Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 8 ŞUBAT 2009 / SAYI 1194 Eleştirel Psikologlar ve Psikoloji Öğrencileri Grubu’na göre, insanı çözümlerken siyaset de, toplum da atlanmamalı. Bu ne hesabı? Selçuk Erez Soğukkanlılıkla bakmanın zamanıdır: * Davos’un programına Gazze toplantısının eklenmesini biz istemişiz! * Başbakanımız, toplantıda, “Tevrat’ın 6. maddesi ‘öldürmeyeceksin’ der. Burada öldürme var” dedi ve Oxford’dan Prof. Avi Şlaim ile Gilad Atzmon adlı iki Yahudinin İsrail’i eleştiren sözlerini aktardı. Bu neyi yansıtır? İsrail’i adam öldürme ile itham planının bulunduğunu, Sayın Başbakan’ın söyleyeceklerine önceden gerekçeler hazırlamış olduğunu ve orada söylediklerinin, Şimon Peres’in sesini yükseltmesi ya da az zaman ayrılmış olmasına tepkiyle söylenmediğini yansıtır. * Üslubunda politikada yeri olmayan aşırılıklar var mıydı? Vardı: “ Benden yaşlısın... Sesinin benden çok yüksek çıkması suçluluk psikolojisinin gereğidir... Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü.. iyi biliyorum” dedi ve Peres’in konuşmasının salonda alkışlanmasıyla ilgili olarak da “Zulme alkış tutanları da ayrıca kınıyorum... Çocukları öldürenleri alkışlamak.. insanlık suçudur” diyerek Peres’e yönelik kalmasını tasarladığı suçlamayı, o salonda bulunan, aralarında dünya kamuoyunu şekillendiren çok sayıda kimsenin bulunduğu topluluğa da yaymış oldu. İnsanı anlamanın yolu Esra Açıkgöz B Tayyip Erdoğan ve Şimon Peres. * Peres, konuşması sırasında şunları söylemişti: “Gazze’ye su ve yakıt bizden gitmektedir. Bunların akışını tek gün aksatmadık. İtirazımız tünellerden oraya giden ve bize atılan füzeleredir.” “İstanbul’a her gece on roket atsalar, yüz roket atsalar ne yapardınız?” “Bombaları çocuk yuvalarında depoluyorlar, kendileri de suçu olmayan ailelerin arkasında saklanıyorlar. Biz bombalamadan önce yirmi günde 250.000 kez telefon ederek masum insanları uyardık.” Başbakan bu sözlere hiçbir yanıt vermedi. Oysa bunlara da kısa ve inandırıcı cevapların hakarete varmayan bir üslupla verilmesi gerekirdi... Mesela, “Biz samimiyetle barışa yol açacak arabuluculuğumuzu sürdürmeye, her iki taraftan canların yitiminin son bulmasına çalışırken orantısız güç kullanmanız, bu çabamızın başarısızlığına yol açmaktadır..” gibi sözlerle, salondakilerden ve TV’den izleyenlerden de alkış alabilirdi. Gazze’de barış, İsrail’in Cumhurbaşkanının aşağılanmasıyla sağlanamaz; çarpışan taraflardan hiçbirinin aşağılanmasıyla sağlanmaz. Türkiye’nin arabuluculuğu sadece Hamas’ın değil, ancak her iki tarafın, temsilcilerimizin dengeli davranacaklarını bildikleri zaman başarılı olabilir. Türkiye’nin bu konudaki ciddiyet ve ağırlığı sadece çarpışan iki tarafça değil, Davos’taki salonda ve olayı TV’den izleyen dünya kamuoyu tarafından da kabul edilmelidir. Peres’i alkışlayanları bu şekilde suçlamak bu sonuca yol açmaz. * Olaydan sonra Büyükelçi Faruk Loğoğlu, Milliyet’ten D. Şenay’a, “ABD’deki Yahudi lobisinin en güçlü lobi olduğunu, Ermeni soykırım iddialarını içeren tasarının bugüne kadar yasama organlarının tümünden geçmemesinin onların desteğiyle sağlandığını söyledi. Öyleyse, Filistinİsrail çatışmasının son bulmasına yol açmayacak bu tutum ve yeryüzünde etkisi yaygın olan ve bunca sene ABD’de aleyhimize sürdürülen faaliyetleri engellemek için desteğini aradığımız bir ülke ile bu boyutta çatışma Türkiye’ye ne kazandırır? Önemli kayıplara yol açar! Hiçbir getirisi yok mudur? İtibarı eksilmiş AKP’nin, yitirdiği oyların bir kısmını yerel seçimlerde geri kazanmasına yol açar. Hesabın böyle yapıldığını fark edince insanın meydana koşup Davos Fatihi’ni alkışlayası gelmiyor! G erezs@superonline.com ir insanı, duygularını, düşüncelerini anlamak ne kadar mümkün? Psikolojiyle doğrudan ilgiliyseniz, elbette hem yanıtınız kolay, hem yolunuz… İyi de yönteminiz ne? Eleştirel Psikologlar ve Psikoloji Öğrencileri Grubu’na göre, insanı çevresinden, politikadan, toplumsal olaylardan, kültürel ve tarihi geçmişinden arınarak tanıyamaz, tanımlayamazsınız… Çünkü insan içinde yaşadığı toplumdan bağımsız değil, dolayısıyla siyasetten de. Grup da bundan yola çıkarak alternatif psikolojiye dair toplantılar düzenliyor, tartışmalar yapıyor. Zaman zaman 1 Mayıs’taki polis şiddetine karşı bildiriler çıkıyor bu toplantılardan, zaman zaman da bir işçi direnişine destek metinleri. Gelin onları biraz tanıyıp, dertlerini anlayalım… Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi Barış Şensoy’u psikoloji eğitimine götüren, dışarıyla, sokakla, insanlarla bağlantılı bir şeyler yapmak istemesi. Uludağ Üniversitesi psikoloji bölümü mezunu Onur Çalışkan için de psikoloji, hayatla iç içe olan bir meslek tanımına giriyormuş, ta ki eğitimini almaya başlayana kadar. Bu hayal kırıklığını sadece o yaşamıyor. Güneş Kayacı, Boğaziçi Üniversitesi’ne adımını attığında psikoloji eğitiminin insanlara yaklaşımını görünce bölümü bırakmayı bile düşünmüş. “Bir eksiklik vardı” diyor, “Mesela psikolojiye giriş dersinde parayı insanı motive eden bir ara değişkendir, diye sunarlar, bu çok rahatsız edici. Bunun gibi pek çok önkabul ile ilgili bir dert vardı”. Psikolojiye karşı bu mesafesi ve soğukluğu üçüncü sınıfa kadar sürmüş, her yıl kendini daha da yalnız hissetmiş. Ta ki bir mitingde Psikologlar Platformu kartonunu görene kadar, “Gördüm ve kim olduklarını neler yaptıklarını öğrenmek için yanlarına koştum. Onlarınki gibi bir bakışın var olabileceğini görmem psikolojiye yeniden ısınmamı sağladı. O gün bugündür de, eleştirel psikolojiyi takip ediyorum” diyor. Hollanda’da yüksek lisansını yapmış ve çalışmaya başlamış. Kayacı için yaptıkları toplantılar çok önemli, çünkü bu “Amerika’dan teorileri getirip Türkiye’ye uyarlama eğilimini” ya da “Türkiye’de Amerika’daki teorileri desteklemek için yapılan çalışmalara” karşı alternatif bir psikoloji anlayışının oluşmasını sağlayacak. Henüz yolun çok başında olduklarını biliyorlar, 2008 Ağustos’unda yapılan “Eleştirel Psikoloji Sempozyumu”ndan sonra bir araya gelmişler. “O sempozyum bir enerji ortaya çıkardı” diyor Onur Çalışkan, “Mail grubuna pek çok kişi üye oldu, bir şeyleri tartışabilir, konuşabilir, Türkiye’de psikoloji ile ilgili bir şeyleri dürtükleyebiliriz diye düşündük. Sonra toplantılar yapmaya başladık”. Toplantılardan çıkan ilk ortak sonuç; psikolojinin politikadan bağımsız olmadığı. “Hani” diyor Çalışkan “özellikle feministlerin çok kullandığı, özel olan politiktir lafı var ya, ben de öyle düşünüyorum. Psikolojinin de bu yönden bakmasının mümkün olduğuna inanıyorum. Kriz anında psikologlara sorular soruluyor, mesela linç oluyor, bu insanlar niye böyle oldu deniliyor. Bu insanlar bir anda öyle olmadılar ki, o ana bir sürü toplumsal, sosyal, felsefi ya da tarihsel problemle geliyorlar, onları dahil etmeden inceleyemezsin ki bu insanları… Mesela, sinema başından beri ticari bir işti, ancak sinemanın o şekilde kullanılmasından rahatsız olan bir akım, bağımsız sinemacılar çıktı. Psikoloji de başından beri ticari bir işti, ancak şimdi şimdi bir şeyler değişmeye başlıyor”. Barış Şensoy da psikolojinin birey üzerinden gittiğinin, birey üzerine konuşup bilgi ürettiğinin farkında olsa da, bireyin yalıtılmış olmadığını, toplum içinde üreten, dönüşen ve dönüştüren bir varlık olduğunu vurguluyor. Bu yüzden psikoloji bireyi düşünürken bunları da dikkate almalı. “Benim şahsi derdim” diyor, “psikolojinin toplumsal meselelerle nasıl anlaşılabilecek bir meselenin sadece psikanalizle ‘bilimsel’ hale getirilmesiyle ilgili yazı yazıyoruz” diyor. İlham Khalilov’e göre grup, herkesin genel geçer kurallarla bakmaya alıştığı dünyayı farklı gözlerle anlamaya çalışması açısından önemli. Bu, tipik, fazla sorgulanmadan, düşünülmeden kalıp şekilde beyinlere yerleştirilen eğitimin, döngünün de dışına çıkılmasını sağlayacak. Psikolojinin yüksek rağbet gören yeni tüketim maddesi gibi sunulmasından da rahatsızlar. Şensoy, “Şu an daha çok üretilen psikoloji söylemi üzerine tartışıyoruz, çünkü üretilen psikoloji bir yandan da icat edilen bir şey. Mesela kişisel gelişim kitapları filan diye bir psikoloji söylemi üretiliyor. Bunlar üzerine sözümüzü Soldan sağa: Onur Çalışkan, Güneş Kayacı, İlham Khalilov ve Barış Şensoy. Fotoğraf: Vedat Arık ilişkilendirilebileceği. Psikolojinin hem teorik hem de pratik olarak toplumla ilişkili problemler üzerine düşünen, toplumu dönüştürmeye yönelik bir bilim olmasını nasıl mümkün kılabiliriz? İşlevinin içinde böyle bir gelenek var mı? Yanıtları ararken, eleştirel psikolojiyle karşılaştım”. Serdar Değirmencioğlu’yla birlikte kurdukları bir blogda düşüncelerini paylaşıyor, eleştiriler yapıyorlar. Çalışkan, “Bu site, sessiz özne konumundaki psikologların ve psikoloji öğrencilerinin sesini yansıtıyor. Mesela Vamık Volkan’ın Ermenilerle ilgili meselede psikanaliz üzerinden yorum yapması bizi rahatsız edince böyle tarihsel, kültürel pek çok yönden üretmeye çalışırken, işimizi de anlamaya çalışıyoruz. Kendi içimizde katı bir tüzük yazma gibi bir derdimiz yok” diyor. Onlar için psikoloji ne araç, ne de amaç, bu dengeyi kurarak bakıyorlar insana. Şimdi üzerlerinde çalıştıkları bir proje var; psikolojinin yoksul, şu anda yararlanamayan kesimlerle ücretsiz buluşturulması. Ayrıca Türkiye’deki çeşitli gruplarla, eşcinsellerle, feministlerle, çocuklarla ilgili çalışanlarla, alternatif sivil toplumculuk yapan STK’lerle iletişime geçerek, birlikte çalışmalar yapmayı da planlıyorlar. G http://eleps.info Silinmeyen kareler Aylin Kotil aşadığımız süre içerisinde, beynimizde yanıp sönen anlar ve fotoğraf kareleri vardır. Hafızamızda yer ederler ve hiç beklemediğimiz bir anda beynimizin içinde ışık yaktırırlar. Olayların bizlerde bıraktığı duyguya aittir bu silinmeyen kareler. Yaşadığımız hislere... İlkokul öğretmenimizin beslenme çantamızdaki mandalinayı soyup bize vermesi bu karelerden biridir mesela. Ya da aynı öğretmenin “değişiriz külahları” sözü. Hem etkili bir kare olarak yıllar sonra karşımıza çıkar, hem de bilmediğimiz bir deyimi kimseye sormadan öğrenmiş oluruz o yaşımızda. Babamızın sıkılmadan saçlarımızı okşayışı, büyük kocaman aile masaları, bayramlardaki tatlı telaşlar, babaannemizin gider ayak kapının önünde zorla sütlacından tattırması ve gözümüzün içine bakarak “çok güzel olmuş” dememizi bekleyişi, anneannemizin uyurken yatağımıza iliştirdiği küçük sürprizler, küçük elimizle bir büyüğümüzün elinden tutarak yürüdüğümüzde onun elindeki nasırları fark edişimiz, can arkadaşımızın istemeye gerek kalmadan verdiği kopya, sevdiğimizden aldığımız ilk çiçek ve daha niceleri, tek tek yerini alır hafızalarımızda. Mutluluk veren kareleri sakladığı gibi, mutsuzluk verenleri de saklar beyin. Kimi insanlarla ilgili sadece mutsuzluk kareleri gelir akla. Hiç mi iyi şeyler yoktu diye düşünürüz, bulamayız. Bazen de tam tersi olur kimi insanlarla ilgili, sadece iyi karelerin saklanmış olduğunu görürüz. Kaybettiğimiz, bir daha hiç göremeyeceğimiz insanlarla aramızdaki en kuvvetli bağdır bu içsel fotoğraflar. Yaşarken bizi 10, 20 hatta 30 yıl geriye daha dün yaşanmışçasına götürür. Tebessüm ettirir ya da hüzünlendirir... Daha sonra bu kareleri sevdiklerimize, çocuklarımıza anlatırız. Onların bizim hissettiklerimizi, hissetmediklerini bilerek... Ancak paylaşma dürtümüz ağır basar ya da tekrar yaşama arzumuz. Sonra sevdiklerimizin acaba hangi karelerinde yer aldık diye düşünürüz... Ancak genelde bilemeyiz... Sadece iyi karelerde olma şansımızın hâlâ var olduğunu bilebiliriz. Aslında tüm bu fotoğraflardan beslenir ve hayatımızı şekillendiririz. Hayata bakışımız, anlam veremediğimiz ani çıkışlar hep o karelerin uzantısıdır. Geçmişiyle barışık olanlar, karelerini olduğu gibi kabul edenler, daha yumuşak geçişler yapar hayatlarının her bölümünde. Dahası huzurludurlar. Geçmişiyle kavgalı olanlar, karelerin olumsuz olanlarını biriktirenler huzursuzdurlar genelde. Huzursuz olmaları için de ikinci bir kişiye gerek duymazlar, çünkü kendi kendilerini mutsuz etmekte çok başarılıdırlar. Hatta başkalarının mutluluğundan bile mutsuz olurlar bir şey bulamadıklarında. Hayatla sürekli didişirler. Geçmişiyle barışık olanlar ise sevdikleri için nasıl güzel kareler oluşturabileceklerini düşünürler. Hatta bazılarımıza böyleleri de kalmış mı diye düşündürtürcesine. Yumuşak geçişlerimiz için hayatımıza anlam katarlar... İyi pazarlar. G (Aylin@kotil.web.tr) Y C M Y B C MY B