Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
R PAZAR 12 7/2/08 16:39 Page 1 PAZAR EKİ 12 CMYK ŞENAY GÜRLER Televizyon, sinema, tiyatro... Rol aldığınız “Savaş İkinci Perdede Çıkacak” nasıl bir oyun, burada nasıl bir karakter canlandırıyorsunuz? “Savaş İkinci Perdede Çıkacak” Oldrich Danek’in yazdığı bir Çek oyunu, yönetmeni Yücel Ertem. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir oyuncunun (Bandel), gençliğinden o güne kadar geldiği noktayı anlatıyor, “Hayatta, yaptığımız sanat için ne kadar taviz verebiliriz” gibi bir tartışma yaratıyor. Siz bu oyunda üç farklı karakteri oynuyorsunuz, zor olmuyor mu? Aslında eğlenceli. Oyunda en zorlandığım yer Anicka, ağlayarak sahneye terk ediyor hemen arkasından çok hızlı bir şekilde genç oyuncu rolüne hazırlanmam gerekiyor. Bu duruma alıştım diyebilirim, hatta artık eğlenceli gelmeye başladı. Oyunculuk sizin için ne ifade ediyor? Oynamak, beni çok canlı tutuyor, hayatta var olduğumu hissettiriyor. Şenay Gürler, Avrupa Yakası’nın Fatoş’u olarak hafızalarda yer etse de, hayatımıza önce ünlüleri seslendirerek girdi; Julia Roberts, Mag Ryan... Şimdi “Savaş İkinci Perdede Çıkacak” oyunuyla sahnede. Oyunculuk, ona var olduğunu hissettiriyor, ama yönetmenlikte de gözü var. Müge Serçek A slında Şenay Gürler’i “Avrupa Yakası”ndaki Fatoş rolünden önce sesiyle tanıdık. Birçok filmde, önemli oyuncuları onun sesinden dinledik, sonra onu reklamlarda duyduk. Hatta aradığımız kişinin cep telefonu kapalı olduğunda, “Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz” cümlesini bile o okuyordu. İleriki yıllarda Şenay Gürler’i yönetmen koltuğunda görürseniz sakın şaşırmayın, çünkü üniversitede sinema okumuş. Elbette tiyatroculuğu da var, bu sezon “Savaş İkinci Perdede Çıkacak” oyunuyla sahneye çıkıyor ve üç farklı karakteri canlandırıyor. Bizim için önce sestiniz, hangi oyuncuları seslendirdiniz? Seslendirmeye İzmir’de başladım, uzun bir süre de bu işi yaptım. Çok güzel filmlerde çok iyi oyuncuları konuştum, Elizabeth Taylor, Julia Roberts, Juliette Binoche, Sharon Stone, Mag Ryan... Seslendirme yapmayı çok seviyorum. Daha sonra oyunculuk yapmaya başladınız, bu geçiş süreci nasıl oldu? Öğrenciyken İzmir Sanat Tiyatrosu’nda oynuyordum. Hem üniversitede sinema okuyor, hem de tiyatro yapıyordum. İstanbul’a geldiğimde küçük küçük rollerde oynamaya başladım, daha sonra “Çılgın Bediş” dizisinde fizik öğretmenini oynadım ve arkasından birkaç dizide daha rol aldım ve devamı geldi. O zamana kadar rol aldığım dizilerden en çok izlenen dizi “Biz Size Âşık Olduk” dizisi oldu. Ben de çok keyif almıştım. Ardından “Avrupa Yakası” geldi. Bu dizi de çok uzun soluklu ve çok izlenen bir dizi oldu, reytingleri hâlâ çok iyi. Bu arada tiyatroya da devam ediyorum. Avrupa Yakası hayatınızda neler değiştirdi? Daha fazla tanındım. Önce Avrupa Yakası’ndaki “Fatoş”, sonra Şenay Gürler olarak tanıyorlar, bu da beni mutlu ediyor. Daha fazla tanınmanın, “iş” anlamında avantajları oluyor, istemediğim işleri kabul etmeme hakkım doğuyor. YÖNETMENLİK YAPMAK İSTİYORUM... Kendi oyunculuğunuzu eleştirdiğiniz oluyor mu? Olmaz mı? Her zaman kendimi eleştiririm. “Oyunculuğu öğrendim” diye bir şey yok bence, çünkü herkesten ve her şeyden öğreneceğin birçok şey buluyorsun. Herkes birbirinin öğretmeni olabiliyor. Sinema, tiyatro, televizyon… Hepsinde sizi görüyoruz, peki, bunlar sizin için ne ifade ediyor? Televizyonu asla küçümsemiyorum. Çünkü her şeyden önce para kazandığım ve pratiğimi arttırdığım bir yer. Ayrıca insanlara televizyon kumandası kadar yakınız. Bunun çok büyük avantajı var. Tiyatroda hissettiğim heyecan ise çok farklı, birebir seyirciyle karşı karşıyayız. Tiyatro, her an sürprizlere açık, adrenalin daha yüksek. Sinemaya gelince onu da çok seviyorum, onun büyüsü bambaşka. Benim için ayrı bir yeri var. Sinema bölümünden mezunsunuz ve aslında hedefiniz yönetmen olmakmış, hâlâ böyle bir isteğiniz var mı? Şenay Gürler için televizyon da sinema ve tiyatro kadar önemli. Tabii ki var. Yönetmenlik yapmayı hâlâ çok istiyorum. Ancak buna zaman ayırıp üzerine yoğunlaşmam, bilgilerimi tazelemem gerekiyor. Çünkü bir işe kalkıştıysam, iyi bir şeyler yapmalıyım, uğraşmalıyım, bu iş beni zorlamalı. “Uzun metrajlı film çekeceğim” gibi bir iddiam yok, kısa metrajlı filmler çekmeyi düşünüyorum. Şimdi fotoğraf eğitimi almaya başladım. Şu an yönetmenlik yapmaya tam anlamıyla hazırsınız, önünüzde de bir kamera var diyelim, ne üzerine bir film çekersiniz? Filmin senaryosu da size mi ait olurdu? Senaryoyu kendim yazmak isterim tabii, ama şu sıralar kendimde öyle bir yetenek göremiyorum. Zekice kurgulanmış polisiye her zaman dikkatimi çekmiştir. Bunun dışında belgesel yapmayı çok isterim, özellikle de kadınlarla ilgili… Beğendiğiniz yönetmenler kim? Reha Erdem’i çok beğeniyorum. Sinema yapmayı çok seven ve bunu yürekten yapan bir yönetmen. Bir sinema dili var. Kendi sinema dilini oluşturmuş, dünyayla, hayatla ilgili bir şeyler anlatmaya çalışan yönetmenlerin filmini çok beğeniyorum. Zeki Demirkubuz, Çağan Irmak, Yavuz Turgul, Metin Erksan, Lütfü Akad, Nuri Bilge Ceylan beğendiğim yönetmenlerden. Yeni projeler var mı? İstanbul Tiyatro Festivali için bir oyun hazırlıyoruz. Oyunu, Nihal Koldaş yönetecek. Şu sıralar oyuncu kadrosu belirleniyor. Benim dışımda İpek Bilgin olacak. Bunun dışında Haziran ayında bir filme başlayabilirim. Senaryosu çok heyecan verici, çok güzel bir şey olacağına inanıyorum. Bu benim Z ayinim... Ziya Azazi çağdaş bir dans sanatçısı. Modern dans ile başladığı kariyerine sema ile devam ediyor. Coşkuyu ve aşkı böyle yaşıyor. Bu benim ayinim derken sorgulanmayan yaşamın anlamı olmadığını söylüyor. Ali Deniz Uslu iya Azazi, 1969 Antakya doğumlu. Üniversiteyi okumak için geldiği İstanbul’da şans eseri dans ile tanıştı. Dansı hayatının merkezine koyduktan sonra da işin rengi değişti. Viyana’da bir temsilde beğenilince orada kalıp çalışmalara başladı. Uluslararası pek çok dans gösterisinde yer aldı, ancak yaptıkları onun için yeterli değildi. Sanatını sorgularken, gelen bir teklif ile dansını dönmeye yönlendirdi. İlk başlarda Sufizim ve Mevlevilikle