında kalıyor ve yaşın yanında kuru da yanıyor. Aslında doğru olan Dr. Dizdar’ın dediği gibi bu ürünün gıdalarda kullanımından tümüyle vazgeçmek. Tarsus’ta bir bayram sonu bir pastaneden kerebiç köpüğü istemiştim. Adam, zaten bayram geçti diyerek bana koca bir kova vermişti. Kova, boşalmış bir mısır şurubu ambalajıydı. Nasıl yani, şekerden yapmıyor musunuz, diye sorunca, ama biz kaynatıyoruz yoksa midede yanma yapar dedi.. Oysa 45 derecenin üstünde ısıya maruz kalan mısır şurubunda kanserojen olan hidroksi metil furfurol oluşuyor. Antep’te ünlü bir kebapçı/baklavacı bile yüzde 30 şurup kullandığını yoksa baklavanın çabuk şekerlendiğini söylemişti. Gerçek şu ki memleketin her yanında nasıl kullanacağını bile bilmeden hazır şurup kullanan binlerce üretici var. Bu gözle bakınca Türkiye’nin tümüyle bir şeker komasına girdiğini söylemek mümkün. Cahillikle, aymazlık kıskacında insanlar ne yediğini bilmeden, yiyor da yiyor... Tek çare almamak, yememek, gıdanın içinde ne kullanıldığını sorgulamak, özetle tüketici hakkını kullanmak. Yoksa pek yakında “Afiyet bal, şeker olsun” yerine “Afiyet mısır şurubu olsun” diyeceğiz! G aylinoneytan@yahoo.com TATSIZ TAT Şekerin dünya tarihi gerçekten de acılarla dolu, bir anlamda kölelik ve sömürü tarihi. Şimdi buna bir de mısır şurubu eklendi. Yüksek fruktozlu mısır şurubu, Türkiye’de nişasta bazlı şeker olarak biliniyor. Gıda ve meşrubat endüstrisi son yıllarda bu ürüne deyim yerindeyse müptela haline geldi. Bu bağımlılık temelde üretim sistemlerinin kristal şekere uygun olmamasından kaynaklanıyor. Pek çok firma zamanında esen rüzgârlara kapılıp sistemini tamamen sıvı, daha doğrusu macun olarak satılan mısır şurubuna göre ayarladı. Bu nedenle sistemlerini değiştirmeden, üretim zincirlerinde yatırım gerektiren köklü değişim yapmadan bu üründen vazgeçemiyorlar. Dolayısı ile baştan fabrikalarını bu ürüne uygun kuran pek çok üretici, sadece kristal şeker ile mısır şurubu arasındaki AYL N fiyat farkından değil, ÖNEY TAN tesislerinde kristal şekere geçmek için gerekecek yatırım masrafından ötürü de bu işe girişemiyorlar. Bu duruma erken uyanan işletmeciler de yok değil. Her zaman etik kaygılardan değil ama piyasaya hâkim olan mısır şurubu üreticisi az sayıdaki firmanın ticari dayatmalarından da yılarak sistemini şekere göre ayarlayan ve bugün mısır şurubunun sağlık açısından taşıdığı riskler anlaşılınca kârlı çıkan üreticiler de var. Geçenlerde televizyondaki bir tartışmaya katılan ünlü bir Bursa gazoz üreticisi gururla hiçbir şekilde NBŞ kullanmadığını, sadece pancar şekeri ile üretim yaptığını söyleyebildi. Gene meyve suları ile tanınan, aynı zamanda yok edemezsiniz. Bir diyet ödenmesi gerekir ve onlara yeni pazarlar, yeni kâr alanları yaratmak gerekir. şte burada tatlıya düşkün Ortadoğu ülkeleri, Orta Asya pazarı ortaya çıkar. Ama çoğunda ne endüstri vardır, ne de mısır tarımı. Türkiye bu açıdan ideal bir konumdadır. Sorun çıkarmadan isteneni yapacak bir yönetim, iktidarla arasından su sızmayan birkaç yerli sermaye ortağı, mümbit topraklar, muhalefet etme ruhunu kaybetmiş, tatlı düşkünü bir halk.. Mısır şurubuna sadece ilkeli duruş açısından, politik nedenlerle, antiemperyalist bir dünya görüşünü savunmak uğruna karşı çıkmak yeterli aslında.. Bütün dünyada bilinçli tüketici artık seçimlerini sadece sağlık vb. nedenlerle değil, çoğu kez politik görüşü açısından da yapıyor. Kahve üreticileri kahvelerinin kölelik ilişkilerinde üretilmediğini ispatlayabilmek için uğraşıyor, tüketici gözünde itibarlarını artırmak için sosyal sorumluluk projelerine imza atıyorlar. Sicili pek parlak olmayan meşrubatçılar çevre sorunlarını konu alan sergilere destekleyici oluyorlar. Tüketicinin gücü çok önemli. Ancak tüketicinin Fuhuş olaylarına öğrenim görenlerin adının karışması bir toplum için ne acıdır! Bu, öğrenim gören bunu yapmaz, böyle olaylar cahillerin işidir gibi bir yargıya götürmemelidir bizi. Nice insan, okuryazar bile değildir. Yine de gecesini gündüzünü iki lokma ekmekle geçirir de onurunu zedeletecek bir yola sapmaz. Yani banka hortumlamaz, kutsal saydığı devletin malına el sürmez, rüşvet almayı namussuzluk sayar, vatanının bir tek taşı için canını verir. Gough, kişiyi karakter sahibi kılmıyorsa, öğrenimin görevini yerine getirmediğini vurguluyor. Onun yorumundan, öğrenim görenlerin, kitabına uydurarak çalmayı çırpmayı, devleti soymayı daha iyi başardıklarını anlıyoruz. Eskiler söylemişler, “Tahsil cehli giderir, adam etmez.” Bu, okuyup yarım yamalak da olsa yazmanın bilgi sayıldığı dönemlerde söylenmiş bir söz. Karakter, kişinin kendine özgü, onu başkalarından ayıran temel özelliği olduğuna göre, Gough’un yerleştirmek istediği ana düşünceden şunu çıkarmamız gerekecek: Eğitim, hırsızlığı arsızlığı öğretmez, insanı insan kılmanın yollarını gösterir. Gough’un eğitimden beklediği, yaygın bir deyimle ,“adam gibi adam” yetiştirmektir. Eğitimle bu gerçekleştiriliyorsa, öğretim, asıl görevini yerine getirmiş olacaktır. Çarpıtmış bir eğitim anlayışı, toplumun başına Roosevelt’in korktuğunu getirir: Bilgi, zihni geliştirir, ama kişiyi ahlaklı kılmaz! Savaşlara katılmış, dünya politikasını belirlemede görevler üstlenmiş bir devlet adamı; ahlak yönünden gelişmemiş kişileri bela kabul ediyorsa, özellikle yolsuzluk olaylarının bireyleri insanlığından ettiği toplumsal ortamlarda, bundan çıkarılacak önemli dersler olmalıdır. G binyazar@gmail.com Çocuklar çevreyi büyüklerden daha iyi koruyorlar. Çocukların çevre bilinçleri, hayvan sevgileri, doğayı koruma çabaları, kesinlikle büyüklerden daha gelişmiş. Bölgesel Çevre Merkezi (REC), Millî Eğitim Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı işbirliğinde ve Bosch Ev Aletleri’nin desteği ile yürütülen Yeşil Kutu Çevre Eğitimi Projesi de, öğrencilerdeki çevre bilincini daha da arttırmayı amaçlıyor. Çevre bilincini Türkiye’nin her yerinde filizlendirmeyi F GEN ATALAY amaçlayan ve beş yıldır sürdürülen proje, öğrencilerin çevre koruma ve sürdürülebilir kalkınma konularında bilgilerini ve farkındalıklarını arttırmalarına yardımcı olacak çok yönlü bir eğitim seti. Proje kapsamında Yeşil Kutu’yu eğitim programlarında nasıl kullanacakları konusunda eğitilen öğretmenler, daha sonra 10–14 yaş grubundaki ilköğretim öğrencilerine eğitim veriyor. figenatalay@yahoo.com C M Y B C MY B Yeşil Kutu’nun içindeki malzemelerin her biri aynı yapıyı içeriyor ve bu yapı içerisinde 5 ayrı bölüm altında 22 konu başlığı işleniyor. Bölüm başlıkları şöyle: Çevrenin Öğeleri: Hava, su, toprak ve biyolojik çeşitlilik. Tehditler ve Baskılar: Kentleşme, görünmeyen tehditler, atıklar, kimyasal maddeler. nsan Etkinlikleri ve Etkileri: Enerji, ulaşım, sanayi, tarım, ormancılık ve turizm. Küresel Sorunlar: klim değişikliği, ozon tabakasındaki incelme, asit yağmurları, okyanuslar ve denizler. Değerler: Tüketim, sağlık ve çevre, vatandaşlık hakları, gelecekteki dünyamız. 5 bölümde 22 konu Yeşil Kutu, kapsadığı konulara ilişkin olarak öğrencileri birer bilgi deposu haline çevirmek yerine temel bazı değerlerin ve davranış biçimlerinin gelişmesini sağlayacak biçimde tasarlandı. Bu nedenle de ders programında ayrı bir ders olarak yer almıyor. Yeşil Kutu, her branştan öğretmenin ve eğitimcilerin var olan her derste çevreyle ilgili bir bağlantı kurmalarını sağlayıp öğrencileriyle karşılıklı olarak çözümler geliştirmelerine yardımcı oluyor. Yeşil Kutu, bu öğretim yılı başından bu yana internet tabanlı uzaktan eğitim uygulaması sayesinde öğretmenlere, internet üzerinden de kaynaklar ve yeni olanaklar sunuyor. Öğretmenler, ders planları ve bilgi içeren çalışma notlarının yer aldığı bir öğretmen el kitabı, animasyon ve kısa filmlerin yer aldığı bir DVD, çevre konularında kapsamlı bilgilerin yer aldığı etkileşimli bir CD ve ikilem oyunlarından oluşan setin tamamına www.yesilkutu.net üzerinden ulaşabiliyorlar. G Ailem, ben, bir de MS Yeşil Kutu’dan yeşil hedefler Oyuncaklar paylaşmak içindir! I B ayer, Türkiye MS Derneği ve zmir MS Derneği işbirliğiyle “Ailem, Ben, Bir de MS” adlı bir resim yarışması düzenliyor. Yarışmaya, kendisinde veya yakın çevresinde MS hastalığı bulunan 616 yaş grubundan tüm çocuklar istedikleri teknikle yapacakları resimlerle katılabilecek. 610 ve 1116 olmak üzere iki farklı yaş kategorisinde gerçekleştirilecek olan yarışmanın sonuçları 23 Nisan 2011 tarihinde açıklanacak. Katılmak isteyenler eserlerini 31 Mart 2011 tarihine kadar Bayer Türk Genel Müdürlüğü’nün Fatih Sultan Mehmet Mah. Balkan Cad. No: 53 34770 Ümraniye / STANBUL adresine gönderebilecek. Yarışmanın katılım koşulları hakkındaki detaylı bilgilere www.msgateway.gen.tr ve www.bayer.com.tr adreslerinden ulaşılabilecek. G şık Okulları’nın 8. Sınıflar Öğrenci Kurulu Kulübü, tüm okullar bünyesinde “Oyuncağımı Paylaşıyorum” adlı bir yardım kampanyası başlattı. Işık Okulları’nda öğrenim gören 750 öğrenci, çalışır ve temiz durumdaki oyuncaklarını toplayarak ve gerekli bakımlarını yaparak, stanbul Valiliği’ne bağlı Çocuk Esirgeme Kurumu Beyoğlu 75. Yıl Çocuk ve Gençlik Merkezi’ne bağışladı. G