Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
50 yıldır manzara hiç değişmedi MUSTAFA DOĞAN Mustafa Doğan 35 yaşında. “Gurbetçi futbolculardan”. Fenerbahçe, Beşiktaş ve FC Köln takımlarında oynadı. Şimdi futbol yorumculuğu yapıyor. Almanya’da hayata sporla ve futbol aşkı ile tutunduğunu söylüyor. NURSEL KÖSE Nursel Köse, bir çeyrek asırdır Almanya’da yaşıyor. Liseyi bitirdikten sonra üniversite okumak için Köln’e geliyor. şçi ailesi mensubu olmayıp, özel öğrenci statüsüyle gittiği için farklı süreçler yaşıyor. Şimdilerde onu Türk ve Alman filmlerindeki oyunculuğuyla tanıyoruz. Aynı zamanda, Yer Kosmetikçileri kabaresiyle Almanya’yı dolaşıyor. Müzisyen Aylin Aslım’ın anılarında kaygı ve öfke var. Mühendis Vural Ergül ise biraz buruk hatırlıyor geçmişini. Türkiye ve Almanya arasında kendini ararken yaşadığı şokları tebessümle anıyor. Mustafa Doğan kurtuluşu futbolda bulduğu için şanslı, Sebahat Ünal ve Nursel Köse ZUHAL AYTOLUN AL DEN Z USLU de tiyatro ile buluştuğu için. Filiz Fisun Gülaçıldı kardeşler ise nasıl “öteki” ve “yabancı” görüldüklerini unutmuş değiller. TAVAK Başkanı Faruk Şen de iki ülkenin yıllar süren yanlış politikalarından şikâyetçi. Hepsi bu elli yıllık göçün sonuçlarını yakında göreceğimizden emin. 80’li yıllarda Almanya’nın Köln şehrinde bir kahvehane... Fotoğraf: GÜNAY ULUTUNÇOK Bir Türk işçi ailesi. Fotoğraf: ARA GÜLER A ilem ben iki yaşındayken Almanya’nın demirçelik endüstrisinin merkezlerinden Duisburg şehrine taşındı. Aslında ilk babam gidip çalışmaya başladı, sonra askere gitti, geldi ve bizi de Almanya’ya götürdü. Ben Alman okullarında okudum, askerliği de orada yaptım. Türklerin yoğun yaşadığı, kendi içine kapalı mahallelerde büyüdüm. Yani Almanlarla karşılaştığımız tek yer okuldu. Çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda Almanların önyargılarına çok fazla maruz kaldım. Ailem 1985 yılında kesin dönüş kararı aldı. Biz Ispartalıyız, Antalya’ya döndük. Bir Almanya’dan dönüş klasiğini gerçekleştirip market açtı babam. Ama yapamadı, yapamadık. Ben de Türkiye’ye dönmeyi hiç istememiştim. Bir yıl sonra bu sefer Almanya’ya kesin dönüş yaptık! Türkiye’ye ise tatillerde gelmeye başladık. Hayat tuhaf tabii, şimdi de Almanya’da yaşayamıyorum. Ailem de şimdi altı ay burada altı ay orada. Ben ise evlendim iki kızım oldu. Biri 12, diğer 5 yaşında. Biri Türkiye’de biri Almanya’da doğdu. Çifte vatandaşlar. Türkiye'de büyüyorlar. Beni Almanya’da kaybolmaktan spor korudu. Futbol can simidiydi. Zaten futbolun dini, dili, ırkı yoktu. Takım olarak ortak başarı için çalışıyorduk. Bu yüzden politikacıların yıllarca yapamadıklarını sporcular başardı. Ben Almanya’daki Türk futbolcuların bu anlamda çok özel olduklarını düşünüyorum. Hep T ürk olmayı Almanya’da öğrendim. Gerçi şimdi de “Türkiye’de Türk” olmayı öğreniyorum, o da ayrı. Almanya’da azınlık olmak zor; ama misafir işçi olmak, kadın olmak, Türk kadını olmak, Müslüman olmak da sizin seçtiğiniz bir konum değil. Bunu çoğulcu toplum sosyal T soruyorlar “Türk mü Alman mı hissediyorsun?” diye. Ben iyi hissediyorum, Türk gibi hissediyorum. Benim için yalnızca iyi ve kötü insan var. Almanya’da ne yaşadıysam güzeldi, acı tatlı... Elbette sporcu olduğum için şanslıyım. Almanya’nın avantajı, istediğini yapmak için verilen fırsatlardı. Türkiye’de okumak bile zor. Almanya'da eğitim için para harcamıyorsunuz. Burada sistem erozyona uğramış, insanını da uğratmış durumda. Sonuçta iki kültür beni besledi. Alman disiplini zamanı iyi kullanmayı öğretti. Ben de çifte vatandaşım, Almanya milli takımının formasını giydim. Mesut Özil için yapılan eleştirileri de anlamıyorum. O yaşadığı ülkeye borcunu böyle ödüyor. Alman vatandaşı bir Türk o, gurbetçi. G olarak size dayatıyor. Almanya’da kimliğiniz; sizin ırkınız, kökünüz, diliniz ve dininizden oluşan bir şablonun içine sığdırılır. Zaten ilk ve ikinci nesil, sanat, kültür, edebiyat alanlarında da en çok mahrum bırakılan nesil oldu. Üçüncü ve dördüncü nesil kendini misafir işçi konumundan çıkarıp, akademik, işveren, sanatçı olarak toplumda yer edinerek bir çok sektörde öncülük yaptılar, yapıyorlar. Gerçi hâlâ Almanya’da hangi konumda olursanız olun, genel önyargılı bakış hep; temizlikçi kadın, Türk, yabancı, Müslüman, ezilen göçmen kimliklerinin içine sıkıştırılıyor. Ben de bunlardan usanıp 1992 yılında ilk yabancı kadınlar kabaresi “Yer Kosmetikçileri”ni kurdum. Şimdi de bunun Türkiye versiyonunu hazırlıyorum. Türkiye’deki hayata adapte oldum. Artık bir ayağım burada. Şimdi de sanatımı Türkiye‘ye adapte etmeye çalışacağım. Gördüğünüz gibi, hep bir adaptasyon süreci yaşamak zorundayız. G ürkiye’den Almanya’ya 1961 yılında 1500 işçi göç etti. Onlar “misafir işçi”lerdi. Gidip, çalışıp, döneceklerdi. Giden ilk nesil kendini öyle gördü, Almanlar da onları. Ama giden dönmedi, göç sürdü. Hayatlar kuruldu. Çocuklar, torunlar Almanya’da doğdu, tatillerde Türkiye’yi tanıdı. Bu coğrafyanın insanı tuhaf ve özel. Kendi kültürüyle oranınkini yine kendi bildiği gibi kardı, eledi. Sosyal hayatını da sanatını da yarattı. Şimdi bu ilk göçün üzerinden 50 yıl geçti. Üç milyona yakın Türk Almanya’da yaşıyor, Türkiye’ye dönen milyonlar da var. Yani neredeyse her ailede Almanya macerası yaşayan biri var anlamına geliyor bu sayılar. TAVAK (Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırma Vakfı) verilerine göre en az 12 milyon kişi Türkiye ile Almanya arasında dolaylı da olsa bir ilişki kurdu. Tüm bu 50 yıllık serüvenin özeti mi? Hâlâ kazanılamamış haklar, özlem, burukluk, öfke, gidememek, dönememek, gitse de kalamamak... Tanımlanmayan arada kalmışlık duyguları ve aidiyet problemleri. Bu göç hâlâ sürüyor. Hem de iki taraflı olarak. Ekonomik anlamda dibe batan ve nüfusu yaşlanan Almanya gurbetçileri de içine çekiyor. şsizlik de artmış durumda. Orada yaşamaya alışanlar, alıştıklarını seviyor. Bırakıp gelme cesareti olanlar da Araf’ta. Biz de 50. yıl için farklı kulvarlardan “gurbetçilerle” konuştuk. TAVAK (Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırma Vakfı) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Faruk Şen de bize 50 yılın kısa bir özetini anlattı. Göç, işgücü anlaşması, gurbet, Almancılar... Nasıl tanımlarsak tanımlayalım, hatırlayalım 1961 yılında, 31 Ekim Anlaşması’yla işgücü olarak ilk etapta 1500 kişi Almanya’ya doğru yola çıktı. 50 yıl sonra şu an sayılar bize ne gösteriyor? Bu sayılar katlanarak büyüdü.1972’de bir milyon, 1983’de bir buçuk milyon ve 1991’de de iki milyon sınırını aştı. Şu an Türk kökenli göçmen sayısı üç milyonun üzerinde. Bunların 960 bini Alman vatandaşı, iki milyon Faruk Şen. 40 bini Türk vatandaşı. Elbette bunların arasında Fotoğraf: tam sayısını tam VEDAT ARIK bilmediğimiz çifte vatandaşlar var. Medyaya servis edilen bazı haberlerde 2050 yılında Almanya nüfusun üçte ikisinin Türk kökenlilerden oluşacağı yazıyor. Bu gerçekçi bir tahmin mi yoksa başka bir amaca mı hizmet ediyor? Bunu Almanya’daki aşırı sağcı bir araştırma kurumu yaptı. Şimde de Almanları korkutmak, tahrik etmek için kullanılıyor. Tamamıyla yanlış bir teori. Türkiye’ye geri dönüş başladı, gerçek olan bu. 20082009 yılları arasında 195 bin eğitimli, kaliteli Türk kesin dönüş yaptı. Elbette orada doğumlar da oluyor. Eğer bir tahmin gerekiyorsa ki en iyimseri; 2050 yılında en fazla beş milyon olur. Peki, yarım yüzyıllık bu süreçte aidiyet ve sosyal konumlanma nasıl bir seyir izledi? lk önce gettolarda ve fabrikaların yurtlarında yaşıyordu göçmenler. Sonra mahallelerde toplandılar. Çünkü kapalı yaşam, korunaklı ve rahattı. Birlik sağlıyordu. 1973’ten itibaren aile birleşimi başladı ve çocuklar, aileler getirilmeye başladı. 1972 yılında Almanya’daki Türklerin yüzde 89’u erkek, yüzde 91’i işçiydi. Şu an bu oran yarı yarıya. şçi statüsü oranları ise yüzde 30’a düştü. Önyargılar kırıldı mı, AlmanTürk, TürkAlman gibi tuhaf tanımlamalar aşıldı mı? Almanlar’da ayrımcılık, ötekileştirme hep oldu. Türkofobi büyük ölçüde arttı. 50 bin üniversite öğrenicimiz var. Meslek eğitimi görenler çok. TAVAK verilerine göre 72 bin işverenimiz mevcut. 50 yıl sonra bile hâlâ aynı vasıfta bir Alman ve Türk başvuru yaptığında Alman işe alınıyor. Mesleği ne olursa olsun tüm Türk pasaportlarında işçi yazmasını duyardık hep. Sizin de işçi mi yazıyordu? Bunun nedeni giriş çıkışta kesilen 50 Dolar’dı. Benim de pasaportumda işçi yazıyordu uzun yıllar. Bu arada evlilikler de azaldı, öyle değil mi? Türk haneleri ortalama dört kişi. Gençler evlenmeye ekonomik kriz yüzünden cesaret edemiyor. Alman gençlerindeki aile kurma ortalaması 1.8. Bizimkilerde ise 3.7 Benim ailemde de gurbetçiler vardı. Arabalarla, büyük bavullarla geldiklerini ve hediyeler getirdiklerini hatırlıyorum. Şimdi öyle bir durum yok. Onlar mı değişti yoksa? Eskiden yaz aylarında krallar gibi gelirlerdi en iyi arabalarla. Şimdi onlar emekli. Maaşları da çok düşük. Fakirliklerini göstermemek için gelmiyorlar. Almanya’da artık emekli kahvehaneleri oluştu. 