Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 15 ŞUBAT 2009 / SAYI 1195 Tarih doğaçlamaları Selçuk Erez Hayır, o öyle olmadı! Sonradan “Fatih” olarak anılan Sultan II. Mehmet Han’da “Taht devretme kompleksi” vardı. Yani “Selfdethroning Complex”! Evet, evet.. Mehmet Han, 1444 Varna Savaşı sırasında tahtını, emekliye ayrılmış olan babası II. Murad’a devretmeye kalkmış, babası direnince “Padişahsam emrediyorum gel!” deyip emeline ulaşmıştı. 1453’te Mehmet Han’ın bu kompleksi depreşti. Eee? Çok zorlandı; zira bütün kardeşlerini tahtın selameti için yayımladığı kanun hükmündeki kararnameler gereğince boğdurmuştu. Babası da bu ara vefat ettiğinden tahtını devredecek aile ferdi kalmamıştı. Aklına komşu ülkenin İmparatoru Konstantin geldi! Ona elçi yolladı, “Ben sıkıldım. Gel, yerime geç!” dedi. Konstantin’in derdi başından aşkındı, “Gözünü seveyim, Saraçhanebaşı’na heykelini dikeyim. Beni affet!” dedi. Mehmet Han, bu direnişe çok bozuldu, Konstantin’i yakalatıp zorla tahta oturtmak için harp ilan etti ve İstanbul’u fethetti. Konstantin bu savaşta ölmeseydi, Mehmet Han, onu “Yapişletdevret” ilkesine uygun olarak tahta oturtacak, kendisi de Balıkesir’deki çiftliğine çekilip ahir ömrünü tavuk yetiştirerek geçirecekti. Ben bunları hak etmedim... lüm odanın ortasına kurulmuş bekliyor. Karar ağızdan çıkmış bir kere, kız da oğlan da öldürülecek! Kız, kendi ölümünden söz edildiğinin farkında ama anlaşılan ölüm nasıl bir şey bilmiyor. Gözlerinde korku yok, gövdesini sakınmıyor, bakışları bir kim konuşuyorsa ona, bir televizyona kayıyor. Bitse şu konuşmalar diyor olmalı, dağılsalar da şu diziyi kaçırmasam… Çocuk aklı kalabalığı ezip geçiyor, gövdesini de televizyona çevirip, eli çenesine dayalı görüntüye kendini kaptırıyor. Dizi Arka Sıradakiler, yaşına uygun da yaşadığı yere uymuyor ama bunun bir önemi yok. O dizideki hayata uygun kuruyor muhayyilesini, gerçekliği reddediyor. Aşk, ihanet, arzu, anlayışlı öğretmenler, anne ve babalar, para, araba, posterlerle süslü odalar, ne ararsanız var dizide, tekmili birden, bir arada… O odada olma nedenim mesleğim, daha çok da abisiyle olan tanışıklığım. Onun adı yazılmayacak, takma bir isim de. Olur ya, takma isim, onun yaşadığı ya da komşu kentteki bir başka gerçeğe denk düşebilir, suskun bir tetiği harekete geçirebilir. Bu yüzden bir harf olacak sadece, D. mesela… D. on beş yaşında, lise öğrencisi. Aynı okulda kendisinden bir yaş büyük bir çocuğa âşık oluyor. Çocuk bölgenin namlı aşiretlerinden ve elbette zengin. Kendi ailesi yoksul, iki evli babasının taktığı borçların alacaklıları kapılarına dayandığında ya da abisinin başına silah dayadığında yoksulluk daha bir batar oluyor D.’ye. İşte o günlerde annesine, kardeşlerine bir gün bir evi ve arabası olacağını anlatıp duruyor. O ve sevgilisi (hadi ona da bir harf verelim: G.) geçen yılın son aylarında bir arkadaşlarının evinde buluşuyor. G. iki arkadaşının desteğiyle sevişme görüntülerini cep telefonuna kaydediyor. Çünkü arkadaşları ona D.’yi “beceremeyeceğini” söylüyor, o da iddiaya giriyor, kayıt da işte bu iddiayı kazanmanın belgesi! Bir hafta sonra görüntüler önce kentteki cep telefonlarında yayılıyor, sonra internetteki sitelerde. D.’nin anlattığına göre G. bir kez daha birlikte olmalarını istiyor, reddediyor, “elimde görüntüler var, dağıtırım” demesine inanmıyor. Küçük abinin kulağına da fısıldanıyor. Abi, G.’nin ailesinin yanında alıyor soluğu, bu işin “temizlenmesini” istiyor. Tamam diye, sırtı sıvazlanıyor, “kızı alacağız, namusunuzu temizleyeceğiz”. Bu arada durumdan D.’nin aile büyükleri de haberdar ediliyor. D. bir odaya kilitleniyor, gıyabında karar veriliyor, öldürülmeli. G.’nin de cezasız kalmaması gerektiğini söylüyor birileri, onun da öldürülmesi kararlaştırılıyor. Töre gereği D. ve G. yi öldürmesi gerekenler iki abisi. İkisi de biliyor, tetiği hangisi çekerse çeksin, diğeri de yataklıktan hapse atılacak. Ailenin büyükleri arasında kandan medet ummayanlar da çıkıyor, onların bulduğu çözüm ise ölüm kadar ağır, berdel. Yani G. D. ile evlenecek, G.’nin kız kardeşi ya da bir başka yakını da D.’nin abilerinden birine verilecek. G.’nin ailesi baştaki sözlerinden vazgeçiyor, cep telefonlarında, internette sevişme görüntüleri dolaşan birinin gelin olarak kabul edilemeyeceği söyleniyor. Bir hafta kadar sonra kentte D.’nin öldürüldüğü söylentisi yayılıyor. Emniyet Müdürü de duyuyor bu söylentiyi, genç kızın akrabalarının kapısını çalıyor. Öldürmedik demelere inanmıyor, D.’yi görmek istiyor. Bununla da kalmıyor, alıp bir sığınma evine yerleştiriyor. Dava açılıyor, G. ve iki arkadaşı tutuklanıp hapse konuluyor. D. ifadesinde eve kendi isteğiyle gittiğini söylüyor, G.’nin kendisine bir bardak su verdiğini, sonrasını hatırlamadığını… Sevgili olduklarını anlatıyor, evleneceklerini, G.’nin vaatte bulunduğunu… Akrabaları şikâyetçi olmamasını istiyor, o da olmuyor… Anne ve babası da ifadelerinde olup biteni anlatıyor ama “şikâyetçi değiliz” deniliyor. Nedeni karşı tarafın sorunu evlilikle çözmek isteyebileceğine dair hâlâ süren inanç. G.’nin ailesi de evliliğin olabileceğine dair işaretler yolluyor… D. iki ay sığınma evinde kalıyor. Evde ne kitap varsa okuyor. G.’nin neden kendisine bu kadar zarar verdiğini anlamaya çalışıyor, sevgi nasıl bir şey onu sorguluyor. Sonunda G.’yi sevmekten vazgeçiyor. Hakkında verilen ölüm kararının anlamını ilk kez o gece, bir arkadaşıyla sığınma evinin bahçesinde otururken anlıyor. Babası birkaç arkadaşıyla birlikte sığınma evine geliyor, o korkuyla içeriye kaçıyor… Tam sığınma evine alışmışken annesi ve abisi gelip alıyor. İstemiyor gitmeyi ama hâkimin abisinden aldığı “Teline zarar gelirse senden bilirim” sözüne güvenmekten başka çaresi olmadığını görüyor. Anne ve abisiyle yeni bir kentteki, yeni evlerine gidiyor… İkinci duruşmada G.’nin avukatlarının istediği D.’nin kemik yaşına ilişkin rapor mahkemeye ulaşıyor. Rapora göre D. 1718 yaşında. D.’nin avukatı olmadığı için itiraz yapılmıyor, üç genç salıveriliyor. Kentte ellerini kollarını sallayarak dolaşmaları, hâlâ o kentte yaşayan D.’nin babasının canını yakıyor, G.’nin ailesinin içine gömüldükleri sessizlik de. Gazetecilerle konuşuyor, olup biteni aktarıyor, televizyona çıkıyor, anlatıyor, anlatıyor... Hakkında verilmiş ölüm kararı var. Çünkü bir sevgilisi oldu, o sevgili “erkekliğini” ispat için onun görüntülerini cep telefonlarına ve internete yaydı! Ailesi berdel istedi, karşı taraf kabul etmedi. Karar şimdilik uygulanmadı ama eve hapsedildi, sevgilisi ve suç ortakları ise salıverildi. Hayali Türkçe öğretmeni olmaktı, ertelendi… Hâlâ çok geç değil ama yoksulluk ve töre izin verirse… Berat Günçıkan Ö D., annesi ve kardeşleri daha bir köşeye sıkıştıklarını düşünüyorlar, dahası eski kente birkaç saat uzaklıktaki bu kentte tanınmak, söylentilerin çıkması… Üstelik eski kenttekiler bırakmıyor peşlerini, küçük kardeş hep bir kenarlara çekilip ne zaman “namus”larını temizleyecekleri soruluyor. Yöntemler öğretiliyor, bir gece D. uyurken vurup öldürmesi, fare zehri yedirmesi, bir hastaneye götürüp iğne vurdurması… O güne kadar o yörede uygulanan kaç yöntem varsa herkes birini fısıldıyor küçük kardeşe… O da öfkesini önce başlarına gelen her şeyden sorumlu tuttuğu babasına yöneltiyor, onu dövmeye çalışıyor. Sonra G.’yi öldürmek istiyor, yakınları engelliyor… O gün D.’nin gözleri ikide bir televizyona kayarken odada işte bunlar konuşuluyor… Sesler yükseldikçe annesine sığınıyor D. Büyükler gençleri yatıştırıyor, başka konulara geçiliyor, torunlarla, küçük çocuklarla oyalanılıyor. Biri kapıyı çalacak olsa ya da evden çıkılacaksa, D. bir odaya kilitleniyor… Hapishanesinde konuşuyoruz baş başa. Bütün bunları hak etmediğini söylüyor tekrar tekrar. Sığınma evini orada tanıştığı yaşıtlarının hikâyelerini anlatıyor. Hocam ama Enver Behnan Şapolyo öyle demiyor. Bunları bana Fatih’in on altıncı göbekten torunu anlattı... Kızım şu tamburu uzatsana... Ne çalacaksınız? Ümükçü John Lipski Efendi’den SegahiKarabatak bir şarkı: “RecebimSarı lira vereceğimAlmazsan İzlanda’ya gideceğim..” Dımbır dımbır.. dambur dumbur... Elinize, ruhunuza sağlık. Biraz da yakın tarihi anlatacaktınız.. Evet, o yere Babı Âli değil, Ali Babı Can denirdi. Veziri Azam’ın da öyle gemileri, altın dükkânları filan yoktu.. Hepsi uydurma.. Bu ara, faks yollayan bir densize de cevap vereceğim: Zırtullahın âlâsı sensin! Ha ne diyordum? Bu Veziri Azam, aslında önemli bir kimsedir, bizde siyasetin arabeskinin mucididir! Öyle olabilir bak Otoman Daynasti gerçekten fahkeer değildi ama.. Onu sonra söylersin.. Hanedan aslında fakirdi.. elbiseleri tersyüz eder giyerlerdi. Öyle şeriatçı filan da değillerdi. Saraylar, kasırlar onların malı değildi. Bunlar lojmandı.. Onlar çok laiktiler; hepsi Atatürkçüydü. Mustafa Kemal’ı Ankara’ya onlar yolladılar.. Eeeee nasığ ummm böyle empayr. Kızım sen sus.. Ben bir taksim daha yapayım da sonra konuş.. Şimdi ne çalacaksınız? Davos’a kurdum asma salıncak/ Kâh gidip kâh gelip saçmalayacak! G erezs@superonline.com ............................................................................ “Türkel Minibaş’ı saygı ile anıyorum..” Desen: Zeynep Özatalay Tek hayalinden, Türkçe öğretmeni olmak istemesinden söz ediyor, şimdi her şeyin bittiğinden. Ölümden söz açılınca dik tutuyor başını, “ne ki ölmek” diye soruyor “şimdi yaşadıklarımın yanında”… Uyuyamamaktan yakınıyor, ağlama krizleri geçirmesinden, sinirleri yatışsın diye abisi sokağa çıkardığında birileri tanır diye yüzünü yerden kaldıramadığından, eve gelen, yanına çıktığı akrabalarının gözucuyla kendisini izlemesinden, birlikte büyüdüğü teyze, dayı, amca kızlarının bir kez olsun kendisini aramadığından… Bir tek kişiye, annesine güvendiğini söylüyor. Üzerine kuma getirilen, çocuklarını kendi el becerilerini pazarlayarak büyüten anne bölgede kimsenin kızıyla evlenmeyeceğini biliyor, okusun istiyor, açık liseyi bitirsin, sonra üniversiteye gitsin, bir meslek edinsin… Kızının gözlerinin içine baka baka “Ben evliliğe inanmıyorum artık” diyor, “Bak benim yaşadıklarıma, oku, kendini kurtar”. Babasıyla konuşuyorum öteki kentte, kızının kendine güvenmediğini bilse de onu asla yalnız bırakmayacağından söz ediyor, çalmadık kapı bırakmıyor, kaymakam, vali, vali eşi… Her gün hâkimin karşısına çıkıyor ama bir avukat tutmayı akıl etmiyor, katıldığı televizyon programındaki avukatın kendilerine yardımcı olacağına inanıyor. Hâkim ise dosya hakkında bilgi vermeye yanaşmıyor, gereğinin yapıldığını, D.’nin yaşına ilişkin İstanbul Adli Tıp’tan gelecek yanıtın beklendiğini anlatıyor. Kendisinin tecavüz davasıyla ilgilendiğini, asliye mahkemesinde de görüntüleri internete yaymakla ilgili bir başka davanın açıldığını hatırlatıyor. Üç gencin salıverilmesi de yasalara uygun diyor, hem D.’nin hem onların yaşı göz önüne alındığında, mağduriyetin uzamaması için… G.’nin avukatı, dava konusu olaydan çok Türkiye’de cinsellik yaşının düşmesinden, bu nedenle bu tür davalarda verilen cezaların yüksekliğinden söz ediyor. Ağzından müvekkili aleyhine kullanılabilecek bir cümle çıkmasından tedirgin, ailenin davacı olmadığını anlatıyor, bu davada kimsenin suçlu ya da masum olmadığını vurgulayan cümlelerle… Bir kez daha toplanılıyor D.’nin evinde… Aile avukat tutmaya, daha doğrusu olayın yaşandığı kentin CMUK’undan avukat istenmesine karar veriyor. İki erkek kardeş, her ne olursa olsun kardeşlerini öldürmeyeceklerini vaat ediyor. Annenin önerisinde düşünce birliğine varılıyor, D. açık liseyi bitirecek, sonra başka bir kentte üniversiteyi okuyup kendine bir meslek edinecek… Konuştukça o bıçak sırtı yerden, ölümden bir uzaklaşılıyor, bir yakınlaşılıyor, alınan karara rağmen. Büyük abi daha otuzuna gelmeden gençliğinin bittiğini söylüyor öfkeyle. Bakışlar aynı öfkeyle D.’nin üzerinde toplanıyor… Anne “öldür o zaman” diyor “hadi, öldür”… O sessiz sessiz ağlıyor. Hepsi biliyor, davanın sonucu ne olursa olsun bu gözyaşları da öfke de kesilmeyecek… G C M Y B C MY B