Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
15 ŞUBAT 2009 / SAYI 1195 Ne kadar kaldı bilmiyoruz ama deprem İstanbul’u vuracak. On yıl önce Gölcük’te, Adapazarı’nda ya da Avcılar’da ortaya çıkan sahneleri hatırlayın. Çünkü hatırlamazsanız, unutacaksınız ve önlem alması gerekenler, mışıl mışıl uyumaya devam edecek. Tıpkı on yıldır yaptıkları gibi. İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe ve İstanbul Üniversitesi’nden Yardımcı Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu ile depremin olası sonuçları üzerine konuştuk. Yalnız, güzel ve deprem kuşağındaki ülkemiz 1999 depremi, Avcılar. Deniz Ülkütekin armara Denizi üzerindeki fay çift taraflı mı kırılacak yoksa tek mi? Medyayı vuran son deprem dalgasında herkesin tartıştığı soru buydu. Ancak doğanın değiştiremeyeceği bir gerçek var. Fay nasıl kırılırsa kırılsın, şans ne kadar yanımızda olursa olsun, önümüzdeki yirmi yıl içinde yaşanacak depremin büyüklüğünün altı buçuktan az olmayacağı. Yirmi yıl dediysek bu sizi rahatlatmasın. Süre, sizin bu satırları okuduğunuz andan itibaren başlıyor. Peki, bugün deprem olsa İstanbul’u nasıl bir senaryo bekliyor? İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe yaptıkları araştırmanın sonuçlarını net bir şekilde söylüyor: “Depremin büyüklüğüne göre 50 binle 100 bin arasında insanımızın öleceğini, 250 binden fazlasının da yaralanacağını biliyoruz. Bir milyon insanımız barınma sıkıntısı yaşayacak, 70 ile 100 milyar dolar arasında ekonomik kayıp olacak.” İstanbul’u bekleyen bir başka tehlike de çıkabilecek büyük yangınlar. Gökçe başta Alibeyköy’de olmak üzere birçok elektrik santralının hasar alma ihtimalinin yüksek olduğu görüşünde. Tehlike bununla da sınırlı değil; elektriğin olmaması sağlık hizmetlerinin ve gıda malzemelerinin afet bölgelerine ve kentin diğer kısımlarına ulaştırılmasını neredeyse imkânsız hale getirecek. Bu yüzden depremin doğuracağı sonuçlar arasına salgın hastalıklar ve gıda sıkıntısını da ekleyebiliriz. Okuyunca ne kadar da gerçek dışı geliyor değil mi? Oysa Türkiye bu tip hikâyelere hiç de yabancı değil. 1939’da Erzincan’da, 1967’de Adapazarı’nda ve 1999’da Gölcük’te olanların yukarıda anlattıklarımızdan farkı yoktu. Ancak Cemal Gökçe’ye göre 1999 depremi bir milattı. Çünkü nüfus yoğunluğunun çok fazla olduğu, sanayinin yüzde yetmişini oluşturan ve dışarıdan çok büyük göç alan bir bölge olan Marmara’da yaşanan facia neredeyse Türkiye’deki her aileyi etkiledi. Kimileri çok yakınını, kimileri yıllardır görmediği arkadaşını kaybetti. İstanbul söz konusu olduğunda daha azını düşünmek imkânsız. Asıl canı alıcı soru ise 17 Ağustos 1999’dakine benzer bir durumun yaşanmaması için neler M yapıldığı? Cevap da net: teori de çok ama uygulamada pek az şey. Cemal Gökçe, kendisinin de katıldığı, kentteki dört üniversite tarafından hazırlanan 2003’teki İstanbul Deprem Master Planı çalışması ve 2004’te Bayındırlık Bakanlığı tarafından düzenlenen Deprem Şurası’nın sonuçlarının büyük önem taşıdığını düşünüyor. Çünkü, sonuç bildirgelerinde söylenmesi gereken her şey söylenmiş, imar ve yapı yönetiminin risk sistemini kapsayacak şekilde düzenlenmesi, kamu kuruluşlarının ortak çalışmasının sağlanması, modern afet yönetimi kapsamında yapı ölçeğine kadar planlama gerekliliği, deprem güvenliği olmayan kamu binalarının güçlendirilmesi için yasal mevzuatın oluşturulması… BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ: RANT Oğuz Gündoğdu. Cemal Gökçe’ye