330 bin Türk emeklisi var. 630 Avro alıyorlar. Yaşama sınırı ise 530 Avro. Artık ölenler bile orada gömülüyor. Almanya’nın istediği Türkler kalıyor, ihtiyacı olmadıkları da vatanlarına dönüyor. Göçmenler dört nesil olarak gruplandırılıyorlardı. Hangisi en şanslıydı? Birinci nesil bu anlamda şanslıydı, iyi para kazandılar. O dönem kapandı. Demirçelik, kömür ve otomotiv sektörü durdu. kinci nesil de kendini kurtardı ama üçüncü nesil işsizlikten en büyük yarayı aldı. Dördüncü nesil ise okul çağında, onların geleceği için de çok olumlu sinyaller yok. Artık sorunlar büyüyor. Almanya ekonomik anlamda sıkıntılı günler geçiriyor. şsizlik oranları ve bunun gurbetçilere yansımaları nasıl? Ters göç de başladığına göre dengeler epey değişmiş olmalı. Resmi işsizlik yüzde dokuz, bize göre yüzde 14. Türklerde bu oran yüzde 30. Zaten Almanların yüzde 22’si de fakirlik sınırının altında yaşıyor. Türklerin ise yüzde 44’ü. Emeklisi artan, hareketsiz hantal nüfus ekonomiyi dibe çekiyor. Dördüncü nesli yani gençleri sıkıntılı günler bekliyor dediniz. Onlar farklı alanlarda çıkış yollarını arıyor; spor, sanat, ticaret... Evet öyle. Diğer işlerde yükselmek ve iş sahibi olmak maalesef zor. Şimdi Türkiye Almanya’dan oyuncu alıyor. Üç milyon nüfustan bahsediyoruz. Siyasal temsil yeteneğini iyi kullanabildi mi bu kitle? Alman federal ve eyalet parlamentolarında Türk kökenli 17 kişi var. Her parlamentedo 200, 16 eyalet parlamentosunda toplam üç bin 200 isim bulunuyor. Bunlara fedarelleri de koyalım. Sayı 3 bin 800 etti. Yalnızca 17’si Türk. Bunların da bazıları Türkiye karşı politikalarla yerlerini sağlamlaştırdı. Yani üç milyon nüfusun ağırlığında bir politik etki yok. Bizde de sorun başka; Almanya'da bir buçuk milyon seçmen var. Bu Türkiye’de 14 milletvekili demek. Ama seçim sandığı Almanya’da yok. Hükümetin ve muhalefetin büyük bir ayıbıdır bu. Önümüzdeki manzara ne gösteriyor? Sonuçta iki ülke de sorumluluklarını yerine getirmedi. Gurbetçiler de iki cami arasında beynamaz kaldı. Artık namazlarını Türkiye’ye çevirdiler. Kalanlar ise Almanya’nın başına dert olacaklar. Fransa'da Sarkozy’nin başına gelenler, Almanya’da Türk ve diğer göçmenlerle tekrarlanabilir. Şaşırmayın! G VURAL ERGÜL Vural Ergül, 28 yaşında. Almanya’da doğdu. 11 yaşında Türkiye’ye döndü. Yaşadıklarını biraz buruk, biraz hüzünlü ama tebessümle anlatıyor. en 1983 yılında Hannover’de doğdum. Ailem 70’li yılların başında işçi olarak Almanya’ya yerleşti. Babam sonradan taksi şoförü oldu. Türklerin yoğun olarak bulunduğu bir mahallede yaşamadık. Ailem vardiyalı çalıştığı için de bana Alman üst komşumuz bakıyordu geceleri. Bizim evde hep Türkçe konuşulurdu, Almanca asla konuşulmazdı. Ramazanda oruç tutmasak da iftar sofrasına otururduk. Okulda sınıflar karışıktı, çokkültürlüydü. Hatta Almanlar azdı. Ben ise Almanya’da Türk olduğumun farkına uzun yıllar varamadım. Zaten kendimi Alman olarak görüyordum. Orada doğmuştum, Türkiye’yi bilmiyordum, bilemiyorum. Tabii evin içindeki Türkiye yetmiyordu. Bizimkiler bana geleneksel anlamda da hiç baskı yapmadı. Hayat nasıl geldiyse öyle yaşadım. Orada “oralı” gibi yetişmenin bende bıraktıklarını Türkiye’ye döndüğümde anladım. lk olarak ilkokul dörtte yarım dönemliğine buraya geldim, kısa süre sonra döndüm. Yirmi kişilik sınıflardan, 80 kişilik sınıflara geçince afalladım. Herkes üniforma giyiyor ve pazartesicuma törenler yapılıyordu, tuhaf geldi. lk defa öğretmen dayağı yedim ve çok korktum. Evde çok ağlamıştım. Sanki bu dayağı ruhuma yemiştim. Sonra Almanya’ya geri döndüm, bir yıl daha geçirdim. Kesin dönüşüm sonra oldu. stanbul’da Almanca eğitim veren bir Anadolu lisesine kayıt oldum. Almanya’da iyi bir alım gücümüz vardı, iyi yaşıyorduk. Ama bizimkiler dönüşü planlamışlardı, orada bir hayat kurmak istemiyorlardı. Onlar oraya Türk olarak gitti, ben orada Alman olarak doğdum. Hiçbir zaman gerçek anlamda oraya ait olamayacağımı bildikleri için beni Türkiye'ye getirdiler. Yaz tatillerinde Türkiye'ye geliyorduk bir aylığına. Benim için Türkiye tatil ve eğlence yeriydi. Burayı özlerdim de, AYL N ASLIM Müzisyen Aylin Aslım, Almanya doğumlu. Pek çok nedenden henüz bir buçuk yaşındayken anne babasının isteğiyle anneannesinin yanına Türkiye’ye yollanmış. Yaz tatillerini Almanya’da ailesi ile geçirmiş. Anılarında kaygı, öfke, şaşkınlık ve özlem var. Almanya’da büyüyen Türk çocuklarının durumları da pek parlak değildi, hatırlıyorum. Okullarda, bazı üniversitelerde bile ayrımcılık vardı. Türk çocuklarını meslek okullarına ayırıp üniversiteye gitmelerini engellemek, üniversite için gerekli her şartı yerine getirdiği halde ısrarla “kontenjanımız doldu” cevabını alan parlak Türk öğrenciler... Her yaz oyun oynadığım kız çocuklarının neredeyse hiçbiri okumadı, genç yaşta evlenip anne oldular. Bir kısmı tarikatlara girip Alman kültürünü tamamen dışladı. Tüm bunlar gözünü korkutmuş bizimkilerin, biz de böyle kayıp gençlik olur gideriz diye. Zaten zor oldu ayrı yaşamak. Her yaz tatilini Almanya’da geçirdik. Tam oraya alışıyoruz, dili öğreniyoruz, annebabaya alışıyoruz, haydi tatil bitti Türkiye’ye. Kesin dönüş yaptıklarında ben 13 yaşındaydım. Buraya adapte olamadılar uzun süre. kisi de ayrı ayrı bunalıma girdi, 25 yıl sonra düzen değiştirmek de kolay değildi elbette. Çünkü “onların Almanya”sı, refah düzeyi yüksek sosyal demokrat Almanya’ydı. Bir fabrika işçisinin bile her türlü güvenceye, sağlık vs. hizmetinin en iyisine sahip olduğu Almanya’ydı. Yani 80’ler sonunda döndükleri Türkiye’den çok farklı bir sistem. Bana sorarsanız bir on yılı almıştır alışmaları. Hâlâ arayıp sordukları arkadaşları var orada. G SEBAHAT ÜNAL Sebahat Ünal, tiyatrocu. Ailesinin tercihlerine uymak zorunda kaldığında 17 yaşındaydı. stemeyerek de olsa işçi olarak giden annesinin ardından düştü Almanya yollarına. Yeni bir hayat bekliyordu artık onu. B A A lmanya’da doğdum, Türkiye’de büyüdüm. Babam 1961 yılında ilk giden işçilerden. Daha sonra annemle evlenmiş ve orada fabrikada çalışmaya başlamışlar. Ben bir buçuk, ağabeyim altı yaşına geldiğinde Türkiye’ye, anneannemizin yanına yollanmışız. Neden mi? Birçok sebebi var; birincisi ikisi de çalıştığı için bize bakacak kimse olmaması, ikinci ise bakıcı tutacak kadar para kazanmamaları ve en ilginci o yıllarda sık yaşanmış bir durum: Alman bakıcıların “Bu Türkler çocuklarına bakamıyor, kötü muamele ediyor” diye şikâyette bulunup çocukların velayetlerini üstlerine alabilmeleri! O yıllarda bu sık yaşanmış, çocuksuz bazı insanlar bakıcılık yapmaya başlıyor, çocuğa bağlanıyor, Türk aileyi mahkemeye veriyor, mahkemeler sıklıkla Türklerin aleyhinde karar veriyor ve bebeklerin velayeti ya devlete ya da bakıcıya veriliyor. Bundan gerçekten korkmuşlar. vatan özlemi değildi benimki. Ailem hasretle beklerdi. 16 yıldır Türkiye’deyim. Keşkelerim, çelişkilerim oldu. Şu an elektrik mühendisiyim ve yüksek lisans yapıyorum. Orada olsaydım kayıp kuşağa karışabilirdim. En iyi ihtimalle meslek lisesinde okuyup kalifiye eleman olurdum. Şimdi düşünüyorum da ailem beni oradaki Türklerden bilerek uzak tuttu. Çünkü Türk aileleriyle geçinemiyorlardı. Diğer taraftan Almanlarla da mesafemizi koruduk, dengeli bir hayattı bizimkisi. Şimdi gitsem ne hissederim derseniz; duygulanırım. Yaşamak istemem, yaşayamam. Belki turist olarak gider biraz kalırım. Oradayken Almandım ama döndüğümde ne Türk ne Alman oldum. En önemlisi Türkiye’de geldiğimde buradaki insanların ne kadar uyanık olduğunu gördüm. Orada daha saftık. Türkiye’de arkamı kollamayı ve uyanık olmayı öğrendim. Dürüstlüğü bir tarafa bırakıp yalnızca işime bakmak gerektiği öğretildi hep bana. Ama sonunda Türk olmayı öğrendik. Ben artık kırmızı ışıkta geçecek kadar Türk’üm. G TÜRK YE BU GÖÇÜN BEDEL N ÖDEYECEK F C M Y B C MY B iliz Gülaçıldı, 16 yaşında gitti Almanya’ya, peşinden de 13 söyledi, kolay bitirebileceğim, eğitimi kısa süren bir meslek yaşındaki kardeşi Fisun. 1970’lerde iki kardeşi Türkiye’de yapmamı önerdi. O an dondum kaldım.” bırakarak gitmişti aileleri. “Bekledik” diyor Filiz, “Gelmeleri Fisun, altı yıldır bir ajansta grafiker olarak çalışıyor, tüm mümkün olmayınca, biz de gittik arkalarından.” lk günler iki kız yabancı tutulup ötekileştirmelere inat. Filiz de işletmeci. Artık kardeş de çok heyecanlı. Yeni bir ülke, yeni bir çevre... Diğer pek çok olumsuzluğu silmeye çalışıyorlar zihinlerinden. “Hiçbir yandan ikinci ailemiz dedikleri dede ve anneannelerinden zaman buraya tam olarak bağlanamıyorsun. O zaman sanki ayrılmaları da büyük zorluk. Dilini bilmedikleri, kimseyi Türkiye’den kopacakmışsın gibi geliyor. Ama kendi duruşunu tanımadıkları bir ülkede hayatları başta dört belirlersen de burada farklı bir kaba duvar ev ve dil kursu arasında geçiyor. Orada konulmuyorsun, sen de o yemeğe ayrı bir tat yaşayan Türklerle kaynaşamıyorlar, Almanlardan veriyorsun, aroma fark ediliyor. Ben de da eğreti yakınlık görüyorlar, yabancılıkları sanki buradayım ve benim de farklı lezzetim var hep yüzlerine vuruluyor. Hatta Fisun, meslek demen gerekiyor yalnızca” diyor Fisun. seçiminde yaşadığı ayrımcılığı da unutamıyor: Filiz, şimdi 37 yaşında. Hâlâ da içinde bir “Buradaki iş ve işçi bulma kurumuna gittim. dönüş hayali taşıyor, özlemleri dinmiyor. Hayatımda ilk ve son kez ırk ayrımıyla yüz yüze Fisun’un da böyle bir aslan yatıyor gönlünde. geldim. Çalışan görevliye Münih’teki grafikle ilgili Fisun’un yaşı 34. “Biliyor musun?” diyor tam da, tüm okulların adresini çıkarmasını istedim. Kadın Türkiye’de yaşadıklarından zihninde kalanları bana bakıp, bu okulları maddi olarak anlatırken; “Burada ışıklar hiç kesilmez, o karşılayamayacağımı ve hatta bu meslekte karanlıkta yapılan sohbetler, anlatılan masallar Fisun Gülaçıldı yabancı olarak hiçbir şansım olmayacağını yoktur. Ailecek yapılan öğle ve akşam yürüyüşleri de... Herkes evine, işine gider. şte bir hafta sonu belki dışarıya çıkılır, eş dostla buluşulur. O yüzden Türkiye, yine bir özlemle burar insanın yüreğini.” Aslında ikisinin de canını en çok yakan özlem. Bir de Almanya’da yabancı, Türkiye’de de Alamancı muamelesi görmek. Filiz’in 50 yıl sonra göçle ilgili vurguladığı da şimdiki Filiz Gülaçıldı neslin yaşadığı o büyük kimlik sorunu. Umudu ise dördüncü nesilde. “Çünkü” diyor, “Kendilerini Alman gibi görerek, bu kültüre ve kendi kuşağına uygun yetişecekler. Neticede onlar, aslında, kimlik sorunu olan neslin çocukları olacak. Türkiye de bu anlamda kendi kaybını ve ayıbını verecek. 60’larda, 70’lerde ekonomik nedenlerle verdiği göçün bedelini de Türkiye elbet bir gün ödeyecek” G nnem terziydi. Babamdan ayrıldıktan sonra Ankara’da ekonomik sıkıntı yaşadığı için 1969 yılında beni ve iki kardeşimi bırakıp Almanya’ya birkaç yıllığına gidip para biriktirip dönmek istemişti. Fakat ben 17 yaşıma geldiğimde babamla yaşamak istemediğim için annemin peşinden Münih’e gittim. 70’li yıllarda Almanya, özgür ve tabuların olmadığı dönemler yaşıyordu. O yüzden de özgürlüğüm, annemin korkuları nedeniyle kısıtlıydı. Bunun yanı sıra bizlerin candan, paylaşmacı ve yardımsever olmamıza karşın Almanların egoistçe bir yaşam sürmeleri ve soğuk olmalarından çok etkileniyorduk. O zamanlar, “Biz hiçbir zaman buraya ait olamayacağız” derdik, çünkü öyle hissederdik. Bu ailemiz için de geçerliydi. Aidiyet sorunu zaten hiç yaşamamıştım. Çünkü ben Türkiye’ye aittim, burada geçici yaşıyorduk. Yatırımlarımızı da Türkiye’ye yapıyorduk. lk oğlum altı yaşına geldiğinde karar vermenin zamanıydı artık. Ya dönecektik ya da kalacak. Kaldık. 16 yıl Siemens’te çalıştım ve sonra yapmak istediğim işin bu olmadığına karar vererek tiyatroya yöneldim. Münih’te ilk kez Türkçe oyun sergileyen grup bizdik. Profesyonel bir teklif aldım. ki kişilik bir Almanca oyunla Almanya'nın her yerini dolaştık. Sonra televizyon ve sinema filmleri geldi. 2000 yılında da Impro a’la Turka’yı kurduk. Almanlar, Türklerin bu ilerlemelerini kabul etti mi derseniz? Kişisel olarak evet ama genel olarak hayır derim. Göçmen olarak belirli bir yere gelir, sonra ilerleyemezsiniz. stisnalar elbette baki. Ama zaten Türkiye’nin de bizim için bir şey yapmadığına inanıyorum. Bizler kendimiz ve bizi önemseyen Alman kuruluşların inisiyatifleriyle bir yerlere geldik. Gerçekten de ne orası ne de burası. Her yerde savaşmak zorundasın. Şimdi, ilk göçten 50 yıl sonra, entegrasyon deniliyor. Bu, hem bizler hem de Almanlar için yeni bir durum. Buraya çalışacağız ve geri döneceğiz diye geldik ve hâlâ buradayız. Sorunlarımız çok olsa da ben çözülebileceğine dair bir umut taşıyorum. Zaten günün birinde Almanlar da Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğunu kabul etmek zorunda kalacak! G