ilişkisi olmasa da zamanla semaya kapıldı. Kendi deyimiyle, döndükçe de içine düştü. Semada, aşkı, coşkuyu ve heyecanı buldu. Azazi ile bir gösteri için İstanbul’a geldiğinde dansı ve hayatını konuştuk. Soyadınız Azazi. Sanırım Antakya yöresinde Azaziler vardı. Onlardan mı geliyorsunuz, nedir hikâyeniz? Antakya’da doğdum. Aslında Azazilerin kökü Suriye’de Azazi denen küçük bir kasabadan geliyor. Ailemiz Osmanlı döneminde bu kasabadan göç etmiş. Azazi Arapçada Azazlı anlamına geliyor, yani İstanbullu der gibi. Bir Azazi kardeşim, Azazi’nin aziz ve azizler anlamına geldiğini de anlattı. Modern dansla başlayan sanatınız nasıl semaya ya da dönmeye kadar gitti? İTÜ’de Maden Mühendisliği okurken dansa başladım. Üniversitenin değişim programı ile bir temsil için Avusturya’ya geçtim. Bu temsilde bir koreograf beni izlerken “Tam aradığım bu” dedi ve şans eseri oradaki projeye kabul edildim. Yani hiç hesapta yokken Viyanalı oldum. Viyana’da 1999’a kadar pek çok farklı çalışma yaptım. Artık kendimi sorguluyordum. Kendi terminolojimi bulmanın zamanı gelmişti. Sırf bunun için bir stüdyo kiraladım ve çalışmalara başladım. O dönemde dönme üzerine bir teklif geldi ve ilk sekiz dakikalık dönme çalışmamı yapmaya karar verdim. Dönmeye başladığımda ilk başta Sufizm ve Mevlevilikle alakam yoktu. Hatta şimdi ne kadar var o da tartışılır. İlk çalışmamda çok zorlandım, dönemiyordum, midem bulanıyor, başım dönüyordu. Bunu nasıl aştınız? Midemi bulandıranın içimdeki tutarlılık refleksi olduğunu anladım. Zaten insan her zaman beş duyusu ile tutarlılık peşinde. Ben de bu noktada bedenimle bir diyaloğa başladım, çünkü bu tutarsızlığı fark eder ve aşabilirsem istediğim kadar dönebilecektim. Telkinle ve mantıkla bunu aştım. Zaman içinde de dönüşüm güçlendi. İlk başlarda işin ruhani kısmı ve felsefesinin peşinde değildim dediniz. Peki sonra bunun derdine nasıl düştünüz? Başta dans vardı. Derdim, bir temayı çeşitlendirmekti, ama bunu yaptıkça güzelliğini gördüm. Bu da zamanla alışkanlığa ve aşka dönüştü. Zaten döndükçe dönesi geliyor insanın. Ben de döndükçe işin içine düştüm, Mevlevilik ve Sufizimin ne demek olduğunu bu düşüşte anladım. Coşku ve aşkı en derinimde yaşadım. Dönerken kullandığınız etekler kırmızı, siyah ve beyaz. Bu renklerin anlamları neler? Allah’a yakıştırılan renk beyazdır, ama Allah aslında siyahtır, çünkü her şeydir. Siyah her şeyi içinde gizler. Kırmızı ise hayattır, kandır. Beyaz da saflık, arılık ve çocukluk... Ben gösterime siyahla başlıyorum. Allah’tan geldiğimizi anlatıyorum. Sonra doğuşu, saflığı ve temizliği beyaz etekle simgeliyorum. En sona kırmızı kalıyor, çünkü yaşadıkça kirlenip, kana bulanıyoruz. Marjinal bir tavırla bu işi yaptığınız için eleştiriliyorsunuz. Bu canınızı sıkıyor mu? Nasıl yapıldığı değil, niyet önemli. Yani etek de, sakal da, Mevlevilik de bahane... Bu benim semam ve kendi ayinim. Bana kalırsa Mevleviliği müzeleştiren insanlar hata yapıyor. Mevlana bile kural dışı yaşayan bir adamdı. Dogmatik düşünmeyip her şeyi sorgulamalıyız. Mevlana’nın felsefesi de aslında bu.