Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 Benim sesim daha güzel... Televizyonda yeni bir yarışma programı başlıyor: Romanstar! Selami Şahin, Adnan Şenses ve Kibariye’nin jüri olarak yer alacağı programda Romanlar o meşhur müzikal yeteneklerini ortaya koyma fırsatı bulacak. Yarışmanın son elemeleri İstanbul’da yapıldı. Elemeye koşan Romanlar için, yarışmaya katılabilmek hayatlarını değiştirmenin kesin yoluydu! Deniz Yavaşoğulları Meğer, yarışmacı adayları hemen arkamızdaki odadaymış, üstelik sayıları hiç de az değilmiş, ama ne onların odadan çıkmasına izin vardı, ne bizim onların arasına karışmamıza. Sadece elemelere katılan ve işi bitenlerle konuşabilirdik, biz de öyle yaptık. Serap heyecanlı mı heyecanlıydı. Almanya’dan buraya sadece bu yarışmaya katılabilmek için gelmiş, evliymiş, kocası da müzikle ilgileniyormuş. Seçilmeyi her şeyden çok istediğini, bunun için Türkiye’de kalmayı göze aldığını söylerken gözleri dolu doluydu. Serap’la konuşurken bir gözümüz de yarışmadaydı. İnsan böyle bir durumda hiçbir anı kaçırmak istemiyor, Yarışmacı Romanların hepsinin birbirinden yetenekli ve ilginç tipler olacağını tahmin etmek de zor değildi. Ancak araya Roman olmayanlar da sızmıştı tabii! Örneğin sahneye nasıl çıktığını bile anlayamadığımız Yakup. Genç adam rockçı tipliydi, bir merhaba bile demeden şarkısına başladı. Sadece biz veya jüri değil, yarışmacı adaylarına eşlik eden darbukacı ve sazcı bile duruma anlam veremedi, genç adamın söylediği şarkının ritmini uzun süre tutturamadılar, şarkı da zaten Anadolu rock tarzında bir parçaydı. Yakup şovunu bitirdikten sonra jüri üyeleriyle arasında geçen diyalog da hepimizi gülümsetti: Oğlum sen Roman mısın? Yok değilim, E o zaman niye geldin? İyi ben gideyim o zaman. Söylediği gibi yaptı Yakup, gitti, ne düşünüp de bu programa katıldığını sormamıza vakit bırakmadan, rüzgâr gibi... Zor yerde, zor iş yapıyorduk, yarışmayı izlersek yarışmacıyı gözden kaçırıyor, yarışmacıya ulaşmak için kapının önüne çıkarsak performansını izleyemiyorduk. Bir tercih yapmak zorundaydık, kapının önüne çıkıp, yakaladıklarımızla konuşmaya başladık, Çorlu’dan gelen kaportacılık yapan 18 yaşında iki arkadaş, Bursa’dan gelen 30 yaşlarında gazinolarda şarkı söyleyen bir çift, Tekirdağ’da hamallıkla hayatını kazanan, müziğe aşık 18 yaşında bir genç… Çoğu televizyonda yarışma haberini duyar duymaz yola çıkmış, jürinin karşısına geçtiğinde de heyecandan eli ayağı titretmiş. Hepsi için bu yarışma hayatlarının fırsatıydı, eğer yarışmacı olma şansını kazanırlarsa kaderlerinin değişeceğine inanıyordu. Ancak hiç birine net bir cevap verilmedi, biri hariç, o da 33 yaşındaki Dolapdereli Münir Sekmeç’ti. Müzisyendi, kendi besteleri vardı, üstelik bir bestesini Hakan Taşıyan’a vermişti... Evli ve çocukluydu, star olmasının en çok ailesinin işine yaracağına inanıyordu. Romanlarla konuşmak ip üzerinde yürümeye benziyor, insan ne diye hitap edeceğini bile şaşırıyor, bu yüzden de bazen saçmalıyor. Biz de saçmaladık, “Müziğe nasıl merak saldınız?” diye sorduk. Bildik yanıttı: “Roman değil miyiz? Bizde doğuştan!” Fotoğraflar: Vedat Arık F OX’ta, bir dahaki pazar yeni bir yarışma programı başlıyor: Roman Star! Adnan Şenses, Selami Şahin ve Kibariye’nin jüri koltuğunda yer alacağı programda Türkiye’nin en iyi roman müziği yorumcuları yarışacak. Sunuculuğunu Armağan Çağlayan’ın yapacağı programın elemeleri Edirne’de başladı, İzmir ve İstanbul’da devam etti. İstanbul’da Akgün Otel’de yapılan elemelere biz de katıldık. Otele gittiğimizde Popstar elemelerindeki gibi kapı önüne yığılan büyük bir insan topluluğuyla karşılaşacağımızı düşünüyorduk, ama umduğumuz gibi olmadı. Otelin önünde sadece üç beş kişi vardı, onların da yarışma için orada olduklarını gösteren hiçbir ip ucu yoktu. “Acaba bugün değil miydi, yanlış mı aldık haberi?” diye düşünerek içeri girdik, elemelerin alt katta gerçekleştiğini öğrendik. Alt kata indik, olayı kamera arkasından canlı canlı izlemeye başladık. Elemelerde jüri üyelerinin arasında programın yapımcısı Osman Tan da vardı. Kalabalık ön jürinin karşısına ilk çıkan Almanya’dan gelen Serap oldu. Şarkısını söylemeye başladığında bizim bile nutkumuz tutuldu, çünkü sesi çok güzeldi. Serap şarkısını bitirdi, jüri kaydedildiğini söyledi, diğer yarışmacıyı çağırdı. SAHNEDE TEDİRGİN, DIŞARIDA RAHATLAR Elemeler sırasında, jürinin özellikle de Kibariye’nin samimi ve iyi niyetli tavırları dikkat çekiciydi. Her yarışmacının moralini yükseltmeye çalışıyor, yarışmacı şovunu bitirene kadar cesaret ve destek verircesine gözlerinin içine bakıyordu. Kibariye en sıkı fıkı ilişkiyi ise yarışmaya basma eteği, salaş tişörtü, güllü tokası ve eski terlikleriyle katılan,33 yaşındaki Kasımpaşalı Meral’le kurdu. Bir süre sohbet ettiler, Meral üç çocuğunun velayetinin de ayrıldığı eşinde olduğunu söyleyince Kibariye “amaaan” diye gönlünü rahatlattı Meral’in, “Olsun, ne olacak boşver!”... Belki istemsizce, ama Kibariye’nin bu hoşgörülü tavrından yararlanmaya çalışanlar da oldu. Bursa’dan gelen 30 yaşlarındaki Kibariye samimi ve iyi niyetliydi... Selim de onlardan biriydi. Jürinin karşısına jöleli saçları ve pembe güneş gözlükleriyle gayet havalı bir şekilde çıktı Selim. Şarkı bittiğinde performansının kaydedildiğini olumlu veya olumsuz yanıtın kendisine bildirileceğini söyledi jüri, ama Selim’in gitmeye niyeti yoktu. “Bir de dans edeyim görün” dedi ve dans etmeye başladı. Kibariye her zamanki gibi neşeli tavırlarıyla alkış tutturuyordu. Dansı bitince tekrar “görüşürüz” demeye yeltendiler, ama Selim kalmakta kararlıydı, Kibariye’ye dönüp “siz benim sesimi beğenmediniz” dedi. Kibariye “haddime düşmez öyle bir şey, aşkolsun olur mu hiç!“ dese de ikna edemedi; “yok yok beğenmediniz”… Diyalog uzadı da uzadı, Selim işi “yeter ki çıkarın beni o yarışmaya, orada elersiniz ama bir kere çıkayım” demeye vardırdı! Elemeler gerçekten zorluydu, elbette bize göre… Çıkan herkesi beğendik, başarılı bulduk ama jüri pek de memnun değildi. Sık sık birbirlerine soruyorlardı, “Bunlar nasıl Roman?” Jüri karşısında eli ayağı titreyen yarışmacılar ise otelin dışında bağıra bağıra şarkılarını söylüyorlardı. Hepsi, heyecandan kendini ortaya koyamadığından, tedirginlikten söz ediyordu… Gerçek, gerçekten bahçedeydi, Romanlar asıl sahneleri sokakta, kendilerini ortaya koyabiliyordu! Hobiden spora sörf Deniz Ülkütekin Alaçatı’ya rakip... Dünyanın önemli sörf merkezleri arasında yer alan Alaçatı’ya son yıllarda önemli bir rakip çıktı. Datça, bu yıl üçüncüsü düzenlenen TYF Çağla Kubat. Türkiye Windsurf Şampiyonası 1. ayağına ev sahipliği yaptı. İki gün boyunca rüzgar koşullarının elverdiği ölçüde yarışan sörfçülerin sayısı bir önceki yıla göre bir hayli artışmıştı. Geçen yıl olduğu gibi erkeklerde Bora Kozanoğlu, kadınlarda ise Çağla Kubat birinciliğe ulaşırken bu kez o kadar rahat değillerdi. B ir işe gir çalış, hayatını kazan. İşten anladığınız dokuz altı arası mesai yapmaksa çok fazla seçeneğiniz yok gibi. Oysa hayatın sizin için araladığı kapıları açmak da elinizde. Enes Yılmazer, henüz 18 yaşında. Türkiye’de pek de fazla ilgi görmeyen rüzgâr sörfünde genç yaşına karşın önemli başarılar kazanmakla kalmamış, kendisine destek de bulmuş. Çocukluğundan beri Alaçatı’da, ailesiyle yaşayan Yılmazer bugün Yılda sekiz ya da dokuz yarış oluyor. Dünyanın değişik bölgelerinde bu yarışmalara katılıp, sıralamada puan kazanıyorum. Mayıs’ta Kore’ye gittim ancak rüzgâr olmayınca yarışlar yapılamadı. Son olarak İspanya’daydım. Erkekler klasmanında üç Türk yarıştık. Ben 27., benden sonra gelen Bora Kozanoğlu 29. oldu. Kulübünüz size ne kadar destek oluyor? Kulüp, benim için her şey demek. Malzeme ve yarışlara katılmam konusunda büyük destek sağlıyorlar. Bu sporda maddiyat çok önemli. O yüzden başarıda büyük payı var. Enes Yılmazer, henüz çok genç, bu yaşında enerjisini harcamak için rüzgâr sörfü yapması güzel bir şey olarak görülebilirdi. Ya sonra? Belki bir işe girecek, kariyer yapacak sörfe de zaman bulduğunda devam edecekti. Oysa Yılmazer’in farklı planları vardı. ABD’den gelen burs sayesinde dünyanın çeşitli sörf merkezlerinde yapılan yarışlara katılıyor, yani artık hayatının merkezinde sörf var. Datça’da geçen haftalarda düzenlenen TYF Türkiye Windsurf Şampiyonası‘nda genç erkekler kategorisinde birincilik, erkeklerde ise ikincilik kazanan Yılmazer’le konuştuk: Sörfe nasıl başladınız? 16 yıldır ailemle beraber Alaçatı’da yaşıyoruz. Sörf 6 yıl önce bir yaz hobisi olarak başladı. Çok eğlenceli bir aktivite olduğunu fark ettim. Aileden ufak destekler de alıp Türkiye şampiyonalarına katılmaya başlayınca bir hayli yol katettim. Kulübüm Arkas’ın desteğiyle de dünyaya açılmaya başladım. 2007’de gençlerde dünya ikinciliğini kazandım. Şu anda da dünyanın en iyi Windsörfçülerinin katıldığı turda yarışıyorum. Peki sizi nasıl keşfettiler? Siz sörf yaparken sahilden geçen biri mi gördü? Tabii sörf yaparken maddi desteğe ihtiyacım vardı. Belli başarılar elde ettikten sonra Arkas Spor Kulübü’ne başvurdum, incelediler ve kabul ettiler. Sponsorların, bu tür farklı sporlara yaklaşımı nasıl? Türkiye’de bu konuya bakış açısı henüz çok geniş değil. Dünyada çok iyi imkanlar var, fakat Türkiye’de işimiz çok zor. Arkas SK, bu işe spor olarak değil, kulüp bütçesi açısından bakıyor. Kendilerinin bir voleybol takımı var, ben katılmadan hemen önce de bir yelken takımı kuruldu. Bu işi de çok ciddiye aldılar. Ortaya bir para atıp “bununla ne yaparsanız yapın” denilmedi. İşin önemli detayları tek terk gözden geçirildi ve önemli bir altyapı hazırlandı. Sörfün de yelken federasyonuna bağlı olması bizim için avantaj oldu. Çünkü yelkencilerin gittiği yarışlara biz de gidebiliyoruz. Dünyada da sistem böyle mi? Evet. Aslında şöyle söyleyeyim. Rüzgar sörfü, kökeninde extreme spor ama artık düzenli ve kuralları belirlenmiş bir dal haline gelmeye başladı. Mesela kaykay gibi değil. Kuralları, başlangıcı ve bitişi belli olan bir yarış. Sörf bir hayli pahalı bir spor... En tatsız yanı da bu. Yılda 20 bin euroyu bulan malzeme tutarları çıkıyor. Sezon öncesinde malzeme planlaması yapıyoruz, Elimizde kalanları ikinci el satarak yeni malzemeler alıyoruz. Sörften hayatınızı kazanabilecek duruma gelmeyi hedefliyor musunuz? Dürüst olmak gerekirse, iki yıl öncesine kadar hobiden öte değildi. Sonra dünya çapında insanlarla yarışınca bu işten para kazanılabileceğini gördüm. Sponsorum da bu konuda çok duyarlı ve anlayışlı. Anlaşmamıza kısa vadeli olarak bakmıyorlar. Bu da insana moral ve motivasyon kazandırıyor. Ancak başarılı olmak hiç de kolay değil. Herkesin ısınabileceği bir yaşam tarzı değil. Sürekli malzeme toparlayıp oradan oraya yarışlara gidiyorsunuz. Ailenizle çok fazla vakit geçirmeniz olası değil. Yine de bu sporun kesinlikle yapılması gerektiğini düşünüyorum. C M Y B C MY B