Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 4 7/2/08 16:31 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 PAZARIN PENCERESİNDEN 10 ŞUBAT 2008 / SAYI 1142 Gerçek adı Seçim mi baskı mı? Selçuk Erez atife Tekin, bir söyleşisinde yeni eseri “Muinar”ı tartışmış: “Bir yazarın içinde dile gelen eski bir ruh” olan Muinar bakın ne demiş: “İnsanın saçı niye tel tel? Hava girsin aralarına, akıp dolaşsın diye serbestçe.. Erkeğin kafasında örtü yok, niye kadının kafasında örtü olsun? Kadınlar, ilk ne zaman örtünmeye başladılarsa, o zaman, erkeğin kadına karşı üstünlüğünü ilan ettiği zaman olmalı!” Latife Tekin (ya da Muinar) kadınların kafalarını yazkış örtmelerinin iki önemli niteliğini vurgulamış bu söyleşide: Böyle davranmanın doğal olmadığını ve doğal olmayan her tutum gibi bir baskıyla gerçekleşmekte olduğunu.. Önce doğallığını sorgulayalım sonra da baskı konusuna değinelim: Taş devri mezarlarında bulunan kadın iskeletlerinde önemli sayıda süs eşyası vardır. O devirde alet yokluğuna rağmen kadınlar renkli taşlar bulmuşlar, bunları birbirine süre süre yuvarlaklaştırmışlar, sonra da binbir güçlükle ortalarında delikler açıp, bir de sicime benzer bir ağaç lifi edinip boyunlarına asmışlar. Neden? Çünkü her kadında güzel görünme dürtüsü vardır ve bu doğuştan varolan dürtü, her çağda geçerlidir.. Bu doğal dürtüyü bastırmak, insanlara “Bacaklarınızın üstünde yürümek günahtır. Yedi yaşına varınca bacaklarınızı birbirine bağlayacağız; siz de kıçınızın üstünde hoplayarak yer değiştirebileceksiniz!” demek gibi bir şeydir.. Latifanımın (ya da Muinarîn) hakkı var: Kızların bu doğal dürtüye rağmen örtünmeleri, genellikle baskı sonucudur. Sagarmatha, ama biz onu Everest olarak biliyoruz, yani dünyanın damı... Nepal’de siyasi ortamın karanlığı dağları yırtıyor. Değişim alabildiğine hızlı. Görülen o ki başkent Katmandu da dünyanın yeni haline ayak uyduruyor, yani betonlaşıyor... L Nepal’e dağlara doğru Yazı ve fotoğraflar: Özcan Yurdalan İ ki yıldır yolum düşmemişti. Neler olup bittiğini uzaktan izliyordum, endişeliydim. Kısıtlı da olsa haberler gidip geliyordu, ancak çok geçmeden onlar da durdu. Tüm iletişim kanalları, internet bağlantıları kesilmişti. Nepal, 50’lerden önce olduğu gibi âleme kendini kapatmıştı. Uzun sürmedi. İsyancı güçler Başkent Katmandu’yu kuşatarak iktidarı tehdit etmeye başladılar. Sadece iktidarı değil, rejimi de. Meşruti Krallığın lağvedilmesini istiyorlardı. Dünyada yaşananları bir tarafa bıraktık, içerde olup bitenlerin bile küçük bir kısmıyla, o da İstanbul’dan bakarak ilgilenen memleket medyasından hayır yoktu. Nepal gibi, nerede olduğu tam bilinmeyen bir ülkenin, kim oldukları, nasıl yaşadıkları hiç merak edilmeyen insanları kimin umurunda olurdu ki. Arada sırada rastladığım birkaç satırlık haberler içimi hoplatıyor, kendimi bir anda Katmandu’nun Durbar Meydanı’nda gazete okurken buluyordum, hele dağlar burnumda tütüyordu. Şöyle gerinir gibi, derin bir nefes alıp taze havanın serinliğini karnımda hissederek Sagarmatha’ya doğru yürümek istiyordum. Bize öğretilen adıyla Everest’e yani. Tırmanıp zirvesine bayrak dikmek için falan değil, şöyle uzaktan doyasıya seyretmek için. Bu dağın gerçek adı Sagarmatha’yı bilmeyenlerin, Ba tılıların, bir de kötü biçimde Batılı taklidi yapanların ısrar ettiği adla Everest, sadece Nepal’in değil, dünyanın da damı. Hindistan ile Çin arasında kalan Nepal, neredeyse deniz seviyesindeki bereketli Terrai Ovası’ndan başlayarak basamak basamak yükselen olağanüstü bir ülke. Kişi başına düşen milli gelir yaklaşık 170 dolar. Nüfusu 29 milyon, halkın çoğu kırsal kesimde yaşıyor. Köylüler topraksız. Büyük toprak sahiplerinin baskısı altındaki köylerde olduğu gibi kentlerde de yoksulluk had safhada. Yıllardır süren ve binlerce insanın ölümüne yol açan ayaklanmanın esas nedeni de, bu. Başkent Katmandu, ülkenin en büyük şehri. Patan ve Bakhtapur diğer önemli şehirler. Bir vadiye yan yana yerleşmişler. Üçü arasında adımları biraz açmak koşuluyla yürüyerek gidip gelmek mümkün. Eski metinlerde anlatıldığına göre bir zamanlar burada bulunan büyük bir göl tanrılar tarafından kayalar yarılarak boşaltılınca, ortaya çanak şeklindeki Katmandu vadisi çıkmış. Daha sonra yapılan bilimsel araştırmalar da, milyon yıl önce gerçekleşen bu göl hikâyesini doğrulamış. Nepal’in bilinen tarihi MS 4. yy’da kurulan prensliklerle başlar. 1769'da bu prensliklerden biri olan ve adı buralarda da bilinen Gurkalar ülkede egemenlik sağlayarak birlik kurar. Saltanatları ancak kırk yıl sürer. 1814’te İngilizler ülkeyi işgal edince kanlı bir savaş başlar ve yenilen Gurkalar, çok geçmeden kendilerini Büyük Britan tim, maymunlarla birlikte yüzlerce basamak tırmandım ve gün batımında kuşbakışı şehri seyrettim. Sonra dünyanın en büyük Budist Tapınağı Bodhnath’ta, kubbenin altında kat kat yükselen teraslara dizilmiş binlerce yağ kandiliyle başlayan ayini izledim. Ardından Pashupitanath Tapınağı’nda ülkenin en kalabalık dinsel grubuna mensup Hindular ölülerini yakarken Şiva lingamlarının yanından geçip, GuhyeishvariVajina Tapınağı’na gittim. Sonra eski bir otobüsle Annapurna’lara doğru yola koyuldum. Annapurnalar son derece etkileyici bir dağ silsilesi. Pokhara’daki küçük Phewa Gölü’nün kıyısına oturup, Machapuchare zirvesini seyretmek kolay kavuşulur dünya nimetlerinden değil. Bence bu yazıda tasvirler getirip tanımlar yapmak, çağrışımlar uyandırarak boşa çene yormak nafile. Gitmek, var olmanın alametidir aslında, yaşamaktır. Yaşamak ki eğer razı olmamaksa, gerçek sorulara sahip olmaksa, hazcılık değil de, anın hakkını vermekse, çok eskiden söylendiği gibi: “Yolda değilsek eğer, dardayız demektir.” Yerleşikliğin vaat ettiği sahte güvencelere kanarak rutinin çemberinde dönüp duran ruhlar, çok geçmeden etraflarında beliren aşılmaz sınırları fark edemezler. Bu sınırlar uzun yolculuklarda açığa çıkar, çünkü insan yollardayken bütün mecburiyetlerden, siyasi, ideolojik, dinsel tavır ve tutumlardan, ne kadar varsa sırlardan, saklanmalardan ve maskelerden kendini azad ederek bir başına kalır. İs 1 Gülay Atasoy’un “Nasıl örtündüler” başlıklı kitabında 15 yaşında ağabeyi örtünmesini istediğinde “İntihar etmeyi bile düşünmüştüm..” dediği belirtilen Bn. Emine Erdoğan sonra başka bir söyleşide “Ben başımı zorla örtmedim.. O söyleşide ağabeyim örtünmemi istediğinde buna karşı çıktığımı anlatmak istemiştim.. Sonra kendi isteğimle örtündüm” demişti. Eminanım’ı, Tayyip Bey’le tanıştıran Şule Yüksel de ağabey baskısıyla örtündüğünü anlatmamış mıydı? Demek ki bu örtülü kardeşlerimizden hiç olmazsa bir bölümü baskı ile örtünüyor. Kuşkusuz Tarhan Erdem bu gün gidip sorsa, bazıları “Ben zorla örtünür müyüm hiç? Herkes ne olur örtünme, diye tepinirken ben kendi isteğimle örtündüm!” gibi cevaplar verecektir. Peki, böyle örtünme gerçekten din gereği mi? Örtünmenin dayanağı olduğu ileri sürülen Nur Suresinin 31. Ayetinin kadınlara “başlarınızı örtün” demediğini, onlara “..cinsel organlarını saklasınlar. Örtülerini göğüsleri üzerine vursunlar” dediğini açıklayanlar az değildir.. Bu yorumcular, ayetteki “hımar” kelimesinin, masa örtüsü ya da herhangibir örtü anlamına geldiğini söylerler, “Eğer başörtüsü kastedilseydi ‘hımarürres’ denirdi zira abdest almayla ilgili bölümde başın sıvazlanması önerilirken baş karşılığında ‘res’ kelimesi kullanılmıştır” da derler. Dinin gereği olmayan, ancak geleneğin dinselleştirilmesinin bir sonucu olan ve kızları doğalarıyla çelişen şekillere sokan bu tür örtünmenin, gerçekleşecekse Eminanım örneğinde olduğu gibi ancak erişkinlikte ve insanın kendi seçimiyle gerçekleşmesinin gerektiği ortadadır. Öyleyse üniversiteye türbanla girilmesine yol açan tasarıya “Kızlar ancak 18. yani Medeni Kanun’a göre erişkinlik yaşından sonra örtünebilirler” cümlesi de eklenerek kız çocuklarımız bu konuda geçerli olan baskılardan kurtarılmalıdır. erezs@superonline.com 123: Annapurnalar’dan görüntüler ve dua bayrakları... 4. Bakhtapur’da çömlekçiler meydanı. 56. Dünyanın en büyük budist tapınağı Bodhnath’dan... 6 2 3 ya ordusunda paralı asker olarak bulurlar. Bu durum bugün de sürüyor, tıpkı bir türlü bitmeyen kargaşa gibi. 1846’da Rana hanedanı, 1951’de Şah hanedanı egemen oluyor, Meşruti Krallık ilan ediliyor. Nepal’de bugün de Kral var. Yıllardır süren mücadeleler sonunda siyasal yapıda önemli değişimler yaşandı. Son olarak 20052006 yıllarında isyancılarla hükümet birlikleri arasında büyük çatışmalar oldu. Geçen yıl görüşmeler sonuçlandı, şiddetsiz mücadelenin koşulları yaratıldı, “adil ve özgür” seçimler için tarih kesildi. İşte ben iki yıldır kapısını çalamadığım, dağlarına hasret kaldığım ülkeye tam o sıralarda, 2007’nin son aylarında havadan indim. Katmandu’da kaldım, dar sokaklarda gezindim. Eski kentin kıyısında kurulmuş turistik semt Thamel’in giderek büyüdüğünü, ahşap nakışlı pencereleriyle Nepal’in zarafetini yansıtan iki katlı evlerin yerine beton apartmanlar dikildiğini gördüm. Swayambunath Tapınağı’na git 4 5 teyen dener, alır başını gider, turistik aktiviteler için değil de, hakikaten kendi kendine gidebilenler için bu yollar açıktır. Ancak onlar dünyanın kaç bucak olduğunu anlar, boylarının ölçüsünü alır. Ne çok uzaklara yelken açmak gerekir ne de oryantalist klişelerin kolaycılığıyla, “Doğu’yu, egzotik olanı keşfetme” takıntısına gerek vardır. En iyisi, tam da yan yana gelmiş şu üç basit kelimenin gereğini yerine getirmektir. “Alıp başını gitmek.” Şunu arada bir hatırlamak gerekir: “Vardığın yer, geldiğin yola göre değişir.” Nerelerden geçtiğin, nasıl geldiğin kadar hangi hızla yolculuk ettiğin de önemlidir. Ben bugüne kadar defalarca karayolundan gidip geldiğim Nepal’e bu sefer ilk kez hava yoluyla vardığımda, bildiğim sokaklara uyum sağlamak için epeyce zorlandığımı itiraf etmeliyim. Bir seyyah için en zor olanı, hele hakhukukadaletözgürlükbarışşiddetküreselleşmeözelleştirme, tüketim kültürü.. gibi meselelerden haberdar bir seyyah için en zor olanı, gittiği yerde geçici olanla kalıcı olan arasındaki farkı görebilmektir. Mesela İran’da ya da Nepal’de siyasi rejimlerin haksızlıkları yanında günlük hayata derinlemesine nüfuz etmiş kadim kültürlerin maddi ve manevi izleri vardır ki onları görmeden, yaşamadan o yeri anlamak mümkün olmaz. Bu nedenle seyahat etmek, tuzu kuruların hoşça vakit geçirmek için başvurdukları hovardalık değildir. İnsani bir ihtiyaçtır. “Orada arkadaşlarım var” diyebilmektir. Bu sayede mesela benim için İstanbul’a bir bomba düşmesi kadar İsfahan’a, Şam’a, Katmandu’ya bir bomba düşmesi de dehşet vericidir. Merakla 10 Nisan’da Nepal’de yapılacak seçimlerin sonucunu bekliyorum. Daha önce olduğu gibi ertelenmezse eğer muhtemelen dünyanın son Hindu Krallığı bitecek, yerine… Neyse ki dağlar hâlâ yerli yerinde. Dağlarda yaşayanlar da hâlâ gelenleri sevgiyle karşılıyorlar.