Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 DERGİDEN stanbul’a girerken Anadolu’dan, kentin büyüme hızına ayak uyduramadığınızı görürsünüz, denize doğru inen yamaçlardaki evler de, içlerindeki hayat da size yabancıdır… Üstelik bu yabancılığı kırabilmenizin ihtimali yoktur… Gün ışığında dalmışsanız bu mahallelerin sokak aralarına, kadınların denize sırtını verip oturmalarını da bir türlü anlamlandıramazsınız... İstanbul denizse, bu kadınlar kim dersiniz, kent mi kadını kabullenmez, kadın mı kente küs? Bu sorular yabancılığınızı uzatır, azdırır üstelik, hele o güne kadar bir dikili ağacı olmayanlardansanız, kıskançlıkla kabarır yüreğiniz, o kadını muhayyilenizde kucaklayıp atar, yerine kendinizi koyarsınız, yüzünüzü de denize döndürürsünüz… Ama sadece muhayyilenizde… Çünkü uzaklığı, evlerin konumu, yaşayanların kimlikleriyle “anlık” hevestir bu yamaçlarda yaşamak, o kadar… Bu söylediklerim, bellekten düne ait dökülenler… Bugün bu mesafe kalktı artık, ulaşım eskimeye yüz tutmuş bir sorun, hele de metro Kartal’a kadar uzanmışken, ev dediğinin birkaç dozerlik işi var, yıkar, yeniden yaparsın… İnsanlar dersen, sıkıştırırsın eline birkaç milyar, gönderirsin gözden ırak yerlere… Tam da öyle oldu işte, böyle altyapıya, böyle üst yapı olmaz denildi, Maltepe sırtlarında kurulu Başıbüyük için yeni bir rota çizildi, lüks konutlar, alışveriş merkezleri, spor tesisleri, özetle, kendi içinde, bir başkasına muhtaç olmayan yeni bir mahalle için yola çıkıldı… Sırtı denize dönük kadınlar yerine, zihni de geleceği de kendine yönelik, hayatla esas meselesi kendini korumak olan, denizle aralarına korkularını yerleştirecek kalabalıklar için istim verildi… Tıpkı Sulukule’de, Galata’da, Tarlabaşı’nda olduğu gibi… Başıbüyük’ün başını yakan Kentsel Dönüşüm Projesi… İstanbul’un tarihiyle, kültürüyle dünle gelecek arasında köprü işlevi görecek bütün semtleri bu proje kapsamında el değiştiriyor. Şimdiki sakinleri kent dışına atılıp çünkü kamulaştırma bedeli olarak verilecek rakamlarla yerleşim sınırları içinde mülk sahibi olmaları mümkün değilyeni orta sınıfa, yeni mahalleler yaratılmak isteniyor… Eski sahipleri de dikleniyor elbette, evlerini bu yeni, henüz kimliği tam tanımlanmamış sınıfa kaptırmamak için… Bunun için polisle çatışmayı bile göze alıyorlar, üstelik daha düne kadar sistemin sessizliğiyle muteber kalabalıklarıyken… Esra Açıkgöz bu hafta Başıbüyük’e gidip sistem kendilerine dokunduğunda hem kalabalıklaşan hem de bireyleşen mahalleliyle konuştu… Anlaşılan İstanbul’da bir kavga daha başlıyor… İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com 6 TEMMUZ 2008 / SAYI 1163 İ Hamdi Bey’e bu teklif için çok teşekkür ediyorum... Aslı Borucu ir arkadaşım “Var Mısın Yok Musun” adlı yarışma programına internetten başvurduğunu söylüyor. Programı daha önce hiç izlemememe rağmen ne olduğu hakkında az çok bir fikrim var. 24 yarışmacı. 24 kutu. Yarışmacılar dost, kutular da... Çekilen kura ile bir kişi yarışmacı oluyor ve arkadaşlarının kutularını tek tek açtırıyor. Kutudan “küçük çıkarsa” seviniyoruz, “büyük çıkarsa” gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Para kazanmak için gelen yarışmacılar bir yandan bankacı Hamdi Bey’in yaptığı hiç de küçümsenmeyecek teklifleri bir bir reddediyorlar bir yandan da programa niçin katıldıklarını unutarak asıl olanın “dostluk” ve yarışmadaki atmosfer olduğunu vurguluyorlar, hem de sürekli… Yarışmacıların arasında öyle güçlü bir bağ var ki bunun format gereği olduğunu düşünmek oldukça güç. Programın yapımcısı Acun Ilıcalı da yarışmacılarla büyük bir uyum içinde; zor anlarda yardımlarına koşarak kutuları o açıyor, yarışmaya kattığı kimi sürprizlerle yarışmacıları ve seyircileri mutlu ediyor! Yarışmaya katılmak için internetten başvuru yapmak yeterli değil, yapılan başvurular yoğun ilgi sebebiyle aylar sonra okunuyor ve uygun görülenler mülakatlara çağrılıyor. Yarışmacı olabilmek için kadınların güzel, erkeklerin ise komik olması önemli. Bir süre Almanya’da yaşamışsanız ve tam da bu sebeple Türk olmak sizin için büyük bir onur kaynağı ise şansınız artıyor. Kuşkusuz homojen bir yarışmacı profilinden bahsetmiyorum. Yarışmacılar gelir düzeylerine, sosyoekonomik durumlarına göre farklılaşabiliyorlar. Her dönemde bir engelli yarışmacıya rastlamak mümkün. Yarışmanın ilk zamanlarında görme engelli Evren oldukça ilgi çekmişti. Yarışmadan oldukça yüklü bir miktarla ayrılan Evren, şu sıralar Show TV’de sabah programı yapıyor. Son dönemlerin favori ismiyse uzun zamandır yarışmada kalan Mevlüd. Aslında formatı ve stüdyodaki “enerjiyi” anlayabilmek için Acun Ilıcalı Mevlüd ve annesine değinmek oldukça anlamlı. Mevlüd aslen Konyalı ve yarışma sebebiyle İstanbul’a taşınıyor. Yaklaşık 3 ay kadar bir süredir yarışmada ve her programda annesi Naciye Teyze de onunla birlikte, seyircilerin arasında, en önde yerini alıyor. İlk başlarda herhangi bir yarışmacının yakını olan Naciye Teyze gitgide 24 yarışmacının da annesi, teyzesi haline geliyor, sonunda da tüm izleyenlerin. Naciye Teyze figürü bir yandan 1930’lu yıllarda yükselen köycülük ideolojisinin yarattığı saf, cahil ama iyi yürekli bir köylü kadını imgesi taşırken bir yandan da gençlerin dilinden anlayarak, onları güldürerek eğlence unsuru haline geliyor. Naciye Teyze’nin gündelik dili başta Acun Ilıcalı olmak üzere tüm yarışmacıları, seyircileri kahkahalara boğuyor. Bu yüzden de oldukça uzun bir süredir Mevlüd ve annesi yarışmada tutuluyor, kuradan çıkmıyor, ihtimal çıkarılmıyor, sonlara bırakılıyor… B Yarışmacılar arasında oldukça güçlü bir bağ olması haftada bir iki kez birlikte çıkılan akşam yemekleri, kimi eğlence programlarına ekip halinde katılmalarıyla güçleniyor. Programdaki maneviyat, Acun Ilıcalı’nın program dışı yarışmacılarla sık sık vakit geçirdiğini söylemesi ile yapmacıklığını kaybediyor ve oldukça gerçek duruyor. Kimi yarışmacılar yarışanın kendileri olduğunu unutuyor ve arkadaşlarını kutudan “büyük çıkma” ihtimaline karşı teselli ediyorlar. Yarışmacılardan Alparslan’ın (Onların artık soyadları yok, kendileri de izleyici de bunu beklemiyor) yarıştığı programda arkadaşı Fehmi’ye söylediği sözler bunu destekler nitelikte: “Bak Fehmi büyük çıkarsa sakın üzülme, kendini yıpratma, her şeyin hayırlısı olur”. Kutuların içindeki miktarların Milyonları koltuklara bağlayan “Var Mısın Yok Musun” yarışması “Türkiye’nin en çok para kazandıran programı” olmanın çok ötesinde. Kelimelere yeni anlamlar katmakla kalmıyor, izleyicilere, yarışmacıların üzüntülerine hüzünlenerek, sevinçlerine gülerek “öteki” olma deneyimi yaşatıyor. Sezon finalini yapan Yarışmacılardan biri de görme engelli Evren’di (sağda). yarışma adından daha çok söz ettirecek... söylenmişti. Pazartesi akşamı yapılan sezon finalinde ise Avrupa kupasında isminden sıkça söz ettiren milli takım oyuncusu Arda yarışıyordu. Arda da kazandığı parayı bağışlayacağını söyledi. Tüm bu bağışlar hem Acun Ilıcalı’nın ve programın yardımsever imajını pekiştiriyor hem de katılan ünlülerin topluma sundukları kişilikler tazeleniyor ve hepsi birer kez daha “halkın” onayından geçiyor. Yarışmada tazelenen kimlikler sadece konuk olan ünlülere ait değil. Yarışmanın bir bölümü oldukça ilgimi çekmişti. İki ay kadar olmalı, kuradan çıkan polis bir kadın, üniforması ve kutusuyla yarışmacı koltuğuna oturdu. Televizyona dikkatli baktığımda gördüm ki seyircilerin hemen hepsinde aynı üniforma var. Önce şaşırdım, sonra anladım, kadın yarışmacıyı desteklemek için İstanbul Emniyet Müdürü ve 100 kadar polis stüdyoya getirilmişti. Aslında memleket olarak alışığız bu kadar polisi bir arada görmeye, ama böyle otururken değil, “haddini aşan”, cezadan muaf eylemleriyle, tıpkı 1 Mayıs’ta olduğu gibi… Polisin toplumun gözünde sarsılan imajını tazelemeye, yenilemeye yaradı program, seyirci polisler yarışan meslektaşını destekledi, ona moral verdi, başta İstanbul Emniyet Müdürü ve diğer yetkililer kutu numarasını söyleyerek yönlendirdi… Para, dostluk, unvan, hissiyat, enerji, yani toplumun beklediği, onay verdiği ne varsa, hepsi bir arada... Sıradan bir seyirci olarak, oturduğum koltuktan ben de yarışmaya dahil oluyorum ve “enerji”mi onlarınkiyle birleştiriyorum. Yarışmanın formatını, gidişatını ve yarışmacıların birbirleriyle olan iletişimlerini eleştirsem de haftanın dört günü gösterilen bu yarışmayı izlerken buluyorum kendimi, bir şekilde! Neden acaba? G “noter“ tarafından belirlenmesine karşın yarışmacılar enerjilerini toplayarak bunu değiştirebileceklerini düşünüyor ve kutudan küçük bir miktar çıkarsa sevinçlerini, dostluklarına ve birbirlerine sımsıkı kenetlenmelerine bağlıyorlar. Kutuyu açanlar yarışmacıdan daha heyecanlı gibi gözüküyor ve büyük açma ihtimaline karşı ilk önce yarışanla ilgili samimi fikirlerini söylüyor. İlk yayınlandığı zaman iki saat gibi bir süreyi kapsayan yarışma çok izlenmesinden olacak bugünlerde geçen programın özetiyle beraber dört saate yakın sürüyor. Bu süre içerisinde kutu açtırmanın yanı sıra yarışmacıların stüdyoya gelen yakınları kendilerini tanıtıyor ve yarışmacıların hayatlarıyla ilgili anektotlar anlatılıyorlar. Özel hayatların paylaşımıyla stüdyo komün hayatın süregeldiği sıcak bir ev ortamını anımsatıyor. Ancak bu ortam hakim ideolojilerden bağımsız kurgulanamıyor; eh tabii reyting diye bir şey var! KÖTÜ İMAJLAR TAZELENİR Avrupa kupasının başlamasıyla Var Mısın Yok Musun’da da heyecan artıyor. Acun Ilıcalı kupa sürecinde programda milli forma giyiyor, yarışmacı seçilen Canan Türkiye’nin Hırvatistan’ı yenmesi üzerine son dakikada gol atan Semih’in formasıyla ödüllendiriliyor. Milli takımın başarısıyla paralel olarak yarışmanın formatı da şekilleniyor. Kuşkusuz tüm bu şekillenmeler üç 500.000 YTL’nin bulunduğu “para ağacından” bağımsız değil. Kimi zaman ünlüler yarışıyor; Avrupa kupasından hemen önce Fatih Terim yarışmacı, milli takım oyuncuları da kutuların başında yer almıştı. Kazanılan paranın lösemili çocuklara bağışlanacağı Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergicumhuriyet.com.tr Hayat nasıl baktığımızdır... Aylin Kotil O rtaköy’de sahilde bir arkadaşımla otururken tekne yanaştı kıyıya. Kayık falan değil, bildiğiniz büyük bir tekne. Bu yüzden yanaşması sürdü biraz. Pazar günü, Ortaköy kalabalık. İnecekler tekneden, onlara bakan insanlardan rahatsız olmadan. Bunu yanımdaki arkadaşıma dillendirdiğimde, aynısını içimden ben geçirdim şimdi, dedi. Bu bakışlardan hoşlananlar da var dedi, rahatsızlık duymayanlar... Son günlerde öyle farklı insanlar tanıdım ki, hayatın birçok yanını aynı anda görme fırsatını yakaladım. Bir anne tanıdım, otistik çocuğu olan. İnanılmaz bir yaşam mücadelesi vermiş. Konuşamayan oğlu, şimdilerde birçok konuda tartışabilirken, piyano bile çalabiliyor. Onu dinlerken üzüldüklerime üzüldüm. Sonra bana “kadınlar ayakkabıma göre çanta bulamadım diye üzülmüyorlar mı deliriyorum” demesini düşündüm... Başka bir kız arkadaşıma nasihat ederken buldum kendimi: Onlar varken onlarsız yaşamayı becerebilirsen mutlu olursun dedim. Çok hoşuna gitti bu sözüm... O güldü, ben, bunu ne zaman deneyimledim de pat diye söyleyiverdim, ona şaşırdım... Başka bir tanıdığım üç ayrı kadınla beraber olmaya kalkışmış. Kalkışmamış, olmuş. İşin garibi hâlâ dürüst olduğunu iddia ediyor. Nasıl dedim? E, saklamadım dedi hiçbirinden. Saklamayınca dürüst olduğuna inandırmıştı kendini. Haklıydı kendine göre belki... Çünkü kadınlar bile bile onunla hâlâ oluyorsa, adam da yanlış bir şey yapma duygusu nasıl gelişebilir? Ne bekliyor bu kadınlar o adamdan? Kendi güçsüzlükleriyle mi yüzleşemiyorlar? Sevgi olamaz. Her şeye rağmen beni seviyor ve kabul ediyorlar diyor. Ego en üst boyutta olduğu için gerçekleri ona söylemeye yeltenmedim bile. Sonra başka bir kadın tanıdım; töre cinayetlerine, enseste savaş açan. Kendini tanımış, bedenini tanımış. Kendi sorunlarını halledip aşmış ve başkaları için çırpınan... Çırpınmakla kalmayıp aydıran... Tanıdığım kişinin birlikte olduğu kadınların aksine, inanılmaz saygı duydum bu kadına. Neden bütün bunları aynı anda duyup gördüm acaba, diye de kendime sormadan edemedim... Daha sonra bir mektup aldım, hiç beklemediğim bir kadından. Bitirirken mektubu “yolun açık olsun” diye yazmış. İki kelime... Ama bendeki etkisi inanılmaz. Bu kadar mı anlam yüklü olur, bu kadar mı yüreklendirir iki kelime insanı... Ona bir kere teşekkür ettim belki ama içimden binlerce kez... Beni bu kadar yüreklendirdiği için. Sonra, çok eski bir arkadaşımın bıraktığım gibi kalmadığını görüp, üzüldüm. Değerlerini yitirmiş... Hiçbir amaca hizmet etme derdi olmadan, sadece kendi için yaşayan bir insana dönüşmüş. Üzüldüm ister istemez. Aklımda kaldığı gibi kalmadığı için. Baktım, kimileri çok yüce bir amaca hizmet ediyor bu hayatta. Kimileri de gününü gün ettiğini sanarak, kendini saran mutsuzluğun farkında olmadan geçiriyor yaşamını. Benim duygularım mı? Çok önemli değil belki, ama itibar duygusu bu noktada benim için anlam yükleniyor. İtibar duyulanlarla, duyulmayanların bende bıraktıkları izlerle haftam bitiveriyor. Kalbimde itibar duyduklarımın sözleri... Öbürleri mi? Bir görüntüydüler ve gittiler... İyi pazarlar. G Aylin@kotil.web.tr C M Y B C MY B