teoride söylenenlerin uygulamaya geçirilememesinde bürokrasinin hantallığının mı yoksa bir takım rant alanlarının yok olacağı korkusunun mu daha çok rol oynadığını soruyorum. Cevabı şu sözlerle veriyor; “Ben daha çok ikincisinin etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de inşaat sektörü yıllardır siyaseti finanse etmiş, buradan sağlanan rantlar yeni zenginler yaratmıştır. Bilimsel ve teknik bir anlayışla hazırlanması gereken kent planları da bu ranta uygun hale getirilmiştir. Bu bir siyasi irade konusudur, 2003’ten beri Meclis’te çoğunluğu sağlayan bir siyasi parti olmasına karşın İstanbul’da her boş bulunan yere bir rezidans dikilmesi engellenememiştir.” Üstelik Anakent Belediyesi bu rant anlayışını konuyu tam olarak bilmeyen insanları kandırarak uyguluyor. Gökçe’ye göre arazi satışlarından gelen paranın kentin ulaşımı için harcandığı iddia edilse de elde edilen gelirin yapılan rezidansların ortaya çıkaracağı altyapı sorunlarına yetmesi bile imkânsız. Cemal Gökçe üç temel konunun altını çiziyor. Birincisi hukuksal çerçevedeki düzenlemeler. Yapılarını güçlendirmek isteyen ama maddi imkânı olmayan insanlara ödenebilir kredi imkânları sağlanması gerektiğini söylüyor. Kat Mülkiyeti Yasası’nın değişmesiyle ortaya çıkan bir gerçeğe de dikkat çekiyor. Buna göre artık bir yapının güçlendirilmesi için oy birliği değil oy çokluğu yeterli oluyor. Peki, maddi imkânı olmadığı için bu çalışmaya katılamayanlar ne olacak? Onların Cemal Gökçe. Fotoğraf: Vedat Arık evi satışa çıkarılabilir! Gökçe’ye göre bu yeni mevzuat insan hakları konusunda ciddi sıkıntılar içeriyor. İkinci konu mühendislikle ilgili, tüm uzmanlık alanlarının katılımıyla gerçekleşecek bir envanter çalışması. Tabii bunun için öncelikle bilim insanlarının medya üzerinden atışmayı bırakıp ortak hareket etmeye başlaması gerekiyor. Ancak her iki konuda yapılacakların bir şeyleri değiştirmesi için mutlaka maddi sorunların çözülmesi gerekiyor. Gökçe “işin ekonomik boyutunda idari ve yerel yönetimler katkı sağlamalı” diyor. İstanbul’u yönetenlerin ne kadar güvenilir olduğuna ise bir örnekle cevap veriyor: “Zeytinburnu’nda sokak taramasıyla 16 binden fazla yapının güvenli olup olmadığı saptandı ve iki binden fazlasının hasarlı olduğu sonucuna varıldı. Hatırlarsanız iki yıl önce aynı ilçede Huzur Apartmanı isimli bir bina çökmüştü. O bina, sokak taraması sonrasında hasarlı olduğu söylenen yapıların arasında yer almıyordu. Mevcut çalışmalar bence yeterli değil, insanlara da güven vermiyor. Bu yüzden insanlar da evlerine gelen görevlileri geri gönderiyor ve kaderci yaşamlarına devam etmek istiyorlar. Ancak bana göre gerçekten ciddi bir çalışma yapılsa, İstanbul’da ikna edilemeyecek insan yoktur.” bildiğini anlatıyor. İstanbul’u vuracak depremin yıkıcılığının mevsim, saat, fayın kırılma şekli gibi birçok faktöre bağlı olduğunu söylüyor. Gerçekten de İstanbul’un mimarisinde bile deprem tarihi önemli rol oynamış, taş binalardan ahşap evlere geçilmiş, ahşap evlerde de yangın eli kolu bağlayınca, yeni mimari yöntemlere geçilmiş… Depremle bu kadar iç içe bir kent olmasına karşın İstanbul hakkındaki senaryoların hâlâ üstü örtülü bir şekilde anlatılması biraz abes kaçıyor. Gündoğdu da bunu onaylıyor. “Benim görevim insanları yatıştırmak değil gerçekleri söylemek” diyor. Deprem hakkındaki öngörüsünü ise şu sözlerle açıklıyor: “1766’daki depremin bir tekrarını bekliyorum. Rakam vermek gerekirse yaklaşık yedi buçuk büyüklüğünde bir deprem bekliyorum, bu rakam artı ya da eksi iki olabilir.” Unutulmaması gereken depremin şiddetindeki artışın aritmetik değil logaritmik olduğu. Yani her bir derecelik artış depremin şiddetinin de aynı oranda artacağı anlamına gelmiyor. Aslında Gündoğdu için depremin kendisiyle ilgili senaryoların pek de bir önemi yok. Çünkü bilimin risk konusunda uyarısını yaptığını, bundan sonrasının önlem almak olduğunu söylüyor. “Artık birlikte çalışması gerekenler birbirlerine yüklenmeyecek, çünkü binalar yıkılıyor. Biz sismologlar, şehir plancıları, inşaat mühendisleri, yan yana durmamız gerekirken sadece kavga ediyoruz” diyor. Gerçekten de ne zaman deprem gündeme gelse, tartışma değil atışma yaşanıyor, söz hiçbir zaman yapılması gerekenlere gelmiyor. Kimsenin elinde doğru dürüst bir zemin etüdü çalışması yokken risk altındaki bölgeler hakkında yapılan konuşmalar da maksadını aşıyor. Oğuz Gündoğdu’ya göre risk altındaki bölgeler daha çok depremin karakteriyle ilgili. Ancak kesin sonucu ortaya çıkaracak bir araştırma için açıkça “para yetmez” diyor. İLKYARDIMDA DÜNYANIN EN İYİSİYİZ... Gündoğdu da Cemal Gökçe gibi ranttan ve koordineli çalışılmamasından şikâyetçi. O da depremin ortaya çıkarttığı ranta getiriyor sözü, koordineli çalışamamayı da aslında bu ranta bağlıyor. “Tabii çalışamazlar, çünkü bir seminere çağrılıyorlar, 300 milyar istiyorlar. Ayıptır, bir üniversite bunu yapar mı” diye soruyor. “O zaman parası olmayan adama ne eğitimi vereceksin?” Aslında ne kadar tehlikeli, insanları büyük risk altında bırakan doğa olayı hakkında konuşurken lafın dönüp dolaşıp ranta gelmesi…. Ancak insanların canının hiçe sayılması da bununla alakalı. Gündoğdu “Deprem turnusol kâğıdı gibidir, her şeyi açıkça gösterir” diyor. “17 Ağustos’ta Bingöl’den, Diyarbakır’dan tır dolusu yardım geldi. Hani düşmanlık vardı? Öyle bir şey olsa zırnık koklatmazlardı. Demek ki birileri kavga ettirmeye çalışıyor. Depremde iyilikseversen daha iyiliksever olursun, hırsızsan daha çok hırsızlık yaparsın, çünkü ortam müsait.” Yine de siz şikâyetlerine bakmayın, durumdan o kadar da ümitsiz değil. Afet yönetiminde dünyada en iyi olduğumuzu düşünüyor. Dahası buna 17 Ağustos’ta bizzat şahit olmuş. Bir de şu siyasilerin marazi tutumları olmasa! “İyileştirme projesinin çıkması bile üç yıl sürdü, iyimser rakamla yapıların sadece yüzde yirmi beşi güçlendirildi. Teknik nedenlerden dolayı 17 Ağustos’tan sonra iki yıl içinde İstanbul depreminin olma riski çok fazlaydı. Orada bir şey bizi korudu, söylenecek laf yok” diyor. “Okullar, hastaneler hâlâ iyileştirilmedi. İnsani boyutumuz çok yüksek de bunu işler hale getirecek mekanizma hâlâ oluşturulamadı. Bunları yapmadıktan sonra fay çift taraflı mı kırılmış, tek taraflı mı, hiçbir anlam taşımaz. Bak depremden konuşurken konu nerelere geldi. Çünkü merkezinde insan olan bir sorun.” G Oğuz Gündoğdu kendi ifadesiyle bu kez ortalığı karıştıran kişiydi. Bu fotoğraf da Marmara Denizi’ndeki hareketi fark eden bir pilot tarafından Gündoğdu’ya yollanmış... TEK Mİ ÇİFT Mİ? Umarız Cemal Gökçe’nin dedikleri gerçekleşir. Çünkü İstanbul Üniversitesi’nden Yardımcı Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu’nun anlattıklarını dinledikten sonra İstanbul’un ne kadar büyük bir risk altında olduğu daha iyi anlaşılıyor. Zaman zaman televizyon programlarında da katılan Gündoğdu açık oturumlardaki yaygaralara aldırmadan, insanları endişeye sürükleyeceği çekincesi taşımadan doğru C M Y B C MY B