25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

26 TEMMUZ 2009 / SAYI 1218 7 DÜNYALI YAZILAR Sansürün değişen yüzü... Artık bir şeyleri sansürlemek karanlık bir odada oturan birkaç kişinin tekelinde değil. Kitleler kendilerine yabancı gelen akımları kimi zaman aşağılayarak, kimi zaman da şiddet göstererek susturmayı deniyor. Yetkililer ve medya ise sadece tavsiyelerde bulunuyor. Bir şeyler onların hoşuna gitmiyor, örf ve adetlerine uymuyor ya da içine sinmiyor. DENİZ ÜLKÜTEKİN Cahit Berkay yıllardır sansürle uğraşıyor. 21. yüzyıl kadını... ZÜLAL KALKANDELEN F A slında bir daha hiç bir araya gelemeyecek iki kitleydi belki de; Topkapı Sarayı’nda şarap eşliğinde İdil Biret’in klasik müzik konserini dinleyenler ve onları protesto etmek için dışarıda bekleyen Alperenler. “Kutsal mekânda içki içilmemeli”, beğenin ya da beğenmeyin tartışılabilir bir istek. Klasik müzik dinletisi sırasında minderlere yayılmanın ve şarap içilmesinin sorgulanıyor olması ilk bakışta komik gelebilir ama konu hakkında biraz derin düşündüğümüzde ilginç sonuçlara da ulaşabiliriz. Alperen Ocakları, sonrasında İdil Biret’ten özür diledi ve tepkilerinin Biret’e ya da onun sanatına karşı olmadığını söylediler. Gerçekten öyle miydi? Topkapı Sarayı’ndaki Çaykovski dinletisini etrafında oluşan kültürden ayırabilir miydik? Yoksa klasik müzik dinlemenin bizim için görece bir üslubu mu vardı? Görünen o ki artık sanat ve toplum arasındaki ilişkiyi yeniden değerlendirmek gerekiyor. Çünkü çok farklı hayat şartları içinde yaşasalar da, birbirinden çok uzak ideolojilere sahip olsalar da insanlar önlerine konulan ve adına sanat denilen şeyi, etrafında oluşan kültürden ayrı tutarak değerlendirememek veya değerlendirmemek gibi bir ortak özelliğe sahipler. İnsanlara sunuş şekliyle mi alakalı yoksa kamuoyunun kendi içinde yarattığı önyargının ekranlara yansıması mı Cahit Berkay günümüzde gelinen nokta da kabahati şimdiki kuşaklarda aramamak gerektiğini düşünüyor ve ekliyor: “80 darbesiyle birlikte kuşaklar arasındaki kültür akışı kesildi.” Şimdi farklı kesimler arasında ortaya çıkan yabancılaşma ve bunun sanata yönelik aktiviteler üstünden sıkça dile getiriliyor olması da garip bir şey değil. O zaman Müslüm Gürses insanları kendilerini jiletlemeye, İdil Biret kutsal mekânlarda şarap kadehi tokuşturmaya, rock festivalindeki zibidiler de kendilerine özenenleri uyuşturucu kullanmaya teşvik ediyor, öyle mi? Berkay’a göre asıl sansür de insanların bu düşünce yapısına itiliyor olması. Marjinaller Rock’n Coke’ta... KÜLTÜREL FARKLAR... bilinmez ama İdil Biret konserinden bir hafta sonra düzenlenen Rock’n Coke festivali için yapılan haberler de aslında orada bulunan gençleri olabildiğince marjinal gösterme çabasından başka bir şey değildi. Bu bahsettiğimiz örnekler yakın dönemde toplumun muhafazakârlaşmasıyla ortaya çıkan kültür kutuplaşmasının medyaya ve topluma yansıması değil. Yıllardır hayranlarının, Müslüm Gürses konserlerindeki hallerinin insanlara sunuluşuyla ortak noktaları da azımsanacak gibi değil. Sansür dediğimiz şey de tüm bunlarla birlikte şekil değiştiriyor. Artık sansür kurullarının yerini kitlesel refleks alıyor. Kural koyucular için artık yasakçı olmak söz konusu değil, onlar kendi hitap ettikleri kesimde rahatsız edici unsurlara karşı uyarıcı rolündeler. Cahit Berkay 60’lı yıllardan itibaren tüm bu süreçleri bir sanatçı olarak yaşamış. İlk olarak kendi yaşadığı deneyimlerden örnek veriyor: “Daha 1968’de Moğollar’ın kuruluşuyla beraber TRT sansürüne takıldık. O zaman şarkı sözlerimizde de bir aykırılık yoktu, pek suya sabuna dokunmazdık. Ancak türküleri alıp yeniden aranje etmemiz pek hoşlarına gitmemişti. Tabii ‘beğenmedik’ diyemiyorlardı. ‘Şarkıda uyum sorunu var’ gibi gerekçeler öne sürüyorlardı.” Elbette 12 Eylül deyip işin içinden çıkmak da kolaya kaçmak. Çünkü bu sırf Türkiye’ye özgü bir sorun değil. Konuyla alakalı en yakın zamanlı örnek Fransız rap şarkıcısı Orelsan lakaplı Aurelien Cotentin’in ülkenin en önemli müzik festivali Francfelles’teki konserinin iptal edilmesiydi. Sebep mi? Orelsan’ın “Pis Fahişe” isimli şarkısı. Yetkililere göre şarkı çocuklar ve gençler için zararlı örnek oluşturabilecek nitelikteydi. Basın ise Orelsan ve temsil ettiği kültüre karşı tavrını daha net koyuyordu ve “küfürle dolu rap şarkılarından ne zaman kurtulacağız” diye soruyordu. İlginç bir şekilde Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Partisi UMP, Orelsan’ın yanında yer alarak festival organizatörlerinin uyguladığı sansürün “kabul edilemez” olduğunu açıkladı. Şimdi size bir soru. Şarkının içeriğini eleştirenler gerçekten Orelsan’ı temsil ettiği rap kültüründen ayrı bir şekilde değerlendirebiliyorlar mı? Bu soru biraz da kültürün artık bize ne ifade ettiğiyle alakalı. Eğer gerçekten kendisini eleştirenlerin dediği gibi rap kültürü küfür ve şiddet içerikli şarkılarla temsil edilebiliyorsa ya da arabesk, kendilerine maddi manevi zarar verme noktasında bile insanlara hitap etme gücünü koruyabiliyorsa, o zaman gerçekten popüler kültür farklılıkları içinde keskin ayrışmalardan söz edebiliriz. Cahit Berkay müzikal anlamda bu süreci en yakın yaşayan isimler arasında. O biraz da yapılan işlerin içinin boşalmasının kültürel yabancılaşmalara sebep olduğunu düşünüyor. Yeniden müziğe döndüğü yıllarda ve 90’ların başında pop müzik ve rock müziğin içinin boşalmasını hatırlatıyor. “Pop müzikte hızlı yoldan popüler olma hevesi ortaya çıktı. Çünkü seksenli yıllarla birlikte özellikle gençler bir önceki kuşaktan kültürel anlamda beslenemedikleri için yabancı kültürlere yöneldiler. Onun sonucunda da ortaya içi boş işler çıkmaya başladı. Müziği ve genel anlamda sanatı tamamen eğlenceye yönelik bir şeymiş gibi sunmak da bunun sonucu.” G ransa, bir süredir ülkede “yürüyen cezaevi” olarak adlandırılan çarşaf ve burkayı tartışıyor. Bir grup milletvekili, burka ve çarşaf giyenlerin sayısında artış olduğu gerekçesiyle meclis soruşturma komisyonu kurulmasını isteyince ortalık karıştı. Bir yandan da burkanın yasaklanmasını antidemokratik bulan sesler de duyulunca Sarkozy konuştu: “Burka giymenin dinle ilgisi yoktur. Bu, özgürlüğe ve kadın haysiyetine aykırı bir aşağılama işaretidir. Burka, Fransa topraklarında hoş karşılanmaz.” Avrupa’da en fazla Müslüman nüfus barındıran ülke olan Fransa’da, okullarda türban takmak da yasak. Batı basınında, Sarkozy’nin son burka çıkışı hakkında yapılan yorumlara bakınca, iki ayrı görüş ortaya çıkıyor. Birinci görüşe göre, Sarkozy haklıdır; çarşaf/ burka, kadını boyun eğmeye zorlayan, küçültücü bir uygulamadır. İkinci görüşe göreyse, çarşaf/burka giymek, “kişisel özgürlük” meselesidir ve yasaklanması bunun ihlali anlamına gelir. İşin ilginci, ikinci görüş feminist bloglarda bazı kadınlar tarafından da savunuluyor. Erkeklerin kadınlar üzerinden yürüttükleri tartışmalardan çok, onların konuya bakışı daha anlaşılmaz geliyor bana... Bir kadın nasıl olur da kendisini adeta cendereye koyup hiçleştiren bir baskı aracını “özgürlük” olarak savunur? Ve sonra da kendisini feminist olarak adlandırır? Denilebilir ki; dini inancı nedeniyle örtünen kadınlar da var. İyi ama İslamiyet’in kutsal kitabı Kuran değil mi? Kuran’ın neresinde yazıyor bu çarşaf, burka, türban? Son dönemde bu tartışma Batı’da iki lider tarafından yürütülüyor. Obama, Sarkozy’nin tersine ikinci görüşü benimseyerek, kadınların örtünmesinin kişisel tercih olduğunu söylüyor. O, belki Müslümanlara şirin görünme çabası nedeniyle böyle konuşuyor olabilir; ama bu konuda haklı olan Sarkozy’dir. Çünkü türban, çarşaf, burka, erkeğin kadın üzerinde kurmak istediği baskının aracıdır. *** Bununla birlikte, kadına karşı yapılan ayrımcılığın bir diğer yönüne de burada değinmek gerekir. Bu, seksist yaklaşımlar içeren cinsel ayrımcılıktır. Çarşaf ve burkaya karşı çıkıldığı gibi, elbette kadının metalaştırılması da reddedilmelidir. Özellikle medyada kadının cinsel bir obje olarak görüldüğü bir gerçek. Bunun nedeni de, yine medyadaki erkek egemenliği. Gün geçmiyor ki, çok satışlı gazetelerde, internet sitelerinde rating için kadın bedeni kullanılmasın... Bana göre bu konuda hatalı olan yalnızca erkekler değil. Çoğu kadın da onların zaafından faydalanıyor ve merdivenleri koşarak tırmanabilmek için nesneleştirilmeye razı oluyor... Tiraj için çıplak fotoğraf çektiren gazeteci de var; dikkat çekmek için bedenini sergileyen müzisyen de... Ama artık kadınlar bütün bunlara bir son vermeli! Yüzyıllardır ezilen, sömürülen kadınlar, sistemin dayatmalarına, erkek hegemonyasına, cinsel ayrımcılığa direnmeyi öğrenmeli. Erkek egemen feodal dinci kültürün simgelerini kadına giydirip onun üzerinden siyaset yapanların maskesini düşürmeli... 21. yüzyılın kadını, artık haklarına sahip çıkıp, toplumun eşit ve saygın bir bireyi olmalı. Bedeni üzerindeki tüm tahakkümlere karşı gelip, kişiliğiyle ortaya çıkmalı. Bunları yaparken de, ne bedenini sergilemeye zorlanmalı, ne de türban takmaya... Ne çarşaf giymek zorunda olmalı, ne de anatomiye aykırı “limuzin ayakkabıları”... Ne bağnazlığın kölesi olmalı, ne de metalaşmalı... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com Orelsan küfürlü şarkısıyla tartışılıyor. albümün daha sonra “Kaynanalar” dizisine jenerik olan şarkısında bilinçli olarak uyumsuzluk kullanılmasına karşın. Bunlar 1968’i izleyen süreçte Türkiye’de yaratılan sansür ortamı hakkında ufak detaylar. Televizyon ve radyo kitlelere ulaşmak için en önemli araçtı. Ancak Berkay’ın dediği gibi şarkıların içine biraz sosyalist hava katmak ya da Pir Sultan Abdal’dan, Nâzım Hikmet’ten sözler kullanmak yasaklanmak için yeterli nedendi. Yine de o yıllarda devlet içindeki yasakçı zihniyetin tam anlamıyla toplumun içine işlediğini söyleyemeyiz. Çünkü “minibüs müziği” diye dalga geçilen arabesk albümlerinin milyonlar sattığı, Moğollar’la birlikte Cem Karaca, Fikret Kızılok gibi isimlerin politik yönlerini eserlerine yansıtabildiği yıllardı. Ta ki Türkiye’deki birçok “U” dönüşü için milat olarak gösterebileceğimiz tarihe kadar. 12 Eylül sırasında Cahit Berkay Türkiye’de değildi. İki yıl sonra döndüğündeyse Moğollar’ı yeniden hayata geçirmesi mümkün olmadı. Çünkü; “O dönemde büyük bir baskı vardı ve müzik yapma şansımız yoktu. Ben de bir özel şirkete girip çalışmaya başladım. Ancak, Cem Karaca 1986’da Türkiye’ye döndüğünde biz de Moğollar olarak yeniden başladık. Sonra sinema sektörünün biraz kıpırdanması ve özel televizyonların yayına başlamasıyla 12 Eylül’ün etkileri biraz olsun kırıldı.” SANSÜRÜN DÖNÜŞÜMÜ... İdil Biret konserinde şarap dağıtıldığı için tepki gördü.. Ancak TRT yetkilileri bu bahanenin başlarına dert açacağını bilememiş. Moğollar 1971’de Fransa’da Pink Floyd ve Jimi Hendrix’le birlikte Akademi Ödülü’ne layık görülünce ödül kazanan albümü sansürlemek mümkün olmamış. Üstelik ödül kazanan C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear