25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 Tuvalden görülen bir dünya... Mehmet Güleryüz’ün fırça ve tuvalle tanışmasının üzerinden 50 yıl geçti. Hayatındaki her şeye, aşklarına bile resim üzerinden baktı. Eserlerinden insanı hiç eksik etmedi. En çok da iktidar ilişkilerini, cinselliği, insanlık hallerini anlattı. İnsandan öğrendiği en büyük sır, en güvenilecek ve en güvenilmeyecek canlı olduğuydu. Güleryüz şimdi bir retrospektif sergiyle 50 yılını sanatseverlere açıyor. Mehmet Güleryüz, 50 yıllık sanat hayatında hep yeninin peşinde oldu. Ara Güler’in çektiği 1979 tarihli fotoğrafı. Tiyatro da resim de politiktir... Mehmet Güleryüz sadece resim camiasında değil, tiyatroda da tanınıyor. 1963’te Asaf Çiğiltepe’nin yönettiği Arena Tiyatrosu’nda profesyonel oyunculuğa başlıyor. Politik tiyatronun ilk temsilcilerinden Arena Tiyatrosu’ndan edindiği düşünsel yapıyı resimlerine de taşıyor. Sadece tiyatroda değil, sinema ve televizyonda da oyunculuk yaptınız. En son “Sis ve Gece” filminde oynadınız. Oyunculuk hayatınızın neresinde duruyor? “Bunu kendime yaptığım sınavlarla anlıyorum. Bir ara oyunculuk yapmama kararı aldım. Ancak 35 yıl sonra bir gün Müge Gürman aradı, müthiş bir oyun var, dedi, senden de yardım istiyorum. Dekor mu, afiş mi yapacağım diye sordum. Devlet Tiyatrosu’nda oynamanı istiyorum, üç kişilik bir oyun, dedi. Üç yaşlı palyaço 30 yıl sonra buluşuyorlar, müthiş bir sanat çekişmesi... Benden de bunların şefini oynamamı istiyor. Üç dakika düşündüm ve tamam, dedim. 35 yıl boyunca, tiyatro dünyanın en zor işidir, nasıl oyunculuk yapmıştım, bir daha olmaz diye düşündüğüm halde, bütün bunların bilinciyle kendimi tiyatroya teslim ettim. Çünkü tiyatro içimde hep güçlü bir ateşti.” G Mehmet Güleryüz, bir retrospektif sergisiyle 50 yıllık sanat hayatını izleyiciye açıyor. Fotoğraf : Vedat Arık Esra Açıkgöz 1. Sayfanın devamı Sergide özel koleksiyonunuzdan da pek çok eser yer alıyor. Şimdiye kadar gözlerden sakındığınız, ama artık zamanı geldi deyip astığınız bir eser var mı? “Hayır, hiçbir zaman resmimi saklamam. Resim gösterilmelidir bence. Çok özel bir durumunuz varsa ayrı... Benim göstermediğim sadece bir portre var. Ben sadece akıldan portre yaparım, ama biri çok ısrar etti, oturdu karşıma portresini yaptırdı. Sonra çözülemeyen bir araba kazasında öldü, resim bende kaldı, çocuklarına da bugüne kadar ulaştıramadım. O resmi kendim bile çok görmem, çünkü o geleceği taşıyor gibi gelir bana.” Bu sergi Güleryüz’ü kaybolmuş işleri üzerine de düşündürtmüş. Amerika’da kaybolmuş, satılmış resimler, Brüksel’deki heykeller, Paris’te bırakılmak zorunda kalınmış çizimler... Peşine düştüğünüz kayıp işleriniz oldu mu? “Oldu tabii. İşlerimi imkânlarım nispetinde toplarım. Hepsini alma imkânım olmasa da, bir ikisine ulaşıp geri aldım... Bir dönem kolaydı özel koleksiyon sahibi olmak, çünkü satılmıyordu. Yeni resimler yapmak için onların arkasını çevirir, unuturdum, çünkü gördükçe, satılmadıklarını bildikçe yeni işler yapamazsınız. Böylece özel koleksiyonum oluştu. Onlar, 20 yıl sonra satıldı.” Bu salonu dolduran resimleri yapmak için ödediğiniz en ağır bedel neydi? “Uzun sürelere yayılan bir dolu bedel ödendi. En önemlisi adam yerine konmamanız; resminizin gücü, söyleminizin ciddiyeti, yaşamınızın ve duruşunuzun nedenleri ortaya konana kadar, 50 yaşına kadar yani siz hiçsiniz, ama yaşıyorsunuz... Belki bir tek ressamlar, birkaç sanat takipçisi anlıyor sizi, onun dışında herkes şüphe ediyor. Bir tek siz kendinize inanıyorsunuz, o zaman da bütün bu bedeller size sıfır geliyor, aldırmıyorsunuz.” Oysa kimi zaman kendi de bu bedelleri ağırlaştırıyor Güleryüz. Hayatı rayına oturacağı sırada, 44 yaşında her şeyi bırakıp New York’a gidiyor. Ona New York yolunu tutturan, kendi deyimiyle Türkiye’de kalırsa “şişman bir kedi olma” tehlikesini görmesi... Her şeye sıfırdan başlıyor, haftada on dolarla yaşıyor; kan bankalarına kanını satıyor; geceleri, kimsenin arabayla geçemediği bir yerdeki benzin istasyonunda, gece bekçiliği yapıyor, dizinde bir tabancayla... O arada bir resim satarsa ne âlâ... Bu şartlar içinde New York’ta ilk sergisini açıyor. Hâlâ “şişman bir kedi olma” tehlikesinden korkuyor musunuz? “Yok ben onları aştım, o sınavlarımı verdim. Artık sunulan bir şeye kanma tehlikem yok, onları bertaraf edecek gücüm var.” Şimdiki korkusu kanıksamak. Çünkü kanıksamak yerinde saymak, bir tekrara kendini kaptırmak demek. İçinde bulunduğu yaş da bu tehlikeyi arttırıyor. Yine de heyecanını, endişelerini kaybetmemekte kararlı, çevresi tarafından çocukça bulunsa da... Retrospektif sergiler, sanatçıyı kendiyle bir hesaplaşmaya da götürür. Siz sergi salonuna girdiğinizde neler hissediyorsunuz? “Her girişimde biraz daha farklı meseleleri, düşünceleri yansıtıyor bana sergi. Sanatımla yaşamım arasındaki paralelliği görüyorum. 50 yıl oldukça ağır bir yekun. Kendinizle yüz yüze geliyorsunuz, hayatınızı görüyorsunuz. Retrospektif, insanı tekrar tekrar düşünmeye çağırıyor, hatta mecbur ediyor. Bana en ilginç gelen de, ilk resmim de dahil son eserime kadarki bütün eserlerimin yapım süreçlerini, içinde olduğum ruh hallerini hatırlamam. Ayrıca, iç muhasebe yaparken beni şaşırtan bir şey de, şu anki bilgilere, deneyimlere sahip değilken bile doğruları sezgilerle yakalamış olmamdı. Daha az bilgiyle bulduğunuz, cevapladığınız meseleler var, bu da çok garip geliyor insana, sezgiyle bulduklarınızı daha sonra vasıflandırmaya, açıklamaya ve nedenlendirmeye uğraşıyorsunuz. Bu tutarlılık garip.” Resimle performansı bir araya getirdiği bir çalışması. BU RESİMLER BİR KARŞI DURUŞ Şu anda edindiğiniz bilgilerle baktığınızda müdahale etmeyi istediğiniz bir eser yok mu yani? “O gözle baktım. Çok çok garip, ama olmadı... Retrospektif yaptığınızda sadece kronolojik bir süreç dökmüyorsunuz, o sizin yanlışlarınızı, eksiklerinizi de içeriyor. Ama ilk bir, iki resim haricindeki işler hem zamanı, hem kendi içlerinde doğrular.” Bu doğruluk çok önemli Güleryüz için, çünkü resim onun için aynı zamanda bir karşı duruş, bir eleştiri. Hayattan, insanlardan, yaşadığı dönemden besleniyor. “Çok meseleli bir dünyada ve bu çok meseleli dünyanın çok meseleli bir noktasında” yaşadığını biliyor. O da resimleriyle bu meselelere ayna tutuyor. İktidar ilişkilerini irdeliyor, cinselliği, bedenin hallerini... Peki siz kendi hayatınızdaki iktidarları ne kadar yıkabildiniz? “İktidarlarla hep sorunum oldu. Kendi iktidarımı da çok sorgulamışımdır, ona karşı davranmış, hatta onu sabote etmişimdir. En güçlü noktalarımın bile kendimce zayıflatılması çok önemli, çünkü buna karşı davranmazsanız, tam bir hödük olursunuz. İktidar insanı bütün inceliklerden uzaklaştırabilir... Hem bir güce varmanız, hem o gücü sarsacak gücü tekrar elinizde bulundurmanız lazım. Zaten bir sanatçı hayatının zorluğundan bahsediyorsa, anlattığı budur. Bacaklarımın ensemin iki kenarından sarktığını ve kafamda ikinci bir ben olduğunu bilirim, o rahat bırakmaz, her resimde, adımda, her yerde ortaya çıkar. Kendinize bu kadar amansızsanız, çevrenizle de biraz öyle oluyorsunuz. O zaman zor oluyor.” Onu 50 yıldır tuvalin karşısında diri tutan da bu; resmi sayesinde iktidarla çatışıp, eleştirirken, kendini de sorguluyor, bütün insanlığın peşinde olduğu neyim, neredeyim, nereye kadar, neden sorularına o resimleriyle yanıt arıyor. Belki biraz da o yüzden ille de insanı temel alıyor işlerinde. Peki 71 yıldır yaptığınız gözlemlerle, resimlerinizden hiç eksik olmayan insana dair ne öğrendiniz? “Çok büyük bir hazine insan, dünyada en güveneceğiniz ve en güvenemeyeceğiniz şey yine insan. Güvenmeniz çok önemli çünkü ondan ummadığınız şeyler çıkacak, ama en güvendiğiniz noktalarda da sizi tümüyle hayal kırıklığına uğratacak, bu iki zirvenin arasındaki serüven önemli. Bu iki ucu kabul edeceksiniz, hiçbir zaman kesin karar vermeyeceksiniz, her şeyi yeniden kendiniz ölçeceksiniz, bütün bunları yaparken de asla unutmayacaksınız; İnsandan ümit kesilmez...” Bu inançla insanlara 50 yılını açıyor, ama... Siz bu sergiyle insanlara 50 yılınızı açıyorsunuz, ya izleyici? “Çok iyi buluyorlar, çok beğendiler demek kolay. Asıl önemlisi, resmimi tanıyanların bile bugüne kadar birçok resmi görmediklerini söylemeleri. Resmin yaşamı çok kısıtlıdır bizde, en kalabalık sergi ziyaretçisi 1200’ü ancak bulur. O yüzden burada izleyicinin resimleri taa baştan en sona kadar bir seçki ile görmesi önemli. O zaman sizin dilinizi, meselelerinizi, nedenlerinizi anlama fırsatı buluyorlar. Eğer sergiyle çıkan kitabı, daha önceki yazılarınızı okuyup bir hazırlıkla geliyorsa zaten sizin nerede olduğunuzu, neleri cevapladığınızı biliyor.” Yine de yeterince anlaşıldığını düşünmüyor. Bunun için zamana ihtiyaç olduğu kanısında. Sadece onun resimlerini bilmek yetmez, onunla aynı zamanı paylaşan diğer ressamları, öncesini hatırlamak, resmin ardındaki düşünce dayanaklarını bilmek, felsefesini anlamak da gerekiyor. Bahsettiği ille de kuramlar değil, ama adı konmasa da bu resimlerin bir tercüme, bir dönüştürme olduğunun farkında olunmasını istiyor. Ancak bu sağlanırsa “kayalıkların arasından sandalını nasıl geçirmeye çalıştığı, hangi tuzakları atlattığı” daha iyi anlaşılacak. İzleyicinin yorulacağını bilse de, onu sonunu bilmedikleri bu yolculuğa çıkarmak istiyor. Kendinin de hâlâ gitmediği yerler var... Hâlâ içinizde kalan, henüz yapamadığınız bir resim var mı? “Var, bu bir konu meselesi değil, ancak resmimi getirdiğim halinden daha öteye götürmeyi istediğim meselelerim var. Memnun edenler ayrı, ama beklentim fazla, çok fazla... Şişeyi neresine kadar doldurduğumu bir tek ben biliyorum, geri kalan boşluk beni ilgilendiriyor.” Bunun huzursuzluğu... “Mutlak huzur ancak bahtiyar aptallarda olur. Huzur ve mutluluk ayrı şeyler. Bu işin adamı olmak, bunu yapıyor olmak büyük mutluluk, ama...” G Güleryüz Paris’teki sergisinde. Tarih, 1975. C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear